HaftanınÇok Okunanları
MUHİTTİN GÜMÜŞ 1
Süleyman Abdulla 2
ERKUT DİNÇ 3
Gülzura Cumakunova 4
HİDAYET ORUÇOV 5
Osman Çeviksoy 6
HUDAYBERDİ HALLI 7
MAKEDONYA’DA TÜRKÇE EĞİTİM GÜNÜ
KUTLU DİL BAYRAMINA KATILIM NOTLARIMIZ
Avrasya Yazarlar Birliği Balkanlar Yazarlık Atölyesi’nde yetişen genç yazarlarımızın Hilton’un büyük salonuna ve salon girişindeki geniş alana sığmayan sevinçlerini, memnuniyetlerini mutlaka yazmalıydım. Bu anlamlı, güzel, bayram gününde onların yaşadıkları mutluluğu yazmasam içim rahat etmeyecekti. Makedonya Türkleri için derin anlamlar taşıyan 21 Aralık günü, gençlerin göz nuruyla daha da anlamlı hale gelmiş, daha da güzelleşmişti. Yazmalıydım ki sevgili gençlerin ilk ve tek milli bayramlarına katkıları, sevinçleri, mutlulukları unutulmasın.
Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Yakup Ömeroğlu, başkan yardımcısı ve yazarlık atölyeleri hocası olarak ben, sıradan bir geziye değil, milli bayram olarak kutlanan 21 ARALIK TÜRKÇE EĞİTİM GÜNÜ’ne davet edilmiştik. TİKA’nın destekleriyle 2019’da başlattığımız Online Balkanlar Yazarlık Atölyesi’nde yetişen genç yazarların eserlerinden oluşan ikinci ortak kitabımızın tanıtımı da bayram kutlamalarının bir parçası olacaktı. Hem Türkçe Dil Bayramı hem de büyük umutlar bağladığımız, çalışkan gençlerimize ait kitabın tanıtımı bizleri sevindirmekle kalmadı, fazlasıyla heyecanlandırdı.
20 Aralık 2022, salı sabahı erkenden yola çıktık. Ankara’nın yoğun trafiğini ilk kez umursamadan dura kalka geçtik. Esenboğa Hava Alanına varıp uçuştan önce yapılması gerekenleri tamamladığımızda çay kahve içerek sohbet edecek zamanımız bile oldu.
Makedonya’da yaşayan Türklere 21 Aralık 1944 tarihinde Latin alfabesiyle Türkçe eğitim hakkı tanınmıştı. 15 Şubat 2007 tarihinde bayramlar yasasında yapılan bir değişiklikle Türkler 21 Aralık’ta bayram kutlama hakkına da sahip oldular. Üsküp’te Türkçe eğitimin başladığı 21 Aralık günü, Makedonya'da yaşayan Türklerin milli bayramı oldu. Yazarlık atölyesi çalışmaları sırasında üretilen hikâyelerden oluşan ikinci ortak kitabımız K. Makedonya Türklerinin millî bayramı “Türkçe eğitim günü”nde tanıtılacaktı. Kitabın genç yazarları böyle anlamlı, güzel bir günde Balkan Türk edebiyatı ailesine takdim edilecekti.
Aktarmalı yolculuğumuzun birinci kısmını gerçekleştirmiş, Sabiha Gökçen Havaalanı’nda bizi İstanbul’dan alıp Üsküp’e götürecek uçağı bekliyorduk. Güzel bir sürprizin de bizi beklediğini bilmiyorduk. Uçağa geçeceğimiz kapalı kapının karşısında dinlenirken özelde kendi birliğimizin genelde tüm yazar, şair birliklerinin sorunlarını konuşuyor, bazı ülkelerin birlikleriyle karşılaştırıyorduk.
Genç bir kadın, hızlı adımlarla geldi tam karşımızda durdu. “Ben sizi tanıyorum!” dedi. “Siz Yakup Ömeroğlu başkanımız, siz de Osman Çeviksoy hocamızsınız!” Sesinden, yüzünden, gülümseyişinden biz de onu tanıdık. İki dönemdir Balkanlar Yazarlık atölyemizden öğrencimiz Gülay Alçe’ydi. İzmir’de toplanan uluslararası bir kültür sanat etkinliğinden dönüyordu. O da Üsküp’e gidiyordu, Türkçe eğitim günü bayramına katılacaktı. Bizi ta uzaktan tanımıştı, çünkü ekranda gördüğünden farklı değildik.
Rahat konuşabilmek için birkaç sıra geride boş bulunan üçlü koltuklara geçtik.
Gülay, bu karşılaşmaya ne kadar çok sevindiğini uzun uzun anlattı. Yazarlık atölyesine katılmakla ne kadar doğru bir iş yaptığını anlattı. Kararlıydı. Dilini, yazarlık yeteneğini iyice geliştirip gelecekte güzel hikâyeler, güzel romanlar yazacak, çok sayıda kitap sahibi bir yazar olacaktı. Babasından, dedesinden, ninesinden dinlediği pek çok yaşanmış hikâye vardı. Hepsi kafasındaydı. Hepsiyle ilgili notları vardı. Hepsini yazacak, kitaplarını da çizdiği resimlerle süsleyecekti. Resim çizmeyi de yazı yazmak kadar çok seviyordu.
Gülay’ın kendini geliştirme ve yazma konusundaki kararlılığı bizi memnun etti. Kararlılığını destekleyici sözler söyledik. Kapı açıldıktan bir süre sonra uçağa geçmek üzere ayağa kalkınca Gülay İstanbul hatırası olarak selfi çekmek istedi. Memnuniyetle poz verdik. Kapı önündeki bilet, pasaport kontrolüne doğru yürürken Gülay kendisini almaya ağabeyinin geleceğini, bizi Üsküp’te kalacağımız yere kadar götürebileceklerini, hatta misafir edebileceklerini söyledi.
Ne kadar anlayışlı, yardımsever, güzel düşünceli bir kızdı. Teşekkür ettik. Bizim için her şey ayarlanmıştı. Ertesi gün görüşmek üzere ayrıldık. Uçaktaki yerlerimiz birbirine hayli uzaktı. Üsküp’e Gülay’la aynı uçakta gitsek de inişte görüşemedik.
Bizi, havaalanından Balkan Yazarlar Birliği Başkanı, Yeni Balkan Gazetesi ve yayınevinin sahibi Mürteza Sulooca aldı, kalacağımız otele götürdü. Biz lobide dinlenirken o giriş işlemlerimizi halledip elinde pasaportlarımız ve oda kartlarımızla döndü. Bu, güzel bir misafirperverlik örneğiydi. 2019 yılında yazarlık atölyemizin Üsküp’teki açılış programından tanıdığım Sulooca, sadece misafirperver değil, saygılı, kültürlü, balkan Türklüğüne ve Türk kültürüne hizmet yolunda her türlü zorluğa katlanabilen bir adamdı. Genç yazarların ortak ve müstakil kitaplarını o basıyordu. Yarınki Türkçe Dil Bayramı kutlamasıyla ilgili görevleri de vardı. Akşam, 20.00’de otel restoranında buluşmak üzere vedalaşıp ayrıldık.
Odalarımıza çıkıp bir süre dinlendikten sonra çay içmek üzere restorana inerken bizi Hacı Bayram Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümünden Doç. Dr. Aysun Demirez’in beklediğini ben bilmiyordum. Yakup Bey haberliymiş. Aysun Hanım ona telefonla ulaşmış, “Bu defa da görüşmeden dönerseniz kırılırım!” demiş. Yakup Bey’le aynı üniversitenin öğretim üyeleri olarak yıllarca çalışmışlıkları vardı. Burada buluşmayı kararlaştırmışlardı. Ben Aysun Hanım’ı üniversiteden, daha çok da Türk Ocakları sanat edebiyat kurulundan tanıyordum. Saygılı, nazik, hanımefendi bir kişiliğe sahipti. Tanıyan herkesin saygı duyduğu, takdir ettiği bir hanımefendiydi. Toplantılarda, kültürel faaliyetlerde çok seyrek olarak görüşsek de bana bir kız kardeş kadar yakındı. Makedonya’da birdenbire karşıma çıkıverince, çok şaşırdım, çok sevindim. Meğer o iki senedir Üsküp’te Uluslararası Balkanlar Üniversitesinde görevliymiş. Oğlu da aynı üniversitenin öğrencisiymiş.
Türk kahvesiyle başlayan sohbetimiz çayla devam ederken kısa bir süre önce kaybettiğimiz Balkanların değerli şairi, yazarı İlhami Emin’in oğlu; şair, yazar, çevirmen Rıfat Emin geldi. Yakup Bey’in Üsküp’e geleceğini öğrenince onunla aynı ortamda bulunmak, sohbet etmek istemişti. Aslında pek fazla evden çıkmıyor, çalışmalarını evden yürütüyormuş. Yakup Bey’le konuşmaktan büyük mutluluk duyduğu için geleceğini öğrenince telefona sarılmış, bu mekânda görüşmeyi kararlaştırmışlardı. Üniversite, kültür sanat, Türkçe Dil bayramı, şiir üzerinde sohbetimiz devam ederken ben konuyu özellikle İlhami Emin’in ölümünden çok önce atlattığı, ilginç hastalığına getirdim. 2019’da Balkanlar Yazarlık Atölyemizin açılışında tanışmıştık. Güçlü bir hafızaya sahip, sağlıklı bir adamdı. Uzun sürmüş hastalığını ve bir günde iyileşmesini kendi ağzından dinlemiştik. Yakup Bey de unutmamıştı. Bir kere daha biz anlattık, oğlu onayladı, eksik taraflarını tamamladı. Büyülü gerçeklik tanımına uyan ilginç bir hikâyeydi. Kendisi ya da bir başkası yazmış mıydı, bilmiyordum ama mutlaka yazılmalıydı. Yazılmadığından emin olsam ben yazabilirdim.
Mürteza Sulooca gelince sohbet konularımıza Makedonya’da Türkler ve problemleri de eklendi. Anlatılanlardan hareketle vardığımız sonuç; yeni ve küçük bir devlet olmanın çok sayıda problemleri oluyordu. Yeni ve küçük bir devlet içinde azınlık olmanın daha çok ve daha büyük problemleri vardı.
Seviyeli sohbetimiz geç saatlere kadar devam etti.
Beş kişilik grubumuzdan önce Rıfat Emin ayrıldı.
Bir süre sonra da hepimiz kalktık.
21 Aralık 2022, Çarşamba sabahına ezanla uyandım.
Ezan, sanki kaldığım odanın içinde okunuyordu. Çünkü Bushi Otel tarihî Mustafa Paşa Camisi’nin hemen yakınındaydı. Kuzey Makedonya’da ilk gecenin sabahına makam bilen, güzel sesli bir müezzinin okuduğu ezanla uyanmak ve sonuna kadar ezanı dinlemek ne kadar da huzur vericiydi. İnsanı manevi iklimlerden geçiriyor, manevî hazzın doruklarına çıkarıyordu. Bana bu sabah burada ezan dinleten geçmişimizle bir kere daha gurur duydum, cümlesine rahmet diledim.
Cami, Yavuz Sultan Selim’in veziri Mustafa Paşa tarafından 1492 yılında yaptırılmıştı. Üsküp Türk Çarşısı’nın hemen üst kısmında bulunuyordu. Otelimiz de caminin birazcık altındaydı. Arada sesi engelleyecek herhangi bir bina bulunmadığından, sabahın sakin saatinde ezan yanımızda okunuyor gibiydi. Cami, mevcut yapısı bozulmadan birkaç kez tamir görmüş, en son TİKA tarafından orijinalliğine dokunulmadan restorasyonu yaptırılmış, kendine has ihtişamı günümüze kadar korunmuştu.
Akşamki konuşmamıza uyarak iyice dinlendikten ve geciktirdiğimiz kahvaltımızı yaptıktan sonra Mürteza Sulooca bizi saat on bire doğru aldı. Çevresinde kale, Türk Çarşısı, camiler bulunan şehir merkezine yakın otelimizden Makedonya Türklerinin milli bayramı “21 ARALIK TÜRKÇE EĞİTİM GÜNÜ” kutlamasının yapılacağı yeni ve büyük salonları bulunan Hilton’a doğru yola çıktık. Trafik, her sabah Ankara’da yaşadığımız gibi değil, daha rahattı. Yolda anlattığına göre tanıtımı yapılacak ortak kitapta hikâyeleriyle yer alan on bir geç yazardan beşi buraya davet edilmişti. Dördü kesin geleceğini bildirmiş ancak biri gelemeyeceğini söylemişti. Hepsinin öğretmen ve öğrenciler olarak okulları vardı ama “21 Aralık” Türkler için milli bayram olarak kabul edildiğinden Türk öğrenci ve öğretmenler için tatildi. “Büyük ihtimalle gelemeyeceğim!” diyen Muhammet Korkmaz’ın mutlaka farklı bir sorunu olmalıydı. Mürteza Bey ve eşi Hacer Hanım fazla da ısrarcı olmamışlardı. Gelemeyeceği için de üzülüyorlardı.
Bizi otelde ilk karşılayan Rabie Ruşid oldu. Kendisini Avrasya Yazarlar Birliği Balkanlar Yazarlık Atölyesi’nin 2019’daki açılış programından tanıyorduk. Bir de güzel konuşma yapmıştı. Şiir, deneme, hikâye atölyelerine devam etmişti. Çalışkandı, çok yazıyordu. Şiir, deneme kitapları vardı. Balkanlar ilk ortak kitabımızda eserleriyle yer almıştı. İkincisinde yine vardı. Son zamanlarda tercümeye de başlamıştı. Üstelik Yunus Emre Enstitüsü’nün Üsküp şubesinde Türkçe öğretmeni olarak çalışıyor, Makedon, Arnavut, Sırp isteklilere Türkçe öğretiyordu. Bizi görünce çok sevindi. Böyle anlamlı güzel bir günde bizi Üsküp’te görmenin verdiği mutluluk her halinden belliydi. “Hoş geldiniz!” dedikten sonra güzel cümleler kurarak memnuniyetini belirtti.
Bizi ikinci karşılayan Gülay Alçe’ydi. Dün İstanbul’daki sürpriz karşılaşmamızda olduğu gibi şaşırmış değildi fakat dünkünden daha çok sevinçli görünüyordu. Gülay hep gülümseyen bir yüze ve azalmayan pozitif enerjiye sahip birisiydi. Bu haliyle karşısındakini de olumlu etkiliyordu. “Bugün yine beraberiz, ne güzel!” dedi. “Siz Üsküp’e sık sık gelin, bizi de Ankara’ya çağırın yazarlık atölyemizi hep yüz yüze yapalım.” Belli ki buraya bizden çok önce gelmiş, Yeni Balkan Yayınevi Yayınlar Sorumlusu Hacer V. Sulooca Hanım’la birlikte kitap standımızı düzenlemişlerdi. Türkçe Eğitim Bayramı’nın kutlanacağı ve öğle yemeğinin yenileceği büyük salonun girişindeki geniş hole konulan masaları taze çiçekler gibi görünen, nefis baskılı kitaplarımızla süslemişlerdi. Kitaplardan epeycesi ciltli, kalın kapaklı, kitabın boyutlarına uygun, kulplu taşıma çantaları içindeydi. Çantaların iki yüzü kitabın ön kapağı şeklindeydi, iki yanı kitabın sırtıyla aynıydı. Hem yanlarda hem yüzlerde aynı yazı vardı: “BALKANLAR ONLİNE YAZARLIK ATÖLYESİ -2021 ESERLER”
Bega Dançevska çevrimici yazarlık atölyesi derslerine görüntü vermeden, sadece sesiyle katılıyordu. İnternet sorunlarından dolayı görüntü vermeyip sesiyle katılan başka katılımcılarımız da vardı. Belleğimde Bega’nın yüz hatlarıyla ilgili hiçbir kayıt yoktu. Kaç yaşlarındaydı, başörtüsü takıyor muydu, başı açıksa saçları nasıldı, hiçbir fikrim yoktu. Yazdığı hikâyeleri kendinden görüntüsüz dinlerken sesinden hareketle onu ortadan kısa boylu, hafif kiloluca, ilk gençliğini epeyce gerilerde bırakmış bir hanım olarak düşünmüştüm. Çocukluktan daha yeni kurtulmuş, ince, uzun boylu, uzun koyu kestane saçlarını tepesine yakın yerden bağlamış, sol omuzuna aşağı bırakıvermiş, yanında kendisinden birkaç yaş küçük bir erkek çocuk bulunan bir kız karşımda durup “Osman Hocam ben Bega!” demez mi? Doğrusu şaşırdım. Karşımda hayal ettiğimden çok farklı, çıta gibi, boyuyla benim boyuma yakın, dimdik bir genç kız duruyordu.
“Son derste benden Seninle Bin Yıl’ı isteyen kız sen misin?” dedim.
“Evet benim!” dedi. “İnternette o kitabınızla ilgili okuduğum yazının etkisinde kaldım, sizin buraya geleceğinizi de öğrenince istedim.”
“İyi ettin!” dedim. “Herkese bir kitap sana iki kitap getirdim.”
Yanında sessizce bekleyen çocuğa baktım.
“Bu delikanlı kim?”
“Kardeşim Nermin, birlikte geldik.”
Neriman adının erkeklere konulduğunu biliyordum da “Nermin”in de erkek adı olduğunu ilk kez öğreniyordum. Biliyormuş gibi davranarak Nermin’le biraz konuştuk. Ablası gibi henüz hikâye yazmıyordu. Şimdilik okulda öğretmenlerin ödev olarak verdiği kompozisyonları yazıyordu. İleride o da hikâye yazabilirdi.
Bega, yazdığı hikâyeleri bir araya getirip kitap bastırmıştı. TİKA Genel Başkanı Serkan Kayalar Bey Mürteza Sulooca tarafından kendisine takdim edilen gençleri tebrik ederken sıra Bega’ya gelip de müstakil kitap bastırdığını öğrenince “Bana imzalı kitabından yok mu?” diye sordu. Bega biraz mahcup “Bir tane kaldı, o da evde!” dedi. Yakup Ömeroğlu “Maşallah, gençlerimizin kitapları kapışılıyor!” diye espri yaptı. Birlikte gülüştük.
Davetli genç yazarlardan standımıza en son gelen Burcu Aliyyi oldu. Bazı derslerde bir an ekranda gördüğümüz, bize el sallayan küçük kızı bir bakıcıya bırakıp aceleyle gelmişti fakat trafikten ve trafik ışıklarından dolayı geç kalmıştı. Bizi karşısında bulunca, masalar üzerine şekilli dizilmiş kitapları görünce çok sevindi. Çevrimiçi Yazarlık Atölyesine iki dönemdir devam ediyordu. Çok memnundu. Standımızın başında Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Mustafa Şentop ile Makedonya Meclis Başkanı Talat Caferi’yi beklerken bir yandan da Balkan Yazarlar Birliği, TİKA, MATÜSİTEP başkanları ve yetkilileriyle, davetli genç yazarlarla ikişerli üçerli beşerli sohbetler ediyor, fotoğraflar çektiriyorduk. Ben bir taraftan da giriş tarafını gözetliyordum. Beş davetli yazardan dördü gelmiş, bir Muhammed Korkmaz gelmemişti. Geliverse herkes çok sevinecekti.
Dört yazarımızın çevremde toplandıkları bir anda adlarına son kitabım “Vazgeçme Gönül”ü imzaladım. Bega’ya ayrıca “Seninle Bin Yılı”ı da imzaladım. İki dönemdir atölye hocaları Ataman Kalebozan Hanım’ın selamlarını ilettim. “Hepinize ayrı ayrı selam ve sevgilerini gönderdi!” dedim. Duygulandılar. Ataman Hanım, yazılan metinleri yapıcı bir üslupla kimseyi kırmadan, incitmeden, tatlı tatlı eleştirdiği için onu çok seviyorlardı. Dördü de niçin gelmediğini sordu. Öğretmen olarak çalışmaya devam ettiğinden, hafta içi resmî makamlardan izin alıp gelmesinin zorluğunu anlattım. Bahara daha kalabalık bir grup olarak hocalar, yazarlar, yöneticiler ailelerle birlikte gelebileceğimizi, daha uzun süre kalabileceğimizi söyledim. Yakup Bey de onayladı. Memnun oldular, şimdiden sevindiler.
Toplantının resmi ve ağır konuklarını beklerken Burcu’nun bana anlattıkları ilginçti. Daha önceleri arada bir şiir yazıyor, onunla oyalanıyormuş. Sonra ondan da vazgeçmiş yazma işini tamamen bırakmıştı. Kızının dünyaya gelişiyle birlikte içine yeniden bir yazma sevdası düşmüştü. Doğduğu günden başlayarak gün gün çocuğuyla ilgili notlar tutmaya, duygu ve düşüncelerini yazmaya başlamıştı. Bu kadar yazmak ona yetmemiş, başka şeyler de yazmak istemişti. Ancak kızıyla ilgili notların dışında ne yazacak, geleceğe neler bırakacak, bilmiyormuş. Tam bu sırada Avrasya Yazarlar Birliği’nin TİKA’nın destekleriyle yürüttüğü Yazarlık Atölyesinden haberdar olmuş, hemen kaydolup hikâye derslerini takip etmeye ve yazmaya başlamıştı. Burcu aynı zamanda bir okulda öğretmenlik yapıyordu. Yazarlık atölyesinin öğretmenliğine de faydası oluyordu. Okulu, öğrencileri, çocuğu, ev işlerini ve hikâye çalışmalarını birlikte yürütüyordu. Bu yoğunluk ona iyi gelmişti. Her günü dolu dolu yaşıyordu.
Biz; Yakup Ömeroğlu, Osman Çeviksoy, Mürteza ve eşi Hacer V. Sulooca, yazarlarımız Rabie Ruşid, Gülay Alçe, Bega Dançevska, Burcu Aliyyi, kitap standımızın yanındaydık. TİKA ve MATÜSİTEP Başkanları, üniversite hocaları, pek çok bilim ve kültür insanları standımızı ziyaret etti. Onlara kitap hediye ettik. Ayaküstü kısa sohbetler ettik.
Üsküp’teki çeşitli açılışlara, kültürel gösterilere davetli olan TC Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Mustafa Şentop biraz gecikerek geldi. Salona girmeden önce standımıza yöneldi. Hepimizle tokalaştı. Çalışmalarımızı geçen yıllardan biliyordu. Yine de kısa bilgiler verdik. Gençleri tebrik etti. Hediye ettiğimiz kitabı kabul etti. Standımızın başına geçip bizimle birlikte medya mensuplarına hatıra pozu verdi. Sonra beraberindekilerle birlikte salona geçti.
Mürteza Bey oturacağımız masaları biliyordu. Salona geçip masamızı bulduk, isimlerimizin yazılı olduğu yerlere oturduk. Bizim masamızın, üç kişilik eksiği vardı, biz de oturunca tamamlandı. Hacer Hanım ve ortak kitabımızın yazarları için başka masa ayrılmıştı. Bakınıp göremeyince salon dışında kalmış olabileceğini düşünerek Bega’yı çağırıp kardeşi Nermin’i sordum. “Bizimle bereber hocam!” dedi, bulunduğu yeri işaret etti, rahatladım.
Çok geçmeden 21 Aralık Türkçe Eğitim Gününün anlam ve önemini vurgulayan konuşmalar başladı. TİKA’yı MATÜSİTEP’i, Avrasya Yazarlar Birliği’ni temsilen başkanlar konuştu. Makedonya Meclis Başkanı Sayın Talat Caferi konuştu. Son olarak TC Meclis Başkanı Sayın Mustafa Şentop konuştu. Hediyeler verildi. En son iki meclis başkanı sahnedeyken kitapta yer alan davetli yazarlarla hocaları, yani bizi de sahneye aldılar. Meclis başkanları tarafından hediyelerimiz verildi. Birlikte kameralara poz verdik. Masalarımıza geçince hayli gecikmiş olan öğle yemeği servisi başladı.
Bizim masamızda Uluslararası Balkanlar Üniversitesi’nden hocalar ve yöneticiler vardı. Hepsi Türkçeyi güzel konuşuyorlardı. Farklı yıllarda Türkiye’ye gelip dönenlerle konuşurken müşterek tanıdıklarımız çıktı. Ertesi gün döneceğimizi öğrenince Ankara’daki tanıdıklarına selam gönderenler oldu. Sohbet ederek devam ettiğimiz yemek epeyce uzun sürdü. Salondan yavaş yavaş çıkışlar başlayınca biz de kalktık. Yazarlarımız da kalktılar. Onlarla vedalaşıp ayrılmamız 16.30’u buldu. Farklı yerlerden gelmişlerdi. Dördü de benzer sözlerle tekrar tekrar kalmamızı hatta misafirleri olmamızı istediler. En açık itirazı Burcu yaptı. “Bunu saymayız Hocam!” dedi. “Dün akşam geldiniz, yarın sabah gideceksiniz. Biz bunu hiç saymayız. Lütfen daha uzun süre kalmak üzere gelin. Öteki hocalarım da gelsinler. Okullarımızı ziyaret edin. Öğrencilerimizle tanışın. Size Makedonya’yı gezdirelim. Sonra siz bizi Türkiye’ye götürün. Bize Türkiye’yi gezdirin. İyi olmaz mı? Ben Ankara’yı, İstanbul’u görmeyi, gezmeyi, tanımayı çok istiyorum.” Diğerleri de Burcu’ya katıldılar, destek verdiler. “Hepimiz istiyoruz.” dediler. Biz de söz verdik. Nasip olursa hep beraber Türk okullarını ziyaret edebileceğimizi, söyleşiler yapabileceğimizi söyledik.
Otelimize dönüp dinlendikten sonra sözleştiğimiz gibi akşam 19.00’da Mürteza Bey geldi, yürüyerek çarşıya indik, meşhur köftecide (onlar köfteye kebap diyorlardı) karnımızı doyurduk. Vakit kaybetmeden çıktık. Üsküp’ün simgesi sayılan köprüden geçmezsek olmazdı. Çarşı merkezinde bulunan Murat Paşa Camisinin önünden, Çifte Hamam’ın yanından geçtik. Vardar Irmağı üzerindeki Osmanlı’dan kalma şehrin simgesi Taş Köprü’ye (Fatih Sultan Mehmet Köprüsü) doğru yürürken Sultan Murat Camisinin akşam karanlığında daha bir ihtişamlı, gizemli görünen minaresine uzun uzun baktık. Taş köprü yakınındaki Davut Paşa Hamamını dıştan seyrettik. Üsküp şehrinin merkezinde günümüze kadar ulaşmış Osmanlı zamanından kalma pek çok mimarî eser vardı. Bunlardan bir kısmını 2019’da Çevrimiçi Yazarlık Atölyesi açılışına geldiğimizde gezmiştik. Şimdi, akşam saatinde dükkanların çoğu gibi ziyaret yerleri de kapalıydı.
Havanın serin olmasına rağmen köprünün iki tarafını da gezdik. Yeni Balkan Gazetesi’nin, Yeni Balkan Yayınları’nın ortak bürosuna döndüğümüzde biraz üşüdüğümüzü anladık. Koltuklarımıza oturur oturmaz sıcak çaylarımız geldi. Ortam sıcak, çaylar sıcak, ikramlar nefis, yerimiz rahat olunca Mürteza Bey, eşi Hacer Hanım, Yakup Bey, ben gece geç saatlere kadar, kitaptan, kültürden, kültürel faaliyetlerden, geçmişten, gelecekten konuştuk. Yayınevinin iki de çalışanı vardı; biri erken ayrıldı, diğeri söze karışmadı ancak çaylar bittikçe ve hizmet gerektikçe devreye girdi.
Sabah 07.30’da Havaalanına doğru yola koyulmak üzere sözleşip kalktık.
Otelimiz yüz elli iki yüz metre ötedeydi.