Kardeşime Mektup


 01 Eylül 2023



 

Sevgili biraderim, aziz kardeşim!

Bu nasıl bir çağ oldu, kardeş kardeşin yüzüne hasret; ben gurbette miyim, yoksa sen esarette misin, anlayan beri gelsin. Uzak yoldan, ıraktaki yad ellerden sana ulaştırabileceğim tek hediyem, selamım. Bunu az görme, “Mektup yarı görüşmedir,” demişler.

Senin kızgın güneşin altında yanıp kapkara olduğunu biliyorum. Bütün derdin geçim, gün güzeran, bunu da bilmiyor değilim. Elinden geldiğince çocuklarını ele güne muhtaç etmemeye çalışıyorsun, kendi görmediğin aydınlık günleri çocuklarına vermek istiyorsun. Bana gelince o kaygıyı geride bıraktım, artık çocuklar benim için dertleniyorlar.

Halimi sana anlatmak zor, çünkü burada hayat başka. Elbette, kölelikten çıkıp gelen her yabancıyı beylik beklemiyor yurt dışında. O herkesin elde edebileceği bir şey değil, ama esaret de yok sonuçta. Yiyecek içecek yeterli, üst baş daha bol. Yüzlerce türlü içecek görmesem, bir meyvenin onlarca türünü tatmasam, buna inanmak zor. Yatıp kalkacak yerin olsa, giyimin kuşamın iyi olsa, yiyeceğin içeceğin yeterli olsa, bundan fazla nasıl bir beylik gerek ki zaten?

Artık benim her şeyim var; bankada param, kendi başıma konutum, iyi arabam, hatta tarımla uğraşabileceğim küçük bir bahçem… Gerekirse bana yardım edecek insanlar da var. Ama sorulmayan halim var, merak edilmeyen hatırım var, yürekte derdim var. Buralarda o dert öylece kalıyor yüreğinde, kimse almıyor; elin adamı seni teselli etmiyor, söylenmiyor da gerçi, ama yabancı birinin yanında sadece övünebilirsin. Nasıl övünmek istersen övün, o seni dinler, söylediğine “yalan” demez, “ya” der. İş derde gelince onu yalnız annene ya da kardeşine anlatabilirsin. Kardeş çok uzak yerde, yakınında hatta seni kıskanacak hısım akraba da yok. İşte bu yokluk var ya kardeş, bütün varlarından ağır.

Vatan ile Kardeşin dünya malından, zenginlikten, türlü zevklerden, işretten daha yukarda olduğunu onlardan ayrıldığında hissediyorsun, onun için de ben seni yâd ediyorum. 

Adriyatik Denizi’nin kenarında tatil yaptığımda da, çevresi suyla sarılmış Hollanda köylerini gezdiğimde de, İstanbul Boğazı’nın bir yanından öbür yanına gidip gelirken de, Britanya’nın dar yolundan W. Shakespeare’in doğduğu evi görmeye giderken de, Kuzey Amerika’da Olimpos Dağlarının ak karına bakarken de seni aklımdan çıkaramadım.

Sen oraları görmedin, en basiti, beyaz toz halinde gelen sağanağı da bilmiyorsun; su toz gibi. Buralarda yağış pek sevilmiyor, biz ise onu gökyüzünün nuru, bereketli rızık kabul ediyorduk, ben hâlâ öyle hissediyorum, yağış yağsa kendi kendine seviniyorum.

Sen yere değip duran bulutları gördün mü? Denizin üstünden savrulan gri dumanı, dalgaların arasında kaynayan taşları gördün mü? Karın bir hortum olup, yerle gök arasında toz bulutu gibi dönüşünü bilir misin? Baharın yağan, tıpkı bahar gibi göğümsü parıltıları olan karı gördün mü? İnsanın göğsüne ulaşan yeşil otlakları izledin mi? Ağaçların dallarında her dala dizilen binlerce su damlasını üstüne döktün mü? Sert keseğin ya da kuru toprağın ne olduğunu bilmeyen insanlarla sohbet ettin mi? Alp Dağlarındaki üstü kapalı ağaç köprülerden geçtin mi? Orada köprüyü kar tipisinden korunmak için öyle yapıyorlarmış. O köprüye değil, iki ucu açık uzun bir tavlaya benziyor. Altın güzde ağaçların her birinin bir başka renkte boyandığını biliyor musun? Buralarda tabiat senin ağabeyinin gönlü gibi; o ya ağlayıp durmaktadır ya da ağlamış da biraz açılmıştır. Sen bunun için beni ayıplama, yurdundan ayrılsa köpek bile ağlarmış.

Sen anayolun kenarında otlayan boynuzlu geyikleri gördün mü? Ben gördüm, çünkü dünyanın en korkak canlısı bile burada özgürlük olduğunu, eli silahlı adamdan hesap sorulacağını hissediyor.

Uçsuz bucaksız dağ geçitlerinden geçtin mi? Devasa asma köprüleri biliyor musun? Sabah erkenden sabunlu su ile yıkanan yollardan yürüdün mü? Dağ üstündeki gölde suya girdin mi? Elbette bunları görmeye heves et, belki görürsün. Görsen çok iyi olur, görmesen de işin ucunda bir felaket yok ya da ayıp değil. Burada Vatandan başka her yere yol açık, gezsem bütün dünya benim, fakat hiçbir yer de benim değil; ne komşu var ne hemşeri.

Sen yüreği yüreğine açık dostun, sırrını emanet edebildiğin yoldaşın değerini bilir misin? Öyle pek de bildiğini sanmam, çünkü onu bilmek için onlara hasret çekmek lazım.

Elbette ben o değerleri hissetmek için çıkmadım memleketten. Vatanımı satmadım, onu satılıklara bırakıp kaçmak zorunda kaldım. Doğduğun toprağa ilenerek ölmektense, ona hasret çekip ölmeyi tercih ettim. Ben kaçtım, ama onun derdinden kaygısından uzaklaşmadım, günlerden bir gün tekrar o derdin kaygının arasına döner gelirim ümidiyle çıktım. Vatanda hiç ayıp yok, asla dünyada ayıplı Vatan yok. Toprak her yerde ayıpsız, her karış yer kendince güzel. Onun için benim bütün derdim yine o toprağa dönmek ve onunla görüşmek, selamlaşmak.

Ey kara kardeş, bunca acı veren Yaradan bizi acaba bir kez de mutluluktan ağlatmaz mı?

Dünyada geçilmeyecek yol yok, ama yolu geçmek için, tıpkı Vatan ile benim aramdaki mesafe gibi uzun sabır kanaat ve tahammül gerek.

Şimdi ben o maksat ile yaşıyorum.

Bundan daha kutsal ne olabilir?

Şimdilik, hoşça kal, kardeşim!

 

 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 201. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 201. Sayı