HaftanınÇok Okunanları
Gülzura Cumakunova 1
HİDAYET ORUÇOV 2
Osman Çeviksoy 3
UFUK TUZMAN 4
HUDAYBERDİ HALLI 5
Emrah Yılmaz 6
KEMAL BOZOK 7
Kılıç ustası Hacı Mustafa’ya ait iki katlı evin avlusu, Kayış Köprü Sokağı’na açılan avlu kapısının hem önü hem arkası kalabalıktı. Yeni gelen gençler sokakta kalıyor, yaşlılar eve girip çıktıktan sonra ya avluda ya da sokakta bekliyorlardı. İleri yaşına rağmen dimdik duran, sağlıklı ninelerden bazılarının kucaklarında küçük torunları vardı. Başı sarıklı, beli kuşaklı, sakalı bıyığı ağarmış dedelerden sadece birkaçı bastonluydu. İlk gençliğini geride bıraktığına inanmış geçlerin birkaçı bıyık bırakmıştı. Kalabalık genelde hareketsizdi.
Ve çocuklar…
Çocuklar kalabalığın hareketli varlıklarıydı. Yakalamaca, atlamaca, zıplamaca gibi çeşitli oyunlar oynuyorlardı. Sokaktaki yetişkinler gibi avlu kapısına, avludakiler gibi evin kapısına dönüp dönüp bakmıyorlardı. Ne hüzünlü ne sevinçliydiler çünkü oyun peşindeydiler.
Niçin toplanıldığını bilmeyen herkes, düğün toplantısına da ölüm toplantısına da benzemeyen bu kalabalığı çözemez, hayretler içinde kalabilirdi. Çocukları bir yana bırakırsak, kimse ağlamıyor, kimse gülmüyor, kimse üzülmüyor, kimse sevinmiyor gibiydi. Yüksek sesle konuşan yoktu, yanındakine bir şeyler anlatan çoktu. Övücü, takdir dolu ifadelerle Hasan adında birisinden söz ediyorlardı. Hasan’ın bebekliğinden, çocukluğundan beri delilik derecesinde yiğitliğinden, mertliğinden, korkusuzluğundan söz ediyorlardı. Çoğu “Babasına çekmiş!” diyordu. “Sadık Hoca’nın yetiştirmesi!” diyenler de oluyordu.
Evin avluya açılan kapısından ilk olarak Mustafa Usta çıktı. Sol omuzunda içi tıka basa doldurulmuş kalın kumaştan kocaman bir çanta asılıydı. Sokak kapısına doğru yürürken “Gidiyoruz!” dedi, avludakilerin duyabileceği bir sesle. Ardından oğlu Hasan çıktı. Hasan, yeni tıraş olmuş, yeni giysiler giyinmiş, damatlara benzemişti. Biraz bolca duran giysileri içinde bile ne kadar sağlam, diri, gelişmiş bir vücuda sahip olduğu anlaşılıyordu. “Taşı sıksa suyunu çıkarır!” denilen gençlerden biriydi. Belinde hocasının hatırası, incecik yeşil bir kuşak vardı. Bu kuşak, benzerlerinden çok hafif, çok uzun, çok sağlamdı. Topaklandığında avuçları içine sığabiliyordu. Hint dokumasıydı. “Uğurludur! Belinden eksik etme!” demişti hocası.
Babası gibi Hasan’ın omuzunda da sağlam kulplu, dolu bir kumaş çanta asılıydı. Babasındaki giyecek çantasıysa Hasan’daki uzun sürecek yol için azıktı. İki çantanın ağzı da kemikten düğmeler, sağlam kopçalara geçirilerek kapatılmıştı.
Baba oğul, çevrelerini saran insanlarla birlikte avlu kapısından sokağa çıktılar. Bütün ilgi Hasan üzerindeydi. Gençler Hasan’la tokalaşıyorlar, kucaklaşıyorlar; yaşlılar sarılıp yanaklarından öpüyorlardı. Herkes iyi dileklerde bulunuyor, hayır dualar ediyordu. En çok söylenen “Sağlıkla git, sağlıkla dön!” sözüydü.
Komşu kadınlarla birlikte evden en son Hasan’ın annesi Kezban Hanım çıktı. İki yaşındaki oğlu Ömer kucağında, on yaşındaki Osman yanındaydı. Avlu boşalmıştı. Sokağa çıkınca bahçe kapısını komşulardan birisi çekiverdi. Tam o sırada mahalleliye hiç yabancı gelmeyen gür ve tok bir ses duyuldu. Herkes olduğu yerde kalıp sesten yana döndü. Sesin sahibi, hemen yakınlarındaki Han Camisine bitişik Ömer Nehci Medresesi’nin sevilen hocalarından Sadık Hoca’ydı. Hasan’ın medrese söyleşilerini kaçırmadığı, aklına takılan her soruyu sorabildiği Sadık Hoca, babası Hacı Mustafa’nın da yakın dostuydu. Her cuma namazdan sonra Mustafa Ustanın dükkanına uğrar, onun sohbetinde bulunmak için gelenlere konuşur, sorularını cevaplardı. Mustafa Usta’nın dükkanında cumaları öğleden sonra kızgın demir üzerine inip kalkan çekiç sesleri duyulmaz, aklın ve gönlün sesleri duyulurdu. Dükkân, insanlık ilmi öğrenilen okula benzerdi.
Sokağın yüksekçe yerinde duran Sadık Hoca, euzü besmeleden sonra Kur’an’dan kısa bir bölüm okudu. Ardından Hasan’ın vatana hakkıyla hizmet etmesi için kısa, güzel, herkesin gönülden “Âmin!” dediği, kısa ama etkili bir dua etti. Sonra Hasan’ın yanına geldi. “Sakın unutma evlat!” dedi. “Vatanı korumak burada bırakıp gideceğin anneni, babanı, kardeşlerini, komşularını, bizleri korumaktır. Vatanı korumak, dükkânı, tarlayı, bahçeyi, nimeti korumaktır. Vatanı korumak dinimizi, devletimizi, geçmişimizi, geleceğimizi korumaktır. Aklına, yüreğine, bileğine, âlemlerin sahibine güven! Korku ve pısırıklık senden uzak olsun. Yolun açık, hizmetin büyük olsun!”
Sadık Hoca, öpmek üzere eline sarılan Hasan’a izin vermedi. Kendisi onu iki omuzundan kavrayıp alnından öptü.
Gelemeyecek olanlar Hasan’la vedalaşarak mahallede kaldılar. Diğerleri askere çağırılan geçlerin toplu olarak uğurlanacakları şehir meydanına yürüdüler. Meydan; Samsun’a, oradan da deniz yoluyla İstanbul’a gönderilecek çağrılı gençlerin yakınlarıyla doluydu. Herkeste hem sevinç hem hüzün vardı. Babaların sevinci hüznünden, annelerin hüznü sevincinden fazla gibiydi. Gönüllerini dolduran gurura rağmen annelerin gözlerinde yaş vardı. Anneler, yetiştirip askerlik çağına getirdikleri evlatlarına bakıp gururlanırlarken, bir yandan da ne kadar süreceği belli olmayan ayrılığı düşünerek üzülüyorlar, gözyaşlarına engel olamıyorlardı.
Atlı arabalar hazırdı.
Eşya ve yiyecek çantaları arabalara yerleştirildi, vedalaşmalar başladı.
Kendisini yolcu etmeye gelen herkesle vedalaşan Hasan, en sonraya annesini, babasını, hocasını bıraktı. Annesi, kucağındaki Ömer’i yere indirip ağabeyi Osman’a emanet etti. İki kardeş el ele tutuştular. Başta anneleri, babaları, ağabeyleri olmak üzere meydanda olup bitenleri ilgiyle seyrediyorlardı. Anneleri durmadan ağlıyor, arada bir yazmasının ucuyla gözlerini kuruluyordu. Başka ağlayan anneler de vardı. Osman, bu ağlayışları az çok anlıyordu da Ömer hiçbir şey anlamadan öylece bakıyordu.
Hasan eğildi ikisinin de yanaklarından öptü.
Sora annesinin elini öperken;
“Kutlu bir vazifeye gidiyorum anne. Ağlama, sevin!” dedi.
“Korkuyorum Hasan’ım!”
“Neden korkuyorsun?”
“Senin korkusuzluğundan korkuyorum. Ateşe, suya atlayışlarını unutamıyorum. Ateşte yanabilir, suda boğulabilirdin. Askerde böyle şeyler yapmayacağına söz ver bana.”
Geçen yıl, mahallede çıkan yangını, üç ay önceki dolu ve yağmurla gelen seli peş peşe hatırladı. Herkes korkuyla bakınıp dururken o tehlikeyi göze almış, hasta ve yaşlı bir kadını yanmaktan, beş yaşındaki bir çocuğu sel sularında sürüklenerek boğulmaktan kurtarmıştı. Başka yiğitlikleri de vardı ama annesi bilmiyordu. İyi ki bilmiyordu…
Hasan önce babasına, sonra Sadık Hoca’sına baktı. İkisi de Kezban Hanım’ın isteğini duymuşlardı. İkisi de “Anneni rahatlat!” der gibi bakıyorlardı. Annesine döndü.
“Söz anne!” dedi. “Gönlünü ferah tut sen. Büyüdüm, olgunlaştım, bak asker oluyorum. Aklımla, mantığımla hareket edeceğimden, ölçüsüz, hesapsız hiçbir işe kalkışmayacağımdan emin ol!”
Bu sözler, Kezban Hanım’ı birazcık olsun rahatlatmış olsa da o, oğlunu tanıyordu. Korkusuzluğunun, atılganlığının devam edeceğini biliyordu. Üstesinden gelebileceğine inandığı hiçbir tehlikeli işten geri durmayacaktı. Yine de oğlundan istediği sözü almış gibi konuştu:
“Bana söz verdin, unutma!”
“Unutmam anne!”
Anne sıkıca sarıldı oğluna. Kokusunu ciğerlerine çekti. Yanaklarından defalarca öptü.
“Yolun, bahtın açık olsun. Allah yardımcın olsun yiğidim!” dedi, geri çekildi.
Hasan babasının elini öptü.
Bu defa babası sarıldı Hasan’a. Kulağına fısıltıyla dedi ki;
“Sen vatanı uğrunda şehit düşmüş bir dedenin torunu, aynı uğurda gazilik şerefini yaşamış bir babanın oğlusun. Bunu hiçbir zaman unutma!”
“Unutmam baba!”
“Cesaret gerektiren konulardaki ölçümüzü biliyorsun.”
“Biliyorum baba!”
“O halde mesele yok! Vatan senden hizmet bekler. Yolun açık, aklın ve kılıcın keskin olsun oğlum!”
Hasan babasıyla da vedalaştıktan sonra Sadık Hocaya yöneldi. Hoca, mahallede olduğu gibi yine elini öptürmedi. Kollarını açarak öz evladını kucaklar gibi Hasan’ı bağrına bastı. Kulağına Hasandan başkasının duyamayacağı bir sesle bir şeyler söyledi, bıraktı. Hasan, hüzünden çok huzurla gülümsedi. Hızlı adımlarla kendisini bekleyen üstü kapalı arabaya bindi. “Deeh!” diye seslenen arabacı, kamçıyı havada şaklattı. Atların yürüyüşüyle tekerlekler dönmeye başladı. Kamçının her şaklamasında tekerleklerin dönüş hızı arttı. İlk iki arabadan sonra Samsun yönüne gidecek üçüncü ve son araba da meydandaki kalabalıktan ayrıldı.