HaftanınÇok Okunanları
FEYZA TUĞÇE FIRAT 1
SEYFETTİN ALTAYLI 2
Uğur Altundaş 3
KEMAL BOZOK 4
Emrah Yılmaz 5
HUDAYBERDİ HALLI 6
Gülzura Cumakunova 7
Cuma günüydü ve mesaimin bitmesine sayılı dakikalar kalmıştı, ofiste boş boş dolanıyordum. Hava çok kasvetliydi. İçimden yağmur yağmaması için dua ediyordum, üstelik arabamı da tamire bırakmıştım. Onca yolu sırılsıklam olarak yürümek istemiyordum. Neyse ki yağmadı. İş saatim bittiği dakika soluğu asansörde aldım. Bir an önce eve gitmeliydim, yarın büyük gün ne de olsa, doğaya kendimi bırakacağım anı iple çekiyordum. Eve varır varmaz hazırlıklarıma başladım. Hem heyecandan yerimde duramıyor, hem de bir gözümün ucuyla pencereden dışarı bakıyordum.
‘‘Allah’ım, lütfen yağmasın!’’ diye mırıldanıyordum.
Ertesi sabah erkenden gezi için önceden bildirilen toplanma yerine gittim. Gözlerim dostum Feridun’u arıyordu. Yine uyuyakalmıştı sanırım. Elimde telefon, volta atıp duruyordum. Sabahın ayazı yanaklarımı tokatlarken, gerginliğim daha da artmıştı. Çok geçmeden karşıdan sallana sallana yürüyen biri beliriverdi. Nasıl da umursamaz davranıyordu. Neyse ki yetişmişti. Gözlerindeki çapakları bile silmeye tenezzül etmemiş uykulu gözlerle:
‘‘Geldim işte, ne diye ortalığı ayağa kaldırıyorsun? Biraz rahat olmayı denesene.’’ dedi.
Aslında o vaktinde oradaydı, her yere vaktinden önce giden bendim. Hayatın koşturmacasında stresli iş yaşantısında zamanı yakalamak için dakik olan beni, onun bu rahatlığı çileden çıkartıyordu. O kendi işinin patronuydu. İstediği zaman mekânını açar, istediğinde kapatırdı. Paydos dediğinde zaten akan sular dururdu. Rahatına düşkündü. Bu bir yana dursun, beni telaşlandıran ve huzurumu bozan başka bir şey vardı. Hava bozuktu. Böyle havalarda hiçbir yere gitmek istemezken, Feridun’un ısrarıyla bu geziye katılmıştım. Otobüs hareket eder etmez kimileri kulaklığını takıp yarım kalan uykusunu tamamlamaya çalışırken, kimisi ise yanındaki arkadaşıyla heyecanını paylaşmaya başlamıştı. Daha önce kamp yapmamış ve dağa tırmanmamış yeni insanlar vardı. Başımı sağa çevirdim ki Feridun horul horul uyuyordu. ‘‘Yahu madem uyuyacaktın, bari bıraksaydın da yolu izleseydim.’’ diye kızdım. Kaptan yokuş yukarı çıktıkça, güneşin altın ışıkları gözlerimin içine doğru doğmaya başladı. Sonrasında göz kapaklarım kendiliğinden kapandı. En sonunda gideceğimiz yere varmıştık. Aşağıya inmek için sabırsızlanıyordum. Feridun ise güzellik uykusunu alıyordu. Şiddetli bir şekilde onu dürterek:
‘‘Kalksana birader sen de uyuyan güzel kesildin başıma.’’ dedim.
‘‘Kalkarım, ne acele ediyorsun? Herkes insin ben öyle ineceğim.’’deyip
gözlerini tekrar kapattı. Fazla ısrar etmedim ve sırt çantamı elime aldığım gibi otobüsten indim. Bagajdan çadırımı da alıp etrafı g başladım. Özden geçirmeye başladım. Güzel bir manzarası olan yere çadırımı kurdum. Ne de olsa köpüklü acı Türk kahvem beni beklerdi. Doğa benim işim olduğu için tam teçhizat hazırlıklı gelmiştim. Tecrübeli olduğum için de çadırımı bir çırpıda kurup, yükümü de içine boşattıktan sonra sandalyemi açmış, kahvemi pişirmiş etrafı izliyordum. Bizim Feridun ise bunca gürültüye aldırmadan hâlâ otobüste uyuyordu. Etrafı gezmek istiyordum. Şöyle bir etrafa bakıp çadırımda dinlenmeye karar verdim. Bir de baktım Feridun otobüsten inip çadırıma girmiş içeride mışıl mışıl uyuyor.
‘‘Feridun git kendi çadırını kur, ne işin var benim çadırımda?’’
diye gür sesimle bağırdım. Uyanıp boş boş baktıktan sonra:
‘‘Ne olacak sanki bir köşede uyurum ben, yemedik ya çadırını. ’dedi gözlerini ovuşturarak.
Kaşlarımı çattım;
‘‘Almadın yanına hiçbir şey, değil mi? Nasıl olsa ben her şeyi senin için hazır ederim, diye düşündün. ’ dedim.
Zaten cevap ortada ve ben ne dersem diyeyim nefesimi boşuna tüketmiş olacaktım. Sessizliğe büründüm. Keyfimi bozmak istemiyordum. Yarın dağa tırmanacaktık, benim için farklı bir deneyim olacaktı. Feridun oturduğu yerden kalkıp;
“Haydi” dedi “Çıkıp etrafı keşfedelim.”
Ben az evvel gezdim, desem de beni dinlemeyip adeta sürükleyerek dışarı çıkardı. Buraları avucunun içi gibi biliyormuşçasına yürümeye başladı. Uzaklaşmayalım, bilmediğimiz yerler desem de beni fazla tedbirli olmakla suçladı. Gerginmişim, şu güzelim doğayı görmüyormuşum, hâlâ şehrin telaşını taşıyormuşum diye söylendi durdu.
Bulutlar aşağıya inmiş, görüş mesafemizi engelliyordu. Birden inen sis, yanında yürüdüğüm Feridun’u bile görmemi engellemeye başlamıştı. Önümüzü göremediğimiz için çok dikkatli ve güçlükle ilerliyorduk ve kaybolmuştuk. Ani bir gök gürültüsüyle irkildim. Yağmur geliyordu! Etraftaki sis beynime dolmuştu adeta aklımı kullanamıyordum. Yağmur damlaları inmeye başlamıştı. Feridun ise umursamayan kısık bir sesle:
‘‘Azıcık ıslanırız ne olacak ki sanki?’’ dedi.
Öfkeme engel olamayıp:
‘‘Feridun önümüzü bile göremediğimiz bu siste ve az sonra şiddetlenecek olan bu yağmurda, yollarını bilmediğimiz bu yerlerde kaybolduk, kendine gel artık. Senin yüzünden uçurumlara düşüp parçalanacağım. Başıma gelecek olan her şeyin sorumlusu sensin.” diye bağırdım. Sustu. Artık doğa da çığırından iyice çıkmış, şimşekler çakmaya ve rüzgâr şiddetlenmeye başlamıştı. Nereye gittiğimizi bilmeden çaresizce sığınacak bir yer arıyorduk. Telefon çekmiyordu, kimseye ulaşamayacaktık. Bizi bulamayacaklardı. Biz ne yapacaktık? Bu dağ başında ölüp gidecektik. Ah Feridun ah, hangi akla uyup da peşine takılmıştım ki. Böyle söylenip dururken ötede zorlukla seçtiğimiz bir kulübeye rastladık. Eski kapısına yüklenince açıldı. Rutubet kokusu ciğerlerimize doldu. Doğa kendine gelinceye kadar burada bekleyecektik. Karnım da acıkmıştı. Üşüyordum. Azarladığım andan itibaren sesi çıkmayan Feridun’a göz ucuyla baktım. Mahcup bir şekilde;
‘‘Kusura bakma. Seni bu gezi için zorlamamalıydım.” dedi. Sesimi çıkarmadım. Onun vurdumduymazlığı yüzünden bu haldeydik.
Yağmur hızını keserken ansızın anlaşılmayan bir takım sesler duyduk ve kapı zorlanmaya başladı. Yabani bir hayvan mı gelmişti yoksa. Bir anda kapı açılıverdi. Ardından;
‘‘Oh çok şükür, sizi bulduk!’’ diyen tur rehberinin sesi içeriyi doldurdu. Rehberle birlikte bizi aramaya çıkan birkaç kişi ile çadırların olduğu tarafa yürürken Feridun, yine eski Feridun olmuş, tur rehberine çayın hazır olup olmadığını soruyor, bir yandan da kulübeye sığınış anımıza kadar olanları üstüne kata kata anlatıyordu. Gülümsedim. Ne kadar kızsam da o benim en iyi arkadaşımdı.
(AYB Balkanlar Çevrim İçi Hikâye Atölyesi Şubat 2024)