Kıyametlik Borç


 01 Ekim 2019


Yaşlı Kartanbay’ın çok eski zamanlarda olan bir olaydan dolayı canını sıkan bir derdi vardı. Bu sır öyle saklı kalacaktı… Eğer... Son olan bu olay onun yaşlı başına gelen büyük bir sınav oldu,Allahtan hepsi  iyi bitti. 

I

Köy kuzey dağlarınan ta uzağındaki nehir yatağına kadar gerilerek kucak açmış, basamak basamak olup yayılmış, üç ovanın aşağıdaki ikisine yerleşmiş durumdaydı. Bu ovaların eni çok geniş değildi. İki yanında yarılarak dik hale gelmiş iki tane daha yatak vardı. O yataklardan yarışarak akan iki derya ilerideki büyük ırmağa karışmaktaydı.

Yukarıdaki ova oldukça geniş, ama sadece yağmura bağımlı kalan ağaçlar ve çalı çırpı yeterli derecede büyüyememişti. Onun yukarısının iki tarafından akan sudan üst tarafa kanal yapılmadığı için burası susuz kalmıştı. 

Eski köy ortadaki ovada. Hepsi birlikte, yaklaşık olarak yüz evden oluşuyor. Okul, dükkân ve muayenehane orada yer almakta. Eski zamanlarda orada avlu evler pek azdı ve yerin yarısı boş dururdu. Şimdi ovada boş yer yok. Düz yer değil de hatta kenardaki yüksek kıyıdan aşağıya inen yamacı da kaplamakta. Ortadaki ova dopdolu olduğunda köy halkı, iktidar sahiplerinden aşağıdaki ovayı yeni bir arazi şeridi olarak verilmesini başardılar. Her nasılsa küçük çocuklar büyüyecek, gençler de yuva kurup kendi evlerinde yaşamayı isteyecekler.

Aşağıdaki ova ortadakinden oldukça ince hem de dar. Eskiden orada sovhoz[1]un elma bahçesi vardı.  Orada şimdi sadece bir sokak var, o sokakta da evler sadece güney tarafta yer alıyorlar. Avlu ve yaylaya daha geniş yer bırakmak maksadıyla evler de daha yukarıda, dağın kenarında yer almakta. Ortadaki ve aşağıdaki ovayı bu ev dizisi ikiye bölmekte. Onu eğriliğiyle kesip geçen geniş çakıl taşlı araba yol var. Aşağıdaki ovanın aşağı tarafı büyük sarp kaya, altı gür orman. Orman, dar su yatağında yaz kış durmadan gürleyerek akan taşkın suya gelip dayanmakta. Aşağıdaki  köyde yaşayanlar ata yurdundan ayrılıp çıkan yukarıdaki köyün çocukları. Bunların oturdukları yer tabiata çok yakın: sarp dik kayalıklar da, durmadan akan taşkın su da, cevizi, kirazı karışık büyüyen yoğun orman da karşı tarafta. Onlar ayrıca ırmağa yakın yerlerini tercih ediyorlar. Deryanın iki tarafındaki büyük kayalardan yankılanıp, bazen azalıp, bazen de tekrar yükselen suyun sesi, soğuk suyun kuvveti onların can ortağıdır. Onun değeri, ayrıca çok sıcak yaz günlerinde iyi bilinir, köye suyun serinliği buzul serinliğinden daha erken ve daha da bereketli ulaşır.

Irmağın diğer kıyısı da kayalık uçurum. O tarafa geçmek için yakın yerde köprü yoktur. Köydekiler köprü yapıyorlar, ama köprü beş altı yıla kadar zar zor dayanıyor. Sonra kimseye boyun eğmeyen fırtınalı suyun akışı, köprünün dimdik duran iki tane taş direklerini bırakıp, onun dışındaki her şeyi sıyırıp götürüyor.

Yaşlı Kartanbay’ın  torununun evi küçük köyün tam ortasında, biraz yukarıda. Oradan sadece köydeki evleri değil diğer tarafı da gözetlemek mümkün. Fakat, uzağı iyi göremeyen ihtiyar diğer tarafı ancak dürbün ile tam görebilmekte. Dürbün bu başka bir konu. O dediğin şey göz göremeyen uçurumu avucunun içine koymuş gibi yakınlaştırıvermekte. Dürbünün kendisi de bu çevrede bulunmayan değerli bir şeydir. Torunu Arstan onu ta dünyanın öteki ucundan, Almanya’dan alıp gelmişti. Orada o köyden giden gençlerin sonuncularından olarak orduda hizmet etmişti. Ondan sonraki yıl da o tarafa bizim gençlerden kimse gitmez olmuştu. İki ayrı Almanya bir bütün olmuştu.

Arstan da bu dürbüne çok zor sahip olduğunu sık sık anlatırdı. O öylesine bir dürbün değil askeri dürbündü. Dürbünün camı “Zeiss” firmasına aitti. Onun ne olduğunu sadece Arstan’ın kendisi biliyordu. Arstan dürbünün nesneyi yirmi katına büyüttüğünü söylerdi. İlk önce Arstan’ın dürbünü götürmesine izin vermemişler. Sonradan Arstan kendi komutanına söyleyip, yalvarmış. Komutanı onu sıradan bir eşya olarak kaydederek sınırdan zar zor geçirmesini sağlamış, Allah belasını vermesin!

 Kartanbay yazı Arstan’ınkinde geçiriyor. Buranın havası temiz ve serin. Yaptığı iş de kapı önüne oturarak sabahtan akşama kadar etrafı izlemek. Beklenmedik bir zamanda, sonbaharın başında civciv basıp çıkaran iki tavuğun yavrularını gökyüzündeki ala doğandan, kuştan, yerdeki köpekten korumayı da üstlenmişti. Tavukların bu yaptığı sonbaharın ılık olacağını mı, yoksa kışın geç geleceğini mi işaret ediyor, belirsiz.

Gökyüzündeki ala doğanlar iki taneydi. Onlar civcivlere saldırsa baharın sonunda ya da yazın başında saldırır. Bazen iki civcivi birden alıp gittiği günler de oluyor. Kartanbay onların dişisi ile erkeğini ayıramıyor. Onların yuvası diğer taraftaki dik kayalığın köşesinde yer almakta. Bunun hakkında bütün köy halkı biliyor. Yayılarak kayalığın üzerini kapatan bir çalı olmazsa onların yuvası dürbünden tam görünür. Akşamleyin, ala doğanlar ırmak üstünden yavaşça uçarak yuvalarına konuyorlar. O zaman ırmağın hızı onları yukarı silkip, ala doğanlar su üstünde gidiyormuş gibi görünüyor.

Ta önceden aşağıdaki köyün yerinde elma bahçesi olduğu zamanlarda, ala doğan çifti yuvasını bu kıyıdaki kayalığa yapardı. Aşağıdaki ovaya evler kurulmaya başladığında, onlar eski yuvasından uzaklaşıp diğer kıyıya gitmişlerdi. Bu iki ala doğan ya onların kendileri ya da onların yavruları idi.

Bir şekilde, son zamanlarda tamamen her şeyin bereketi uçup gitmiş gibi görünüyor. Ala doğan da onların arasında. Önceden, yemeği yeterli olduğu için tavuğun civcivlerine saldırmazdı. Kışın kar, yazın yağmur azaldığı için, ovaların ve tepelerin otunun da bereketi kaçtı, yer kazan kemirgenlerin, yabani hayvanların da ayağı  kesildi. Bu çift ala doğanın civcivlere, üstelik sonbaharın başında saldırması boşuna değildir. Hayat onları da mecbur bırakıyor, yoksa Yarada’nın onlar azık yapsınlar diye yarattığı yabani hayvanlar yetmiyor mu? Arstan kendini tutamayıp, sürekli onları vurmaya kalkıyor. Hatta evdeki silahın mermisini doldurmuştu. Kartanbay onun hevesini kırıp, civcivleri gözetme işini kendi üzerine almıştı. Kendi kendine şimdi ala doğan civcive saldırmaz diye düşünüyor, çünkü sonbahara az kalmıştı. Yer kazıyan hayvanlar az olsa da şimdi epey büyüdüğü zaman. Küçücük civcivlerden onlara ne hayır? Şimdilik ala doğanlar henüz köyü ziyaret etmediler. Ancak, yine de dikkatli olmanın zararı yoktur, dikkatli olmak şart. Tavuk civcivleri ile genellikle yakın yerde koşturuyor. Kuş gelip saldıracak olursa yaşlı Kartanbay onu bastonu ile de korkutabilir.

Bugün yaşlı, dışarıda otururken her zamankiden farklı daha iki olayı fark etti. İlk önce diğer kıyıdaki ala doğanın yuvasından çalıya tırmanıp öbür tarafa geçen civcivi gördü. Aynı zamanda ala doğanların kendileri hiç bir yerde gözükmüyordu. İlk önce dürbünden çalıyla birlikte kıpırdayan bir şey göründü. Dürbünün kenarından ayarlayarak görüntüyü büyüttü ve netleştirdi. Civciv önüne arkasına bakarak çalıdan ilerideki küçük tümseğe geçti. Şimdi ne yapacak diye Kartanbay ona dikkatlice baktı. Kartanbay civcivin o andaki hareketinin tamamını göremedi. Gördüğü: gri kayalığın önünde zor bilinen mavimsi kül renginde yumruk kadar canlı. Küçük tümseklikte koltuk yünlerini gagalayıp biraz oturdu, sonra diğer taraftan çıktığı yolla geri gitti. Belki yuvada kalan çifti onu arayıp seslendiğinden öyle yapmıştı. Yaşlı içinden bu küçücük hayvanın aklı başındalığına şaşıp kaldı: yavru kendisi çıktığı kayalık ile çalının dibindeki yol ile gidiyordu. Eğer yavru çalının diğer kenarıyla gitse, fark etmeden dik uçurumdan aşağıya düşmesi de mümkün idi.

Yaşlının dikkatini çeken başka bir olay da, yukarı köydeki Burulça’nın torunu Arstan’a komşu oturan oğlunun evine ikinci kez gelmesiydi. O akşam vakitleri sığırlar eve döndüğü zamanlarda gelir ama avlu içinde dolanıp dururdu. Bu sefer gelini ile torunları sığırları gözetlemekle meşgul: sığırlar yerlerine bağlanıp, sağılıp, sonra besinleri verilmesi gerek. Burulça dolaşıp dolaşıp geldiği yoldan geri dönüyor. İlginç olan şey de onun oraya gelme nedeni. Sadece oğlunun sığırlarını gözetlemek için midir? Tabii ki, bunu kimse bilmiyor.

Bu defa Burulça diğer taraftan geçerken Kartanbay’a selam verdi.

- Eve girip yemek yemez misin, Burulça?

- Hayır, abi. Sığırları karşılamak lazım.

- O işi gençler yapar.

- Gençler yapmasını yapar ama arkasından denetlemezsen bir şeyler yarım kalır.

- Kakiş Baybiçenin yıllık aşıne zaman?

- Üç hafta sonra.

- Zamanın ne kadar hızla geçtiğini görüyorsun, ölümü daha dün gibiydi bir yıl olmuş bile.

- Çocuklar şimdi ot balyaları taşıma işi ile meşguller. Onlar bitirince hemen hazırlıklara başlarız, Allah izin ederse.

- Allah kabul etsin.

- Dediğiniz gibi olsun inşallah!

Alacakaranlık girip, sığırlar bağlanıp, köy sessizliğe gömüldü. Suyun sesi daha net duyulup, serinlik üşütmeye başladı. Tavuklar civcivlerini peşine takıp tünemeye yerlerini aldılar. Bir ala doğan kayalığa doğru uçtu. Karanlık koyulaştı. Kartanbay ise geçmişi düşünmek ile meşgul. Gençliğinde başına gelen olaylar devamlı aklına gelmekte. O zamanlarda yaşayan kişiler iyisi ve kötüsü karışık, her türlü hayal-harekete tanık olmuşlardır. Kendisi de gençti o zamanlarda ve yaşam şartları da tamamen başkaydı. Fakat o zamandaki bir olayın etkisi hâlâ canını sıkıp ona rahat vermemekteydi.

III

Burulça’nın kaynatası çevredeki varlıklılardan sayılırdı. Sadece atı kırk kadardı içinde yarışa katılacak süratlileri da vardı. Zamanında genç kız olarak aldığı karısı ölünce ardında küçük yaşlarda çocuğu kalmıştı. O çocuk engelli doğmuştu ve gözünde hastalığı vardı. Bakımsız kalan çocuk hizmetçilerin arasında evin hizmetini yerine getirirdi. O sırada çocuğun babası tekrar evlendi. Karısı kocasından 15 yaş daha küçüktü, kendinden emin bir gelindi. Bu olay yirminci yılların başında oldu.  O zamanlar Burulça’nın kendisi henüz dünyaya gelmemişti. İhtiyarın yeni karısı da bir yıl önce ölen Kakiş Baybiçe’nin kendisiydi. O, 90 yaşına kadar yaşayıp geçen yıl vefat etti. Genç gelin, bir yıl geçmeden evdeki her şeyin düzenini kendi eline alıp onu tecrübeli bir şekilde devam ettirdi. Gelinin karakteri ağırdı. Hizmetçilerine hiç sebepsiz zorluklar yaşatıyordu. Bu durum da ayrıca yetim çocuğa ağır geliyordu. Annesi öldükten sonra yetimliğin acı tadını tadan çocuk hiç iyilik görmedi. Önceleri, çocuk hizmetçiler ile ev işlerini yaptıktan sonra büyük evde uyurdu. Şimdi o bütün çalışanlar ile birlikte bir tabaktan yiyip içip bir yatakta uyumaya başladı. 

O zamanlar çok zor dönemler idi. Sovyet hükümeti Orta Asya'daki basmacı[2] hareketini ele geçirip, kendi yönetimini yerleştirse de basmacılar tamamı ile yok olmamıştı. Kolhoz çalışması da başlamıştı. Basmacılar da sanki bunu beklemiş gibi tekrar isyan ettiler. Çeşitli yerlerdeki kendi adamlarıyla kolhoza karşı propaganda yapıp, ellerinen geldiği kadar onu halka kötü göstermeye yol tuttular. Kolhoz halkın hepsine bir kazandan yemek verip bir yatakta uyutuyormuş dediler. Halkın çoğu da buna inandı. Kendileri cahil halk ne yapsın zavallılar? Herkes kolhozdan korkmaya başladı.

Bu çevrede basmacıların büyük yuvası yoktu. Onların temsilcileri Çatkal tarafı aşıp gelirdi. Basmacılar Sovyet hükümetine saldırmak amacıyla halkı kendi taraflarına çekmeye çalışıp, propaganda yapıyorlardı. Aynı zamanda Çatkal basmacılarını destekleyip kışkırtanlar da Fergana’daydılar ve hâlâ güçlü basmacı toplulukları vardı…

- Baba, eve giriniz karanlık oldu.

Bu Arstan'ın karısı Nurkan .

- Biraz daha oturayım. Arstan'dan haber var mı?

- O geç gelirim demişti sabahleyin.

Gelin eve girip Kartanbay’ın çepkenini  alıp çıktı.

- Bunu üzerinize örtün. Havalar baya serinledi. Üşüyeceksiniz.

Yaşlı adam gelinine memnuniyetini bildirdi. Havanın serinlediğini ve suyun sesinin arttığını şimdi fark etti. 

Yirmili yılların sonunda herhangi bir sebepten dolayı basmacıların arasına giren Burulça’nın kaynatası Sovyet asker eğitim yerinin öğrencileri ile olan savaşta beklenmedik bir şekilde vurularak öldürüldü.

Böylece gözler önünde çevredeki en saygın evlerden biri yok olup gitti. Sahibi olmayan aile aniden ölen ev sahibiyle kimsesiz kalmış bir yurt şeklini aldı.  Mal mülk yakın akrabaların eline geçip bir müddet sonra yok oldu. Daha önce, kocası hayattayken hayalinde de görmediği akrabalar, akraba olmayanlar da dul kadının bilmediği bir zamanlardaki borçlarını istemeye geldiler. Kısacası çok geçmeden onun elinde bir çuval buğdaydan başka bir çimdik yiyecek kalmadı. Kış geldiği anda, tabii ki bu kadar buğday onların hayatını kurtaramazdı. 

Kartanbay o zamanlar gençti, kendisi Kakiş Baybiçeden altı yaş küçüktü. O zamanlarda bir yanlışlık yaptı, yaptığı hatayı kendisi de çok geç fark etti. O zamanlarda ise... O zamanlarda durum başka, kıtlık hüküm sürmekteydi ve bütün halk ölmek üzereydi. Halk açlıktan Kazakistan'da, Volga boyunda topluca ölüme uğramıştı. Zor zamanlarda insan da hayvan gibi algılamaya başlarmış. O taraflardaki felaketin etkisi yerin yedi kat dibindeki bu halka da ulaştı. 

O zamanlar Kartanbay’ın okuma yazması vardı. Fakat o sadece Arap harflerini biliyordu. Latin harfi yeni kullanılmaya başlanmıştı. Halkın bundan haberi yoktu. Okuma-yazma bilmek çok fayda sağlardı, çünkü o zamanlarda okuma-yazma bilen çok az insan vardı.

Kakişle ikisinin ortak akrabaları da vardı. Bir gün o Kakiş’in Çatkal’daki akrabalarından diye dul kadına bir mektup yazdı. Tanıdık kişiler verdi diye mektubu ona ulaştırdı.

- Kakiş Abla bu mektup Çatkal’daki akrabalarından gelmiş. Onlar geçit karla kapanana kadar hareket edip, çabucak buraya gelsin diyorlar. Burası daha huzurlu, Kakiş gelecekse ondan akrabalık yardımımızı esirgemeyiz diye yazmışlar.

- Küçük çocuğumla geçit aşıp nasıl giderim?

Çocuğu beş altı yaşlarında. O Burulça’nın gelecekteki kocasıydı, o  hâlâ hayatta.

Kötülük bilmeyen kadın şüphelenir, inanmayayım dese Kartanbay çok yakın olmasa da akrabasıdır. Ayrıca bir çuval (kap) buğdayla kıştan çıkmak sadece büyücününelinden gelir, bir kulun elinden gelmez. İnanayım dese, soğuk kışın geldiği anda küçük çocukla karlı geçidi nasıl aşacak?

Kartanbay’ın hesabının bir sinsiliği de şöyleydi ki: Bu dul kadının Çatkal’a ulaşamaması da mümkündü. Şimdi bunu düşündüğünde kendisinin de tüyleri diken diken oluyor. Beklenmedik bir şekilde Kakiş Çatkal’a ulaşırsa o zaman da bir çaresini bulacaktı. Geç de olsa dul kadına borcunu fazlasıyla ödeyip, her türlü bahane söyleyip bir şekilde gönlünü alacaktı. Önemli olan kıştan sağ çıkmaktı. Ondan sonrasını düşünüp kafa yormak aptalın işiydi.

Dul kadın daha sonra gitmeye ciddi bir şekilde karar verdi. Kartanbay ona: 

- Buğdayınla Çatkal’a gitmen zor olacak. Ona ilaveten elinde çocuğun da var. Götürebileceğin kadar talkan[3] tarttır da kalan buğdayı bana bırak. Sonra gelecek olursan fazlasıyla geri veririm dedi.

Dul kadın onun söylediklerine inandı fakat geri döndüğünde buğdayı ona hiç kimse geri vermedi. O zaman da ondan sonra da…

Kişiyi şeytan aldattığında ilk önce onun gözünü karartır. Dul kadının aklı başında olsaydı o zaman buğdayı zar zor da olsa yanında götürecekti. Daha hafif bir şeyle, mesela bir tulum sarı yağla değiş tokuş edebilirdi. Ama böyle yapmak nerede: o Çatkal’a acele ediyordu. O zaman Çatkal ona tam olarak yerin dibi gibi görünüyordu.

Elindeki küçük çocukla geçit karla kapanana kadar gideyim diye telaşlı ve endişeli bir şekilde yola çıkar. Kocası öldükten sonra keklik gibi dağılan hizmetkârlardan geriye kalan bir hizmetkâr da onunla birlikte yola çıktı. Gidecek yeri olmadığından bu hizmetkâr dul kadının yanında kalmıştı. Hiç araç olmadığından yürüyerek gidiyorlar. Çocuk da ayrıca ek bir yük: çabuk yoruluyor sırtında götür diye kavga çıkarıyor, dar geçit, kaygan yolda onu elinde taşıdıkları için ikisini de çok yorar. Onun acıkması, susması, üşümesi var... Her nasılsa, zorlukla da olsa Çatkal’a geldiler.

Neden geldiğini söylediğinde akrabaları başını sallayarak:

- Zavallı talihsiz! Seni Kartanbay tam anlamıyla kandırmış görünüyor. Ona senin buğdayın lazım olduğuna nasıl aklın yetmez?

O zaman dul kadın da nasıl tuzağa düştüğünü anladı. Hırsından kendini suçladı ama artık yapacak bir şey yoktu. Geri gidecek yol da kapalı. Oğlu ve hizmetkârı ile birlikte orada tam tamına iki yıl kaldı.

Yukarıdaki yoldan araba geçti. Sesinden anlaşıldı ki yokuş çıkmakta ve yükü de ağıra benziyor. Ot balyalarını yüklemiş olmalı. Karanlık da iyice çökmüştü, karşı taraftaki dağların yüzleri siyaha bürünüp geceye döndü, bir bütün oldu.

- Baba eve giriniz. Dışarısı soğuk oldu. Arstan da gelir, arabasının sesi duyuldu biraz önce.

Yaşlı daha önce gelininin Arstan’ın arkadaşlarının otunu yüklemeye gitti diye söylediğini hatırladı.

Kartanbay, dürbünün ipini onun boynuna sardı, bastonuna dayanıp yerinden kalktı. Uyuşan eline ve ayağına can girsin diye olduğu yerde bir müddet oyalandı. Bastonunu girişte duvara dayadı. Sağ koluyla beline basıp sol koluna dürbünü alıp başını aşağıya eğip yavaşça eve girdi.

IV

Sabahleyin tekrar kendi yerine geçti. Bugün hava durumu değişikti, akşamki gibi sıcak değildi. Gökyüzü bulutlar ile kapalıydı, bulutlar gün doğusu tarafa gidiyorlardı.

Yaşlı, ala doğanın yuvasına bugün de dürbünle baktı. Yuvadaki ala doğan çiftlerinden birinin yuvayı koruduğunu fark etti. Onlar akşam burda olan bir olayı hissetmişti sanki. Ala doğan ırmağın üstünde hızlıca biraz daire çizerek döndü ve yuvadan biraz diğer taraftaki keskin taşa kondu. Oradan yuvası avcunun içine koymuş gibi görünüyordu. Gerçekten de bir saat geçip geçmeden, akşamki “kahraman” yavru alışkanlık haline getirdiği yoluyla gelip köşeden başını çıkardı. Daha sonra akşamki gibi çıkıp geldi. Ala doğan yerinden uçup, havada bir dönüp yuvası tarafa uçtu. Baba ile yavrunun arasında “tartışma” başladı. Yavrusu yuvasına geri dönmek istemedi. O zaman ala doğan bir müddet ne yapacağını bilmeden arada kaldı sanki. Sonra o yerinden dik bir şekilde kalkıp daireler çizerek uçup geldi. Yavrusunu tarla faresi gibi pençesine alıp daha önceki gibi biraz dolaşıp yuvanın yanına kondu. Onu yuvaya direk koymaya çalıyla dik kayalık engel oldu galiba.

Kartanbay, Kakiş Baybiçenin olayını tekrar hatırladı. Onun aklına bir şey daha geldi.

⃰⃰  ⃰  ⃰ 

Böylece üvey annesi yola çıkınca, yetim çocuk burada yalnız kaldı. O zaman onu düşünen hiç kimse yoktu. Bu dünyada o başkaları için hiç yaşamamıştı sanki.

Ama ne olursa olsun canlı canlıdır. Hayatta onun iyi mi, kötü mü kendi benliği vardı. Eğer dul kadın elindeki yetimle yol gidip, geçit aşıp yolda açlıktan ölmeden gideceği yere sağ salim ulaştıysa, köyde kalan yetimin de nasibi var mıydı, o da kıştan sağ salim çıktı. Dul kadın, evi köydeki evi olmayan gariplerin birine bırakmıştı. Çocuk yabancı yuvanın kenarında tüneyip gün görmek zorunda kaldı. Baharın gelmesiyle birlikte onun aklına Çatkal’daki yakın akrabasına nasıl gitsem diye bir istek oluşmaya başladı. Çatkal’a kim gidecek diye halkın ağzındaki lafı sözü gözetledi. O sırada yola çıkacaklar da bulundu. Yetim çocuk o gruptakilere yalvararak onlarla beraber gidecek oldu. Onların arasında merhum babasının uzak bir akrabası da vardı, çocuğa o destek oldu.

Atlısı, yayanı var olup toplam olarak beş altı kişiydiler. Yayanlar atlılara yetişemiyor. Ama uzak yola çıkınca kimin önde kimin arkada olduğu kimsenin umrunda değildi, sadece yolun gidilmesi önemli. Çocuk çoğunlukla topluluk arkasında tezek topluyor. O zaman da diğer akrabası onu bir müddet dinlendirmek için atının üzerine alıyor. Böylece, o bir şekilde umduğu yere ulaşır mıydı, kim bilir, ama kader değildi. Yolculuğun üçüncü gününden itibaren çocuk karnım ağrıyor deyip kıvranmaya başladı, sonradan da bayıldı. Ona ne olduğunu anlamayan yolcular onu yakın yerdeki değirmencinin evine yetiştirdiler. Bu da kaderin nasibi ki, genelde Çatkal’a doğru giden yolda hiç ev ya da insan yoktur. Sonuçta yolcular çocuğu bekleyemezdi. Çocuğu değirmenciye bırakıp yola koyuldular. Değirmenci merhametli kişi çıktı. Çocuğu yatağa yatırıp, yolcuları uğurladı. Çocuk o zamanlar 15-16 yaşındaki gençti. O kendine gelmeden ikinci gün can veriyor. Değirmenci onun cenazesini okuyup değirmenden fazlaca uzak olmayan bir yere gömüyor. Mezarın etrafına taşları dizip hayvanların çiğnememesi için de diken, çalı ile çeviriyor.

O zamanlar çocuğun hastalığının ne olduğunu kimse bilmiyordu. Kartanbay şimdi düşünürse çocuk apandisitten hastalanmıştır. O zamanlar çocuğun hangi hastalıktan hastalandığını bildikleri günde de kim ona yardım edebilecekti?

Zavallı yetim o zamandan beri de tamamı ile unutulup kaldı. Kartanbay’ın  buna inanışı tam. Bir keresinde o Burulça’nın kocasına o kardeşi hakkında sorduğunda, onu iyi hatırlayamadığını söylemişti. Sadece evde gözünde hastalığı olan yetim bir çocuğu hatırladığını söylemişti.

Ancak, Kakiş onu nasıl bilmesin? Oğlu bilmiyorsa, demek anası hayattayken ona yaşında ölen bir kardeşi hakkında bir kere bile bahsetmemiştir. Zavallı Kakiş o sırrı içinde saklayıp kendisiyle beraber götürmüş.

Kartanbay, değirmenciyi de tanıyordu. O bir müddet sonra değirmeni bırakıp, komşu köye taşınmıştı. Böylece yetimin mezarı da kendisi de bozkırda yalnız kalıp, bugüne kadar da yalnız duruyordu. Üzerini kurumuş çerçöp ile ot kaplayıp, bir baktığında onun mezar olduğu da bilinmiyordur.

Değirmenci ağırbaşlı birisiydi. Soran eden olmasa şöyle böyle diye başkalarına çocuk hakkında bahsettiğini kim bilirdi. Çocuk hakkında olmasa da mezar hakkında onun ailesindekiler biliyordu. Ama bir zamanlar evine gelip ecelini orada bulan birisiyle kimin işi olurdu? Değirmenci ise Allah'ın önünde, bir kulun önündeki farzını yerine getirmişti ve geri kalanıyla onun da işi yoktu. Geçen geçti giden gitti. Şimdi değirmenci bu dünyadan göçüp gideli on yıldan fazla zaman oldu.

İşte lafın özü böyle. Bunu Burulça biliyor muydu?

Akşamleyin Burulça önceki hareketini tekrarladı. Sebepsizce bekleyip durduktan sonra o da evine gitmeye hazırlanıyordu. Birdenbire oğlu, ev sahibi Asanbek geldi. Onlar bir müddet sohbet ettiler, ciddi bir şeyleri çözememişe benziyorlardı. Onların konuştuklarını duymasa bile onların hareketlerinden Kartanbay, oğlunun annesini eve çağırdığını anladı. Annesi kabul etmedi, dönüp evine yürüdü.

Eve giderken Burulça Kartanbay’a selam verdi.

- Ne oldu Burulça sorunu çözdünüz mü?

- Ne söylüyorsun abi?

- Üçüncü kez geliyorsun da, bugün bir başkasın.

- Dediğiniz doğru abi, bugün komşunuzla nihayet konuşabildim. O razı olacak mı olmayacak mı diye çok endişelenmiştim. Ama sağ olsun çok hızlı razı oldu. 

- İyi olmuş. O nasıl bir iş? Sır değilse?

- Abi, affet, şu an acelem var. Yaşlı kocam evde yalnız kaldı. Ben evde olmadığımda sıkılıyor. Uygunsa sözün tamamını başka bir gün anlatsam olur mu?

Kartanbay ona kafa salladı. Burulça yoluna koyuldu.

V

Burulça’nın işinin sırrı Kartanbay, Asanabek’in kendisiyle görüştükten sonra da açığa çıkmadı.

- Amca, onun fikrinin ne olduğunu ben de anlamadım. Genç boğanı versen iyi olur dedi. Ben de çok soru sormadan, tamam dedim.

- Genç boğayı ne yapacakmış?

- Kendisi söylemedi, ben de sormadım. Kendisi de acele ediyordu, zaman olmadı.

- Belki Kakiş Baybiçe’nin aşı için lazımdır.

- Büyükannemin aşı için üç yaşındaki boğa besleniyor. Babamla Esenbek ikisi masrafı eşit bölüp üstlenecek oldular.

Esenbek, Asanbek’in babası ve annesiyle beraber oturan küçük erkek kardeşi.

Onlar böylece ayrıldılar. O arada Kakiş Baybiçe’nin yıllık aşı da yaklaşıyordu. Asanbek’in söylediği boğa Asanbek’in hayvanlarının arasında tekrardan Kartanbay’ın gözüne ilişmedi. Daha sonra Asanbek yaşlı adamın evinin yanından geçerken Kartanbay’ı yukarıdaki evde verilecek büyük annesinin aşına kendi ağzıyla çağırdığı gün de geldi. 

İşin sırrı beklenmedik yerden açığa çıktı. Aştan bir iki gün önce Kartanbay Nurkan’a Kakiş Baybiçenin yıllık aşı hakkında sordu. Gelini sanki sadece bu soruyu bekliyormuşcasına coşkuyla anlatmaya başlamaz mı.

Meğerse, Burulça ablanın kocasının bir yakını varmış. Onun hakkında son zamana kadar kimse bir şey bilmiyormuş. Hatta, ihtiyarın kendisi de. Elbette, Kakiş Baybiçe biliyormuş ama ölümüne kadar hiç kimseye söylememiş. Ölmek üzereyken de sadece Burulça’ya söylemiş diyorlar.

Böylece Burulça abla unutulup kalan merhum kaynının aşını Kakiş Baybiçe’nin yıllık aşı ile birlikte vermeye karar vermiş. Onun adı Temirbekmiş. Burulça abla onun için mal kesmek istediğinde mal da bulunmuş: Asanbek ona genç boğasını hediye etmiş galiba. İşte böylece onlar iki kişinin, üvey annesi ile üvey oğlunun aşını birlikte vermek istiyormuşlar.

Bu Nurkan’ın kayınbabasına hiç bir kelimeyi bırakmadan anlattığı hikâyesi. Kartanbay sadece:

- Bunu nerden öğrendin?-diye sordu. Meğerse, bunu o komşusundan, Asanbek’in karısından duymuş.

Son günlerde Kartanbay’ı bir düşünce sardı. Evdekilerin hepsi bunu fark etti, ama ağızlarını açıp sormaya kimsenin dili varmadı. Bir avluda ileri geri yürür, bir de kayalığın kenarına gider, dürbüne bakıp diğer kıyıyı izler, sonra tekrar evine döner, civcivleri izliyormuş gibi yapar ama aklı başka yerdeydi. Bir gün Arstan’a şöyle dedi:

- Yukarıdaki eve gidip, hayvanların arasındaki ala ineği alıp gel. Onun gibi başka hayvan yok, çabuk bulursun. Baban bir şey derse, büyük babam dedi dersin.

-  Şimdi mi? Gecenin tam ortasında?

- Sabah yetişemezsin, hayvanlar yaylaya çıkar.

Arstan ona şöyle bir baktı da, dönüp kapıdan çıkıp gitti. Büyük babasının dediği gibi yaptı.

Sabah o Arstan’a ineği alıp arkamdan yürü diye buyurdu.

- Nereye, büyük baba?

- O senin işin değil.

Yaşlı adam bastonuna dayanıp zar zor yürüdü. Asanbek’in avlu kapısına geldiler. Arstan onun kilidini açtı da seslenerek ev sahibini çağırdı. Komşusu işe henüz gitmemişti. Dışarı çıkıp, ihtiyara el verip selamlaştılar.

- Erkenden gelmişsiniz, abi?

- Konuşacak bir konu var Asanbek. Çok eski zamanlarda senin büyük annene bir çuval (kap) buğday borçlanmıştım. O zamandan bugüne kadar yıllar geçti. Kakiş Baybiçe de vefat etti. Zamanında geri versem iyi olurdu, hiç fırsatım olmadı. O buğday, kıyametlik borç gibi oldu. Benim gitmeme de az kaldı. O buğday için Allah’ın huzurunda günahkâr olasım gelmiyor. Onun yerine bu ineği al ve hakkını helal et.

- Bir çuval buğday için bir inek mi? Adaletlilik nerede? Olan olmuş, zaman geçmiştir. Geçmişteki her şeyi olduğu gibi bırakamaz mısın? dedi Arstan.

- Sana söz yok diye karşılık verdi Kartanbay. – Kendini büyük görme. O buğday olmasaydı belki şimdi ben hatta sen bile burada olmayacaktın.

- Hayır desem, alınacaksınız belki. Ancak, o zamandaki bir çuval buğday hakkında da, sizin yaşadıklarınız hakkında da hiçbir şey bilmiyorum. Ama bu meselenin sizin için önemli olduğu her halinizden gözüküyor. İnek burada kalsın, ama daha sonra onu tekrar alayım deseniz, bu sizin isteğiniz. Uzak yer değil, avlular birbirine yakın dedi, Asanbek.

Bu olay böylece bitti. 

Biz de burada son bir nokta koyup hikâyeyi bitirsek olurdu. Ama kısaca bir iki söz daha var.

İki üç gün sonra Kartanbay, ala doğanın yavrularının yuvanın üstünde dönüp uçmaya başladığını fark etti. Onların yuvadan uçtuğunu Kartanbay da anlamazdı: bir gün baksa ala doğan çiftinden biri önceki kendinin izlediği yerinde dağın kenarında oturmaktaydı. Çok geçmeden yuvada tünekleyenlerden biri uçup gelip yanına kondu. O hemen konmadan sendeleyerek uçuruma doğru düşecek gibi oldu. O anda iki kanadını güçlü çırpıp zar zor düzgün hâle geldi. Aferin küçük ala doğan! Kartanbay yanılmadıysa, sen önceleri yuvadan dışarı çıkıp, anne babanı uğraştıran inatçının ta kendisisin. Bu adımından vazgeçme!

Civcivler de büyüdüler. Elbette, bir-iki tanesi telef oldu. Ama onlar kendi ecelleriyle öldüler.


 

[1] Sovyet Ekonomisi

[2] Sovyetlerin kuruluş yıllarında Orta Asya’da komünistlere direniş gösteren saldırı ve soygun yapan bir grup.

[3] dövülmüş buğday.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 154. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 154. Sayı