HaftanınÇok Okunanları
COŞKUN HALiLOĞLU 1
KEMAL BOZOK 2
HİDAYET ORUÇOV 3
Kardeş Kalemler 4
Emrah Yılmaz 5
BAYAN AKMATOV 6
MARUFJON YOLDAŞEV 7
İbrahim Türkhan: Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Omor Sultanov: 6 Kasım 1935 tarihinde o yıllarda Tiyanşan olarak geçen, Narın eyaletinin başkenti Narın şehrinde dünyaya gelmişim. Aslen, Isık Göl’ün güney kıyısında yer alan Ceti Ögüz ilçesinin, Tosor köyündeniz. Babam Sultan Malayev, Malay Ake adındaki beyin oğlu olduğu için zamanında Narın ilçesi Tarım Müdürü olarak atandığı için oraya gitmiş. Babam eğitimli birisi olduğu için 18 yaşından başlayarak, kolhoz müdürü, köy muhtarlığı gibi görevlerde bulunmuş. Annem Sayra da babam gibi okuma yazma bilen, yaşıtları arasında öne çıkan kızlardan birisiymiş. Köylüler onu, Irıs Ake’nin kızı diyerek saygılı davranırlardı. Biz dört kardeşmişiz. En büyüğümüz Osmon 1942 yılında 2. Dünya Savaşında Ukrayna’da savaşırken Don nehrini geçerlerken ölmüş. Sonrakiler ise Abakir, Ümör ve ben. Babam da 1942’de savaşta öldü. Annem ise 1946 yılında hastalanarak vefat etti. Babam şiir yazdığı için, savaştayken köye mektup yazdığında köylülerin bir araya gelerek, o şiirleri okuduklarını hatırlıyorum.
1951 yılında Tosor’da 7 yıllık okulu bitirdim. Komşu köyümüz olan Barskoon’daki yatılı okula kayıt olarak, 1953 yılında oradan mezun oldum. Oradan Bişkek’te Devlet Üniversitesinin Filoloji Fakültesine yazıldım ve 1959 Omor Sultanov ve İbrahim Türkhan Omor Sultanov ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yılında mezun oldum. Barskoon demişken hatırlatayım: Mahmud Kaşgarî adındaki Türk dünyasının ünlü dil bilimcisinin, doğduğu köy! Yakın zamanda Mahmut Barskoonî’nin hatırasına büyük bir heykel dikmek için hazırlık yapmaktalar. En kısa zamanda açılışı da yapılır umarım. Dünya çapında ünlü Türkologların incelemelerine bakmaksızın, Rus imparatorluğu Mahmut Barskoonî’yi görmezlikten gelmiş olsa da, biz Türk dünyası olarak onunla ne kadar gurur duysak azdır.
İ.T: Günümüz Kırgız edebiyatının önde gelen temsilcilerinden birisiniz. Sizin Kırgız edebiyatına ne tür katkılarda bulunduğunuzdan bahsetseniz…
O.S: Bu soruyu, “Kırgız edebiyatı benim edebî çalışmalarıma ne tür katkıda bulundu?” diye sormak gerek sanırım. Başını Manas’ın çektiği destanlar bizim edebiyatımızın temelini oluşturmaktadır. Bu yönüyle baktığımız zaman, Kırgız edebiyatının büyük bir güce sahip olduğunu söylememiz gerek. Ancak, bu fikri edebiyatçılarımızın birçoğu dile getirebilmiş değildir. Tarihî şartlara bağlı olarak kendi yazısını kaybeden Kırgız Türklerinin, 20.-21. asırda profesyonel edebiyatın en büyük iki örneğini, yani Manas ve Aytmatov’u dünya sahnesine sunma başarısını göstermesi, yukarıdaki fikrin en büyük ispatıdır.
Benim edebî yolum ise Manas, Kococaş, Canış-Bayış, Kurmanbek gibi destanlarımızla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Çünkü okuma yazmayı ilk öğrendiğim günlerden başlayarak, bu destanlar benim yastığımın altında yer alan kitaplardan olmuştur. Gençlik günlerimde işte o Manas ve Canış-Bayış gibi destanlardan bölümleri kendi kendime ezgi çıkararak söylerdim. İlk zamanlar farkına varmamış olsam da sonraki yıllarda o destanlardan oldukça etkilendiğimi fark ettim. 3.4. sınıflarda okurken, babamın yaşlı insanlardan nakille kayıt altına alarak bir araya getirdiği, bizim iki asır önceki Arstanbek, Kalıgul, Soltobay gibi ozanlarımızın şiir ve deyişlerini, bir araya gelerek muhabbet eden ihtiyarların yanına varır, okurdum. Sonra eve gelirken o el yazma eserleri geri evimize götürürdüm… İşte o destanların benim edebî geleceğime büyük etkisi olmuştur. O yıllarda Sovyet edebiyatının, özellikle de Rus edebiyatının tesiri güçlüydü. Aklımdadır, 10. sınıfı bitirirken ‘barışı koruma’ konulu bir kompozisyon yazarken, Sovyet edebiyatçılarının şiirlerinden örnekleri kullanmış ve ‘beş’ almıştım. Beni en çok zorlayan ise Rusça olmuştur. Bir tane bile Rus’un yaşamadığı Tosor köyünde büyümüş olmamın, benim üzerimde olumsuz etkisi olduğunu uzun yıllar hissederek yaşadım.
Ama Kırgız Devlet Üniversitesine kayıt olduktan sonra Rusçayı öğrenmeye başladım. O yıllarda dünya edebiyatından örneklerle tanışmam da benim için büyük bir olay olmuştur. Üniversitenin 1. sınıfından itibaren o yıllardaki ünlü eleştirmen Şarşenbek Ümötaliyev ve edebiyat alanında iyice tanınmaya başlayan ünlü şairimiz Alıkul Osmonov’un büyük etkisinde kaldım. Gerçek şiirin tesiri gerçekten de farklı olur. İlk başta, şairin diğer şairlerden hangi yönleriyle farklı olduğunu derinlemesine anlayamamış olsam da, onun şiirleri, beni uzun süre kendine çekmiştir.
1961 yılında gençlere yönelik “Too Kündörü” (Dağ Günleri) adındaki şiir kitabım basıldı. O kita-bımda savaş günlerine denk gelen çocukluk günlerimi anlattığım “Çır Kara” adında bir manzumem vardı. O çalışmamın hangi yönüyle eleştirmenler ve okurların nezdinde kabul gördüğünü Allah hakkı için, şimdi bile anlamış değilim! Ancak o çalışmam üzerinde birbirinden ilginç fikirler dile getirilmiş ve birçok kitap 2-3bin baskı adediyle çıkarken, benim kitabım 11bin adetle çıkmıştı...
Sonra, okur ve eleştirmenlerin, haklarında yine farklı fikirleri dile getirerek, tartıştıkları “Cıldızduu Tündör” (Yıldızlı Geceler), “Otuzunçu Stantsiya” (Otuzunca İstasyon), “Aeropanorama” gibi kitaplarım yayınlandı. Bu arada, “Aeropanorama” adını Nazım Hikmet’in “İnsan, hayatın panoramasıdır” adındaki kitabından mülhem aldığım için hâlâ da gurur duyarım.
Kırgızca ve Rusça başta olmak üzere Kırgızca ve çeviri kitaplarımın sayısı otuzdan fazladır. Bu kitaplarım arasında “Ak Col, Kök Asman” (Ak Yol, Mavi Gök) adındaki nesir tarzında kaleme aldığım öykü ile“Adamdın Turmuşu” (İnsanın Hayatı) adındaki şiir tarzında kaleme aldığım romanımın, benim gönlümdeki yerleri başkadır. “Çarçoonun Cüzünçü Irı” (Yorgunluğun Yüzüncü Şiiri) adındaki kitabımı eleştirmenler ve okurlar büyük bir beğeniyle kabul ettiler. Diğer yandan “Sen Cönündö Poyema” (Senin Hakkında Poem) adındaki kitabım gençler arasında bu güne kadar hep el üstünde tutula gelmiştir.
-İ. T: Kırgızistan’ın egemenlik alana kadarki ve ondan sonraki edebiyatı hakkında kısaca neleri söylemek istersiniz?
Ö.S: Benim düşünceme göre, egemenliği alana kadarki yıllarda ortaya çıkan edebiyatımız, tarihinin önemli bir kısmını kapsamaktadır. İmparatorluğun siyasî kancasının sivri ucuna takılmadan, edebiyata açlık çeken halkımızın isteklerini gören edebiyatçılarımız, büyük bir özveriyle halkımızın hayatından kesitleri yansıtabilmiştir. 1920-30’lu yıllarda edebiyat meydanına daha yeni adım atmış olmalarına rağmen, Mukay Elebayev “Uzun Yol”, Cusup Turusbekov ise “Ecelin Yerine” adlı trajik romanlarıyla isim yaparak, bugün bile okurları kendilerine çekebilmekte ve okuyanları şaşırtmaya devam etmektedirler. 1916 yılında Kırgız halkının Rusların zulmünden Çin’e kaçtıkları (Ürkün) sırada yaşadıklarını anlatan Aalı Tokombayev’in “Kanlı Yıllar” adlı manzum romanı olmasına rağmen, o yıllar hâlâ hak ettiği derecede incelenip, edebiyata dökülebilmiş değildir.
1960’lı yıllarda SSCB siyasetinin kalın buz katmanı birazcık da olsa erimeye başlamıştı. Hruşçev gelip de, Stalin’in siyasetinin tersine yumuşama emarelerini gösterdiğini gören genç Sovyet edebiyatçıları, söyleyeceklerini serbest stille söyleme eğilimine girdiler. Rusya’dan Voznesenskiy, Yevtuşenko, Ahmadulina, Ukrayna’dan Kostenko, Vungranovskiy, Moldova’dan Davidca ve Kırgızistan’dan şair Ramis Rıskulov ile ben bir adım öne çıkanlardan olduk. Bundan dolayı Sovyet edebiyatında bizi “1960’lı yılların edebiyatçıları” diye adlandırdılar. Ancak bu akımın yolu, kısa zamanda yeniden kapatıldı. Buna rağmen, Kırgız edebiyatında yetenekli ve güçlü kalemler çıkmaya devam etti. Onlara örnek olarak: Her yönüyle kendini yetiştirmiş bir yazar olan Aman Saspayev. O, Çin Kırgızlarından olduğu için bir süre “Çin’in ajanı” olarak kötülenmesine rağmen yoluna devam etti. Murza Gaparov, Mar Bayciyev, Kubatbek Cusubaliyev de o yıllarda edebiyat alanında boy göstermeye başlamışlardır.
Konuşma ve fikir özgürlüğü diyerek uğraşmamıza rağmen, egemenliğimizi elimize aldıktan sonra ne yapacağımızı bilemez bir Omor Sultanov ve Tataristan Cumhurbaşkanı Rüstem Minnehanov durumda kaldık. Ama bu durumun en büyük sebebinin ne olduğunu, günümüzde de hiç kimse tam olarak dile getirememektedir. Bence bizim gibi tecrübesiz bir halkın edebiyatını ayakta tutmak gerekirken, Rusya’yı taklit ederek edebiyatçıları dışlama yoluna gittik. Hâlbuki Rus edebiyatının büyük ve uzun bir geçmişi, tarihi ve kendine has geleneği vardı. Onlar her şeye rağmen gelişmeye devam ederler. Ama bizim edebiyatımız gibi tecrübesi az olan edebiyatların, böyle bir durumda yürüyemeyen insanlar gibi olma ihtimali bulunmaktadır.
İ.T: Edebiyat alanında Türkiye ile Kırgızistan arasında ne tür bağlantılar bulunmaktadır?
O.S: Halkın hayatında meydana gelen sosyal ve siyasî değişimleri anlayabilmek için belli bir sürenin geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Ya da çok fazla vakit geçmeden o yeni hayatı yansıtan güzel eserlerin ortaya çıkması da mümkündür. Ne yazık ki, günümüzde öyle kayda değer şekilde güçlü bir dille yazılmış eserler henüz ortaya çıkmış değildir. En üzüntü verici yanı da, genç edebiyatçıların yetişmemesidir. Birkaç genç şairin “içten gelen çığlıklarını” hesaba katmazsak, çoğunun bir edebiyat hastalığına yakalanmış olması, beni oldukça üzmektedir. İşte böyle bir ahval içindeyken, Avrasya Yazarlar Birliğinin (AYB) kurulması, Türk dünyası edebiyatçılarının ümidini ve şevkini artıran önemli olaylardan biri oldu. Kardeş Kalemler dergisini de kendisine ayna yaparak, bu zamana kadar örnek olarak gösterilecek çok güzel çalışmalara imza attılar. O çalışmaların hepsi bir yana, “Hazar Şiir Akşamlarının” kesintisiz bir şekilde düzenleniyor olması bile, AYB’nin eşsiz çabasının en büyük ispatıdır. Bu olay, SSCB’ye dâhil Türk devletlerinin günden güne zayıflayan edebiyatları için büyük bir nefes oldu. Genç çağımda SSCB Yazarlar Birliğine giren ve toplantılarına katılan bir edebiyatçı olarak, o yıllardaki edebî ilişkilerin siyasetle nasıl içli dışlı olduğuna şahit oldum.
Türkiye, Türk dünyasının en güçlü ülkesidir. Turgut Özal’ın “21. asır, Türk asrı olacaktır” sözü, bir bakıma AYB’nin faaliyetlerinin temelini oluşturmaktadır. Ben, âcizane şöyle bir fikri savunagel-mekteyim: Dünyada iki tane büyük şair varsa, birisi Nazım Hikmet’tir. O, üstün zekâlı biridir. Bizler, sonraki nesiller karşısında utanmak istemiyorsak, N. Hikmet’in kadrini iyi bilmemiz ve ona lâyık olduğu değeri vermemiz gerekir. AYB birkaç yıldan beri Türk Dünyası yazarları arasında hikâye yarışması düzenlemekte ve Mahmud Barskoonî (Kaşgarî) adında ödül vermektedir. Ben, burada şöyle bir teklifte bulunmak istiyorum: AYB, N. Hikmet adında bir de şiir yarışması düzenlese, 20. asrın Türk asrı olması iyice pekiştirilmiş olurdu.
İ.T: Cengiz Aytmatov, sadece Kırgızistan ve Türk dünyasının değil, dünyanın da en büyük yazarlarından biri. Siz onunla birlikte çalışmışsınızdır. Onun hakkında neler söylemek isterdiniz?
Ö.S: Onunla çok genç yaşlarda tanıştım. Çünkü eşimin amcası, ünlü ilim adamı ve felsefecileri-mizden Aziz Saliyev, C. Aytmatov’un tanınması için çalışanlardan biriymiş. Akademik Aziz Saliyev, daha 1950’li yıllarda felsefe alanında akademik çalışma yaparak, ‘estetik’ dalında unvan almış, Komünist Partinin merkez komite üyesi, Kırgız SSC Yüksek Meclisinde milletvekili, Kırgızistan Yazarlar Birliği başkanı, SSCB Yazarlar Birliği yönetim kurulu üyesi olarak, edebiyat ve sanat alanında tesirli olan insanlardan biriydi. C. Aytmatov’a başından beri hep destek olmuştu. Onun ilk hikâyesi “Cemile” çıktığında, o yıllarda ta Moskova’da da artık adı sanı duyulmaya başlamış olan ünlü Kazak yazar Muhtar Auezov’a bilgi vermiş, hatta Aytmatov’u Almatı’ya kadar götürerek onunla tanıştırmıştı. Auezov’un ise Aytmatov’un o hikâyesini, hemen Lui Aragon’a ulaştırdığını edebiyatla uğraşanlar iyi bilirler.
Aziz Saliyev, düğünümüzü kendi evinde yaptı. İsa Ahunbayev başta olmak üzere Kırgızların ünlü insanlarının içinde, genç olduğu için misafirlere çay ikram etmekte olan C. Aytmatov da vardı. O günden başlayarak onunla ağabey-kardeş olduk… Aytmatov’un “Toolor cana Talaalar” (Dağlar ve Tarlalar) adındaki öykülerini, Moskova’ya kadar götürüp, gerekli belgeleriyle birlikte ‘Lenin Ödülü’ yetkililerine teslim eden de A. Saliyev’di. O günlerde ben de bu konuyla birazcık meşgul oldum. Daha sonra duyulmuş ya. Ödülü verecekleri zaman Kırgızlardan iki aday aynı puanı alır: Biri Tügölbay Sıdıkbekov’un “Too Arasında” (Dağ Arasında) adındaki ünlü romanı, diğeri ise Aytmatov’un öykü kitabı. Bu durumda ödül komisyonunun üyeleri, Auezov’a, “Sizin dediğinize verelim” derler. O ise, akademik Saliyev’in öykülerle ilgili yazdıklarını örnek vererek, Aytmatov’u destekler mahiyette fikir beyan eder. Her ne kadar günümüzde şartlar değişmiş olsa da, o yıllarda Lenin Ödülü almak, Nobel’den daha büyük bir ödül almak demekti. Böylece Aytmatov’un yazarlık değeri iyice artmış oldu. Allah da nasip edince, o değerini hiç kaybetmedi. Zamanla Kırgız edebiyatını dünyaya tanıtan en büyük temsilci oldu. Aytmatov’un fenomenleşmesi hakkında herkes farklı şeyler söyledi. Ben de anladığım kadarıyla, bu konuyla ilgili Türkiyeli okurlara bir şeyler söylemek istiyorum:
Birincisi, C. Aytmatov Kırgız olarak, Kırgız yurdunda doğup-büyümesi, eski sözlü edebiyatımızın ana ideallerinin bilinçaltına iyice yerleşmiş olmasıdır. Okuyanlar görmüştür ki, onun her bir eserinde Kırgızların masalları, efsaneleri ve şecereleri değişik miktarlarda yer almakta olup, onlar tabiatın derin sırlarıyla bağlantılı bir şekilde verilmiştir…
İkincisi, yaşadığı devrin edebiyatında görülen stil ve akımları yakalayabilmesindedir, diye düşünüyorum. Zamanında birçok büyük eleştirmen onun yazdıklarına, “telgraf tarzı nesir” diyerek, küçümseyen gözle bakmışlardı. Bence, tam da o telgraflar günümüzün sürekli acele eden ve hızlanan okurlarına gerek olan yazı tarzıydı.
Üçüncüsü, Aytmatov’da eserinin belkemiğini oluşturan olay ve anlatımlar, demir gibi sağlam olmuştur. Değişik zamanlarda ve değişik meseleler hakkında bir araya gelip çok fikir alış verişinde bulunduğumuz olmuştur. O sohbetlerde onun düşüncelerinin derinliğini, güçlü fantezilere sahip olduğunu hissederdim…
İ.T: Günümüzde Kırgız edebiyatından örneklerin, Türk lehçeleri arasında çevrilmesi konusunda neler söylerdiniz?
Ö.S: Sovyetler Birliği’nin tercüme alanında yapmış olduğu faaliyetleri ve ortaya koyduğu eserleri, bizler, AYB’nin alt kuruluşları olan Kardeş Kalemler ile Türk Dünyası Yazarlar Birliği’nin (TDYB) faaliyetlerinde kullanmamız iyi olurdu. Ben, vakti zamanında Rus, Ukrayna, Belarus, Letonya, Litvanya, Dağıstan, Çeçen, Kazak, Karakalpak, Özbek, Tatar, Türkmen, Moldova, Başkırt, Çuvaş, Altay, Yakut, Hakas, Gürcü, Azerbaycan, Tacik ve hatta toplam 4000 bin nüfusu kalan Nivh halklarının edebiyatçılarının eserlerini Kırgızcaya tercüme etmiştim. Nazım Hikmet, P. Neruda, Breht, Puşkin, Lermontov, Balkar Kaysın Kuliyev, Başkırt Mustay Karim gibi birçok farklı milletten şairlerin şiirlerini tercüme ettim. Karşılığında telif de alıyordum. Bu faaliyetleri günümüzde Türk Dünyası Yazarlar Birliği desteklese ve belli miktarda ücret vermiş olsa, Türk dünyası edebiyatçıları için büyük bir kaynak bulunmuş olurdu. Bu, TDYB’nin eş başkanı olarak benim aklımdan geçirdiğim hayallerimden biridir.
Türkiye’nin dünya edebiyatına yaptığı katkı çok büyüktür. Buna çok dikkat etmemiz gerekir. Şimdiye kadar değişik toplantılarda hep dile getirdim. Dede Korkut’tan başlayıp, günümüz şairlerinden Ali Akbaş’a kadar şairlerin eserlerini diğer Türk dünyasının diğer halklarına ulaştırmak için tercüme işini geciktirmeden büyütmemiz gerekir.
Kırgız okurlar Türkiye’li edebiyatçılar arasında şimdilik N. Hikmet’i, Y. Kemal’i, A. Nesin’i, R. N. Güntekin’i, A. Akbaş’ı, Y. Ömeroğlu’nu, İ. Türkhan’ı ve Kıbrıslı yazar İ. Bozkurt’u tanıyorlar. Elbette ki, bu sayı oldukça azdır. Birkaç yıldan beri Türkiye’deki toplantılarda tanıştığımız edebiyatçılarla fikir alışverişinde bulunup, onların eserlerini Kırgızistan’da tercüme ederek çıkarmaya çalışıyoruz. Bu toplantıların birinde, kendi açımdan büyük bir keşif olarak gördüğüm ve sevinç duyduğum olaylardan biri de, Gagavuz şair Todur Zanet’le tanışmam oldu. Aynı zamanda akademik çalışmalar yapan bilim adamı olan şairin, büyük entelektüel birikimini yansıtan şiirini Kırgızcaya çevirerek yayınladık. Onunla tanışmamış olsam, kendimi çok şey kaybetmiş olarak görürdüm. Peki, bu şekilde henüz tanınmamış olan kaç tane şair ve yazarın beklediğinin farkında mıyız? Onlar hepimizin zenginliği. Onun için daha fazla vakit kaybetmeden, birbirimize ilgi göstermemiz gerekir.
Bu konuda bizim hükümet yetkililerimiz ekonomik meselelerde nasıl eğiliyorlarsa, tercüme konusuna da ondan aşağı kalmadan eğilmeleri gerekir. Mesela, Türkiye’nin günümüzdeki en güçlü şairlerinin eserlerinden oluşan antoloji hazırlanmalı, sonra o, diğer Türk lehçelerine çevrilmeli. Aynı şekilde diğer Türk halklarının şairlerinin eserleri de hazırlanıp, çevrilmeli. Bunu da, yukarıda söylediğim gibi Türkiye organize edip, finans meselesini çözmelidir. Eskide bizde bir edebiyatçının kitabı Moskova ya da Leningrad’da çıktığında, eser sahibi için büyük bir onur demekti. Şimdi ise bizler, eserlerimizi İstanbul ya da Ankara’da çıkarttırarak, eskisinden daha büyük bir dalga oluşturmamız gerektiğine şüphe yoktur.
İ. T: Sizin düşüncenize göre, Kırgız edebiyatından örnekleri Türkçeye çevirirken, hangi edebiyatçılara öncelik vermek gerekir?
Ö.S: Bana daha önce de değişik vesilelerle bu soru sorulmuştu. Kırgız edebiyatının temelini oluşturan Manas Destanı başta olmak üzere Kırgız edebiyatından eski örnekleri belli bir sürede Türkçeye kazandırmanın, geleceğin görevi olduğunu düşünüyorum. Biz, şimdi yeni ve yenilikçi nesil edebiyatçılardan bahsedelim: Tabıldı Mukanov adında bir şair vardı, öğrencimdi. Ama genç yaşta aramızdan ayrıldı. Âcizane benim vasıtamla N. Hikmet’in stilini öğrenerek, yenilikçi şiirler kaleme almıştı. Yine başka bir öğrencim olan Turgunbay Ergeşov adında şair vardı. O da ne yazık ki, arkasında güzel şiirleri bırakarak, genç yaşta vefat etti. Nesirde Aman Saspayev’in eserleri tercüme edilmek için henüz sürülmemiş tarla gibi durmaktadır. Onun hikâyelerini Türkiyeli okurlara ulaştırılması ne kadar güzel olurdu. O, bizim yaşayan klasiklerimizden biridir. Son yıllarda Aydarbek Sarmanbet de usta bir hikâyeci olarak kendini gösterdi. Onun çalışmalarının bir kısmı Türkiye’de çeşitli dergilerde yayınlandıktan sonra, İ. Türkhan’ın editörlüğünde, AYB’nin Bengü Yayınevi tarafından kitap olarak da basıldı. AYB’nin düzenlediği Mahmud Barskoonî (Kaşgarî) ödülünü de aldı. Şairlerimizden Şerbet Keldibekova, Sagın Akmatbekova ve son yıllarda yaptığı çalışmalarla yine Mahmud Barskoonî ödülünü alan Elmira Acıkanova’yı da tavsiye ederim.
İ.T: Eserlerinizden bu güne kadar Türkçeye çevrilenler oldu mu?
Ö. S: Genç yaşımdan itibaren edebiyatla içli dışlı olduğum, ünlü şair ve yazarlarla da Omor Sultanov MEB Bakanı Nabi Avcı’ya Kitap Takdim Ederken daha o günlerde tanıştığım için, şiirlerim bizim diğer şairlere göre daha fazla dile tercüme edilmiştir. Mesela, Aleksandr Tvardovskiy adındaki bir Rus şair vardı, 1950-60’lı yıllarda efsaneleşmiş biriydi. O, “Novıy Mir” (Yeni Dünya) adlı SSCB’nin en büyük ve tesirli derginin baş redaktörü olmasına bakmadan, C. Aytmatov’a yol gösterip, yardım etmişti. Ben de, onun çok defa fikirlerini almıştım. O şairden aşağı kalmayan Boris Slutskiy adında bir şair, benim çalışmalarımı Rusça’ya tercüme edip yayınlamıştı. Benim asıl anlatmak istediğim ise başka:
O yıllarda herhangi birine çok kolay bir şekilde Pantürkizm yaftası yapıştırılabiliyordu. Türkiye ile herhangi bir bağlantımız olmadığı gibi buna izin de verilmezdi. Onun için, diğer dillere çevrilen çalışmalarım Türkçeye çevrilememişti. Beni SSCB edebiyatının klasiklerinden biri olarak görmelerine rağmen, eserlerimin Türkçeye çevrilmesine daha yakın zamandan başlandı. Bu anlamda, İ. Türkhan’ın birkaç şiirimi çevirip yayınlattığını biliyorum. Ayrıca yine onun çevirisiyle, yakında Bengü Yayınlarından bir şiir kitabımın çıkacağı müjdesini de vermek isterim.
Bugüne kadar birkaç kere “Hazar Şiir Akşamlarına”, birkaç kere de uluslar arası çeşitli toplantılara katıldım. Zaman içinde Türkiyeli okurlar tarafından da tanınacağımı ümit ediyorum. Aytmatov’un Elazığ’daki “Hazar Şiir Akşamları” şairlerinin kortej yürüyüşüne katıldıktan sonraki sözleri aklımda: “Böyle bir buluşmayı hayatım boyunca görmüş değilim. Sokaklara sığmayan insanlar, pencerelerden, balkonlardan el sallıyor, çiçek atıyorlardı. Gerçek kardeşliği işte ben orada hissetim…” Ben de Türkiye’ye her varışımda öylesi duyguları yaşıyorum. Bu duyguyu, kardeş devletlerin gençleri de duysalar keşke diye hayâl ediyorum.
İ. T: Kırgız edebiyatının en öndeki temsilcilerinden biri olan Aalı Tokombayev ile tanışıp, birlikte çalışmış olmalısınız. Onunla ilgili neler söylemek isterdiniz?
Ö.S: Onunla tanışıklığımız öyle kolay olmamıştır. Benim gözümde şair, bilmece gibi bir şeydi. Çünkü Kırgızlar arasında o yıllarda şair ve yazarlara gökten inmiş insanlar gözüyle bakılırdı. Ayrıca, şair hakkında çeşitli olumsuz görüşler de dillendirilmekteydi. Edebiyatla meşgul olmaya başladıktan sonra, Yazarlar Birliğinde ve onun başında bulunduğu “Ala Too” (Ala Dağ) adındaki edebiyat dergisinde sık sık bir araya geliyorduk. Gözü pek ve insanlar nezdinde ağırlığı olan biri olduğu için, herhangi bir meselede fikrini çekinmeden dile getirirdi. Genç edebiyatçılardan hiç İsmail Bozkurt, Yakup Ömeroğlu ve Omor Sultanov kimseyi kaale almaz, adeta onların isimlerini telaffuz bile etmezdi. Bir keresinde, Moskova’da çıkmakta olan SSCB çapında önemli yere sahip “Literaturnaya Gazeta” (Edebiyat Gazetesi) adındaki gazetede Rusçaya çevrilmiş şiirlerim çıktı. O günlerde Yazarlar Birliğinde Tokombayev ile karşılaştık. “Omor, Literaturka’da şiirlerin çıkmış. Okudum. Kutluyorum” dedi. Teşekkür ettim. Uzun yıllardan beri Yazarlar Birliğinde sekreter olarak görev yapan, Roza Cangucina adındaki ihtiyar kadına, bu olayı anlatınca: “Omor, senin gurur duyman gerek. Bu adam hiç kimseyi kolay kolay kutlamaz!” dedi. İçimden, demek ki böyleymiş diye geçirdim.
1971 yılında SSCB edebiyatçılarının 5. Genel kurul toplantısında Aalı Tokombayev ile birlikte delege olarak Moskova’ya gittik. Orada, Kazakların ünlü yazarı Sabit Mukanov’a, “İşte bu, Omor Sultanov, bizim geleceğimiz” diyerek tanıştırdı. O anda, şairini bana karşı sıcak davranışına şahit olup, şaşırmıştım. Başka bir seferinde ise Kırgız edebiyatçılarının başka bir genel kurulunda “Aytmatov bizim için çalışamaz. Onun işi daha çok Moskova’da” diye sert çıkarak, onun yerine beni aday gösterdi. Ben ise Aytmatov’dan yana düşünüyordum. Böyle olunca, bu düşüncemden vaz geçtim. Bunları anlatmamın sebebi, onun benim gibi genç bir edebiyatçıya karşı gösterdiği davranışları birkaç kelimeyle göstermektir. Çünkü Aalı Tokombayev, Kırgız edebiyatı tarihinde büyük bir yere sahip insanlardan biridir.
Onun edebî çalışmaları hakkında şunları söylemek isterim: Aalı Tokombayev, gerçekten de büyük bir yeteneğe sahip edebiyatçılardan biridir. Kırgız şiir ve nesrinde, onun tekrar doldurulması mümkün olmayan yeri vardır. O ve onun devrindeki edebiyatçıların hemen hemen tamamı öyle ileri derecede eğitim de görmemelerine, çoğunluğu ilkokul seviyesinde bilim almaları gerçeğine rağmen hepsi de çok büyük eserler ortaya koyabilmiş birer edebiyatçı olabilmişlerdir…
İ. T: Kırgız şiirinin büyük temsilcilerinden biri olan Alıkul Osmonov’un bu yıl 100. Doğum yıl dönümü. Şairle ilgili neler söylemek isterdiniz?
Ö:S: Üniversitenin Filoloji Fakültesine kayıt olduğum günlerde, şairi fazla tanımıyordum. Yazarlardan sadece Aalı Tokombayev’i iyi tanıyorduk. 1958 yılında, edebiyatçı Şarşenbek Ümötaliyev’in Alıkul hakkında monografisi yayınlandı. Ondan sonra Alıkul’a ilgim artmaya başladı. Şairin hayatı ve edebiyatçı kişiliği hakkında o zamana kadar herhangi bir çalışma yapılmamış olduğundan dolayı, kendim de yetim olduğum için midir, ya da şairin dermansız bir derdin pençesinden kurtulamadığı için hayatının kısa olmasından mıdır, velhasıl onu kendime yakın görmeye başladım. Hayatı hakkında inceleme yapıp, eserlerini okumaya başladım. O monografi kitabının ilk sayfasına 22 Kasım 1958 tarihini düşerek, Osmonov’a ithafen şöyle yazmışım:
“Ben senden, çok şey gördüm ve öğrendim,
Hayata değer verip, mutlu gezdim.
Sanki bir kardeş gibi görerekten,
Sen bana akıl verdin, yol gösterdin.
Kaybolmadan eğer kalsa bu kitabım,
Senden bir hatıradır benim için.”
Yıllar ilerledikçe, insanın her şeye daha dikkatli ve eleştirel gözle baktığı bir gerçek. Edebiyat alanında, bu konu daha da önde olmalı. İşte buradan yola çıkarak, Alıkul ile ilgili şunları söylememiz mümkün: Alıkul, yaşıtları arasında Rusçaya daha hâkim olduğu için, Rus edebiyatının klasik şairlerinin eserlerini, kendine has şairlik yeteneği sayesinde derinlemesine okuyan ve anlayan bir şairdir.
“Allah’a söylesem de bin yalanı,
Şiirime bir kerecik söyleyemem.”
Bu dizeler, onun şiir sandığının adeta anahtarıdır. Onun için okurlar şairin şiirlerini, kolayca sevebilmektedir. Şairde her zaman kendinden bir şeyler bulabilmekte ve kendine yakın hissetmektedir.
En üzücü olan da, Alıkul Osmonov’un ömrü kısa olduğu için, şairliğin her türlü yönünü tam olarak yansıtamamasıdır. Büyük yetenekler, kısa sürede yetişir, çabuk olgunlaşır. Onun ilk şiir kitabındaki şiirler, biraz çiğ kalmış, çoğunlukla Kırgızcayı yarım yamalak bilen birinin kaleminden çıkmış gibi hissedilir. Bu hamlığın sonraki eserlerinde azaldığı ve kaleminin ustalaştığı görülse de, onların sayısı fazla değildir. Diğer üzücü olan şey ise şairin, Kırgız şiirinde büyük çaplı yenilik yapamadan ya da yeni bir çığır açamadan vefat etmiş olmasıdır.
Bu söylediklerim, Alıkul’un şiirlerinde kusur arama, onun zamanına kadarki ya da onun zamanındaki şairlerin şiirlerini küçük görme amacı gütmemektedir. Lirik şiirin klasik örneklerini başka şairlerin dizelerinden bulmak mümkündür. Cusup Turusbekov, Aalı Tokombayev gibi büyük şairlerin şiirleri, bu söylediklerime örnek ve kefil olacak tarzdadır. Toparlayacak olursak, her şeye rağmen Alıkul, yaşadığı dönemde kendine yer edinmiş olan, Kırgızların büyük bir şairlerinden biridir.
İ.T: Şiir, sizin için ne anlama gelmektedir?
Ö.S: Bununla ilgili çok uzun sürecek konuşma yapmak mümkündür. Kısaca söyleyecek olursam: Her türlü güzel söze şiir denebilir. Şiir, dünyadaki bütün varlıklarda var olan bir şey. Ama burasını insanların çoğu anlayamaz, göremez. Kiliselerde söylenen ilahiler de şiirdir. Kur’an-ı Kerim’deki her bir sure de, anlayabilen için kendi içinde dengi olmayan şiirsellik taşımaktadır. Etrafımızdaki her bir şeyin içinde musiki de vardır. Diğer yandan müzikte şiirsellik olmamış olsa, o, dinlenmesi tat vermeyen, öylesine ses topluluğu demektir. Bir keresinde Rusların Leningradlı büyük şairlerinden biri olan Mihail Dudin bana şöyle demişti: “Beni, savaş sırasındaki ölümden, şiir kurtarmış olmalı!”
İlk zamanlar şiiri güzel olmayan şarkıları çok beğenmezdim. Meğer yanılmışım! Şarkılar çok güzel olmamış olsa bile, en azından adam öldürmeye aracılık etmezler hiç olmazsa. Yani o şarkılarda bile gerçek şiirin kıvılcımlarını bulmak mümkündür. Eğer şiiri anlamayan bir olmuş olsaydım, kendimi en talihsiz insan olarak görürdüm. Ondan daha büyük bir talihsizlik olmazdı sanırım. Belki de o durum benim kaderim olacaktı. Şiiri, şarkıyı anlamayabilmiş olmam, sadece kendim için değil, beni tanıyıp bilenler için de büyük bir talihtir. Eğer güzel bir şekilde farkına varırsak… hayat kendisi şiirdir, şarkıdır; onu anlayıp görebilmemiz gerekiyor.
İ. T: Sizin hayatınız hakkında bilgi toplarken, SSCB ülkeleri dışından birçok şehrin fahrî hemşerisi olduğunuzu gördük. Onunla ilgili bilgi verebilir misiniz?
O.S: 1989 yılında ABD’ye gitmiştim. Washington’dan başlayarak birçok eyaleti gezdim. Kuzey Karolina eyaletinin başkenti Charlotte şehrinde birkaç gün halkla bir araya geldik. Beni, Jhon Baringer adındaki kitapçının sahibi davet etmişti. O günlerde eyaletin kadın başkanı beni bürosunda misafir ederek, “Charlotte Şehrinin Fahrî Hemşerisi” unvanını verdiklerini söyledi. O yıllarda SSCB ile ABD arasındaki ilişkiler ılımlıya doğru gidiyordu. Bu olay, o dönem ABD başkanının desteğiyle oluşturulan dostluk derneğinin katkısıyla yaşanıyor olmalıydı.
SSCB Yazarlar Birliği üyeliğim yıllarda SSCB ülkelerinin epey bir kısmını gezme fırsatım oldu. O şehirlerden biri de Rusya’nın kuzeyinde yer alan Norilsk şehrinde Robert Rocdestvenskiy adında ünlü bir şairin başkanlığında delege ile üç defa bir araya geldik. O şehirde altı ay gece, altı gündüz yaşanır. O günlerde o şehrin fahrî hemşeriliğini verdiler.
Aynı şekilde Güney Sahalin’in başkentinde de fahrî hemşerilik unvanı verdiler. Orada da iki üç defa bulundum. Kazakistan’ın Astana şehrine, yeni başkent olup inşa işleri başladığında gitmiştim. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in elinden “Astana’nın altın madalyasını” aldım. Bu ödül, Astana’nın fahrî hemşerisi anlamına geliyormuş. Kırgızistan ve birkaç ülkenin daha fahri hemşerisiyim. Bu yönüyle her zaman gurur duyuyorum. Bir şaire halkın saygı ve sevgisinden daha güzel ne olabilir?
İ.T: Kırgızstan ile Türkiye’nin kardeşliğinin göstergelerinden biri de ülkenizde açılan Kırgız-Türk Liseleri. Bu okulların Kırgızstan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gelişmesine katkıları konusunda neler söylerdiniz?
O.S: SSCB dağıldıktan sonra Kırgızstan da diğer ülkeler gibi ekonomi, kültür, eğitim ve diğer tüm alanlarda zor bir durumla karşı karşıya kalmıştı. Özelleştirme hareketleri sırasında özellikle eğitim-öğretim kurumları büyük oranda zarar görmüştü. Daha önce merkezden uzak köylerde bile açılmış olan yatılı okullar, adeta talana uğramış ve büyük çoğunluğu ortadan kalkmıştı. Eğitim kadrosu görevlerinden ayrılarak, daha kolay para kazanabilecekleri alanlara geçiş yapmışlardı. Onların eski görevlerine yeniden başlatabilmek için ise büyük miktarlarda bütçe gerekmekteydi. Ülkemiz işte böyle bir durumdayken, Türkiye bizim bağımsızlığımızı tanıyan ilk ülke olarak, bizim yanımızda olduğunu gösterdi. O yıllarda yapmış olduğu en güzel yardım ise şüphesiz, eğitim alanında yaptığı yatırımlardı. İşte o yatırımlardan biri olan, Türkiye’den gelen iş adamlarının açmış olduğu Kırgız-Türk Liseleri, bizim için gökten düşen birer hediye gibi olmuştu.
Uluslararası Sebat Eğitim işletmeleri, Kırgız MEB ile 1992 yılında yapılan anlaşma ile günümüze kadar Kırgız gençlerine çok büyük emek sarf ede gelmiştir. Ana sınıfından, üniversiteye kadar açmış olduğu eğitim kurumları ile eğitimin her kademesinde, Kırgızstan ile Türkiye arasında çok sağlam kardeşlik köprüleri kurmuş ve Kırgızstan’ın gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Mezun ettiği öğrenciler, dünyanın birçok ülkesinde üniversite eğitimi de alarak, çalışma hayatına atılmışlar ve gerek gittikleri ülkelerde gerekse vatanlarına geri dönerek ülkeleri için çeşitli görevler almaya başlamışlardır. Bunun yanı sıra, Türkiye devletinin açtığı lise ve üniversite de yine bizim kardeşliğimizin göstergelerinden biri olarak faaliyetlerine devam etmektedir. İlerleyen yıllarda, bu okullardan mezun olan gençlerimizin, ülkelerimiz arasındaki işbirliğinin artmasına katkıda bulunacakları aşikârdır. İ. T: Röportajımızın sonunda Türkiyeli okurlara neler dilemek istersiniz? Ö.S: Türkiye büyük bir ülke. Türk dünyasının çok önemli temel direklerinden biridir. Türkiyeli her bir vatandaşın bununla övünmesi Omor Sultanov Takvimi gerekir. Günümüzde dünyada yaşanmakta olan olumsuzluklara hepimizin, özellikle de Türkiye’nin dikkat etmesi gerekir. Türkiye’nin değerli cumhurbaşkanları ile tanışma fırsatı bulduğum için de kendimi şanslı sayıyorum. Türk halkına sağlık ve selamet diliyorum. Gençlerin bol bol kitap okumasını, vatanlarını çok sevmelerini tavsiye ediyorum.
ESERLERİ
Kırgızca:
Too Kündörü (Dağ Günleri)Şiirler,1961
Cıldızduu Tündör (Yıldızlı Geceler)Şiirler, 1965
Ak Col, Kök Asman (Ak Yol, Mavi Gök)Öyküler, şiirler, 1965
Otuzunçu Stantsiya (Otuzunca İstasyon)Şiirler, 1968
Aeropanorama (Hava panoraması)Şiirler, 1970
Uluu Dayra (Büyük Nehir)Etütler, hikâyeler, manzumeler, 1972
Köz İrmem (Kaşla Göz Arasında)Şiirler, 1975
Araldar Arasında (Adalar Arasında)Şiirler, 1976
Muhitke Col (Muhite Yolculuk)Seyahat anıları, 1977
Düynö (Dünya)Şiirler, 1979
Sen Cönündö Poyema (Senin Hakkında Poem)Şiirler, Çarçoonun Cüzünçü Irı (Yorgunluğun Yüzüncü Şiiri), 1982
Adamdın Turmuşu (İnsanın Hayatı)Roman ve şiirler, 1986
Aşuu Tör (Tör Geçidi)Şiir ve manzumeler, 2003
Can Bereli Süyüügö (Can Verelim Sevgiye)Roman, şiirler, 2003
Rusça:
Vsegda Samnoy (Her Zaman Benimle)Şiirler, 1971
Beleya Doroga, Sineye Nebo (Ak Yol, Mavi Gök)Şiirler, 1972
Na Vetrah İssık Kulya (Isık Gölün Kıyısında)Şiirler, 1973
Doroga k Okyenu (Okyanusa Yol)Gezi Yazıları, 1979
Utro Na Perevale (Geçitte Sabah)Şiirler, 1979
Pesni Ustalosti (Yorgunluğun Şiiri), 1984
Prednazeçeniye (Amaç), 1986
Sut (Doğa)Şiirler, 1987
Piratı Ponevole (Esir Korsanlar), 1998
Ostrov Drakona( Ejderha Adası), 1998
Tainstvennıy Vsadnik (Gizemli Atlı), 2002
Vesti s Togo Sveta (Işıktan Gelen Haber), 2006.