Kırgız Edebiyatının ve Eleştiri Sanatının Üstadı Salican Cigitov’un Hatırlattıkları


 01 Kasım 2021


Şöyle geçmiş yıllara bakıp 1990’lı yılları gözümün önünde yeniden canlandırdığımda Ankara Üniversitesi’nde görev yaptığım yıllarda Türk Dünyası öğrencileriyle yakından ilgilenirken onları ziyarete gelen devlet ve hükümet adamlarının yanı sıra bilim adamları, yazarlar, şairler, sanatçılar ve öğrenci velileriyle de ilgilendiğimiz günleri hatırladım.  4-8 Mayıs 1992’de Kültür Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkanlığınca Millî Kütüphanede düzenlenen Sürekli Türk Dili Kurultayı’nda bağımsızlığını henüz kazanmış Türk Cumhuriyetlerinden Türkologlar, bazı ünlü yazar ve şairlerden de davet edilenler olmuştu. Onların arasında Kırgızistan’dan gelen heyette boyu kısa olsa da gür ve tok sesiyle salondakilere Türkiye Türkçesiyle hitap ettiğinde şaşkınlığımı gizleyemeyip konuşması bitince avuçlarım patlarcasına alkışlamıştım. Lisans eğitiminde son öğrencisi olduğumuz ve o kurultayın oturum başkanlığını yapan değerli Prof. Dr.  Zeynep Korkmaz hocamızın da dikkatini çeken Kırgızistanlı bilim adamının kürsüdeki sözleri ve coşkulu konuşması hâlâ hafızamın en güzel bölümünde yerini koruyor. Kurultayda Özbekistan’dan Porf.Dr. Nizomiddin Mahmudov, Türkmenistan’dan Prof.Dr. Murat Söyegov, Azerbaycan’dan Prof. Dr.Feridun Celilov, Prof.Dr. Kâmil Veliyev,  Kazakistan’dan Prof.Dr. Şakir İbrayev ve Türk dünyasının diğer bölgelerinden ve topluluklarından gelen yazarlar ve akademisyenlerle vardı. Sırayla diğer konuşmacıları dinlesem de benim aklım boyu küçük özü büyük adam Prof. Dr. Salican Cigitov’daydı. Kırgızistan’dan gelenler arasında yazar ve milletvekili Tölögön Kasımbekov’la dilbilimci İbrahim Abduvaliyev’in de olduğunu hatırlıyorum. Kurultay devam ederken yapılan konuşmalarda kimi zaman ciddi, kimi zaman da esprili, kendine mahsus üslubuyla salonun yıldızı hâline gelen Cigitov’a duyduğum sempatinin yerini büyük bir saygı hissi almıştı. Alfabe komisyonunda yaptığı konuşmada şaka olsun yahut durumu kara mizahla ifade etmek için “Bildiğiniz gibi Türk dünyasında bağımsızlığını yeni kazanan 5 ülkede ve Rusya Federasyonu içindeki bütün Türk toplulukları Kiril alfabesini kullanıyor. Geriye sadece Türkiye kalıyor… Bizim alfabe değiştirmeye ekonomik gücümüz yetmez. Kardeş Türkiye bize göre çok zengin ve gelişmiş bir ülke. Türkiye de bizim gibi Kiril alfabesine geçerse ortak bir alfabemiz olur…” dediğinde Salican Cigitov’un şakacı üslubunu kavrayamayanlar şaşkınlık içindeyken, diğerleri ise kahkahayı patlatmışlardı. Bizim burada aldığımız kararların hepsini ülkemize döndüğümüzde ilgili makamlara iletsek de bizi anlayacak, hemen uygulayacak bir irade olmadığını anlamanızı da göz ardı etmeyiniz dediğinde Kurultayın Türk delegelerinin şaşkınlığını yalnızca görerek anlamak mümkündü. Değerli hocamız Türkolog Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun ile Prof. Dr. Talat Tekin arasında geçen dil-lehçe tartışmaları sırasında Cigitov’un söz ustalığıyla ve Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu’nun esprili konuşmalarıyla ve Prof. Dr. Doğan Aksan’ın polemiğe girmeden sükûnet telkin eden konuşmaları ve sözleri zaman zaman gerginleşen ortamın yumuşadığına tanık olduk. 

Aradan geçen 5 yılın sonunda kader bizi Salican Cigitov’la 18 Kasım 1997’de karşılaştırdı. Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Rektör Yardımcısı sıfatıyla bizi Manas Havaalanında karşılamaya gelmişti. Benim için de sürpriz olmuştu; Salican Cigitov hocanın bizi karşılayacağını ve yeni görevini de bilmiyorduk. Büyükelçi, Cumhurbaşkanı başdanışmanı, akademisyen sıfatlarından daha üstün vasfı babacan olmasıydı. Güler yüzüyle, şakacı tavrını, hazırcevap karakterini tanıdıkça ve konuştukça sevdik. Bişkek’in o günlerdeki buz gibi havasında içimizi ısıtan sözleri yalnızca Salican Hoca’dan duymaktaydık. Üniversitenin ilk günlerinde tarihi anları birlikte yaşadığımızı çok sonra fark etmeye başladık. İlk gün, ilk derse, büyük bir heves ve heyecanla girdiğimizde sınıfın eksi 10 derece soğuk olduğuna bugün kimse inanmasa da teneffüslerde Salican Cigitov’un sımsıcak edebî sohbetleriyle ısınmaya çalıştık. Hocamızla, Manas Üniversitesinin eğitim ve öğretime başladığı 1997 yılından vefat ettiği 2006 yılına kadar pek çok hatıramız oldu. Birlikte Almatı, Oş, Celalabad, Isıkgöl seyahatlerimizle Kırgız Eğitim Bakanlığındaki toplantılarda, Millî Bilimler Akademisindeki ilmî tartışmalar ve resmî ve gayri resmi ortamlarda yaşadıklarımız ayrı bir edebî eser hâlinde yazılacak kadar çoktur. 

Edebiyat dünyasının yazar ve şairleri arasında değişik insan tipleri vardır. Onlardan bazıları edebî eserlerinde kendilerini açık ya da gizli biçimde yansıtırlar. Salican Cigitov, yazdığı eserler içinde edebî- ilmî makalelerinde eleştirel yaklaşımıyla dikkati çekmiş; her şeyin en güzelini, en doğrusunu ve en iyisini arayıp bulma ve bulduklarını okuyucuya sunma konusunda beceriksiz davranan edebiyatçılara, dilcilere, entelektüel alanda boy gösterenlere kaleminin keskin tarafıyla eleştiriler getirmiş, düşüncelerini istediği seviyede her ortamda sözlü olarak da ifade etmeyi başaran nadir şahsiyetlerdendir. Cigitov, ağzından çıkan her sözün değerli olmasına gayret ederken muhatabını rencide etmek yerine onun düşünmesini, felsefî bir çıkarımda bulunmasına yol açacak sözler kullandığına çok defa tanık olduk. 

Kırgız edebiyatının önemli bir şahsiyeti olarak edebiyat dünyasıyla iç içe olsa da edebiyatın temel malzemesi olan dil ve dil unsurlarının yazılı ve sözlü anlatımlarda doğru ifade edilmesine özen göstermiş ve duyarlı davranmıştır. Kırgız Türkçesinin edebî, ilmî ve sınaî alanlarda olduğu gibi eğitim ve siyaset alanı dâhil olmak üzere devlet organlarında kullanılması için emek sarf etmiştir. Özellikle yasalarla ve yasaklarla, koruma ve kollama yoluyla Kırgız edebî dilinin gelişemeyeceğini, bu hususta radikal kararlar almaya yönelik hareketlere karşı olmuştur. Dilin doğal gelişimine aykırı olarak yasalarla ve yasaklarla insanların Kırgızca öğrenmelerini sağlamanın bu doğal gelişime zarar verdiğini düşünmekteydi. Başta Cumhurbaşkanı seçilecek olanlarla üst düzey devlet yöneticileri ile bürokrasinin zirvesinde görevlendirilecek kişilerin mutlaka kurulan dil komisyonu huzurunda Kırgızcayı bildiklerini kanıtlamalarını talep eden dil kanunu 2004 yılında yayımlandığında gösterdiği tepkinin sebebini herkes anlayamamıştı. Kanun dilimizi bilmeyenlerin Kırgızistan’ı yönetmemesine yönelik sanılmıştı. Oysa “Bu tür formal kanunlar işlevsiz kalır, yalnızca üst düzeydeki Kırgızca konuşan ama yeteneksiz kişilerin önü açılır, ülke dışında okumuş, uzun yıllar çalışıp dönen tecrübeli ve başarılı insanlara engel olacağını neden kimse düşünmez ki?” demişti.  Bu ve benzeri hükümet uygulamalarına karşı eleştirileri nedeniyle üniversitedeki yönetimden el çektirilmesi de talep edilmiş, ancak buna boyun eğmeyecek kadar da dirayetli olduğunu da göstermişti. O yıllardan bu zamana kadar geçen süre Cigitov’u haklı çıkardı. Bir dil, ancak ihtiyaç duyulduğu kadar kullanılır; onun gelişmesi okul öncesi eğitimden başlayarak bütün okullarda eğitim dili olmasıyla mümkündür, ancak bu yeterli değildir. Dilin kullanımı eğitim sürecinin zirvesine kadar devam etse de ilim, edebiyat, sanat ve kültür dili olması için de aydınlara, eğitimcilere, kısacası bütün millete sorumluluk düşmektedir.  “Bir sözün, kavramın Rusçası varken Kırgızcasını düşünmeye ne gerek var?” demek yalnızca o dilin sahiplerinin millî kültürüne halel getirir. Birkaç asır sonra -Allah korusun- Manas destanını okuyacak kimse olmadığı gibi anlayacak kimseler de kalmazsa bunun vebali kimin boynuna olur? Cigitov’un endişelerini dile getirirken o endişeleri düşünmek bile zor geliyor insana. Dil ile millî kimlik arasındaki yakın ilgiyi herkesin anlayacağı bir dil ve üslupla herkese anlatmak, herkeste bir dil şuuru uyandırmak millî bir görevdir. Sınırlı sayıda üyeden müteşekkil Devlet Dili Komisyonunun en kısa zamanda Türkiye’deki Türk Dil Kurumu gibi alanında etkin, yetkin ve işlevsel bir kurumsal kimliğe kavuşturulması Salican Cigitov’un kaygılarını azaltacağı kanaatindeyiz. 

O, bizim için Salican Hoca’ydı… Ortak edebî – medenî değerlerimizden pek çok tarihi şahsiyetin parça parça niteliklerini gördüğümüz için nüktedanlığıyla modern dönemin Nasrettin Hocası, hicivleriyle ve keskin diliyle Türk kültür hayatının Neyzen Tevfik’i, şâirliğiyle nev’i şahsına münhasır idi. Yunus gönüllü hâlini ise pek az insan tespit edebilirdi.

Şiirlerini, manzumeleri ve güldürü amacıyla yazılmış eserlerini Cıldar Caŋırıgı adıyla 1987'de basılmış olup Cigitov'un şiirlerindeki lirizm, kullandığı iç dünyasıyla ilgili sunduğu imgelerin, duygu yoğunluğunun Kırgız şiirindeki en güzel örnekleri dikkatimizi çekmektedir. 

Modern Kırgız edebiyatının iki farklı ekolünden birinin temellerini atanlardan biridir aslında Salican Cigitov. Edebiyatı oluşturan ögelerin ideolojik çemberden kurtularak doğal beşerî duygularla dolu biçimde olmasını sağlamış, oluşturulan edebiyata değişik gözlerle bakmış ve edebî türleri yeniden yorumladığını anlıyoruz.

“Cengiz Aytmatov'un kaleme aldığı ilk önemli eserlerden “Yüz Yüze”, “Cemile” gibi çok ilginç konulu romanlar üzerine Kırgız aydınlar arasındaki hizipleşmelerde ve kalem kavgalarında Cigitov, Aytmatov'dan yana tavır koymuştur. Rejimin sâdık kulları ile rejimden maddî manevî yönden pek çok eziyet görmüşlerin mücadelesine dönüşmüş olan tartışmaları kendisinden sık sık dinlemiştim. Cigitov’un dedesi ve dayısının da tıpkı Aytmatov'un babası Törökul Aytmatov gibi rejim ve halk düşmanlığıyla suçlanıp hapsedilmesi, neticede kurban olmalarının verdiği acıları ömür boyu çektiğini dile getiriyordu. Çocukluğundan itibaren yaşadığı, duyduğu veya sonradan öğrendiği acı hadiselerin yüreğinde bıraktığı izleri anlatırken boğazının düğümlendiğini görmek bana da çok acı vermişti. Acı duyduğu hâlleri yakın dostlarına ve az sayıda insanla paylaşırken hayatın içindeki bazı gülünç durumları ya da ahmaklık olarak gördüğü şeyleri hicvetmekte pek mâhirdi. Tespit ettiği sosyal olaylardaki ya da siyasal düşüncelerdeki mantıksızlıkları tarihteki bir konuyla ilgi kurarak anlatmayı onun kadar beceren birini görmedik. O konuşurken sanki Manas Üniversitesinin bahçesindeki ağaçlara konan kuşlar, odaların duvarlarında asılı tablolar ya da portreler bile kendisini dinlemekten zevk alırlardı. Cigitov’un en çok da zekâ fışkıran, insana dopdolu bilgi, öğüt ve ders veren, düşündüren ama aynı zamanda eğlendiren üslubuna öğrencileri ve yakın çevresi hayrandı.  

Cigitov'un Kırgız yazılı edebiyatının oluşum dönemiyle hazırladığı doktora tezi edebiyat araştırmacıları arasında hâlâ tartışma konusudur. Cigitov yaptığı çalışmalarla Kasım Tınıstanov’un, Sıdık Karaçev’in, Aalıkul Osmonov’un ve Cengiz Aytmatov'un edebiyat çevresinde doğru ve yeterince anlaşılmasına, gerçek değerini bulmasına katkı sağlamıştır. Sovyet Döneminde yetişen nesiller için çok da mümkün olmayan; özellikle dönemin resmî ideolojisiyle bağdaştırılmamış, Marksist-Leninist felsefeyle ilgi kurulmamış bir eleştiri yöntemini kullanmayı başaran nadir şahsiyetlerden biridir. 

Bir yazarın, şairin, sanatçının bilgilerinden, tecrübelerinden yola çıkarak bir düşüncenin veya bir yeteneğin eseri olarak kitlelere sunulmuş sanatsal, edebî ya da medenî-kültürel ürünlerin iyi ve beğenilmeyen, zayıf ve güçlü yönlerini ifade etmek, o eseri oluşturanların gerçek değerini topluma yansıtmak maksadıyla yazılan yazılara eleştiri demek gerekiyorsa, Salican Cigitov’un yaptığı iş bu tanıma son derece uygundur. Eleştirmenler, fikir, medeniyet, sanat ve edebiyat alanında topluma etkin bir biçimde katkı sağlayan, edebiyatın, sanatın, yazarın, şairin, sanatçının ve toplumun yol göstericisi olduklarından okuyucuya rehberlik eden kişilerdir. İyi olanın değerini belirtmek, yanlış veya eksik olanın iyiye evrilmesini sağlamak, kötüye meydanı bırakmamak üzere eleştiri yapmak için inceleme, araştırma ve tahlil yetenekleri eleştirmenin karakteri hâline dönüşmelidir. Günümüzde “eleştiri” kavramının yalnızca olumsuz düşünceleri sunma, eksik ve yanlış olduğu kanaatiyle dile getirilen sözlerden ibaret sanılmaktadır. Eleştiri kavramının ifade ettiği anlamın semantik (anlambilimsel) açıdan anlam daralmasına uğraması edebî dünya için pek de iyi bir şey olmayacaktır. 

Eleştiri yazarken eserin gerçeği yansıtmadaki başarısı, okuyucu üzerindeki etkisi, olayı ve olaylar zincirini koparmadan okuyucularına anlatma yeteneği, samimiyet, özgünlük ve hayal gücü; başarıya katkısı, yansıtılan duygu ile sanatçı arasındaki ilgi, başarılı ya da başarısız hükmünü verecek genel kanaat yansıtılmalıdır. Bütün bunları belli bir mantık çerçevesinde, bağımsız, tarafsız ve adaletli biçimde ancak şahsiyet sahibi kişiler yazabilir ve okuyucuya yansıtabilir. Okuyucuyu bilinçlendiren aslında yazarlar değil, eleştirmenlerdir demek pek de yanlış bir düşünce değildir. 

Edebî eseri teşkil eden bazı ciddi kurallar vardır. Eser sahipleri eleştirmenleri okudukça dinledikçe edebî eser oluşturmada daha dikkatli davranırlar. Edebi eserlerin oluşma aşamasından okuyup çözümleme, yorumlama aşamalarına kadarki sürecin doğru yürütülmesi elzemdir.  Salican Cigitov, edebî eleştiriyi yalnızca pervasızca bir yergi, olumsuz ve eksik yönleri ifade etme eylemi olarak görmediği gibi sınırsız ve haksız bir övgü olarak da görmemiştir. Anlama ve anlatma beceri ve yeteneğinden mahrum olanların eleştiri yapması kimseden kabul görmez.    

Edebî ürünlerde toplumun, kurumların, şahısların, olayların kusurları, kötü ve gülünç yönleri de ele alınır. Bunun için kavgalar bile çıkar.  Türk Divan şiirinde "hiciv" halk şiirinde ise "taşlama" dediğimiz manzum türlerin mensur biçimlerini ve konuşma dilindeki usullerini ve örneklerini Cigitov’un dilinden çok kez duyduğumuzda keşke yalnızca gülmeseydik; bunların birer edebî eleştiri olduğunu fark edip kayıt altına alabilseydik gelecek nesillere eleştiri örneklerini sunmuş olurduk. 

Salican Cigitov, Manas Üniversitesindeki özel sohbetlerimizden birinde edebiyat dünyasına daha güzel eserler bırakamamanın sebeplerini anlatırken öz eleştirinin yanı sıra geçmiş dönemin özelliklerini de tarihe not düşüyordu: “Sovyetler Birliği politik bir ideolojinin temelinde kurulmuş olup içinde bulundurduğu toplumları daha önceki monarşik ya da feodal-totaliter yönetimlerden kurtarmış ve işçi sınıfını oluşturan toplulukları mutlu etmeye çalışmıştır. Benimsediği ve uygulamaya çalıştığı komünist-sosyalist ideoloji; ilmin, teknolojinin ve gelişmişlik ruhunun başka yerlerde olmadığı yalanıyla bütün Sovyet ülkesindeki milletleri ancak 70 yıl bir arada tutabilmiştir. Farklı düşünce akımlarını felsefî yorumlarla zayıf göstermiş, şahsî düşünce hürriyeti yerine kendi ideolojisinin mutlaka merkeze alınması amacıyla düşünme yeteneğine sahip olan aydınlara baskı yaparak serbest düşünmeye sınır koyan sistemin içindeki insanların daha verimli olması mümkün değildi. “En güzel, en doğru ve eksiksiz sistem benimkidir” diyen ideolojinin iflasına hâlâ inanmayanların varlığı da ayrıca beni şaşırtmaktadır. Bugün ise yıllar boyu ideolojinin besleyip büyüttüğü şair ve yazarların eserlerini okuyan kimse yok. Neden acaba? Edebî değeri olan eserler mutlaka okunur, okurların dikkatinden kaçmaz. Yalnızca rejime övgü, düşmana yergi niteliğindeki eserler, o dönemin hâlini anlatmaya ışık tutabilir, ancak edebiyatın evrensel değerler içindeki normlarına uygun bir değere asla ulaşamazlar. Kendine öz güveni yüksek sosyalist ideoloji sonunda iflas edince de dönemin kalem sahiplerinin ilham kaynakları kurudu. Kırgız edebiyatında bu ideolojiye gönülden bağlı eserler ortaya koyanların durumu bağımsız Kırgızistan döneminde yeni bir motivasyon bulamadıklarında susuz ırmağa dönecekler, susuz kalan balık gibi karıncalara yem olacakları besbelliydi. Kırgız edebiyatının sözlü edebiyattaki zenginliğini yazılı edebiyatta da geliştirme gayreti içinde olmaları hâlinde ciddi bir gelişme söz konusu olabilir. Eserlerin basımı için devlet desteği olmadan bu kadar az nüfusu olan halkın alacağı ve okuyacağı kitap da sınırlı sayıda olur. Bizim edebiyatımız bahar aylarında bir ırmak gibi coşmadan gelişmez. Dağların zirvesindeki buzullar ısınıp çözülmeli ve coşkun ırmaklar oluşturmalı ki edebiyat dünyasının göllerine, denizlerine ve okyanuslarına çok güzel kaynaklık etsin ama geçmişteki hatalara düşmemek için de buzlu ve karlı dağları arada bir ısıtacak gönüllere ihtiyaç olduğu unutulmamalıdır.   

Bizim yazarlarımızın kendi yarattıkları edebiyatın geleceğini düşünememelerinin en önemli sebebi, komünist-sosyalist ideolojinin neferi olarak mevcut pozisyona ve sisteme alışmış olup daha iyilerinin de olabileceğini düşünmeye fırsat verilmeyecek biçimde beyinlerin uyuşturulmasındandır. Uzun bir süre Rus dilinin, kültürünün ve edebiyatının etkisinden psikolojik olarak arınmadan Kırgız diline ve edebiyatına yenilik kazandırmanın zorluğunu da yaşayarak görmekteyiz.

Eleştirel yönü çok gelişmiş olan bir edebiyatçının beğendiği, takdir ettiği şeyler yok mudur? Tabii ki var… Salican Cigitov’un şiir anlayışına yönelik kısaca söz edecek olursak; 1998 yılında kendisinin Kırgız şairlerinden beğendiği 42 şairin eserlerinden bir şiir seçkisi oluşturmak maksadıyla bize ortak bir çalışma yapmayı teklif etmiş ve Cigitov’un Kırgız edebiyatında beğendiği şairlerin eserlerini evinden üniversiteye taşıyıp yüzlerce şiir arasından kendi el yazısıyla yazdığı listeyi elime aldığımda büyük heyecan duymuştum. Şiirleri, yazılı olduğu kitaplardan Lâtin harflerine aktardık.  Söz konusu eserde Salican Şiir Anlayışı’nı somut örneklerle ele almış olacağız. Yakın zamanda Bengü yayınları arasında görmeyi arzu ediyoruz.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 179. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 179. Sayı