Kutsal Yurt


 01 Ekim 2003



Tatil zamanı daha başlamamıştı. Gölün kenarı çok sakindi. Yan yana yapılmış tatil evleri, onların yanındaki iki katlı villalar, tatil köyleri ve yemekhanelerin hepsi bomboştu. Gölün kenarında sadece bir tekne tam ters çevrilmişti ve üzerine güneş yansıyordu.  Sahilin yukarı tarafında öğrenciler için yapılan pansiyon otelin girişinde güvenlik kulübesi vardı. Orada güneşe sırtlarını vererek oturan orta yaşlı kadınların omuzları gözüküyordu. O kulübenin arkasında yeni çiçek açmaya başlayan ağaçlar, ondan sonra daha bozulmayan çok eski bir bina ve daha sonra da çok büyük bir tarla vardı.

İşte o tarladan gelen traktörün sesi yükselmeye başladı. Umsunay kırık camla çekicin sapını yontmaya çalışıyordu.  Traktörün sesini duyunca hemen tarladan tarafa koşmaya başladı. 

Tarlanın tam ortasında çok eskiden birilerinin etrafını çevirdiği daha sonra da bitkilerle çevrilmiş “yer” vardı. Orasıyla kimse ilgilenmiyordu. Umsunay işte oraya doğru koşuyor, yukarıdan ise yer süren traktör geliyordu. Umsunay traktörden önce geldi ve önüne çıktı. Gözleriyle traktörün şoförü olan delikanlıyı azarlıyordu. Yüzü bembeyaz kesilmişti. Umsunay “dur” anlamında kabinden kafasını çıkaran oğluna el salladı.

-Sana ne oldu? Yoldan çekilsene! - dedi traktörün sesinden annesinin söylediklerini duyamayan Baycan.

-Çekilmem! - dedi annesi kafasını sallayarak. Daha sonra “buraya elin bile değmesin, etrafını sürebilirsin!” dedi arka taraftaki tarlayı işaret ederek. Baycan bir şey anlamadan hemen kabinden inip annesinin yanına geldi. 

-Ne dediğini duyamadım, anne? .. - dedi bağıra bağıra.

-Burayı traktörle sürme diyorum! Burasının senin dedelerinden kalan bir “yer” olduğunu bilmiyor musun sen?!

Baycan bilsem de ne olacak ki diye omuzlarını silkti.

-Böyle omuzlarını silkme! Sen biliyor musun? Çok eskiden bu “kutlu yer”de senin deden ve dedenin dedesi yaşamıştır.  Üstelik senin babanla da burada ev kurmuş, oturmuştuk. Bizim yedi babamızın yurdu burası.

Baycan annesinin dediklerini beğenmemişti ve ağzını burnunu buruşturuyordu.  Arkasına dönüp traktörün yanına giderken annesi onun kolundan çekti.

-Duydun değil mi? Bu “yerden” senin dedenin cesedi çıkmıştı! Burası kutsal bir yerdir. Buraya çekiçin ucu bile değmesin!

-Ya usta başı burasını yapmadın diyerek bağırırsa ne yapacağım? Onun bizim yurtla işi yok ki?! - dedi Baycan kızgın bir şekilde.

-Kızmaz. Ben kendim söyleyecğim! - dedi Umsunay.  Baycan annesine telaşlı bir şekilde baktı ve tekrar traktörüne bindi.  Umsunay ise yerinden kıpırdamadı.  Traktörün tekeri onun önünden geçse bile yerinden kıpırdamadı. Hatta oğluna elini kaldırarak bağırıyordu.

Baycan çaresizce traktörü hemen sola döndürerek “eski yerin” etrafını sürmeye başladı. Traktör tekrar, sürülmüş yerlerden geçiyordu.

Yukarıdan baktığımızda demin traktörle sürülmemiş yer, okyanusun ortasında kuru kalan bir ada gibi gözüküyordu.

Az önce göle giren Baycan şimdi gölün kenarındaki tekneyi fırçayla boyamaya başlamıştı. Teknenin güneşe bakan tarafında “Şumkar” diye bembeyaz bir yazı gözüküyordu. Yumuşak kumda sessizce gelen annesini fark etmedi bile. 

-Bu kadar erken göle girme. Bunu sana kaç kere söyleyeceğim?! - dedi Umsunay. Baycan elindeki fırçayla boyamayı bıraktı ve arkasına döndü. Saçının önündeki su hala kurumamıştı ve hala yüzüne akıyordu.

-Şimdi göl daha hazır değil - dedi annesi elindeki çekiciyle gölden tarafı işaret ederek su soğuk, karaciğerini üşütürsün, oğlum. Dediklerimin hiç birini yapmıyorsun!...

-Askerde kışın karla yıkanıyorduk.

-Bırak, evladım. Askerdekileri bana anlatma. Tek oğlumsun. Senin başka kardeşlerin yok. Sağlığına dikkat et evladım.

-Korkma, anne.

Umsunay düşüncelere dalmış bir şekilde kuma oturdu ve sızlayan dizine sıcak kumdan koydu.

-Bugün ayın kaçı evladım? Tatilcilerin gelmesine kaç gün kaldı?

-Daha on gün var.

Umsunay kırık camla çekicin tahtasını yontmaya başlarken kısık sesle konuştu.

-Keşke erken gelseler, şu vızır vızır konuşanlar.  Tek başıma canım çok sıkılıyor. Yukarıdaki postacının oğlunu yanıma çağırdım, gelmedi. Allah belasını vermesin!...

Annesi her zaman tekrar tekrar söylediği konuşmalara çok dikkat etmeyen Baycan ta köyden taraftan gelen insanlara bakıyordu.  Onlar küçük çocuklardı.  Onların arasında bazen öne geçen bazen de arkada gelen büyük bir kız vardı. 

Umsunay ise kendince konuşuyor, oğlum dinliyor mu dercesine göz ucuyla Baycan’a bakıyordu.

-Baycan’ım büyüsün diyordum.  Büyüdün. Askere de gidip geldin. Şimdi ise Allah nasip etse de seni evlendirsek...

Baycan ise annesinin dediklerini hiç duymuyordu ve kendi kendine şarkı söylemeye çalışıyordu. Onun bu yaptıklarına çok sinirlenen Umsunay yerinden kalktı, giysisindeki kumları silkti ve eve doğru gitti. O oğluna kızarak kendi kendine konuşuyordu: “Allah’ın belası. Evlenmeyi bile düşünmüyor!”

Köy tarafından gelen öğrenciler göl kenarında tekne boyayan Baycan’ın yanına geldiler. Kırmızı boyunbağı olan öğrencilerin ilk gelenleri hemen Baycan’ın etrafına toplandılar. 

-Selamlaşmayı bilmiyor musunuz? - dedi Baycan kendisine şaşkın şaşkın bakan çocuklara. “Esselemü aleyküm. Merhaba!” - dedi çocuklar hepsi bir anda.  Onların arasında bir küçük kız “Ş-u-m-k-a-r...” diye teknenin yan tarafındaki yazıyı okuyordu.

-Nereye gidiyorsunuz, çocuklar?

-Coğrafya dersinden geziye çıkmıştık. Çok ilginç insanlarla buluşmak için... Okulun müzesine eski kalıntılar bulmak için gidiyoruz!

-Ooo! - dedi Baycan çocuğun ezbere konuştuğunu duyunca gülümseyerek. Afferin sana! -O anda çocukların arkasından gelen önder kız da ona bakakaldı.

-O zaman aradığınızı buldunuz! - dedi Baycan. -Buradaki en ilginç insan benim! -Baycan çırılçıplak göğsünü silkerek kıza baktı. -Eski kalıntı ise oradaki benim annem. Müzenize götürebilirsiniz!

Ağızlarını açarak bakan çocuklar Baycan’ın şakasını daha yeni anlayarak gülmeye başladılar.

-Ekip bir sıra ol! - dedi kız emrederek. Öğrencileri buradan götürmeye çalışarak. Öğrenciler giderken kız Baycan’a:

-Az önceki söylediklerini annen duyarsa,  ağlar! - dedi ve hemen arkasına döndü.

-Eey, çocuklar! Durun! Ben size arkeologların bulduğu gölün altındaki şehri anlatayım!

Öğrenciler hemen dağılmaya başladı. Fakat önder kız onları tekrar sıraya getirdi ve hemen gittiler. Baycan yine onlara bağırdı:

-Ey, çocuklar! Buradan akşama kalmadan hemen gidin! Bugün Ak-Say’ın suyu çoğalır!...

Leshoz’un işçileri Baycan’ın traktörle sürmediği yerin etrafına elma ve armut ağacı gibi fidanları dikiyorlardı. Onların içindeki bir kadın saatine bakarak:

-Vakit doldu. Öğlen yemeği yiyelim mi?... - dedi. Bunu duyunca hemen herkes küreklerini bırakarak “yurttan” tarafa gittiler.  Yurtta onların getirdiği giysiler ve yemekler vardı.  İşçiler oraya az önce oturmuşlar ve gezeteden sofra yaparak yemekleri hazırlamaya başlamışlardı. O anda ileriden Umsunay geldi:

-Ay Allah’ım. Hiç olmazsa Allah’tan kormaz mısınız? Buradaki “kutsal yeri” basıyorsunuz... Böyle yaparsan dul kalırsın! Sana diyorum gelin!

Oturanlar Umsunay’ın dediklerini anlamadan birbirine bakıyorlardı. 

-Ne oldu ki, teyze? - dedi gelinlerin biri şaşkın şaşkın. Umsunay hemen gelinin yanına geldi ve sinirli sinirli ona baktı:

-Sen ne diyorsun? Bu “yurda” ayaklarınla basma! Genç gelin de senin gibi ahlaksız olur mu? Kalk hadi. Oradaki sürülmüş yerde yemeğinizi yiyin!

Umsunay, gelinin önündeki eşyaları toparlayarak onun eline verdi. O ise hiç bir şey anlamadan kalkmak zorunda kaldı. Gelinin arkasından Umsunay kalanları da hemen “kovmaya” başladı. O anda motosiklet sesi geldi. Yolun öteki kenarına büyük bıyıklı birisi durduğunu gördüler. Elinde ise deri çantası vardı. (bu leshoz’un ekip başıydı) sürülmemiş yeri görünce hemen Umsunay’a geldi.

-Nasılsın, teyze!

-İyidir, evladım.

-Oğlunuz burasını sürmeden bıraktı mı?

-Hayır, ekip başı. O böyle yapmaz. Burayı ben sürdürmedim.

-Niçin?

-Sen aklı başında bir insansın. - dedi Umsunay. -Beni dinle, lütfen. Bu göz bebeği kadar küçücük bir yeri boş ver, evladım. İkimiz de aynı soydanız... Biliyorsun ki, burası senin kardeşindin dedelerinin “yurd”udur.

-Ah teyze, siz yine eskiler gibi konuşuyorsunuz! Yurt falan yok ki şimdi.  Bura tamamen hükümetin yeridir. Eskiden bir Kırgız buraya ev kurmuş diyerek toprağın hepsini işletmeyelim mi?! diyerek ekip başı  ak kalpağının  içini mendiliyle sürerek kahkaha attı. Fakat onun gülüşüyle Umsunay’ın gerginliği gitmedi. Tam tersi dudaklarını sımsıkı sıkarak yine biraz kızmaya başladı.

-Kahkaha atarak, beni incitme, oğlum! Yurdu yok, halk yoktur. Yurdu olmayan halk, kuyruğu olmayan kuş gibidir. Bunu hükümet de biliyor. Buranın sürülmesine izin vermem. Köy Sovyetine gitsem bile burasını korurum!

Beklenmedik anda azar işiten ekip başı hemen kahkaha atmayı bıraktı ve yüzü bembeyaz kesildi. Bu halimi gördü mü ki diye korkarak ileride yemek yiyen işçilerden tarafa bir baktı.  O anda Umsunay evine doğru gitmişti. 

-Gerikafalı! - dedi Umsunay’dan tarafa sinirli sinirli. 

Eski insanların hepsi böyle olur -dedi birisi ona cevap vererek. Ekip başı şimdi Umsunay’dan tarafa el sallayarak işçilerin yanına gitti.

Bununla benim işim olmaz, - dedi kendi kendine. -Oğluna sürdürürüm bu yeri. O da olmazsa maaşından ceza parasını alırım...

Çok sıcak olduğu için öğlenden sonra Ak Say’ın suyu yine çoğalmaya başladı. Masmavi su ilk önce biraz kirli akıyordu. Daha sonra su çoğala çoğala taşmaya başladı. Suyun kenarı yumuşamıştı. Biraz daha su çoğalırsa çökecekmiş gibi. 

Kapının önünde çekicin tahtasını çekerek oturan Baycan kafasını kaldırıyor ve Ak Say tarafına giden deminki çocuklara bakıyordu. 

O anda Umsunay evden çıktı ve elindeki şapkayı oğlunun kafasına giydirdi.

-Şu şapkayı her zaman giysene! Kafana güneş geçecek! - dedi o giderken. Sonra o arkasına döndü ve oğlunu çağırdı:

-Hadi evladım, kımız içelim. Çok iyi hazırlanmış! - Baycan Ak Say tarafına bir baktı, sonra annesinin peşinden geldi.

Baycan’ın yüzü şimdi pencereden gözüküyordu.  Pencereye bakar bakmaz o, çok korkunç bir şeyi görmüşçesine gözleri büyüdü.  Evden ilk önce Baycan sonra annesi çıktı ve hemen Ak Say tarafına koştular. Onları görünce komşu tatil evinin güvenliği de hemen arkasından geldi.

Dalgalanan Ak Say’ın kenarında sıraya durmuş öğrenciler bekliyordu. Çok dalgalı olan suya bakıyorlardı.  Yaklaşmak istiyorlardı. Onların önünde önder kız onları engellemeye ve korumaya çalışıyordu. Eteğini tutmuş, ayakkabısıyla suyu geçiyordu.

Baycan gelene kadar kız öğrencileri bir hizaya getirmişti. 

-Ben size su çoğalacak demiştim! - dedi Baycan, koşarak gelir gelmez. Önder kız kendini suçluymuş gibi hissetti ve cevap bile vermedi.

-Şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz? - dedi Baycan bekleyemeden.

-Büyük köprüye gideriz - dedi önder kız Baycan’ın gözüne bakmadan.

-Siz köprüden geçene kadar gece olur.

Fakat önder kız Baycan’ın dediklerini önemsemeden öğrencileri suyun kenarıyla götürdü. Buna çok sinirlenen Baycan iki üç adım atar atmaz onların yanına gitti ve önlerini kesti.

-Durun! Köprü çok uzak! Oraya yetişemezsiniz?! - dedi ve ilk sıradaki iki çocuğun elinden tuttu. 

-Hadi benimle gelin!...

Baycan iki çocuğu elinden tutarak suyun az aktığı yere getirdi ve üzerindeki giysilerini çıkartarak kendinden uzak bir yere attı. Ondan sonra o iki çocuğu iki eline kaldırarak suyun az aktığı yerden diğer kenara geçti.

İlk iki çocuğu suyun öteki kenarına bırakıp gelince çocukların arasından en küçüğüne bakarak:

-Sen ata binmeyi biliyor musun? - diye sordu.

-Biliyorum, - dedi. Olanlarla çok ilginlenen çocuk.

-O zaman benim boynuma bin!

Baycan o çocuğu hemen boynuna oturttu ve kalan ikisini de iki eline kaldırdı. Suya girince üzerinde oturan çocuk sudan korkarak onun gözlerini kapattı.

-Gözlerimi aç! Saçımdan tut! - dedi Baycan bağıra bağıra. Beri tarafta çok endişelenen önder kızın yanına Umsunay geldi. O çocukların birisinin saçını okşayarak kıza bir şeyler sordu:

-Bu küçücük çocukları nereye götürüyorsun, evladım? - kızın cevabını beklemeden ikinci bir soru sordu.

-Kimin kızısın, evladım?

Önder kız tam cevap verecekken onların yanına Baycan geldi. O yine üç çocuğu kucakladı. Kız ise sessizce bakakaldı. Sonra Umsunay’la ikisi fısıldayarak konuştu. Belki de kız ona adını soyadını söylemiş olabilir. Umsunay onaylar gibi kafasını sallayıp daha sonra oğlundan tarafa bakıyordu:

-Bu benim oğlum. Askerden geçen sene geldi. Burada tek başına canı sıkılyordu. İyi ki siz geldiniz, onu çıkarttınız dışarıya...

Baycan sırılsıklam terlemişti. Saçları dağılmış ve biraz da yorgun bir hali vardı. Suyun kenarına geldi ve yine iki çocuğu karşıya geçirdi. 

Bu arada Umsunay suyun akışıyla beraber kendi kendine hayal kuruyordu:

Güzel renkli ve desenli giysi giyen Baycan ile şu önder kız birbirini el ele tutuşmuş oturuyorlardı.  Umsunay onlara fincan sunuyordu. Yani nikah tuzu olan fincandan ikisi de birer yudum su içtiler ve tekrar verdiler. O anda yeni evlenmiş ikisinin yanında çocuk ortaya çıktı...

O anda “ay” diye bağıran şaşırmış kızın sesi Umsunay’ın dikkatini çekti. Bir baksa ki suyu kendisi geçmeye çalışan kızı Baycan kaldırmış ve öteki yamaca götürüyordu. Yorgunluktan zar zor sudan geçerken kızın göğsü Baycan’ın dudaklarına ve yüzüne değiyordu.  Gitgide derine inerken kız sudan korkarak Baycan’ı sımsıkı tutuyordu.  Sonunda Baycan kızı gölün kenarına kuma indirdi. Kendisi de kuma yattı.

Öğrenciler gitgide uzaklaşıyorlardı. Baycan ise arkasında el sallayarak uzaklaşan kıza bakıyor ve sessizce otuyordu.

Umsunay oğlunun göl kenarına bıraktığı giysileri toparladı ve silkerek taşın üzerine koydu. Kendince ona razı olarak evine gitti. O hayalinde “oğlu ve gelinine” tuz içiren halini canlandırıyordu.

Güvenlikte çalışan Osman kafasını kaldırdı. Sonra şaşkın şaşkın oturakaldı.

-Uyusam bile omzumda tüfeğim olursa yeter, güvenliği sağlayabilirim diyorsun. - dedi Umsunay. İhtiyar Osman ise kısık sesle cevap verdi:

-Uyumaktan başka ne yapacağım ki? Yoksa buraya hırsız mı geliyor?...

-Allah korusun! Yoldan ve köyden uzağız...

-Bu insan dediğin yaşlanınca çok farklı oluyormuş. - diye kendini savunarak konuştu Osman. - Şimdi ikimize bak. Sen yaşlanınca uyumak istemiyorsun, ben ise tam tersi uyumak isterim...

-Çok tembelsin ondandır. - dedi Umsunay oturunca.

Tatil evleri canlanmaya başladı. Çünkü dinlenmeye gelenler çoğalmıştı.  Asfalt yolda yukarıdan gelen  “İkarus” otobüsü Umasunay’ın iki odalı tahtalı evinin yanında durdu. Otobüsün kapısı açılır açılmaz gençler birbirinin ardı ardına iniyorlardı. 

Bazı öğrenciler otobüsten iner inmez giysilerini çıkartıyor ve göle giriyordu. Bazıları ise sıcak kuma yatıyordu. Otobüsün etrafı ise bavullarla dolmuştu.  Beyaz saçlı ihtiyar delikanlılara bağırıyor ve bavullarını almasını söylüyordu. O anda ileriden Umsunay geldi.

-Sağ salim geldiniz mi?

-Sağ salim! - dedi beyaz saçlı ihtiyar Umsunay’a dönüp bağırarak. O anda kendine geldi ve yaptığından biraz utanarak. Umsunay’ın elinden tuttu.

-Ben delikanlılara bağırırken sizi onlardan biri sanmışım... - dedi o. Umsunay gülümseyerek cevap verdi:

-Önemli değil, daha çok bağıracaksınız. Şimdiki gençlere bağırmazsan anlamaz ki.

-Hayır, öyle değil. Ben onlar arasında disiplini sağlarım.  Benim lafım geçer onlara! - dedi bakarak. Umsunay ise gülümseyerek kafasını salladı.

Fakat ilk günün sabahından başlayarak Baycan ile yönetici birbiriyle kavga ettiler. Göl sakin ve evdekilerin hepsi uyuyordu. Beyaz saçlı yönetici bile gülümseyerek uyanacağını düşünüyordu. 

Tam o anda öyle sakin bir havayı tar-rr-rr diye bir ses bozdu. Çok güzel rüya görerek gülümseyen yönetmen sesten dolayı yataktan hemen kalktı ve pencerenin yanına geldi. Sinirden gözleri kıpkırmızı olmuştu.

Bu ses Baycan’ın traktöründen geliyordu. O hiçbir şeyden habersizce traktörünü çalıştırıyordu. Tam o sırada arkadan birisi gelerek onun elini çekti. Arkaya dönünce onun yönetmen olduğunu gördü.

-Sen deli misin? Nesin? - dedi yönetmen Baycan’ın yakasından tutarak.

-Ne oldu? - dedi Baycan anlamadan.

-Söndür motoru!

-Niçin söndüreceğim ki?

-Söndür diyorum, sana!

Baycan şimdi anlamıştı olanları.

-Sizin uykunuz bozulmasın diye ben işe mi gitmeyceğim?! - dedi sinirlenerek.

-Söndür motoru! Çok konuşma!

-Söndürmem! Siz bana bağırmayacaksınız!

Çok sinirlenen yönetmen, motoru kendisi söndürmeye çalışarak, her bir detaylarını silkiyordu. Traktörün ana borusu elini yaktı hemen hemen kabine binmek üzereydi. O anda motoru iki kat daha yüksek çalıştırınca daha da gürültülü oldu. Baycan da yönetmenden öcünü almışçasına gülümsüyordu.

Umsunay evinde iki üç öğrenci kıza albümdeki resimleri gösteriyordu.

-Bu ise Baycanım’ın askerdeki resimleri....Bunu ise asker başı olunca bana göndermişti. Bu ise oğlumun dört yaşındaki resmi. O sene sünnetini yaptırmıştık... Şimdi ise göz açıp kapayıncaya kadar koskoca delikanlı oldu. Kendi dedeleri yaşadığı yere ağaç dikiyor. Umsunay bir yandan kendi oğlunu övüyor bir yandan da kızlar nasıl tepki verecek diye onlara göz ucuyla bakıyordu.

Sahil dolmuştu. Onların arasından geldi ve üzerindeki giysisin çıkartarak hemen suya girdi Baycan. O, gölün kenarındaki teknesini çalıştırmaya başladı. Tekneye binmek isteyen öğrenciler onun yanına gittiler. 

-Ben yardım edebilirim? - dedi Kanat adlı öğrenci.

Baycan sessizce kafasını salladı.

-Sen bizim yöneticimize küsme.  O bazen böyle davranır. - dedi Kanat.

-O sizlere böyle davransın! Ben sabahtan akşama kadar çalışıyorum, siz ise dinleniyorsunuz! - dedi Baycan sinirlenerek.

-Sen tatilde dinlendiğin zaman başkaları çalışıyor. Buna neden kızıyorsun ki, - dedi Kanat ona yardım ederken.

-Dinlenmek için ikimiz daha genciz. - dedi Baycan gülerek.

-Herkes kendi tercihi İstersen git, istersen gitme!

-Peki, saygı değer öğrenci, kendine iyi bak! Fakat bunu bilin ki traktörün sesine engel olamazsınız. - dedi Baycan teknenin motorunu çalıştırırken. Tekne çok hafif olduğu için gölün üzerinde güneş battığı tarafa doğru gitti ve sonunda görünmez oldu.

Gece yarısı. Karanlık gölün üzerine bakan Umsunay korkmuş bir halle öğretmenlerin yaşadığı evden tarafa koştu.

-İmdaaat! Oğlum göle gitmişti daha gelmedi! Arayın onu, lütfen! - dedi kapıyı açar açmaz.

Bir şeyler yazan öğretmen ilk önce Umsunay’ın dediklerini önemsemedi.

-Tekne delikti, suya batmış olabilir! - dedi Umsunay ağlamaklı bir sesle bağıra bağıra. O an da öğretmen kendine geldi ve hemen yerinden kalktı.

O Umsunay’ı sakinleştirmeye çalıştı ve öğrencilerin kaldığı eve doğru koştu.

Yönetici, öğretmen, Kanat yine beş altı öğrenci suda kalmış insanları koruyan can kurtarıcısı var diğer tatil evlerine gittiler. Yönetmen sanki savaşa gidiyormuş gibi kararlı kararlı adım atıyordu. 

Tekneye ilk önce öğretmen bindi. Yüzünü gezeteyle kapatıp uyuyan deniz eri kıpırdamadı bile. Onun yanında yatan genç gelin, yani onun eşi hemen yerinden kalktı.

-Kaza! - dedi yönetici! Göle gitmiş hala gelmedi!..

-İşi daha bitmemiştir! - dedi gazetenin altındaki ses.

-Bu şaka değil, hemen arayalım! - dedi öğretmen. Az kalsın bağıracaktı.

-O kimdi? Kiminle gitmişti?

-Kim olursa olsun, size ne? Hemen kalkın! - dedi sabredemeyen öğretmen. Hemen onun yüzündeki gezeteyi alıverdi. Meğerse ihtiyar değil gencecik delikanlıymış.

Kurtarıcı tekne göl üzerinde rüzgâr gibi uçuyordu. Projektör suyun üzerine yansıyordu. Kumanda kolunda deniz eri, onun yanında öğretmen ve bir kaç delikanlı vardı. Kabinde ise deminki gelinle Kanat ikisi gidiyorlardı.

Kendini komutan gibi hisseden öğretmen göl kenarındaki tatil evlerine bir baktı ve teknenin durabileceği yeri tahmin etmeye çalıştı:

-Biraz sola! - diye kumanda verdi. Deniz eri ona ters ters baktı. Fakat cevap vermedi. O ileride oturan birisine eğilerek baktı ve sordu:

-O kimdi? Sizin öğrencilerden mi?

-Hayır. Güvenlikte çalışan Umsunay’ın oğlu.

-Baycan mı?! Deniz eri şaşırmıştı.

-Evet.

Deniz eri sinirli sinirli kaşlarını çattı ve öğretmene - Beni niye bu kadar zahmet ettirdiniz?... Sonra hemen tekneyi arkaya döndürdü.

-Bulmuşsunuz gölde boğulacak insanı! O doğduğundan beri bu gölün altı ve üstünde büyümüş bir çocuktur!...

Biraz sonra tekne boğazdaki kafe’nin yanına geldi. 

-İşte, burada bulabilirsiniz suya boğulan insanı! - dedi deniz eri kafe tarafını işaret ederek. Kafenin içi insanlarla doluydu. Onlar içki içiyorlar, dans ediyorlar ve bazıları ise sadece dinlenenleri seyrediyorlardı.  Baycan ise büfeci gelinle konuşuyordu.  O anda müzik durduruldu ve yanına birkaç öğrenci geldi. 

-Kraliçeden yine biraz içki mi istiyorsun? - dedi öğrencilerin biri Baycan’a.  O Baycan’ın cevabını beklemeden büfeci kıza para verdi.

-Kraliçe, şu zavallılara biraz içki verir misin?

O anda tam kulağının yanından öğretmenin sesi geldi:

-Siz de burada mısınız?- öğrenciler öğretmeni görünce donakaldılar. Baycan ise oturduğu yerden kalkmadı bile.

-Yeni bulmuş eğlence yeriniz kutlu olsun! - dedi öğretmen öğrencilerine sinirli sinirli. Baycan’ın yanına geldi:

-Sen hepimizi endişelendirdin, burada mı takılıyorsun?

-Ha, siz öğrencilerini arayıp buraya mı geldiniz? - dedi Baycan öğretmeni alaya almış gibi.

-Sen! - dedi öğretmen sinirden titreyerek - orada annen seni arıyor, suda boğulduğunu sanarak!...

O sırada öğretmenin arkasında duran deniz eri Baycan’a “deli misin” anlamında eliyle kafasını işaret ediyordu. Tam o anda dört beş kadehi götürerek büfeci gelin geldi:

-Buyurun, - dedi o tepsideki kadehleri sunarak.

Öğretmen büfeci geline sinirli sinirli baktı ve tepsiyi itti.

-Şu delikanlıya ver onları! Hepsini o içsin! - dedi Baycan’ı göstererek.  Sonra o öğrencilere yurda dönün anlamında işaret etti ve kendisi de onların arkasından gitti.

O gece Baycan teknesini gölün kenarına çıkarttı ve demire sımsıkı bağladı. Evine doğru geliyordu.

-Anne! Yardıma-aa! - diye bir ses geldi.  Baycan tam karşısındaki ağacın yanına geldi. Orada yemyeşil çimenin üzerinde bir kız delikanlının kucağından kurtulamıyordu.  Tam onların yanına gelen Baycan delikanlıyı yakasından tuttu ve bir yumruk attı. Delikanlı ağrıdan inleye inleye yattığı yerden kalkamadı.

-Haydut!  - dedi kız Baycan’a yerinden hemen kalkarak. - Neden ona suçsuzken vurdun ki?! Sizi kim buraya çağırdı?!

-Siz... yani kendiniz... - dedi Baycan ne diyeceğini bilemeden.

-Aptal! - dedi kız Baycan’a.  Sonra yerde yatan delikanlının yanına gitti.  Delikanlı zar zor yerinden kalktı ve kısık bir sesle:

-Def ol, aptal! - dedi Baycan’a.  Bu olaya çok şaşıran Baycan gittikten sonra kız yine inleyerek çimene yatan delikanlının dudaklarından öpmeye başladı. 

Eve girer girmez annesi Baycan’ı sinirli sinirli karşıladı:

-İç odaya gir! - dedi Umsunay emredercesine. Kendisini suçlu hissederek Baycan sessizce iç odaya geçerken annesi tam sırtına tahtayla bir yumruk attı. Baycan ağrıdan inleyerek bir de olanlara kahkaha atarak eve girdi. Buna rağmen Umsunay arkasından geldi ve birkaç yumruk daha attı:

-Sen gül?! Al sana kahkaha?! 

-Kahkaha atmıyorum, gerçekten! Ahhh ayağım, anneciğim. Ayağım kırılıyor. Bir dur lütfen, bir dur... - dedi Baycan ağrıdan gerçekten inleyerek.

-Seni dövecek baban yok. - dedi Umsunay elindeki tahtayı bırakarak. Yanındaki sandalyeye oturdu. Sonra o sakince, sanki hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya başladı:

-Bugün çok fazla yaptın, oğlum. Evde böyle yaramazlık yaptığında seni döverek terbiye eden baban yok. Ben ise altmış yaşına geldim. Ne gelin ne de torun görmeden bu hayattan gideceğim galiba.  Daha güneş bile çıkmazken traktörünü çalıştırarak buradaki insanları rahatsız ettin. Yaaa bugün yaptıklarına bak! Bunlar sana hiç yakışır mı?  Beni üzen şey de budur. Seni aramaya gelen öğretmene neden o kadar kaba davrandın ki?! Kimin kötü kimin iyi olduğunu daha sen bilemezsin. Sana kötü davranana kötü, iyilere ise iyi ol, evladım... Yarından itibaren traktörünü uzak tut, tamam mı...

Umsunay nine söylüyormuş gibi sakin sakin konuştu ve tahtayı yerden alarak odadan dışarı çıktı. Geceleyin annesi de, oğlu da o günkü önder kızı hatırladılar. Çünkü bu hayatın kanunudur. Her şey zamanı gelince insanı düşünmeye, hayal etmeye ve hatırlamaya iter... Baycan’ın ise evlenecek zamanı geldi.  Fakat o gelene kadar daha önce ilişki kuran kızlar çoktan evlenmişlerdi. Bu nedenle şimdi o yalnızdır. Bu gölün kenarında ilk defa önder kızı görmüştü. Çünkü kışın başka kimse gelmemişti.  Bu nedenle annesi de Baycan da o kızı düşünüyorlardı. İlk o kız gelmişti buralara. Üstelik kız da çok güzel birisiydi.

Umsunay evin kenarında oturuyordu. Güvenlikte oturarak şunları hayal ediyordu: Önder kız sakin sakin oturuyordu. Çok utangaç ve iyi bir gelin olacaktı. Umsunay perdeyi açarak: “Kızım, acıkmış olmalısın. Çıkıp bir şeyler yemez misin?” - dedi. Gelin ise saygı göstererek eğildi. “Allah mesut etsin!” dedi Umsunay onu överek. Geceleyin aniden Umsaunay’ın böyle konuşmasına it bile şaşırmıştı. Ona bakakaldı. Gelin hemen iç odaya girdi ve hemen sımsıcak çay ve tereyağıyla yiyecekleri getirdi. Bunların hepsini Umsunay’ın önüne koydu. Böylece Umsunay ona çok razı oldu. “Bana bu bile yeter, kızım. Bir fincan sıcak çay verip, biraz saygı gösterirsen yeter. Çok mutlu olurum... Başka hiçbir şeye ihtiyacım yok benim..” - dedi gelinini överek.

Baycan ise bambaşka hayaller kuruyordu. O ilk önce önder kızı nasıl kucaklayıp sudan geçirdiğini hatırladı.  Bu olayın kendisi bile çok güzeldi.  Ne zaman kafasını yastığa koysa Baycan bu olayı hatırlıyordu. Kızın o günkü ateş gibi sımsıcak tenini şimdi bile kucaklıyormuş gibi hatırlardı ve hemen kalbi hızlı atmaya başlardı. Birkaç saat önder kızı hatırlıyor, hayal ediyor ve sonra yastığını kucaklayıp uyuyakalıyordu. 

Bugün ise Baycan önder kızı kendine hayran edecekti. Tekneyle ikisi gölün tam ortasında giderken birisi yüzmeyi bilmediği için gölde boğuluyordu. Baycan hiç düşünmeden göle girdi ve en derinden boğulan insanı çıkarttı. Üstelik onun ağzından vücuduna kaçan suyu çıkartarak hemen hayata dönmesini sağladı. Bu birinci olaydı.

Sonra adada akşamları açık olan kafeye gittiler. Orada üç dört öğrenci Baycan’la alay ederek önder kıza bakıyorlardı. Galiba fazla içmişler. Baycan sabretti. Onların dediklerini önemsememeye çalıştı. Fakat onlardan biri kızı elinden tutarak dans etmeye çağırdı. Bunu görünce sabredemedi. Baycan yerinden kalktı ve içmiş öğrenciyi “biraz temiz hava al” diyerek göle götürdü. Kafenin içi bu olaydan sonra gürültüye dönüştü.  Baycan’a doğru beş altı öğrenci geliyorlardı. Tam o sırada (Baycan döşekte oraya buraya kıpırdamaya başladı). Baycan’a gelen ilk öğrenci çok yumruk yemiş olmalı. Baycan ona bir vurunca hemen göl tarafına fırladı. Sonra ikincisi, sonra üçüncüsü... Baycan’ın kendisi de çok yumruk yemişti. Önder kız ona acıyarak, ağlamaktaydı. O ne yapacağını bilemiyordu. Tam birisi Baycan’a vuracakken bağırıveriyordu. Fakat Baycan ona o kadar merhametle bakıyordu ki “Sen korkma, tamam mı? Ben şimdi bunlara....” diyerek birinin arkasından diğerini göle fırlatıyordu. Suya girenler bir bir çıkmaya başladılar. Fakat bir daha Baycan’ın yanına gelemediler. Onun bulunduğu kafenin etrafından geçiyor ve kendi kendilerine söyleniyorlardı. 

Baycan hepsini kazanmıştı. Kafedeki herkes “Aferin sana! Bu haydutlara çok iyi bir ders verdin!” diye ona hayranlıklarını dile getiriyorlardı. 

Önder kız çok mutluydu.  Mutluluktan gözyaşı dökerek Baycan’ın göğsüne kafasını koymuştu. Kızın çok güzel olan gözlerinden ve bembeyaz yüzünden: “Sen benim ebedi koruyucumsun. Sen benim kahramanımsın. Ben seni seviyorum, Baycan” - dediği hissediliyordu sanki. O an da Baycan rüyasından uyanarak döşekten kalktı ve biraz sakince oturdu. Sonra yine uyumaya başladı. Gece yarısı olmuştu. Annesinin tahtayla vurduğu yerler sanki o öğrenciler vurmuş gibi acıyordu. O inleyerek tekrar yatağa yattı. Kalbinin hızlı hızlı atışını zar zor sakinleştirmişti...

Böylece annesi ve oğlu bir gecede bir kız hakkında kendi kendilerince hayal kurdular. Herkes çok güzel bir hayal dünyasında kendi isteğine ulaşmaya çalışıyordu.

Sabahleyin Umsunay dedesinden kalan yurdun etrafındaki çimenlerin üzerinde kalan boş şişeleri ve sigaraları topluyor ve bu duruma çok sinirleniyordu. Tepelenmiş çimenleri elleriyle kaldırmaya çalışıyordu. Yukarıdan gelen motosiklet durdu ve geçen gün kavga ettiği levhoz’un ekip başı Umsunay’ın yanına geldi.

-Günaydın, teyze?

-Günaydın!

-Siz hala kararınızı değiştirmediniz mi? Şu “avuç kadar küçücük yeri” herkesten koruyacağım diye yaşlanmaya yorulmaya başladınız. - dedi ekip başı.

-“Kendi yurdunu koruyan insan yorulmaz”, ekip başı. Bana acımayı bırak da, niçin geldiğini anlat! - dedi Umsunay. Ekip başı saatine baktı.

-Oğlunuz traktörünü hala çalıştırmamış. Yoksa bozuldu mu?

-Hayır bozulmadı. Onu çalıştırmasına ben izin vermedim. Dinlenmeye gelenler biraz uyusunlar dedim...

Ekip başı çok sinirlenmişti:

-Siz ne diyorsunuz? Aklınız başınızda mı?!

-Sen ikimiz kavga etmeyelim. Git de, bunları öğretmene anlat-dedi Umsunay.

-Oğlunuz nerede?

-Oğlum evde. Fakat sen onu bırak da, ilk önce öğretmenlerle konuş.

-Karnınız doymuştur demek ki? - dedi ekip başı sinirli sinirli. Sonra büyük büyük adımlarla evlerin olduğu yere doğru gitti.

-Traktörü çalıştırmayan siz misiniz? - dedi o yöneticiye gelir gelmez.

-Afedersiniz, ben değil. Tüm kurallar! Tatil evinde sabahleyin tatilcileri rahatsız etmeye kimsenin hakkı yoktur!

-Traktörü çalıştırmamaya da sizin hakkınız yoktur.

-Burası traktör için yapılmış otogar değildir. Burası bir tatil evidir. Tatil yerinde tatilin kurallarına uymalıyız kardeşim!

-Tembeller! Hatta yediğiniz ekmeğin hakkını bile vermezsiniz, gebe gibi karnınız var! -diye bağırdı ekip başı. Sonra hemen Baycan’ı çağırdı. Bir ayağı aksayarak yürüyen Baycan çıktı.

-Çalıştır traktörü! - diye bağırdı ona ekip başı.

Baycan sessizce geldi ve:

-Traktörü uzakta çalıştırmalıyız...

-Demek, çalıştırmıyacağım diyorsun öyle mi?! O zaman hemen traktörü geri ver!

-Biraz sakin olun! - dedi ekip başına öğretmen.

-Leshoz’un işinde de onun kurallarına uymalıyız, saygılı öğretmen!

Umsunay oğluyla akşam yemeğini yiyorlardı:

-Traktörü geri ver deyince hemen vermişsin. Ekip başı sinirinden dolayı söylemiştir.  Ona gidip bir söylersen tekrar verir sana. Akrabamız değil mi... - dedi Umsunay.

-Ben başka iş bulurum! - dedi Baycan annesinin dediklerini beğenmeyerek.

-Evladım, büyüklere böyle davranma. Çok inatçı olma. Sen daha gençsin...

Umsunay üzerine kalın şeyler giydi ve kapının önünde duran tüfeğini alarak dışarıya çıktı. Baycan:

-Tüfeği eve bıraksana, anne. Bu kadar insanın olduğu yere hırsız falan giremez ki. - dedi.

-Evladım, geceleyin hep tüfeği yanına al! - diye yönetmen hep söyleniyor.

-Tüfekle vurmayı biliyor musun, peki?

-Ne diyorsun? Allah korusun, bir kadın tüfekle vurur mu hiç?  Bunu ortaya çıkaranın Allah cezasını versin! Baycan kahkaha attı:

-O zaman hırsız gelir gelmez tüfeğini alırmış.

-Sakın, öyle deme. Hırsız gelmez, buralara.  Ya gelirse Allah’a bıraktım - dedi Umsunay giderken.

Geceleyin Umsunay’ın dedelerinin yurdunda bir kızla delikanlı içki içiyorlardı.

-Allah sizin cezanızı vermesin! - dedi Umsunay.

Kız aniden gelen sesten korkarak hemen yerinden kalkmaya çalışırken onun elinden delikanlı tuttu:

-Korkma, bu bizim güvenlik - dedi kıza.

-Şuna bak! - dedi Umsunay sinirli sinirli. Beni güvenlik diyerek önemsemiyor. - Kalk hadi! Kalk buradan! Git! dedi Umsunay, onlara zar zor Rusça konuşarak. - Orada yer var, oraya git! Şurada yer var, şuraya git! - dedi o başka yerleri göstererek. - Burası ise benim dedemin yeri! Burada dedem ölmüştür!

-Kadıncağız ne diyor? Burada mezar mı varmış - dedi kız delikanlıya gülerek.

-Sensin mezar! Allah’ın belaları. Hadi buradan kalkın! - dedi tüfeği  ikisinin  yüzüne doğrultarak. 

-Ey, tamam... tamam. Deli misin!... Tüfeği çeksene önümden! - dedi tirtir titreyen delikanlı. Şişe ve kadehleri aldı. Kızı da elinden tutarak karanlığa doğru gitti.

Tatil evlerinin müdürünün odasında Umsunay ve iki beyaz saçlı öğretmen konuşuyorlardı. Umsunay ise ikisinin önünde bir şeyler anlatıyordu.

-Onlar “kutsal yurdu” kirletiyordu. İçki içiyorlardı...

-Tüfeği onlara doğrultmasaydınız.  Onlar az kalsın bizi vuracaktı diye şikâyet ediyorlar. -dedi müdür.

- Ne?! - dedi Umsunay şaşırarak, - ne diyorsunuz. Birini vuracak kadar ben...

-Kısacası yakında bizi de tüfekle korkutarak kovacaksınız galiba - dedi öğretmen konuşmaya katılarak.

-Yapmayın, evladım. Sizi vurup, ay Allah’ım yani kovup da ne yapacağım...

-Gerçekten de öyle yapabilirsiniz, teyze - dedi müdür. - Çünkü gerçekten bizimle kavga edebilirsiniz. Hükümet bizim tatil evlerin arsasını büyüttü. Yarından itibaren ormana kadar cadde yapmaya başlayacağız. Sizin de kutsal yurdunuz o caddenin tam ortasında kalacakmış. 

-Cadde ne demek, evladım! - dedi Umsunay şaşkın şaşkın.

-İnsanların gezebilecekleri yer... Nasıl anlatsam, yani iki tarafı yol ve ortasında gül bahçesi olacak.. - diye öğretmen yerinden kalkarak anlatmaya başladı.

-Bu iş hakkında sizinle konuşmak istemiştik. Yarın sizin yurdu da bozabiliriz. O zaman şikayet etmeyceksiniz değil mi?  Umsunay sinirlenerek kaşlarını çatmaya başladı.

-Yurda dokunmadan şu caddenizi yapamaz mısınız? 

-İşte olmuyor. Bu nedenle sizinle anlaşalım diyoruz...

-Hayır, kardeşim. Ben bunun hakkında herkese söylemiştim. Benim başka yerim yok, bu nedenle avuç kadar yere sahiplik yapayım dedim. O da tamam demişti.  Siz beni üzmeyin, tamam mı...

-Biz oraya çiçek ekeceğiz, daha da güzelleştiririz, teyze - dedi öğretmen ona yalvarıyormuş gibi.

-Hayııır. Çiçek ekmek demek, orayı çekiçle kazmak, alt üst etmek demektir. Yurdun toprağın kazamayız, evladım.

Öğretmen her zamanki gibi sinirlenmeye başladı:

-Ah teyze, size nasıl anlatabiliriz!

-Evladım, bak - dedi Umsunay, onun konuşmasını durdurarak - sen aklı başında bir insansın. Baba yurt demek, kutsal yer demektir. Bunu kendin biliyorsun. Bunları bil bile beni nasıl zorluyorsun, evladım?

Müdür - tamam, teyze - diyerek cevap verdi.

-Biz yine düşünelim. - dedi müdür öğretmene göz kırparak “bırak, sonra konuşuruz” anlamında işaret ederek.

Baycan göl kenarında teknesini tamir ederken yanına müdür geldi:

-Ben sana müjde getirdim, Baycan - dedi. Baycan sessizce gülümsedi.

-İkimize kurtarma motorunu verecekler. Yarın ya da öbür gün çalışma izni çıkartacaklar. Kurtarma motoruna “komutan” olmak istersin değil mi?!

-Bakarız, - dedi Baycan.

-Bu bir... İkincisi ise seninle bir iş yapacağız. Bizim caddeyi yapmaya başlamamız gerekiyor. Anneni üzmemek için bir  plan yapalım.

Buldozer yeni yapılan caddenin topraklarını dümdüz yapıyordu.  Caddenin tam ortasındaki Umsunay’ın kutsal yurdunun çevresini çitle çeviriyorlardı. Onların içinde Baycan özellikle Umsunay görsün diye işçiler emirler vererek çalışıyordu. 

Beride gölge yerde oturan Umsunay yanındaki güvenlikte çalışan ihtiyara övüne övüne konuşuyordu.

-Bu yurdun sahipleri oğlumun rüyasına mı ne girmişler bilmem. Dünden beri oğlum  “Babalarıma mezarlık yaptıracağım” diyor. Ben de tamam dedim.  Babalarının ruhları razı olsun, oğluma.

-Yurda da mezarlık yapılır mı?

-Kabirleri geçen sene sel götürmemiş miydi? Bundan başka kutsal yerimiz yok.

-O zaman neden etrafını çeviriyorlar ki.

-Herkese bitirince göstermek için böyle yaptı Baycan’ım.

Boğazdan tarafta büfeci gelinin evi var. Odanın içinde iki kişilik yatak masa ve sandalyeler var. Yerde de kilim vardı. Gelin ise yeni satın aldığı çorapları giyiyordu. O anda onun penceresini birisi tıklattı. Gelin ise hiç önemsemedi. Pencereyi yine tıklattı. Gelin yerdeki kumaşı aldı ve sakince kalkıp gitti. 

-Kaç kere söylemem gerekiyor size! - dedi o bağıra bağıra. -Def olun buradan!  Bir de öğrenciymiş! Şerefsizler!... O anda Baycan gelinin evinin o taraftan gelen iki öğrenciyle karşılaştı. Pencereyi tıklatan onlar olmalı. Şimdi ise Baycan tıklattı. Gelin ise sinirli sinirli pencerenin yanına geldi elindeki ıslak kumaşla Baycan’ın yüzüne vurdu.

-Şerefsizler ben sizin ablanız sayılırım! -Baycan yüzündeki ıslak kumaşı alır almaz gelin donakaldı ve hemen sakince:

-Aman Allah’ım. Baycan sen miydin? Burada ne yapıyorsun? Kapıdan gelseydin...

Odada gelinle Baycan şarap içiyorlar.

-Ben bugün kurtarma motoru aldım. İstersen yarın seni ona bindiririm - dedi Baycan.  Gelin hala yeni aldığı çoraplara bakıyor ve ayaklarını oynatıyordu.

-Sen onu bırak, biraz da ciddi ciddi konuşsana - dedi gelin. Baycan omuzlarını silkerek gülümsedi:

-Ne hakkında konuşayım?..

-Annenin dileğini ne zaman yerine getireceksin?

-Hangi dileğini?..

-Ne zaman ona gelin getirirsin - dedi. Sonra gözlerine dolmuş yaşı göstermemek için hemen kalkıp gitti. 

-Ara... Ara... Belki de benden başkasını bulursun - dedi ağlamaklı bir sesle.  Baycan düşüncelere daldı ve şarabı yudumladı.

-Ben hiçbir zaman kendi hatamı düzeltemeyeceğim, öyle mi? - dedi kız zorla gülümseyerek. Baycan ise hiçbir şey duymamışçasına sessizce oturdu. Gelin ise eliyle yüzünü kapatarak yatağına yattı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı.  Baycan şarap içti. O daha yeni gelinin yatakta ağladığını farketti. Zarzor yerinden kalktı ve gelinin yanına gitti. 

-Niçin ağlıyorsun, konuş... Seni kimse suçlamadı ki...

-Suçlu sanıyorsun! - dedi gelin gözyaşlarını silerek.

-Yalan! - dedi Baycan önemsemez bir tavırla. Gelin şimdi ise daha da çok ağlayarak yatağa yattı. Baycan gelini avutmak için elini tutarken kapının açıldığını duydu. 

Baycan’ın gözlerine kapının önünde duran önder kız göründü. Baycan gelinden uzaklaştı... Dışarıya çıkıp gitti.

Boğazdaki kafeye Umsunay  geldi ve kendi tanıdığı büfeci gelinden sigara aldı. 

-Sigara mı içiyorsunuz, teyze? - dedi gelin. 

-Hayır, evladım. Beni deli mi sanıyorsun? Ben sigara içmem. Oğlum da içmiyor - dedi Umsunay oğlunu överek. -Yanımda eşek gibi tembel güvenlik var. O işte getirmemi istemişti. Teşekkür ederim, evladım.

Umsunay kafeden çıkarken onun arkasından birisi geldi. O kafenin köşesinde tek başına şarap içen ekip başıydı.

-Size diyeceklerim vardı - dedi ekip başı onun yanına oturttu.

-Kırmızı şarap içer misiniz? - dedi yine.

-Ne diyor?! - dedi Umsunay şaşkın şaşkın. Ne diyeceğin varsa, hemen söyle!

-Oğlunuz hakkında. O gün sinirden dolayı traktörünü almıştım... Şimdi ise ona acıyorum. Ona söyleyin, yarın gelsin ve traktörünü alsın. Umsunay’ın hemen sinirleri bozuldu.

-Haa, traktörüne şoför bulamıyorsun demek ki? İşte böyle olur. Benim oğlum gibi çalışkanı bul bulabilirsen. Hem kışın hem yazın hiç dinlenmeden çalışırdı. Kendin de biliyorsun.

-Evet, ama onu şimdi boş verin. Yarın gelsin ve traktörünü alsın. Çalışma sırasında olur böyle olaylar.

-Almaz! Başka çok güzel bir iş buldu. Sen ona acıma, tamam mı? Şuna bak, acıyormuş...

-O nasıl işmiş? - dedi ekip başı Umsunay giderken.

-Motor çalıştıracak! - diye Umsunay gururla kafeden çıktı.

Tüm cadde yapılıp bitmişti. 

Umsunay o günden beri “mezarlık” diye etrafı çevrilmiş yer de yapılmıştı. Fakat hala çitleri çıkartmamışlardı. Tatil evlerine doğru iki asfalt yol ve onun kenarlarında çok güzel çiçekler ekilmişti. İşçiler caddenin tam ortasındaki “mezarlığın” etrafını koruyan tahtaları çıkartıyorlardı. Onun içinde beyaz kumaşla örtülmüş büyük bir “mezarlık”  etrafına kırmızı kurdele takılmıştı. Oraya müdürle birkaç insan yine geldi. Onların arasında bayram için en iyi giysilerini giymiş Umsunay ile Baycan da var.

Müdür açılış konuşmasını yapmaya başladı. -Bizim buralara öğrencilerin tatil köyü derler, değerli öğrenciler.  Kendiniz de biliyorsunuz, okul bir şey üretmez. Buna rağmen biz bu sene tatil köyünün arsasını biraz büyüttük ve bir şeyler kurduk. Bu sırada bizim saygı değer teyzemiz Umsunay, kendisinin kutsal yurdunu bize verdi. Oğlu da o yere babaları için bir anıtkabir yaptı. (müdür Baycan’a gözünü kırptı). Demek ki bu anıtkabir herkes için çok değerli olan, eskiden beri babalarımızın kaldığı yere yapıldı. Eskiden susuz kuru yer olan yere su geldi ve böylece çiçekler ekildi. Demek ki Baycan babalarının isteğini yerine getirdi diyebiliriz. Ben konuşmamı buradan bitireyim ve anıtkabirin açılışını yapmak için Umsunay teyzeyi kürsiye davet ediyorum.

Herkes alkışladı. Müdür elindeki makası Umsunay teyzeye verdi. O ise mutluluktan gözyaşlarını silerek:

-Bu makasla ne yapacağım, evladım?

-Şu kurdeleyi keseceksiniz - dedi müdür Umsunay ablaya nasıl kesmesini göstererek. Umsunay kurdelenin yanına geldi ve dua ederek bir şeyleri mırıldadı. Sonra o kurdeleyi kesince beyaz kumaş yere düştü. Herkes bembeyaz mermerden yapılan fıskiyeyi baktılar. Herkes hayran hayran fıskiyeye bakarken müdür “başla” anlamında birisine işaret verdi. Tam o anda fıskiyeden tertemiz su çıktı ve oradakilerin üzerine sıçradı. Kimse üzerine sıçrayan sudan kaçmadı. Gençler kahkaha atıyor, eğleniyorlardı. Umsunay ise kendince dua ediyor, bu su sıçratan “anıtkabire” şaşkın şaşkın bakıyordu. 

Ama ta içinde o da mutluydu, tertemiz su çıkan “anıtkabire” dua ediyor ve önünde saygıyla eğiliyordu.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 202. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 202. Sayı