HaftanınÇok Okunanları
HUDAYBERDİ HALLI 1
Süleyman Abdulla 2
Ayşe Solmaz 3
MUHİTTİN GÜMÜŞ 4
KEMAL BOZOK 5
HÜLYA ÇEL İKTENYILDIZ 6
Osman Çeviksoy 7
Karşılama
Uykuyla uyanıklık arasındayken pencereden gelen tıkırtıyı duydu. El yordamıyla telefonunu buldu, saat yediydi. "Neredeyse uçağa geç kalacaktım." dedi. Onu uyandıran sesin ne olduğunu anlayabilmek için yataktan yavaşça doğrulup hemen yanı başındaki perdeyi araladı. Gün ağarmaya başlamıştı. Pencerenin parmaklıklarında hareket eden küçük bir şey seçti gözleri. Bir bülbüldü bu! Minik kuş birden parmaklıklardan uçup avludaki gül ağacına kondu. Güllerin çoğu dökülmüştü ama beyaz bir gül Budapeşte'nin kara kışına dayanmıştı. Bülbül beyaz gülün hemen yanı başında keyifle ötmeye başladı. Leyla, "Aradığım cevap bu olmalı." diye mırıldandı. Hızlıca hazırlanıp küçük boy bavulu ve sırt çantasını aldığı gibi kendini sokağa attı. Uçağa yetişebilmek için Deák Ferenc Meydanı'na giden kırk yedi numaralı sarı tramvaya bindi.
Bay Gábor, Leyla'nın gideceğini duyduğundan beri sessizdi. Normalde de konuşkan biri sayılmazdı. Bir konu hakkında bilimsel bir açıklama yapması gerektiğinde veya ona bir şey sorulduğunda konuşurdu. Bu yüzden onunla konuşabilmenin tek yolu sorular sormaktı. "Nasılsınız? Kahve içer misiniz? E-postamı aldınız mı? Toplantıya katılacak mısınız?" gibi... Karşısındaki kişiye sıkıntı vermekten korktuğu için bu sorulara kısa cevaplar verirdi. Fikirlerindeki incelik dış görünüşüne de yansımıştı. İnce uzun bir gövdesi vardı. Yürürken diğer insanlardan saklanmak istercesine kamburlaşırdı. Henüz otuz yaşındaydı ama sanki dünyanın yükü onun omuzlarındaymış gibi alnını kırıştırarak konuşurdu. Türklerle ilginç bir bağı vardı. Gül Baba Türbesi'ne çıkan dik yokuşun başındaki bir apartman dairesinde oturuyordu. Bu ev ona ailesinden yadigâr kalmıştı. Çocukluğundan beri üzgün olduğu zamanlarda türbedeki gül bahçesini ziyaret eder, derin düşüncelere dalardı. Bu sabah yine aynı şeyi yaptı. Türbeye giden merdivenleri yavaş yavaş çıkıp gül bahçesindeki ahşap banka oturdu. Bahçedeki güller geçen hafta yağan karla dökülmüştü, sadece beyaz bir gül dalında duruyordu. Ellerini başının arasına alıp dirseklerini dizlerine dayadı. Leyla ile tanıştıkları günü hayal etti.
O gün, İstanbul'dan gelen Türk ekibi karşılama görevi ona verilmişti. Ofisteki yazıcının çekmecesinden alelacele bir dosya kâğıdı alıp üzerine mavi tükenmez kalemle "Merhaba!" yazdı. Merhaba yazısı kâğıdın ortasından başlayıp aşağıya doğru iniyordu. Kendi de yazısını beğenmedi ama katlayıp gömlek cebine koydu. Havalimanına vardığında gelen yolcular kapısına gidip Türk ekibi beklemeye başladı. Cebindeki kâğıdı çıkarıp biraz düzelttikten sonra çekinerek havaya kaldırdı. Hem kapıyı izliyor hem de yanından gelip geçen insanları ve bavullardan gelen tekerlek seslerini dinliyordu. Budapeşte'ye ilk defa gelen yolcuların gözünde bir sevinç parıltısı vardı. Merakla etrafa bakıyor, havalimanından şehir merkezine nasıl gideceklerini kendi aralarında konuşuyorlardı. Her adım onlar için yeni ve bir o kadar da heyecanlıydı. Bir de etrafla hiç ilgilenmeden hızlı adımlarla havalimanından çıkan yolcular vardı. Doğruca sol taraftaki otomatlara gidip şehir merkezine giden 100E otobüsü için bilet alıyorlardı. Tüm bunları düşünürken birden burnuna çocukluğunu anımsatan bir koku geldi. Kafasını çevirdiğinde beyaz elbiseli genç bir kadının ona doğru geldiğini gördü. "Merhaba. Siz Bay Gábor olmalısınız." dedi içten bir gülümseyişle. "Evet, benim. Budapeşte'ye hoş geldiniz Leyla Hanım." Havalimanındaki tüm sesler birkaç saniyeliğine sustu. Sanki bu bir tanışma değil de birbirlerini asırlardır tanıyan iki kişinin yeniden karşılaşması gibi bir şeydi. Sonra yavaş yavaş sesler geri geldi. İlk konuşan Leyla oldu: "Merak etmeyin diğer arkadaşlarım birazdan gelir. Bavullarını bekliyorlar. Benimki küçük boy olduğu için hızlıca gelebildim." Birkaç dakika sonra tüm ekip onlara katıldı. Birlikte onları bekleyen siyah Vito'ya doğru ilerlediler. Bay Gábor şoföre "Ulászlo Sokağı, numara 11." dedi.
Yüzünde yarım bir gülümseyişle gül bahçesine baktı. Hava hâlâ aydınlanmamıştı. Budapeşte derin bir hüzünle uyumaya devam ediyordu. "Keşke o el yazmasını hiç bulmasaydım." dedi. Bay Gábor üniversitedeki eski kütüphanede sık sık zaman geçirirdi. O gün de yine kütüphaneye uğramıştı. Önce orada çalışan yaşlı kadınla biraz sohbet etmiş, daha doğrusu kadının sorularına cevap vermişti: "Anneniz nasıl? Hâlâ kız arkadaşınız yok mu? Ukrayna Savaşı ne olacak? Bu seçimde kime oy vereceksiniz?". Kadının sorularını savuşturmaya çalışırken artık bir yığın hâline gelmiş kitapların arasında bir şey gördü. İncitmekten korkarak yavaşça onu sıkıştığı yerden kurtardı. İlk sayfayı çevirdiğinde göz bebekleri heyecanla küçüldü. Kütüphaneci kadın kalın çerçeveli gözlüklerinin üzerinden merakla sordu: "Bay Gábor ne buldunuz?". Genç adam karışık duygular içinde "Budin Vilayeti'nden bir hatıra." dedi. Macaristan'ın Osmanlı hakimiyeti altındaki yıllarından kalan bu el yazması hem Macaristan hem de Türkiye'de büyük bir heyecanla karşılandı. Daha da ilginci bu eserde bilinmeyen bir kadın şairin şiirleri vardı. Hemen şiirlerin Türkçeye çevrilmesi için Türk ve Macar araştırmacılardan oluşan bir ekip kuruldu. Leyla'yı Budapeşte'ye getiren olaylar silsilesi tam olarak böyle başlamıştı.
Bay Gábor, düşüncelerini başından kovmak istercesine "Beni bu kadar çaresiz yapan şey ne?" diye söylendi. Sevdiğim her şeyin beni terk etmesini izliyorum." dedi gözlerini gülden ayırmayarak. Ansızın beyaz gül dalından koptu ve yere düştü. Genç adam irkildi, ayağa kalktı. Ondan beklenmeyecek bir çeviklikle merdivenleri birer ikişer inip otobüs durağına doğru koşmaya başladı.
Leyla, sarı tramvayla giderken şehri seyrediyordu. Evlerde henüz ışık yoktu ama evsizler çoktan uyanmış, bazıları sigara içiyor bazılarıysa birbirleriyle sohbet ediyordu. Özgürlük Köprüsü'nün üzerinden geçerken Tuna'ya son bir kez baktı. Nehrin üzerini hafif bir sis kaplamıştı. Tramvayın hızıyla şehrin silueti gitgide silikleşti. Son durakta tramvay metalik bir ses çıkararak durdu. Kapıların açılmasıyla içeriye Budapeşte'nin soğuk havası doldu. Birkaç yolcu aceleyle tramvaydan indi. Leyla bavulunu ve sırt çantasını alırken bir anlığına soğuktan buğulanmış pencereden dışarıya baktı. Bay Gábor kahverengi boy paltosu, gri yün atkısı ve siyah beresiyle onu bekliyordu. Oldukça telaşlı görünüyordu, burnu soğuktan kızarmıştı. Leyla şaşkınlıkla tramvaydan indi. Tam bir şey söyleyecekken Bay Gábor araya girip "Size söylemek istediğim bir şey var. Konuşabilir miyiz?" dedi. "Ne garip..." dedi Leyla. "İlk defa siz bana soru soruyorsunuz."
(AYB Türkiye Çevrim İçi Hikâye Atölyesi, Aralık 2024)