HaftanınÇok Okunanları
KAYNAR OLJAY 1
SALIM ÇONOĞLU 2
Kader Pekdemir 3
İ. M. Galimcanova 4
Kardeş Kalemler 5
Osman Çeviksoy 6
Gülzura Cumakunova 7
Ocağın içini, dışını ölüm sessizliği sarmıştı. Yalnızca alınan nefesler ve televizyondan gelen ses duyuluyordu. Kimse konuşmuyor, gülmüyordu. Masalara bırakılan çaylar öylece kalıyor, soğuyor kimse dokunmuyordu. Suçluymuş gibi başımız önümüzde bekliyorduk.
1987 yılı Kasım ayının sonuydu. Bir aydır geceleri poster yapıştırıp, sokakları parti bayraklarıyla donatıyor, sabahları da teşkilatımızın belirlediği yerlerde adaylarımızla beraber toplantılar yapıp, sokak, sokak dolaşıyorduk. Çalışmalarına katıldığım ilk genel seçimdi. Ocaklarımız, parti teşkilatlarımız gecesini gündüzüne katarak çalışıyordu. Ulaşılmadık bir köy, kasaba, mahalle, sokak, insan kalmamalıydı. Gittiğimiz her yerde milletimizin bize gösterdiği ilgiyle seviniyor, heyecanlanıyor daha da ümitleniyorduk. Her faaliyetimiz dolu dolu geçiyordu. Her bir ülküdaşım, başkanlarım, abilerim, ablalarım günlük üç dört saatlik uykularla çalışmıştık. Gördüğümüz kalabalıklar, konuştuğumuz insanlar bizi mutlu ediyordu. Bu alakanın bize büyük oy kazandıracağına inanıyorduk.
Fikrimizi iktidara, liderimizi Başbakanlığa taşıyacak. Milletimize en güzel hizmetleri yetişmiş kadrolarımızla verecektik. Gittiğimiz sanayi sitelerinde, tarlalarda, kahvelerde, mahalle ve sokaklardaki görüntü ve kalabalıklar bizi bu yarışta çok önde gösteriyordu.
Altımızda diğer partilerinki kadar lüks araçlar yoktu. Malzemelerimiz de onlara göre çok kısıtlıydı. Ama onlardan daha fazla koşturuyor, daha çok çalışıyorduk. Onlar adaylarını lüks sahnelerde, yeni parti otobüslerinin üzerinde konuşturuyorlardı. Işık ve ses düzenleri çok kaliteliydi. Biz ya yüksek bir yer bulup oraya çıkarıyorduk, ya da yanımızda taşıdığımız iki sağlam kasayı üst üste koyup öyle konuşturuyorduk. Bundan ne adaylarımız ne de biz rahatsızdık. Milletimiz bizden memnun görünüyordu. Her toplantımız daha samimi, heyecanlı, daha kalabalık geçiyordu.
Seçimden önceki akşam, ocak başkanımız bir değerlendirme toplantısı yaptı. Kendi görüşlerini, değerlendirmelerini anlatı. Sonra da bizlere görüşlerimizi sordu. Her görüş belirten abimiz, ablamız alacağımız oy oranı ile birinci ya da ikinci parti olacağımızda fikir birliği etmiş gibiydiler. Genç arkadaşlarım da bu fikre katılıyorlardı. Söz bana geldiği zaman bir aylık çalışmamızı, milletimizin ilgisine bakarak ikinci parti olmamıza ihtimal bile vermiyordum. Mutlaka en yüksek oyu biz alacaktık. Dua ve güzel temennilerle toplantıyı bitirip dağıldık. Seçim günü, akşamı zor ettik. Sandıklar açılıp sayım başladığında teşkilatımızda neşe içinde çayımızı içerek beklemeye başladık. Teşkilata her gelenin yanında çocuğu, ellerinde bayraklar, yüzlerinde heyecanla geliyordu. Çaylarını söyleyip televizyonu görebilecek bir yer bulup oturuyorlardı. Davulumuz, zurnamızla her birimiz bu günkü büyük şölene, hazırdık.
Oylar sayıldıkça sonuçlar TRT’den canlı veriliyordu. İlk açıklamalara, gelen sonuçlara göre yorumlar yapıyor, zafere ulaşacağımızdan şüphe bile etmiyor, bir birimizle şakalaşıyorduk. Açılan sandık sayısı çoğaldıkça gelen sonuçlar bizi şaşırtıyordu. Hiç de beklediğimiz gibi değildi. Saatler geçtikçe, sonuçları gördükçe yavaş yavaş umutlarımız zayıflıyor, üzüntüden seslerimiz çıkmıyordu. Yüzlerimiz gerildi, sesimiz iyice kısıldı, elimizdeki bayrakları, başımızdaki şapkaları bir tarafa bırakmaya başladık. Kimseden ses çıkmıyor, kimse artık çay içmiyordu. Gülen yüzler gülmez olmuş, ortamı sessizlik kaplamıştı. Yavaş yavaş büyüklerimiz “yine mi?” diye söylenerek teşkilattan birer, ikişer sinirli sinirli kalkıp gidiyorlardı. Kimisinin gözleri dolu, doluydu. Dokunsan ağlayacak gibiydiler. Kimse kimseyle konuşmuyor, kimse kimsenin yüzüne bakmıyordu. Bir abimiz “Televizyonu kapatalım.” dediği zaman, ocak başkanımız “Sonuna kadar açık kalsın!” dedi.
Kesin olmayan sonuçlara göre oyların yüzde ikisini alabilmiştik. Bu sonuçlarla yıkılmıştık. Konuşacak mecalimiz kalmamıştı. Kime dokunsan ağlayacaktı sanki. Herkes çok üzgündü. Gözyaşlarına sahip olamayanlarımız hemen dışarı çıkıyordu. Biz oturduğumuz yerlere çivilenip kalmıştık. Bir ayın yorgunluğu o an üzerimize çöküvermişti. Bu arada ocak başkanımız içeri girip liderimizin gece haberlerinde olacağını söyledi. Ne ülkücü kadroları iktidar, nede Başbakanlığı alabilmiştik. Üzgündük. Ocakta kalanlar merakla ve heyecanla haber saatinde söyleyecekleri merakla bekliyorduk. Üzülmüş müydü? Kızmış mıydı? Bilemiyorduk.
Haber saati geldiğinde partisinin aldığı yüzde iki’lik oy oranını sordular. Teşkilat ve ocakların her birinin tıpkı bizdeki gibi suskun ve üzgün evlatlarının olduğunu söylediler.
Bu sorulara cevaben “Benim evlatlarım üzerlerine düşeni her zamanki gibi en iyi şekilde yerine getirdiler. Milletimiz bize bu kadarını layık görmiştür, başımız gözümüz üstüne. Evlatlarıma gelince hiç üzülmesinler biz kazandık.” deyiverdi. Şaşırmıştık. Nasıl kazanmıştık, niye yüzde ikilik oya rağmen böyle diyordu. Her birimiz bunları düşünürken devam etti. “Evlatlarım ayyıldızlı bayrağımızın özgürce dalgalandığını, minarelerimizden beş vakit ezanımızın okunduğunu duyuyorsa bizim oyumuz yüzde bir bile olsa biz kazandık demektir.” dedi ve tebessüm edip gitti.
Ben o günden sonra rakamlara hiç takılmadım. Gözlerim ay yıldız, kulağımda ezan vardı.
(Avrasya Akademi Online Kuray Hikâye Atölyesi Aralık 2020)