HaftanınÇok Okunanları
COŞKUN HALiLOĞLU 1
KEMAL BOZOK 2
HİDAYET ORUÇOV 3
Kardeş Kalemler 4
Emrah Yılmaz 5
BAYAN AKMATOV 6
MARUFJON YOLDAŞEV 7
Aynı soydan gelen ancak önce farklı coğrafyalara yerleşme, daha sonra da siyasi sebeplerle birbirinden ayrı kalan kardeş boyların birbirini tanımasında, gelenek-görenek ve kültürlerindeki ortaklıkları görüp ayrılıklardan kaynaklanan zenginliklerin de farkına varmasında, elbette edebî eserlerin karşılıklı olarak okunabilmesinin büyük etkisi vardır. Aslında Türk Dünyasının farklı coğrafyalarının aralarındaki fiziki ayrılığa rağmen birbirinden gönül bağı olarak uzak olmadıklarını Mağcan Cumabayev’in Kurtuluş Savaşı yıllarında yazdığı “Alıstagı Bawırıma”; 1911 Türkistan depremiyle ilgili olarak da İstanbul’da yazılan Ali Ulvi’nin “İlk Yurd”, İshak Rafet’in “Türkistan” ve Tepedelenlizâde Kâmil’in “Asyâ-yı Vustâ Felâket Dîdeleri İçün: Te’âvün, Ashâb-ı Hamiyyete” başlıklı şiirleri açık bir şekilde göstermektedir. Sovyetler Birliği zamanında, bazı Türk şair ve yazarların eserlerinin de rejimin şartları doğrultusunda Rusça’ya çevrildiğini ve Türk soylu kardeşlerimizin sınırlı sayıda da olsa, bu eserleri okuyabildiklerini bilmekteyiz.
Eski Sovyetler Birliği çatısı altında yaşayan Türk soylu kardeşlerimizin bağımsızlıklarını elde etmelerinden sonra, “Atatürk’ün “Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz.” sözü doğrultusunda, tarihî şartlar nedeniyle istenildiği düzeyde kurulamayan bu kültürel köprüler yavaş yavaş kurulmaya başlanmış, hatta Türkiye açısından bakıldığında Türk Dünyasının birçok yazar ve şairinin eserleri Türkiye Türkçesine kazandırılmış, üniversitelerde halk kültürü ve edebiyatı ve çağdaş edebiyat alanlarında sayısız bilimsel çalışma da yapılmıştır. Ancak olaya diğer taraftan baktığımızda, Türkiye Türkçesiyle kaleme alınmış olan eserlerin istenilen seviyede diğer Türk yazı dillerine aktarılmadığı görülmektedir. İşte bu sebeple, Mart 2018 tarihinde Türk Ocakları Derneği Bursa Şubesi tarafından yayımlanan Kojogeldi Kultegin’in “Köklerden Kanatlara Kadar” adlı şiir kitabı önemli bir eserdir.
Kök ve kanat olarak iki ayrı uç noktayı işaretleyen “Köklerden Kanatlara Kadar” adlı şiir kitabı iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde şairin Kırgız dilinde yazmış olduğu şiirler Türkiye Türkçesine aktarılmıştır. İkinci bölümde ise Kojogeldi Kultegin; Karacaoğlan’dan 11, Nazım Hikmet’ten 13, Necip Fazıl’dan 20 şiiri Kırgız Türkçesine aktarmıştır.
Bu şiirler değerlendirildiğinde öncelikle aktarmalardaki başarıdan söz etmek gerekmektedir: Şimdiye kadar yapılan aktarmaların bir kısmı değerlendirildiğinde zaman zaman kelime aktarması yoluna gidildiği, böylece de yazı dilleri arasındaki yalancı eşdeğerlik, yardımcı fiillerin kullanımı gibi çeşitli sebeplerle yanlışlıklara düşülebildiği görülmektedir. Bunun yanı sıra, anlama önem veren bazı aktarmalarda da şiir dilinden uzaklaşılıp şiirsel açıdan aktarmalarda zevksiz bir söyleyişin ortaya çıktığı görülebilmektedir. Kojogeldi Kultegin’in kitabında gerek Kenan Çarboğa, Kalmamat Kulamshaev ve Mayramgül Dıykanbayeva gibi gençlerin Kırgız Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktarmalarında, gerekse şairin bizzat Türkiye Türkçesinden Kırgız Türkçesine yaptığı aktarmalarda her iki yanlışa da düşülmediği söylenebilir. Çünkü şiirler kelime kelime aktarılmayarak aktarıldığı dildeki anlamı ön planda düşünülmüş; ayrıca şiire şiir tadını veren ölçü ve kafiye gibi unsurlara da azami derecede dikkat edilmiştir. Bu sebeple şiirin özgünündeki kafiye düzeninin ve ölçünün aktarmada da sağlandığı görülmektedir ki bu aktarma şiir metinleri için bir başarıdır.
Kitabın birinci bölümünde yer alan şiirler elbet okuyucu tarafından takdir edilecektir. Kojogeldi Kultegin’in Kırgız Devlet Halk Şairi unvanını taşıması da bize bu şiirlerin özgünlüğü ve Kırgız edebiyatındaki yeri hakkında fikir verecek mahiyettedir. Kitabın Sunuş yazısının “Gönlü, Tabiat Kadar Zengin Bir Şairin Kaleminden” başlığını taşıması da şairin şiir dünyasının enginliğini ortaya koyar mahiyettedir. Biz bu bölümde yer alan şiirleri üç açıdan değerlendirmeye çalıştık:
1. Şekil yönünden şiirlerin değerlendirilmesi: Şair, şiirlerini iki şeklide yazmıştır. Bunlardan birinci gruptaki şiirler dörtlük nazım birimiyle, hece ölçüsüyle ve belli bir kafiye düzenine göre kaleme alınmış şiirlerdir. İkinci gruptakiler ise serbest nazım şeklindedir. Kojogeldi Kultegin, halk şairi unvanının şartını birinci gruptaki şiirlerinde şekil yönünden yerine getirmektedir. Bilindiği üzere Türk halk şiirinde nazım birimi dörtlük olan şiirler daha büyük bir yekûn teşkil etmektedir. Şair bu geleneği bozmayarak dörtlük nazım birimini kullanırken bu şekle bir yenilik de getirmiştir. Yenilik olarak tespitimiz şu şekildedir; bilindiği üzere, Türkiye Türklerinin halk edebiyatında her dörtlük ana ayak ile birbirine bağlanır. Yani şiirin bütününde devam eden bir kafiye düzeni vardır (abab cccb dddb… veya abcb dddb eeeb veya aaba ccca ddda gibi). Kojogeldi Kultegin, gelenek ile çağdaş şiir özelliklerini birleştirerek şiirlerinde “koşma” tipi kafiyenin dışına çıkmış; her dörtlüğün mısralarını sadece kendi aralarında kafiyelendirmek gibi, daha çok çağdaş şiirde görülen bir farklılığı şiirlerinde uygulamış ve bunda başarılı olmuştur. Bu özellik ona dörtlüklerde daha serbest söz söyleyebilme özelliği kazandırmıştır denilebilir. Bu grupta yer alan şiirlerde şair, yine geleneksele bağlı kalarak 11, 8 ve 7 heceli hece ölçüsü kalıplarını aksatmadan kullanmış; şiirleri aktaranlar da başarılı bir şekilde şiirleri hece ölçülerine uygun şekilde ve kafiye düzenini koruyarak aktarmışlardır. Aktarma şiirlerde kafiyeden ve ölçüden taviz verilmemesi de, şiirin şiir tadında kalmasını sağlamıştır.
2. Şiirleri konu açısından değerlendirdiğimizde ise, Kojogeldi Kultegin’in çok geniş bir konu yelpazesinin olduğunu söylemek mümkündür. Tırnaktan yumruğa, telefondan cep saatine, arabanın aynasından AVM’ye ve SMS’e, çok sık değiştiği bir gerçek olan çocuk bezinden dar kesimli sarı kota, berbere, patenden lastik top ve balona kadar, birçoğuna şimdiye kadar başka bir şairin dikkat etmediği her türlü unsur, şairin duygularını dile getirmede ustaca seçilmiş birer metafor olabilmektedir.
Şiirleri genel bir tasnifle, lirik konulu şiirler, epik konulu şiirler ve didaktik/sosyal konulu şiirler olarak üç ana başlık altında değerlendirmek mümkün olmakla birlikte, şairin Çanakkale, Atatürk, 15 Temmuz gibi konusunu Türk tarihinden alan epik denilebilecek şiirlerinde de “Havalimanında”, “Yokluk Pazarı” gibi sosyal konulu şiirlerinde de duyguyu ön plana çıkardığını söylemek yanlış olmaz. Genel olarak Kojogeldi Kultegin duygu dolu bir şairdir ve bütün şiirlerinde bunu başarılı bir şekilde yansıtmıştır. “Havalimanı” gibi günlük hayatımızda sıradan gibi görünen bir konuda bile şair, havalimanına duygu katmayı başarabilmiştir. Bu özellik şairin yaşadığı her anın duygusal yönünün farkında olduğunu göstermektedir.
Kojogeldi Kultegin’in, 2014 yılından beri görevli olarak yaşadığı Türkiye’ye aşinalığını ve kardeş olmanın bilincini yansıtan duygusal yaklaşımını da çeşitli şiirlerinde görmek mümkündür. Şairin, Çanakkale Savaşı ile ilgili bir anekdotu bilerek bunu şiirleştirmesi, onun Türkiye Türklerinin tarihine gösterdiği ilginin ve kardeş Türk boyunun bir ferdi olarak bu olayla ilgili hissettiklerinin göstergesidir. “Atatürk’ün Cep Saati” başlıklı şiirinde, Türk’ü, Türklüğü kırmak üzere Anadolu’ya gelenleri “çağdaş asrın yapışık yamyamları”na benzetmesi, şairin Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine” şiiriyle aynı duyguları paylaştığının göstergesidir.
Şairin şiirlerinde, günlük hayatta görebileceğimiz kitap okurken kitabını göğsüne koyup da uyuyan bir genç kız gibi, şimdiye kadar şiir olabileceğini belki de hiç düşünmeyeceğiniz konular da yer alır; halk kültüründen yansıyan muska ve Kırgızların misafirperverliği, mitolojiyle ilgili Anka kuşu, orman devi gibi unsurlar da şiirin zengin içeriğinde yan yana yer bulabilir.
“Öğrencisi âşık olup utanan/Muallimdir sırrı kalbe işleyen” gibi, çok kısa ancak üzerine bir roman yazılabilecek mısralar, şairin şiirinin derinliği gösteren mısralardır.
Şair, kanaatimce kitabında diğerlerinden ayrı bir yere sahip olan “Aydanek” başlıklı üç bölümlü şiirinde, kızının şahsında çocuğun kıymetini dile getirir ama farklı yaş dönemlerini dile getiren bu üç ayrı şiirde “Boncuğunu boynunda/Gel sayayım Aydanek/Gölgeni de kaldırıp/Ele alayım Aydanek”, mısralarını tekrarlamasının sebebini şairin kendisi daha doğru bilir, ancak bir okuyucu olarak bana kızının büyüdüğünü kabullenemeyen bir babayı ve benzerlerini düşündürür.
Şairin şiirlerinde Atatürk, Manas, Cengiz Semetey gibi hem tarihî hem de destan kahramanlarının yer alması, bilgi birikiminin zenginliğini gösterir mahiyettedir. “Bir asırlık hayatı bir günde yaşamak” gibi mısralarla şair, kendi soyundan olan ancak evrensel bir sanatçı olan büyük yazar Cengiz Aytmatov’un eserlerine telmih yapar. Bir başka şiirinde yine evrensel bir değer olan Beethoven mısraların arasından kendisini hatırlatır.
Bu birkaç örnek, şairin şiir dünyasında yer alan konu ve sembollerin zenginliğinden sadece birkaçıdır; hepsinin üzerinde durmak, şiir kitabı kadar zengin bir kitap daha yazılmasını mümkün kılar. İşte, okuyucu, bu konu ve duygu zenginliği sayesinde kitaptaki şiirleri sıkılmadan baştan sona bir solukta okuyabilmektedir. Kanaatimizce bu büyük bir başarıdır.
3. Eser, edebiyat eleştirmenleri tarafından sanatsal değeri bakımından detaylı bir şekilde değerlendirilebilir. Biz bir okuyucu ve edebiyat tarihçisi olarak şiirlerde ne gördük sorusuna cevap vermeye çalışalım.
Şairin şiirinde seçtiği konu ve imgeler özgündür. Bunların özgünlüğü daha ilk bakışta dikkati çekmektedir. Mesela, ilk şiirde “uzun tırnaklar” gibi şimdiye kadar şiir dünyasında bu konuyla karşılaşmayan okuyucu, şiir boyunca tırnaklardan şairin duygusal alana nasıl kaydığını da gariplik hissetmeden görmektedir. “Tırnak” temasının şairin başka şiirlerinde de kullanılmış olması, bu imgenin şairin duygu dünyasında etkili olduğunu göstermektedir. Kanaatimizce “uzun ve boyalı tırnaklar” modern çağın izleridir.
Mesela şairin “Kucak” ile ilgili şiirinde, pehlivanların birbirini yenmek için bile kucaklaştıklarını söylemesi, konuya çok farklı bakabilen bir şairin özgünlüğüdür. Aynı şekilde, şairin arabanın antenleri için kullandığı benzetme, işten anlamayan kişileri arabanın kaputunu açan ama ne olduğunu anlamayan ustalara benzetmesi de, şair için özgün söyleyişlerdir. Şiir kitabı baştan sona bu özgün söyleyişlerle mısra mısra işlenmiştir.
Kojogeldi Kultegin, Türk Dünyası halk edebiyatının geleneksel şiirinde yer alan “zamandan, devirden şikayet” konusunu da şiirlerinde işlemiş ancak, bu konuyu da özgün ifadelerle özelleştirebilmiştir. Şair bu tür şiirlerinde eski halk şairlerinin felsefi düşünceleri işleme yollarını kullanmakta; insanı düşündürmeyi, kullandığı çok kısa bir ifadeyle de başarabilmektedir. Bu bağlamda, “Islak kağıdın düz şekilde bölünememesi” gibi mısralar, herkesin bildiği ama belki de hiç söylenmemiş bir gerçek olarak Kojogeldi Kultegin’in şiirinde yer alır. O şiirinde çok büyük sözler söylemez ancak herkesten farklı unsurlara dikkat ederek farklı şekilde söyler ve etkili olur. Şairin duygusallığı en epik mahiyetteki şiirlerinde dahi hamaset boyutunda değildir ancak okuyanın çok farklı düşünmesini, gönülden hissetmesini sağlar.
Şair dinî duygular içeren mısralarında da içten duyuşun, samimiyetin ifadelerini çok rahatlıkla kelimelere dökebilir. Buna da bir örnek vermek gerekirse, “Ben fark ettim tam rükûa giderken/Gördüm onlar vakte esir düşerdi”… mısraları, rükûdaki inanmışın teslimiyetle dolu anını sade, öz ve özgün şekilde dile getirir.
Şairin, Atatürk’ün cep saati imgesini, Türklüğün kurtuluşunu ve sağ kalışını ifade etmek üzere, yüz yıl sonrasıyla ilişkilendirip 15 Temmuz olaylarını işlerken de kullanması, söze hakimiyet ve bütüncül bakabilme başarısının göstergesidir. Bir başka şiirde vatanın yüzünün gülmesini, araba çarpmasından son anda kurtulan kızın yüzünün gülmesine benzetmesi, vatan gibi epik bir konuyu nasıl duygusal ve herkesin hissedebileceği bir noktaya getirdiğinin ifadesidir. “Tık tık eden topuklar"ın “şen ülkenin marşı olması” gibi bir benzetmenin özgünlüğü tartışılamaz. Bu mısraları okuyan kişi hemen savaş veya sıkıntı zamanlarında insanların topuklu ayakkabının temsil ettiği şekilde giyinmeyeceklerini düşünüyorsa, burada şairin ustaca yakaladığı bir ayrıntı gizlidir.
Şair kimi şiirlerinde genellikle de son mısraları tekrarlayarak duygu yoğunluğunu baskın şekilde okuyucuya duyurmayı hedefler; “Güzeli yok ülkenin/Sultanları da yoktur”, “Esen kaldı Türkiye/Çarptı kurşun saatine Atatürk’ün”… gibi.
Şairin İstanbul için yazdığı şiirde “Konuklar İstanbul’a gelir, ama/Yaşlanır otele dek geçen zaman” ifadesi, İstanbul ile ilgili bir gerçektir. Bu sözler, şairin güzelliklerin yanı sıra hem trafik gibi olumsuzlukları da ince bir ifadeyle görüp göstermeye çalıştığının işaretidir hem de İstanbul’un tarihi yapısının insanı geçmişe doğru çekmesi gibi bir başka duygunun göstergesidir. Şiirlerde bazı gerçeklerin katı ifadesi, bu örnekte olduğu gibi, şair tarafından yumuşak bir söyleyiş hâline getirilir. İstanbul’un “Sürmeli göz üstüne biten şehir”e benzetilmesi ise şimdiye kadar İstanbul için yapılmış benzetmelerden çok farklıdır. Aynı şekilde, “Türkiye İzdüşümü” şiiri ise konusunu Türkiye’den almakla birlikte Türkiye’nin gerçekleri üzerine düşünmemizi sağlayan ama farklı bir bakış açısını da yansıtan bir şiirdir.
Şairin şiirlerinde yer alan tasvirlerin bir kısmı, yaşadığı Türkiye’nin Ankara ve İstanbul gibi şehirlerine yönelttiği dikkatin ifadesi iken, “Yaylada” gibi bazı şiirlerinde de onun çocukluğunun geçtiği yerlerin hayatının izleri yer alır.
Şair bazı şiirlerinde öylesine mısralar oluşturur ki, bunlar tek başına çok basit sözlerdir. “Uyu güzel, uyuman çok iyidir” ifadesi gibi. Benzer bir mısra da “Berber” şiirinin sonunda vardır “Başım göğe ermiş gibi soluklandım/O-h-h-h!!!”. Bu sözler tek başına olduğunda veya başka bir şiirde, Kojogeldi Kultegin’in şiirindeki gibi dinlendirici bir etki bırakmaz. İşte, şairi başka şairlerden ayıran özelliklerden biri de budur.
Her şair baharın gelişini farklı şekillerde dile getirebilir. Kojogeldi Kultegin ise “Buzların ve soğukların üzülerek, sevinerek gitmeleriyle” baharı getirir. Böylesine duygusal bir konuyu, görev süresi biten cumhurbaşkanının duvardan indirilen resmi ile özdeşleştirilir ama iki farklı boyuttaki bu söyleyiş birbiriyle çarpışmaz, şiirde sırıtmaz, ancak başlangıçtaki noktadan başka noktalara çekerek düşündürür.
Bilindiği üzere Dünya Kadınlar Günü 8 Mart’tır. Bilinmeyen ise, kaç kişinin 8 rakamına baktığında hamile kadın sembolü görebileceğidir. Kojogeldi Kultegin böyle görür.
Şairin “Bir kirazdır allı kız/Dili şeker ballı kız/Ay yeniden doğdum der/Yüzü güneş halli kız” gibi mısraları ise, bir halk hikayesinden metinlerarasılık örneği gibi, onun şiirlerine yansımıştır.
Yazarın iradesi başkalarının elinde olanları “süs köpeğine”, kışı “beyaz yumurtaya”, eski takvimi “bir rahmetlinin resmine”, sular için denizi “bir mahpushaneye”, dağları “kara buğraya” benzetmek gibi benzetmelerinde hem şiirsel akıcılık hem günlük hayattan tespit hem de özgünlük vardır.
Şair, az da olsa, yazım bakımından aynı veya benzer ama anlam bakımından farklı kelimeleri kafiye olarak kullanmak anlamında olan cinaslı söyleyişlere de ver vermiştir; “Ne olur bir kere gülüverseydim/Cümle gülistanı, gülü verseydim”.
Şair, Kırgızlar ile Türkiye Türklerini karşılaştırırken güzel bir hareket noktası olarak gözleri seçer. Türkiye Türklerinin gözleri diğer kardeşlerinden ayrı düştükten sonra etrafa şaşkınlıkla bakarken açılmış ve büyümüş, geride kalan Kırgızların ise yaz-kış yola gözlerini kısarak bakarken gözleri küçülmüştür.
Şairin şiirleri bunun gibi özgün imaj ve metaforlar açısından son derece zengindir. Yine bir başarı olarak okuyucu bu benzetme ile ne denmek istendiğini uzun uzadıya düşünmez, her okuyucu kendisine göre bir anlam bulabilir.
4. Dil yönünden şiirlerin değerlendirilmesi: Şair, Kırgız kişiliğyle, önce millî dil konusunda duyarlıdır. Bunu “Kırgız Dili” başlıklı şiirinde dile getirir: “Kırgız olup Kırgızca bilmez kişi/Büyük Kırgız dilinin mezarıdır.” mısralarını yazan şairin kullandığı dile dikkat ettiğimizde, bu dilin kolayca anlaşılabilir ve akıcı olduğunu söyleyebiliriz. Mısralarında yaptığı tasvirlerde kullandığı kelimeler tasvir edilenin göz önünde başarılı şekilde canlandırılması için yeterli, okuyucuyu ayrıntıya boğmayacak şekilde de sınırlıdır. Mesela “Yokluk Pazarı” şiirinde “Hem örtüsüz hem de kirli tutarlar/Bize mikrop, bize ölüm satarlar./Bu pasaklı, bu dağınık pazarlar/Marketlerin çöplüğünden beterler” şeklindeki dört mısra buna örnektir. “Kesilirken ayakları çırpınan/Bir hayvandır sanki akşam pazarı” mısraları ise akşam pazarlarının telaşlı çırpınışlarını az kelimeyle dile getirmektedir.
Şairin dili kullanışı öylesine kıvraktır ki sırtüstü düşen bir böceğin tasvirinden duyguya geçişte hiç zorlanmaz; bu geçiş okuyucu üzerinde de gereksiz ve ilgisiz izlenimi bırakmaz.
Şairin kitabının ikinci bölümünde Kırgız Türkçesine aktarılan şiirler de Türk edebiyatının Kırgız Türkleri arasında tanınmasına katkılı olacak mahiyettedir. Şiirlerin seçimine dikkat edildiğinde, seçilenlerin şairlerin en beğenilen şiirleri olduğu görülmektedir. Bu şiirlerin bizzat şair tarafından aktarılması sırasında aynı kelimelerle kafiyenin sağlanması mümkün olmasa da bir iki şiir dışında şiirlerin kafiye düzeninin şekilsel olarak korunduğu, özellikle de Türk halk şiirinin geleneksel yapısını yansıtan Karacaoğlan’ın şiirlerinde koşma nazım şekline bağlı kalındığı görülmektedir.
Eserde bütün şiirler iki yazı diliyle verildiğinden, konuya ilgi duyan okuyucunun iki dili mukayese ederek söyleyiş ve anlam benzerliklerini yakalaması, dil yakınlaşması açısından da son derece önemlidir.
Kitap sayfalarının üstünde yer alan özlü sözler ise gerçekten dilden dile dolaşabilecek ve şairin bu tür tespitlerinde de başarılı olduğunu düşündürebilecek mahiyettedir. Bunların Türkiye Türkçesine aktarımında Mayramgul Dıykanbayeva oldukça başarılıdır.
Bütün bu özellikleriyle Kojogeldi Kultegin’in “Köklerden Kanatlara Kadar” adlı şiir kitabı hem şairin kendisini bize hem de Türk şiirinin bazı örneklerini Kırgız Türklerine tanıtan ve bunu başarılı aktarmalarla gerçekleştiren bir eser olarak edebiyat dünyasında yerini almıştır.