LEYLEKLER


 01 Mayıs 2021


Mahallenin “90’lık Dedesi” son yıllarda yeni bir huy edinmişti. Baharda leylekler geldiğinde neredeyse gün boyu onları seyretmek… O günlerde hava günlük güneşlik de olsa bazen hafif bir yel esiyor ya; bahçede telaşlanan gelini arada sırada kendisini uyarıyordu. “Baba, burada kendini üşütürsün; güneş aldatmasın seni…” Yaşlı adam sesini çıkarmıyor, gözleri yoruluncaya kadar bahçelerinin tam karşısındaki kuru bir karaağacın tepesindeki yuvada leyleklere, yavrularına bakıyordu.

Eski günlerin içinde dolaşıyordu durmadan; çayırlar, öküzlerin çektiği pulluklarla sürülen tarlalar, yollarda inek ve öküz arabaları, talikalar, koyun sürüleri, meralarda dolaşan köyün sığırı… Daha çok da “Koca Kavak”taki tarlalarında görüyordu kendini. On dönümlük bir tarlaydı. Ne ekersen ek, seni mahrum bırakmayan öyle verimli, bereketli bir tarlaydı… Şimdi ekiliyor mu, ekilmiyor mu, onu da bilmiyor bile, hâlbuki nasıl bir yerdi, nasıl severdi, özlerdi bu tarlayı. Tarlayı sürmek için akşamdan hazırlık yapar, pulluğu, çer kelli üvendireyi, arabayı hazırlar, sabah erkenden öküzlerin zahiresini verir, öğlenliğini, suyunu hazırladıktan sonra oraya giderdi.

Toprak kabarmış, tavı yerinde, sürüme hazır hale gelmiş olurdu hep. Sürülen toprak ne güzel kokardı. Bir sürü leylek ardı sıra gelir, toprak altından çıkan solucanları, kaçışan fareleri, kertenkele ve yılan yavrularını yerlerdi. Bisiklet ve motosikletleriyle yoldan geçen bazı şehirli gençler leyleklerin resimlerini çekerlerdi. Tarlanın altından geçen akıntının bitişiğinden büyük çayırlıklar ta demir yoluna kadar uzayıp giderdi. İçlerinde sığır ve koyun sürüleri hiç eksik olmazdı. Çayır kuşları, bitliceler, karabatak ördekleri, saksağanlar, çalı bülbülleri; hele hele o leylekler… Çocukluk işte; merak eder, otlayan sığırların aralarında yiyecek arayan leyleklerin yanlarına yerde sürünerek yaklaşırlardı.

Tarla temellerinde, bazı yüksek yerlerde ulu ağaçlar vardı. Onlarca kuş yuvasının bulunduğu bu ağaçlardan bazılarının en yüksek yerlerinde birer leylek yuvası olurdu. Tek ayağı üstünde bir leylek “lak-lak-lak” sesleriyle ortalığı inletir, bazı yuvalarda yavrular gagaları sonuna kadar açık anne veya babalarının getirecekleri yiyecekleri sabırsızlıkla beklerlerdi. Kıyıları uzun sazlar ve kargılarla kaplı olan akıntının içinden bir su yılanı tarafından yutulmak istenen kurbağanın acı feryadı yakınlarda bulunan çocukları hareketlendirir, ellerindeki sopalarla kurbağayı kurtarmaya giderlerdi. Bazı günler o yakınlarda bulunanlar akıntının kıyısındaki bataklığa saplanan bir eşeği kurtarmak için seferber olurlardı. 

O kadar uysal, o kadar zararsız hayvanlardı ki leylekler, herkes bu uzun gagalı, uzun bacaklı, gökyüzünde bazen hiç kanat çırpmadan süzülüp giden bu kuşlara “kutsal”; kendilerine dokunulmaz bir gözle bakardı. Koca dedelerinin bu leylek sevgisine hayranlık duyan torunlar kendisine akıllı telefonlarından çeşitli leylek resimlerini ya da videolarını gösterirler kendilerince onu sevindirmeye çalışırlardı. Bir gün en büyük oğlunu yanına çağırdı; artık zamanıydı ya; sordu: “Bu kurbağalara ne oldu; eskiden bugünlerde vırak-vırak” diye ortalığı inletirlerdi.”

Oysa ovadaki o göller çoktan kurumuş, ortalıkta kurbağa diye bir şey kalmamıştı.  Ovada da ancak beş-on leylek kalmıştı. Oğlu ne diyeceğini bilemedi. Babasının omzuna sevgiyle dokundu. “Bir gün seni arabayla leyleklerin daha bol olduğu yerlere götüreceğim” dedi. Sen hiç merak etme…

Rahmi Ali (Mart 2021)

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 173. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 173. Sayı