HaftanınÇok Okunanları
İSMAİL DELİHASAN 1
KEMAL BOZOK 2
Emrah Yılmaz 3
FEYZA TUĞÇE FIRAT 4
NIKA ZHOLDOSHEVA 5
Kardeş Kalemler 6
BEDRETTİN KELEŞTİMUR 7
Yok, onlar Anhar[1] boyunda karşılaşmadı. Buluştuklarında ona okumak için kitaplardan şiirler yazıp bunların kendisinin olduğunu söylemedi. Onun ağzından “Ben seni seviyorum, sensiz yaşayamam!” kabilindeki yapmacık cümleler de çıkmadı. Dudaklar buluştuğunda kızın ayakları yerden biraz olsun kesilmedi. Hayır, delikanlı, kızı serserilerden de kurtarmadı...
İyi şair olan Oralbay, yorganı sırtına çekip aşk şiiri yazdı. Mısralarının üstüne evladı gibi titreyerek onları büyüttü. Gayriihtiyari kendisinin ilk aşkını, sınıf arkadaşı Hâlbuvi’yi hatırladı... Karanlığı kucaklayınca Hâlbuvi’yi bağrına basmış gibi oldu. Hüzün, gece gibi içine çöktü. Yataktan istemeyerek doğruldu, eliyle yoklaya yoklaya lambayı bulup yaktı. İlk kitabının sayfalarını karıştırdı. Şiirleri gözüne oldukça çocuksu göründü. Yüzünü buruşturdu, kitabı kerevetin altına fırlattı...
Hayır, şairin evvela kendisinin şaheserini yazması gerekiyormuş. İşte, Oralbay otuzuna giriyordu ancak şaheseri hakkında hiç düşünmemişti bile! Şaheseri bir kenarda kalmış; o, ikinci derecedeki eserleriyle avare olmuştu...
Oralbay, büyük bir pişmanlıkla kendine münasip birini aradı. Buldu da... Sıradan bir terzi olan Barçınay! O, sahte bile olsa Barçınay’la gülümseyerek konuştu; şehirdeki parka gittiler, yarım kilo da dondurma yediler. Oralbay, müstakbel nişanlısının gözlerine baktı... Hayalindekilere dair hiçbir şey hissetmedi. “Hayatta çift olarak yaşamak gerekiyormuş, ne yapalım!” dedi içinden. Sonra, kendi düşüncesini kendisi tasdik ederek başını salladı. Barçınay’sa onun şairliğine bile inanmadı: “Şiir dediğin güzelliktir, cazibedir yahu! Şairin oturuşuna bir bakın…
Kız “O beni makul görmedi!” şeklinde bir sonuca vardı. Böyle olsa bile düğüne razı oldu çünkü onun da yaşı geçiyordu...
Düğün restoranda yapıldı.
Nihayet, şaheser yaratıldı! Bebeği pencereden gösterdiler. Oralbay, oğluna tebessüm ederek baktı ve “İşte büyük eser, işte! Anna Karenina! Hayır, Hamse!” dedi.
O, tıpkı şaheserine son noktayı koyan yazar gibi geniş geniş gerindi.
Oralbay, huzurlu günlerinden birinde gecenin ilerleyen saatlerine kadar oturdu, geç vakitte yattı. Ertesi gün öğlende uyandı. Balkona çıktı. Hava oldukça güzeldi. Tam gezilecek gün... Biraz düşündükten sonra aklına Vasiliy Şukşin’in “Kızıl Kartopu” filmini henüz izlemediği geldi.
Barçınay’a “Hazırlan! Sinemaya gidiyoruz!” dedi.
Barçınay, yenilerde moda olan ceket ve pantolonunu giyindi.
Oralbay, kaşlarını çatıp “Off!” diyerek dizine vurdu.
“Barçınay! Ben hanımımı atlas gömlek giymiş görmeyi istiyorum!”
“Şaire kalsa çok şeyler ister!”
“Kadın, kadın gibi olsa...”
“Yürü! Geç kalıyoruz!”
“Gelmiyorsun! Ben yalnız gideceğim.”
“Tuhaf oldu! Götürmezsen götürme!”
“Niye lafı döndürüyorsun? Ben sana söylüyorum!”
“Aaa! Ne tuhafsın ya! Sadece bende mi var böyle bir elbise? Bütün kültürlü hanımlar giyiyor ki!”
“Şu atlaslar, kültüre girmeyen kumaş mı? Hangi memlekette böyle bir kumaş var? Sen, nankörsün! Alnına yazılan kültürü görmüyorsun...”
“Sen her zaman böylesin! Söylediğin tek şey, Özbek atlasına bütün dünya hayran! Semerkant’taki tarihî binalar dünyada yok! Yok şöyle, yok böyle...”
“Tamam! Kes sesini!”
“Ooo! Susmazsam ne yaparsın?”
“Yapamam mı? Yapamam mı?”
Oralbay, öfkeyle tepinip duran, bağıra çağıra ağlayıp sızlanan Barçınay’ın yüzüne tokadı patlattı. Barçınay, koltuğun üstüne düştü. Yüzünü elleriyle kapatıp ağladı.
Oralbay, ona bir süre dik dik baktıktan sonra daracık çalışma odasına girdi. Sandalyeye oturdu. Parmaklarını saçlarının arasına sokup gözlerini yumdu.
O, bir kadına ilk defa el kaldırmıştı...
Barçınay, kendisini teskin edemeden ağlıyordu. Uyuyan oğlu da ağlamaya başladı. Ağlamaktan takati kalmayınca yerinden kalktı, yüzünü yıkadı. Aynaya bakınca irkildi. Sol yanağı morarmıştı. Üzüntüsünden dudaklarını buruşturup tekrar ağladı. Oğlunu bağrına bastı. Oğlu sakinleşince yüzüne yakışan güzel dudaklarıyla onu emmeye başladı... Gönlü yatıştı. Moraran yerinin ağrısının azaldığını hissetti. Oğlunun seyrek saçlarını sıvazlayıp onu alnından öptü ve “Oğlum, düşünüyorum da istenmeyen evlilik yürümez. İşte dediğim çıktı.” dedi.
Barçınay, pencereden gökyüzüne bakarak düşünüyordu. Oğlunu uyutunca kendisi de yatağa uzandı. Kocasının başını koyduğu yastığı yumruklaya yumruklaya şişirdi. “Tek başına yatmaz, önünde sonunda yanıma yatar; teselli etmek için bağrına basar, sevip okşar...” diye düşündü.
Bunların hayaliyle arkasına döndü, sonra da uyuya kaldı.
Sabah kalktığında kocası yanında yoktu. Kendi kendine “Yanıma bile gelip yatmamış. Beni görmek dahi istemiyor. Tamam, artık bitti! Gidelim oğlum, gidelim! Gönülsüz yapılan evlilik önünde sonunda evlilik olmaz.” dedi.
Barçınay, pişmanlık ve üzüntüyle dönüp arkasına baktı. “Hiç olmazsa odasından çıksaydı, bir kez olsun ‘Gitme!’ deseydi keşke! Köylülerinin yanına gitti galiba... En azından oğluyla vedalaşsaydı ya! Bu kadar canına tak ettirmişim, şu güne kadar anlamamışım!” diye düşündü.
Zil çaldı.
Barçınay, kapıyı istemeye istemeye açtı. Kapıda Oralbay’ın köyde yaşayan dayısıyla tanımadığı iki kişi duruyordu. O, zoraki gülümsedi; misafirleri içeriye buyur etti. Oralbay geldi. Misafirler oturdu. Birbirlerine hâl hatır ettiler.
Dayısı “Yarın kurultay varmış, onun için gelmiştik. Sizi de bir görelim istedik...” dedi.
Oralbay, sahte bir gülümsemeyle “Güzel! İyi!” dedi.
“Eee, işler yolunda mı şair? Şiir planları nasıl gidiyor? Şiir hesaplarını yerine getirebildin mi? Bak işte, biz pamukla ilgili planları yüzde yüz elli yerine getirdik. Bizim hakkımızda da şiir yazarsın artık...”
Oralbay’ın dayısı, tarla işleri hakkında konuşurken sofrayı hazırlayan Barçınay’ın yüzündeki morluğu gördü.
“Aa! Yüzüne ne oldu, gelin?”
Oralbay’ııı yüreği hop etti. Ambalaj paketinin üstündeki köpek yavrusu resmine bakıp bir dakika nefes almadan bekledi.
Barçınay, gülümseyip morluğu sıvazladı.
“Şimdilerde yeni evlere şunun gibi parke döşeniyor. Bu lanet olası da silince üzeri kayganlaşıyor. Akşam yıkayayım, demiştim. Kayganlaşmış, yüzümün üstüne düşmeyeyim mi?”
“Ufff! Cık... Cık... Dikkat etseydin ya, iş kaçıyor muydu?”
Oralbay, iç çekerken nefesi titredi. Başını biraz daha önüne eğdi, kızardı. Barçınay da kızardı. Ayağa kalkıp misafirleri sofraya buyur etti:
“Buyurun, buyurun başlayın! Oralbay Ağa, çay doldurun!”
Oralbay, bunları duyunca kendine geldi. Boş bardaklara çay koyup “Hadi buyurun!” dedi.
Misafirler, az önce anlatılana benzer şeylerden ortaya çıkan talihsizlikler hakkında duyduklarını, gördüklerini anlattılar.
Barçınay, yemeği getirdi. Sofraya Bulgar konyağıyla şampanya koydu.
“Oralbay Ağa, şunlardan da doldurun!”
Oralbay, kadehlere konyak koydu. Dayısı başıyla Oralbay’ı işaret edip Barçınay’a sordu:
“Şair sana iyi davranıyor mu, gelin?”
“İyi! Çok iyi!”
“Eğer birazcık dahi yanlışı varsa söyle! Gerekeni konuşalım!”
“Yok. Nereden çıktı bu şimdi! İyi... Onu bizimkiler de takdir ediyorlar...”
Oralbay, sağına soluna şaşkın şaşkın baktı. Misafirlerin almasını beklemeden kadehteki konyağı bir dikişte içti. Barçınay, kocasına tuzlanmış salatalık uzattı. Kocası konyağın sertliğinden gözlerini yumdu, salatalığı yedi.
Misafirler geç saatlere kadar oturdu, onları köye davet etti.
Oralbay, misafirleri uğurlayınca çalışma odasına girdi. Kenardaki kerevete yüzüstü uzandı. Ellerini başının altında birleştirdi. Yaşananları şairane bir şekilde aklından geçirdi... Yüzünde tebessüm belirdi. Birden yerinden kalktı, pencereden dışarıya baktı. İki avucunu zevkle birbirine sürttü. Sigara içmekten sararmış dişlerini göstererek sırıttı. Arkasına sertçe dönüp misafir odasına girdi. Barçınay yoktu. Kapıdan tarafa yürüdü. Barçınay, kapının önündeydi; o, kaşlarını çatmış, dudaklarını büzmüş, bebek arabasında oturan oğlunu battaniyeye sarıyordu.
Oralbay, onun elini tuttu.
“Bırak şimdi! İnsan sinirlenince neler yapmıyor ki!”
Barçınay, onun yüzüne bakmadan elini çekti.
“Barçınay, bilirsin, şair milletinin siniri kötüdür...”
Barçınay, umursamadı, elini kapıya tekrar uzattı. Oralbay, bir anda onun elinden tutup tekrar yüzüne baktı ve belinden sıkıca kucakladı... Kendisinin morarttığı o yanaktan öptü... Dudaklarını Barçınay’ın dudaklarına sıkıca bastı.
Barçınay kocasının boynuna sarıldı... Ağladı. Onun gözlerinden akan sıcak yaşlar, kocasının boynuna damladı...
Akşam birbirlerine bakarak yüz yüze oturdular.
Oralbay, misafirlerden kalan konyaktan bir kadeh içti. Barçınay’a baktı. Uzun uzun baktı... Barçınay, gözlerini kaçırdı. Gözleri buluşunca bir saniye bakıştılar. Oralbay’ın içinde hanımına karşı öyle sıcak, öyle masum duygular coştu ki... Bu hisler tıpkı sınıf arkadaşının gözleriyle kendi gözleri buluştuğunda... Evet, evet! O zaman da duyguları tıpkı böyle kaynayıp coşmuştu...
1970
[1] Taşkent’teki büyük su kanalının ismi. Ruslar, 1865 yılında Taşkent’i ele geçirince kendileri için yeni bir şehir inşa etmeye başlar ve burayı “Yeni Şehir” diye adlandırırlar. Kurulan bu Yeni Şehir’le eski olarak adlandırılan Kadim Taşkent birbirinden Anhar Kanalı’yla ayrılır. Uzunluğu 9,1 km olan bu kanal, Taşkent’in su bakımından can damarıdır. Şeyhantâhur ile Çılanzar ilçelerinin ortasından geçer.