HaftanınÇok Okunanları
HUDAYBERDİ HALLI 1
Süleyman Abdulla 2
Ayşe Solmaz 3
MUHİTTİN GÜMÜŞ 4
KEMAL BOZOK 5
HÜLYA ÇEL İKTENYILDIZ 6
Osman Çeviksoy 7
Sonra adada akşamları açık
olan kafeye gittiler. Orada
üç dört öğrenci Baycan’la
alay ederek önder kıza bakıyorlardı. Galiba fazla içmişler. Baycan sabretti. Onların
dediklerini önemsememeye
çalıştı. Fakat onlardan biri
kızı elinden tutarak dans etmeye çağırdı. Bunu görünce
sabredemedi. Baycan yerinden kalktı ve içmiş öğrenciyi
“biraz temiz hava al” diyerek
göle götürdü. Kafenin içi bu
olaydan sonra gürültüye dönüştü. Baycan’a doğru beş
altı öğrenci geliyorlardı. Tam o sırada (Baycan döşekte oraya buraya kıpırdamaya başladı). Baycan’a gelen ilk öğrenci çok yumruk
yemiş olmalı. Baycan ona bir vurunca hemen göl tarafına fırladı. Sonra ikincisi, sonra
üçüncüsü... Baycan’ın kendisi de çok yumruk
yemişti. Önder kız ona acıyarak, ağlamaktaydı. O ne yapacağını bilemiyordu. Tam birisi
Baycan’a vuracakken bağırıveriyordu. Fakat
Baycan ona o kadar merhametle bakıyordu
ki “Sen korkma, tamam mı? Ben şimdi bunlara....” diyerek birinin arkasından diğerini
göle fırlatıyordu. Suya girenler bir bir çıkmaya başladılar. Fakat bir daha Baycan’ın yanına gelemediler. Onun bulunduğu kafenin
etrafından geçiyor ve kendi kendilerine söyleniyorlardı.
Baycan hepsini kazanmıştı. Kafedeki herkes “Aferin
sana! Bu haydutlara çok iyi
bir ders verdin!” diye ona
hayranlıklarını dile getiriyorlardı.
Önder kız çok mutluydu.
Mutluluktan gözyaşı dökerek
Baycan’ın göğsüne kafasını
koymuştu. Kızın çok güzel
olan gözlerinden ve bembeyaz yüzünden: “Sen benim
ebedi koruyucumsun. Sen
benim kahramanımsın. Ben
seni seviyorum, Baycan” -
dediği hissediliyordu sanki. O an da Baycan
rüyasından uyanarak döşekten kalktı ve biraz
sakince oturdu. Sonra yine uyumaya başladı.
Gece yarısı olmuştu. Annesinin tahtayla vurduğu yerler sanki o öğrenciler vurmuş gibi
acıyordu. O inleyerek tekrar yatağa yattı. Kalbinin hızlı hızlı atışını zar zor sakinleştirmişti...
Böylece annesi ve oğlu bir gecede bir kız
hakkında kendi kendilerince hayal kurdular.
Herkes çok güzel bir hayal dünyasında kendi
isteğine ulaşmaya çalışıyordu.
Sabahleyin Umsunay dedesinden kalan yurdun etrafındaki çimenlerin üzerinde kalan
boş şişeleri ve sigaraları topluyor ve bu duruma çok sinirleniyordu. Tepelenmiş çimenleri
elleriyle kaldırmaya çalışıyordu. Yukarıdan
KAZAT AKMATOV
ÇEVİREN: MEHMET EREN*
Kutsal Yurt
* Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Doktora öğrencisi.
gelen motosiklet durdu ve geçen gün kavga
ettiği levhoz’un ekip başı Umsunay’ın yanına
geldi.
-Günaydın, teyze?
-Günaydın!
-Siz hala kararınızı değiştirmediniz mi? Şu
“avuç kadar küçücük yeri” herkesten koruyacağım diye yaşlanmaya yorulmaya başladınız. - dedi ekip başı.
-“Kendi yurdunu koruyan insan yorulmaz”,
ekip başı. Bana acımayı bırak da, niçin geldiğini anlat! - dedi Umsunay. Ekip başı saatine
baktı.
-Oğlunuz traktörünü hala çalıştırmamış. Yoksa bozuldu mu?
-Hayır bozulmadı. Onu çalıştırmasına ben
izin vermedim. Dinlenmeye gelenler biraz
uyusunlar dedim...
Ekip başı çok sinirlenmişti:
-Siz ne diyorsunuz? Aklınız başınızda mı?!
-Sen ikimiz kavga etmeyelim. Git de, bunları
öğretmene anlat-dedi Umsunay.
-Oğlunuz nerede?
-Oğlum evde. Fakat sen onu bırak da, ilk
önce öğretmenlerle konuş.
-Karnınız doymuştur demek ki? - dedi ekip
başı sinirli sinirli. Sonra büyük büyük adımlarla evlerin olduğu yere doğru gitti.
-Traktörü çalıştırmayan siz misiniz? - dedi o
yöneticiye gelir gelmez.
-Afedersiniz, ben değil. Tüm kurallar! Tatil
evinde sabahleyin tatilcileri rahatsız etmeye
kimsenin hakkı yoktur!
-Traktörü çalıştırmamaya da sizin hakkınız
yoktur.
-Burası traktör için yapılmış otogar değildir.
Burası bir tatil evidir. Tatil yerinde tatilin kurallarına uymalıyız kardeşim!
-Tembeller! Hatta yediğiniz ekmeğin hakkını
bile vermezsiniz, gebe gibi karnınız var! -diye
bağırdı ekip başı. Sonra hemen Baycan’ı çağırdı. Bir ayağı aksayarak yürüyen Baycan
çıktı.
-Çalıştır traktörü! - diye bağırdı ona ekip başı.
Baycan sessizce geldi ve:
-Traktörü uzakta çalıştırmalıyız...
-Demek, çalıştırmıyacağım diyorsun öyle mi?!
O zaman hemen traktörü geri ver!
-Biraz sakin olun! - dedi ekip başına öğretmen.
-Leshoz’un işinde de onun kurallarına uymalıyız, saygılı öğretmen!
Umsunay oğluyla akşam yemeğini yiyorlardı:
-Traktörü geri ver deyince hemen vermişsin.
Ekip başı sinirinden dolayı söylemiştir. Ona
gidip bir söylersen tekrar verir sana. Akrabamız değil mi... - dedi Umsunay.
-Ben başka iş bulurum! - dedi Baycan annesinin dediklerini beğenmeyerek.
-Evladım, büyüklere böyle davranma. Çok
inatçı olma. Sen daha gençsin...
Umsunay üzerine kalın şeyler giydi ve kapının
önünde duran tüfeğini alarak dışarıya çıktı.
Baycan:
-Tüfeği eve bıraksana, anne. Bu kadar insanın olduğu yere hırsız falan giremez ki. - dedi.
-Evladım, geceleyin hep tüfeği yanına al! -
diye yönetmen hep söyleniyor.
-Tüfekle vurmayı biliyor musun, peki?
-Ne diyorsun? Allah korusun, bir kadın tüfekle
vurur mu hiç? Bunu ortaya çıkaranın Allah
cezasını versin! Baycan kahkaha attı:
-O zaman hırsız gelir gelmez tüfeğini alırmış.
-Sakın, öyle deme. Hırsız gelmez, buralara.
Ya gelirse Allah’a bıraktım - dedi Umsunay
giderken.
Geceleyin Umsunay’ın dedelerinin yurdunda
bir kızla delikanlı içki içiyorlardı.
-Allah sizin cezanızı vermesin! - dedi Umsunay.
Kız aniden gelen sesten korkarak hemen yerinden kalkmaya çalışırken onun elinden delikanlı tuttu:
-Korkma, bu bizim güvenlik - dedi kıza.
-Şuna bak! - dedi Umsunay sinirli sinirli. Beni
güvenlik diyerek önemsemiyor. - Kalk hadi!
Kalk buradan! Git! dedi Umsunay, onlara zar
zor Rusça konuşarak. - Orada yer var, oraya
git! Şurada yer var, şuraya git! - dedi o başka
yerleri göstererek. - Burası ise benim dedemin yeri! Burada dedem ölmüştür!
-Kadıncağız ne diyor? Burada mezar mı varmış - dedi kız delikanlıya gülerek.
-Sensin mezar! Allah’ın belaları. Hadi buradan kalkın! - dedi tüfeği ikisinin yüzüne doğrultarak.
-Ey, tamam... tamam. Deli misin!... Tüfeği
çeksene önümden! - dedi tirtir titreyen delikanlı. Şişe ve kadehleri aldı. Kızı da elinden
tutarak karanlığa doğru gitti.
Tatil evlerinin müdürünün odasında Umsunay ve iki beyaz saçlı öğretmen konuşuyorlardı. Umsunay ise ikisinin önünde bir şeyler
anlatıyordu.
-Onlar “kutsal yurdu” kirletiyordu. İçki içiyorlardı...
-Tüfeği onlara doğrultmasaydınız. Onlar az
kalsın bizi vuracaktı diye şikâyet ediyorlar.
-dedi müdür.
- Ne?! - dedi Umsunay şaşırarak, - ne diyorsunuz. Birini vuracak kadar ben...
-Kısacası yakında bizi de tüfekle korkutarak
kovacaksınız galiba - dedi öğretmen konuşmaya katılarak.
-Yapmayın, evladım. Sizi vurup, ay Allah’ım
yani kovup da ne yapacağım...
-Gerçekten de öyle yapabilirsiniz, teyze -
dedi müdür. - Çünkü gerçekten bizimle kavga edebilirsiniz. Hükümet bizim tatil evlerin
arsasını büyüttü. Yarından itibaren ormana
kadar cadde yapmaya başlayacağız. Sizin
de kutsal yurdunuz o caddenin tam ortasında
kalacakmış.
-Cadde ne demek, evladım! - dedi Umsunay
şaşkın şaşkın.
-İnsanların gezebilecekleri yer... Nasıl anlatsam, yani iki tarafı yol ve ortasında gül bahçesi olacak.. - diye öğretmen yerinden kalkarak
anlatmaya başladı.
-Bu iş hakkında sizinle konuşmak istemiştik.
Yarın sizin yurdu da bozabiliriz. O zaman şikayet etmeyceksiniz değil mi? Umsunay sinirlenerek kaşlarını çatmaya başladı.
-Yurda dokunmadan şu caddenizi yapamaz
mısınız?
-İşte olmuyor. Bu nedenle sizinle anlaşalım
diyoruz...
-Hayır, kardeşim. Ben bunun hakkında herkese söylemiştim. Benim başka yerim yok, bu
nedenle avuç kadar yere sahiplik yapayım
dedim. O da tamam demişti. Siz beni üzmeyin, tamam mı...
-Biz oraya çiçek ekeceğiz, daha da güzelleştiririz, teyze - dedi öğretmen ona yalvarıyormuş gibi.
-Hayııır. Çiçek ekmek demek, orayı çekiçle
kazmak, alt üst etmek demektir. Yurdun toprağın kazamayız, evladım.
Öğretmen her zamanki gibi sinirlenmeye
başladı:
-Ah teyze, size nasıl anlatabiliriz!
-Evladım, bak - dedi Umsunay, onun konuşmasını durdurarak - sen aklı başında bir insansın. Baba yurt demek, kutsal yer demektir.
Bunu kendin biliyorsun. Bunları bil bile beni
nasıl zorluyorsun, evladım?
Müdür - tamam, teyze - diyerek cevap verdi.
-Biz yine düşünelim. - dedi müdür öğretmene
göz kırparak “bırak, sonra konuşuruz” anlamında işaret ederek.
Baycan göl kenarında teknesini tamir ederken yanına müdür geldi:
-Ben sana müjde getirdim, Baycan - dedi.
Baycan sessizce gülümsedi.
-İkimize kurtarma motorunu verecekler. Yarın
ya da öbür gün çalışma izni çıkartacaklar.
Kurtarma motoruna “komutan” olmak istersin
değil mi?!
-Bakarız, - dedi Baycan.
-Bu bir... İkincisi ise seninle bir iş yapacağız.
Bizim caddeyi yapmaya başlamamız gerekiyor. Anneni üzmemek için bir plan yapalım.
Buldozer yeni yapılan caddenin topraklarını
dümdüz yapıyordu. Caddenin tam ortasındaki Umsunay’ın kutsal yurdunun çevresini
çitle çeviriyorlardı. Onların içinde Baycan
özellikle Umsunay görsün diye işçiler emirler
vererek çalışıyordu.
Beride gölge yerde oturan Umsunay yanındaki güvenlikte çalışan ihtiyara övüne övüne
konuşuyordu.
-Bu yurdun sahipleri oğlumun rüyasına mı ne
girmişler bilmem. Dünden beri oğlum “Babalarıma mezarlık yaptıracağım” diyor. Ben
de tamam dedim. Babalarının ruhları razı
olsun, oğluma.
-Yurda da mezarlık yapılır mı?
-Kabirleri geçen sene sel götürmemiş miydi?
Bundan başka kutsal yerimiz yok.
-O zaman neden etrafını çeviriyorlar ki.
-Herkese bitirince göstermek için böyle yaptı
Baycan’ım.
Boğazdan tarafta büfeci gelinin evi var. Odanın içinde iki kişilik yatak masa ve sandalyeler
var. Yerde de kilim vardı. Gelin ise yeni satın aldığı çorapları giyiyordu. O anda onun
penceresini birisi tıklattı. Gelin ise hiç önemsemedi. Pencereyi yine tıklattı. Gelin yerdeki
kumaşı aldı ve sakince kalkıp gitti.
-Kaç kere söylemem gerekiyor size! - dedi o
bağıra bağıra. -Def olun buradan! Bir de öğrenciymiş! Şerefsizler!... O anda Baycan gelinin evinin o taraftan gelen iki öğrenciyle karşılaştı. Pencereyi tıklatan onlar olmalı. Şimdi
ise Baycan tıklattı. Gelin ise sinirli sinirli pencerenin yanına geldi elindeki ıslak kumaşla
Baycan’ın yüzüne vurdu.
-Şerefsizler ben sizin ablanız sayılırım! -Baycan yüzündeki ıslak kumaşı alır almaz gelin
donakaldı ve hemen sakince:
-Aman Allah’ım. Baycan sen miydin? Burada
ne yapıyorsun? Kapıdan gelseydin...
Odada gelinle Baycan şarap içiyorlar.
-Ben bugün kurtarma motoru aldım. İstersen
yarın seni ona bindiririm - dedi Baycan. Gelin hala yeni aldığı çoraplara bakıyor ve ayaklarını oynatıyordu.
-Sen onu bırak, biraz da ciddi ciddi konuşsana - dedi gelin. Baycan omuzlarını silkerek
gülümsedi:
-Ne hakkında konuşayım?..
-Annenin dileğini ne zaman yerine getireceksin?
-Hangi dileğini?..
-Ne zaman ona gelin getirirsin - dedi. Sonra
gözlerine dolmuş yaşı göstermemek için hemen kalkıp gitti.
-Ara... Ara... Belki de benden başkasını bulursun - dedi ağlamaklı bir sesle. Baycan düşüncelere daldı ve şarabı yudumladı.
-Ben hiçbir zaman kendi hatamı düzeltemeyeceğim, öyle mi? - dedi kız zorla gülümseyerek. Baycan ise hiçbir şey duymamışçasına
sessizce oturdu. Gelin ise eliyle yüzünü kapatarak yatağına yattı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Baycan şarap içti. O daha
yeni gelinin yatakta ağladığını farketti. Zarzor
yerinden kalktı ve gelinin yanına gitti.
-Niçin ağlıyorsun, konuş... Seni kimse suçlamadı ki...
-Suçlu sanıyorsun! - dedi gelin gözyaşlarını
silerek.
-Yalan! - dedi Baycan önemsemez bir tavırla.
Gelin şimdi ise daha da çok ağlayarak yatağa
yattı. Baycan gelini avutmak için elini tutarken kapının açıldığını duydu.
Baycan’ın gözlerine kapının önünde duran
önder kız göründü. Baycan gelinden uzaklaştı... Dışarıya çıkıp gitti.
Boğazdaki kafeye Umsunay geldi ve kendi
tanıdığı büfeci gelinden sigara aldı.
-Sigara mı içiyorsunuz, teyze? - dedi gelin.
-Hayır, evladım. Beni deli mi sanıyorsun?
Ben sigara içmem. Oğlum da içmiyor - dedi
Umsunay oğlunu överek. -Yanımda eşek gibi
tembel güvenlik var. O işte getirmemi istemişti. Teşekkür ederim, evladım.
Umsunay kafeden çıkarken onun arkasından
birisi geldi. O kafenin köşesinde tek başına
şarap içen ekip başıydı.
-Size diyeceklerim vardı - dedi ekip başı onun
yanına oturttu.
-Kırmızı şarap içer misiniz? - dedi yine.
-Ne diyor?! - dedi Umsunay şaşkın şaşkın. Ne
diyeceğin varsa, hemen söyle!
-Oğlunuz hakkında. O gün sinirden dolayı
traktörünü almıştım... Şimdi ise ona acıyorum.
Ona söyleyin, yarın gelsin ve traktörünü alsın.
Umsunay’ın hemen sinirleri bozuldu.
-Haa, traktörüne şoför bulamıyorsun demek
ki? İşte böyle olur. Benim oğlum gibi çalışkanı bul bulabilirsen. Hem kışın hem yazın hiç
dinlenmeden çalışırdı. Kendin de biliyorsun.
-Evet, ama onu şimdi boş verin. Yarın gelsin
ve traktörünü alsın. Çalışma sırasında olur
böyle olaylar.
-Almaz! Başka çok güzel bir iş buldu. Sen ona
acıma, tamam mı? Şuna bak, acıyormuş...
-O nasıl işmiş? - dedi ekip başı Umsunay giderken.
-Motor çalıştıracak! - diye Umsunay gururla
kafeden çıktı.
Tüm cadde yapılıp bitmişti.
Umsunay o günden beri “mezarlık” diye etrafı çevrilmiş yer de yapılmıştı. Fakat hala
çitleri çıkartmamışlardı. Tatil evlerine doğru
iki asfalt yol ve onun kenarlarında çok güzel
çiçekler ekilmişti. İşçiler caddenin tam ortasındaki “mezarlığın” etrafını koruyan tahtaları
çıkartıyorlardı. Onun içinde beyaz kumaşla
örtülmüş büyük bir “mezarlık” etrafına kırmızı
kurdele takılmıştı. Oraya müdürle birkaç insan yine geldi. Onların arasında bayram için
en iyi giysilerini giymiş Umsunay ile Baycan
da var.
Müdür açılış konuşmasını yapmaya başladı.
-Bizim buralara öğrencilerin tatil köyü derler,
değerli öğrenciler. Kendiniz de biliyorsunuz, okul bir şey üretmez. Buna rağmen biz
bu sene tatil köyünün arsasını biraz büyüttük
ve bir şeyler kurduk. Bu sırada bizim saygı
değer teyzemiz Umsunay, kendisinin kutsal
yurdunu bize verdi. Oğlu da o yere babaları
için bir anıtkabir yaptı. (müdür Baycan’a gözünü kırptı). Demek ki bu anıtkabir herkes için
çok değerli olan, eskiden beri babalarımızın
kaldığı yere yapıldı. Eskiden susuz kuru yer
olan yere su geldi ve böylece çiçekler ekildi.
Demek ki Baycan babalarının isteğini yerine
getirdi diyebiliriz. Ben konuşmamı buradan
bitireyim ve anıtkabirin açılışını yapmak için
Umsunay teyzeyi kürsiye davet ediyorum.
Herkes alkışladı. Müdür elindeki makası Umsunay teyzeye verdi. O ise mutluluktan gözyaşlarını silerek:
-Bu makasla ne yapacağım, evladım?
-Şu kurdeleyi keseceksiniz - dedi müdür
Umsunay ablaya nasıl kesmesini göstererek.
Umsunay kurdelenin yanına geldi ve dua
ederek bir şeyleri mırıldadı. Sonra o kurdeleyi kesince beyaz kumaş yere düştü. Herkes
bembeyaz mermerden yapılan fıskiyeyi baktılar. Herkes hayran hayran fıskiyeye bakarken müdür “başla” anlamında birisine işaret
verdi. Tam o anda fıskiyeden tertemiz su çıktı
ve oradakilerin üzerine sıçradı. Kimse üzerine
sıçrayan sudan kaçmadı. Gençler kahkaha
atıyor, eğleniyorlardı. Umsunay ise kendince
dua ediyor, bu su sıçratan “anıtkabire” şaşkın
şaşkın bakıyordu.
Ama ta içinde o da mutluydu, tertemiz su çıkan “anıtkabire” dua ediyor ve önünde saygıyla eğiliyordu