Mahlas


 01 Şubat 2024

Mahtumkulu bugün de her zamanki gibi erkenden kalkmış, yaz sabahının hoş ve temiz havasında geziniyordu. Tam o sırada evlerinin yanında duran değirmene gözü ilişti. Hemen onun gözlerinin önünde sevgili annesinin tan vaktinin alacakaranlığında kahvaltı hazırlayan nurani görüntüsü belirdi. O az kalsın seslenerek selam veriyordu. Birdenbire validesinin şu an hayatta olmadığı ve onu bir daha asla göremeyeceği düşüncesi zihninde belirginleşince kıymetli annesinin görüntüsü havada eriyip gitmiş gibi oldu. Kalbini huzursuzluk kaplayan şair, sıkılan yüreğini rahatlatmak için, kaygılarını dindirmek için kalbinin arzuladığı menzile, ilham coşkusunun kaynadığı yere yöneldi. 

            Yol boyu giderken düşünüyordu. İçindeki duyguları ferahlatmalıydı. Çünkü o, halk arasında söylendiği gibi “Garrı mollanın oğlu” idi neticede. Devletmemmet Âzâdî’ye halk arasında “Garrı molla” denilmesinin de bir sebebi vardı. Ona “Devletmemmet” diye babasının babasının ismi verilince köylüler arasında onun ismine ilk önce “Garrı” (Türkmencede “Garrı” sözü Türkçe “yaşlı, ihtiyar” anlamına gelir), sonradan da “Garrı molla” lakabı eklenilmiştir.

            Bir defasında hocası onu kalabalık bir meclise götürüp tanıştırarak “İşte genç bir molla getirdim. Onun ismine Garrı derler. Garrı'nın hayat ve cemiyet hakkındaki vaazlarını bir dinleyin.” demiş. Onun ilim irfanla hayatı bütünleştirerek verdiği vaazı dinleyen âlimler “Bu genç molla tam da kendisine verilen Garry ismine layık bir molla imiş. Genç olsa da söylediği öğütler, nasihatler yaşlı mollalarınki ayarında.” demişler.

            Garrı molla, her zamanki gibi bu yıl da Kurban (Hac ayı, Hicri takvime göre 12. ay) ayına adım attığı ilk günden itibaren tüm hazırlıklar onun uhdesine verildi. Bundan önceki yıllardaki Kurban ayında Orazgül Hanım da köy kadınlarına önder olup Mahtumkulu ile Çovdur’un getirdiği çuvallardaki buğdayları değirmende öğütüp un hazırlıyordu.

            Bundan 97 gün evvel kendi evlerinde verilen Ramazan ayının iftar davetinde validesinin arkadaşlarını görmüş, onların “Orazgül’ün yeri boş kalmış, zavallı yaşamış olsaydı durum çok farklı olurdu; evlatları, çocukları var ama onun yeri başkaydı.” şeklindeki konuşmalarını duyunca Mahtumkulu’nun boğazı düğümlenmişti. 

            Şimdi de aynısı oldu. Şair kendi duygularını kendine yoldaş edinip dağ pınarının kenarına gelmişti. Şiirlerinin birinde:

Her kimi görsen bir işte,

Benim gönlüm endişede,

Hayali hep baş köşede

Otursam ağaçlar ile.

diye yazdığı gibi, böyle bir durumda doğayla iç içe olmak şairin gönlüne teselli veriyordu. 

            Mahtumkulu’nun sabahın köründe evden çıktığını gören Çovdur kendi kendine “Şair şafak vakti nereye gidiyor ki? Dükkânına mı acaba? Hayır, dükkânına böyle erken gitmez o. O hâlde nereye gidiyor ki?” diye içten içe konuştu. Aniden bir merak duygusu onu da arkadaşının peşine düşürüp onun gittiği yöne doğru götürdü. 

Şair tam o anda başından geçen felaket duygularını hiç kimseye belli etmeden gelir gelmez dağ pınarının kenarındaki ağacın dibindeki her zamanki oturduğu taşın üzerine yerleşti. Aklına gelen şiirsel dizeleri içine sığdıramadı. Yanında kalemi olmadığı için ardı ardınca gelen ilham coşkusunu kendi kendine hoş bir sesle dışından tekrarlamaya başladı. Şair bu yöntemi genellikle aklına gelen ilhamı hafızasında pekiştirmek için kullanıyordu, ancak böyle yaptığında onu kaleminin yanına vardığında hafızasından kâğıda aktarabiliyordu.

Yalnız kalıp bu cihanda, inler bu şirin can,

Sensiz artık bir fakir de oldum, düştüm güç kuvvetten,

Kıymetlisinden ayrıldı, gözüme zindandır bu cihan,

Yürüsem tıpkı koyun gibi, bulurum mu bir nişan?

Validem, Mekke Medine’m, canparem, nerdesin?

 

Ağlar oldu dağlar taşlar, bu akan sel ile

Hak huzurunda yalvarmış Ceyhun nehri, Nil ile,

Bağ içinde esir olmuş bülbül, bakın sümbül ile,

Pederim Âzâdî ağlar Yomut, Göklen halkı ile,

Validem, Mekke Medine'm, canparem, nerdesin?

 

Söyler Mahtumkulu ki, bu destanı söyledim,

Ben ki biçare evladın, dağa çıkıp ağladım,

Arzu kapısında şifâ dileyip, Yaradanı çağırdım,

Fani dünyada kalmayan tüm herkesi sorguladım,

Validem, Mekke Medine'm, canparem, nerdesin?

            Çovdur, Mahtumkulu ile neredeyse her zaman birlikte olsa da, onun gönlünden kaynayıp çıkan ilham şiire dönüştüğüne ilk kez şahit oluyordu. O, bu harika anı bozmaya kalkışacak değildi. Bu yüzden nefesini çok dikkatli ve sakin alıyordu. Arkadaşının, şair dostunun ilhamını ürkütemezdi.

            “Sözi ağzıma Hak salar” diyen şair ise, bu esnada coşup gelen ilham kaynağından şiir dizelerini çekip alıyordu. Hayret edilecek şey! O böyle bir olayla daha önce hiç karşılaşmamıştı. Önceleri herhangi bir şiiri yazıp bitirmeden ikinci bir şiirin dizeleri aklına gelmezdi.

            Bu kez ilham başkaca coştu. “Validem, Mekke Medine’m, canparem, nerdesin?” şeklindeki şiirle aynı tarzda başka bir şiir gönül çeşmesinden pınar olup coşmaya başladı. Şu an bu şiirlerin başlıklarını seçmenin zamanı değildi. İnsanlar arasında söylendiği gibi “İlham bir kuştur”. Yakalayamaya yetişemezsen, ele, daha doğrusu kalbine salmaya yetişemezsen onun uçup gitmesi çok muhtemeldi. Böyle anlar Mahtumkulu’da sık sık yaşanıyordu...

            Mahtumkulu sabahın erken vakti anne özleminden ötürü yüreğinde ortaya çıkan acıyı ilham kuşuyla paylaşırken aklına gelen düşüncelerini içine sığdıramayıp:

Duymaz arzımı O Hak, bende dostum çare yok,

Eridi içim dışım, bak tende yara yok,

Verdin insana zulmü, hangi felekte pâre yok,

Der Firaki, ne densizlik, bu hicranda kara yok,

Kalmadı sabrım takatim, canparemden ayrılıp.

şeklindeki şairane dizelerde ifade etti. Şair sözlerini tamamlar tamamlamaz Çovdur kendini tutamadı:

– Selamünaleyküm Mahtumkulu! 

– Ve aleykümselam Çovdur. Sen burada ne yapıyorsun?

– Dostum ben de şafak vakti senin ne yaptığını merak ettim ve peşine takıldım. 

– Çovdur, bunu sana nasıl anlatabilirim ki dostum! Validemi kaybedeli yaklaşık bir yıl olsa da onun nurlu görüntüsü benim gözlerimin önümde canlanınca kalbim çarpıp ne yapacağımı, kendimi nereye atacağımı bilmiyorum ve en sonunda kendimi bu doğanın koynuna, hiç kimsenin olmadığı yere atıyorum.

– Mahtumkulu, seher vakti dışarı çıkıp şiirini tenhada okuduğun şair kimdir? Kimin şiirini okudun şu an? Kim ki o Firaki?

– Şiir kendimin, dostum. Tam şu an aklıma gelen düşünceler temelinde söyleyiverdim. 

– İyi de, şiirin sonunda Firaki dedin!

– Şaşıracak bir şey yok dostum. Geçmişten de malûm olduğu üzere, her dönemin ünlü şairlerinin adının yanında, farklı bir ikinci adı, kendine has mahlası olmuştur. Ben de bugün kendime bir mahlas buldum sanırım. Ne dersin dostum, anne hasreti, onun sıcak sevgisinden ayrı kalmanın acısı, bana “Firaki (Ayrılık)” sözünü mahlas olarak kullanmayı emrediyor. Eğer babam Âzâdî hoşnutsuz olup karşı çıkmazsa bugünden itibaren kendime “Firaki” mahlasını seçmem çok isabetli. Kaldı ki, insanlar bu mahlasla bana seslendiklerinde ya da şiirlerimi okuduklarında “Firaki” mahlası canım annemi kaybettikten sonra, ondan ayrılmanın acısına dayanamayıp kendime lakap olarak taktığıma, anne denilen şefkatli insanın evlat için değerini hiçbir şeyle ölçülemeyek yegâne kıymet olduğuna ve kutsal Kâbe’yle denk mukaddeslik olduğuna, insan için böyle bir mukaddes kadının kendi evladının yüreğindeki yerini hiçbir şeyin alamayacağına, onun yerini hiçbir şeyle doldurulamayacağına akıl erdirsinler, aynı zamanda onlar valideleri hayatteyken kadir kiymetini anlayıp dünyanın en büyük zenginliğine sahip olduklarını ve onu gözbebeği gibi esirgeyip el üstünde tutmaları gerektiğini bilsinler.

– Mahtumkulu, bu çok iyi bir fikir dostum. Ama siz kendi mahlasınızı az evvel okuduğunuz “Nerdesin?” adlı beşleme şiirinizde kullanmış olsaydınız, halk bu takma adınızı çok daha iyi kabul ederdi. Henüz geç değil, o şiirin son bentindeki isminize, Mahtumkulu sözü yerine, “Firaki” mahlasını koyun. Ayrıca, lütfen, benim ricam doğrultusunda bu şiirin içinde kendi takma adınızı annenizden ayrı kalıp aldığınızı şairane bir dilde kelime kelimesine ustalıkla beyan edip halka ayan edin, dostum. Bu sayede sizin biraz önceki niyetiniz tam da yerine ulaşacaktır.

– Tamam dostum. Ancak yeni mahlası, onun sanatsal içeriğini yeni bir şiirde ifade etsek çok daha iyi olur. Eğer siz “Nerdesin?” adlı şiirimi beğendiyseniz, bu şiirimin içeriğine uygun yeni bir şiir yazacağım. Benim bu fikirimi destekliyor musun dostum?

– Destekliyorum dostum. Yeni şiirinizi yaklaşmakta olan Kurban bayramında, Garrı mollanın kurban davetinde kalabalık halk kitlesine okursanız çok güzel olur. Mahtumkulu, bayrama kadar yeni şiirinizi yazar mısınız? 

– Yazarım sevgili Çovdur. Kurban bayramında, babamın kurban davetinde yeni şiirini okusanız şeklindeki fikiriniz çok iyi bir fikir, dostum. O gün yeni şiirimi okuyup tüm halkın önünde babamdan “Firaki” mahlasını almamdan dolayı hayır duası etmesini isterim. 

– Mahtumkulu! Sevgili dostum, artık biz sana Mahtumkulu mu demeliyiz yoksa Firaki mi?

            Mahtumkulu, ilham dizelerinin bir ucunu ezberinde pekiştirdikten sonra rahatladı. O artık bu satırları şiire dönüştürebileceğinden tam emindi. Ayrıca Çovdur gibi kendine kıymet veren bir arkadaşı olduğu için çok mutluydu. Böylece, bir süreliğine de olsa şair kabinin sıkıntısı yatıştı. Şair, Çovdur'un sorusuna gülümseyerek cevap verdi. 

            Şairin en yakın arkadaşı ise Mahtumkulu’nun gülümsemesine gülümseyerek karşılık verdi.

            Onlar beraber evlerine doğru yola koyuldu.

 

                                                       ***

            Günler birbiri ardınca sıralanıp yıldırım hızında geçiyordu. Parmakla sayılıp dört gözle beklenen Kurban Bayramı da gelip çattı. Bayram namazı kılındıktan sonra Garrı mollanın devletli ocağında kurban davetine başlandı. Davete katılan insanlar, halk dilinde şiir yazan Mahtumkulu’nun şiirlerini kendilerine yakın görüyorlardı. Bu yüzden de onlar hangi toplantıda olursa olsunlar, Mahtumkulu’na gözleri düştüğünde “Şair bir şiir okusana!” deyip ona şiir okuturlardı. Bu defa da böyle oldu. Ancak bu sefer şair, Çovdur’un ricası üzerine yazdığı “Validem, Mekke Medine’m, canparem, nerdesin?” adlı şiirini okudu:

Ayrı düşüp Kâbe’mden, ekledim Firaki adıma,

İl, ulus, hazineden gelmez bir zerre yâdıma,

Gördü eşkıya bugün el uzattı cevher zatıma,

Eridi dağların taşı, dayanamadı yangınıma,

Validem, Mekke Medine’m, canparem, nerdesin?

            Garrı molla bugün öz evladı olan öğrencisinin “Firaki” mahlasını onaylayıp ona hayır duasında bulundu. 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 206. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 206. Sayı