HaftanınÇok Okunanları
MERYEM HAKİM 1
Osman Çeviksoy 2
HİDAYET ORUÇOV 3
KEMAL BOZOK 4
ŞEFA VELI 5
NIKA ZHOLDOSHEVA 6
HUDAYBERDİ HALLI 7
Beni doyuran toprak bana acıkır bir gün
Hayat bir emanet mi, kısa bir nöbet midir?
Mehmet Çetin
Hiç fasılasız devam eden otuz beş yılı aşkın bir arkadaşlık nasıl anlatılır, neresinden başlanır bilmiyorum. Bu arkadaşlık çok kısa sürede dostluğa evrilmişse, yaşanan onca ortak hatıra ve sayısız anı döküp saçmadan nasıl dile getirilir, bunu da bilmiyorum. Hele bu arkadaşınız Mehmet Çetin gibi ülkenin sadece sosyal, siyasal, ekonomik gündemini değil, fikir, kültür, sanat, edebiyat gündemini ve geleceğini de yakından takip eden; bütün bu konulardaki ciddi birikimi ile olup bitenlere dair yazan, konuşan entelektüel biri olunca iş daha da zorlaşıyor.
Çünkü böylesine çok yönlü biri hakkında ne yazsanız, ne söyleseniz eksik ve yarım olacak: Kendisinin dışında pek kimsenin bilmediği henüz kitaplaşmamış güçlü şiirleri; alanında en iyi yayın olan dört ciltlik Tanzimattan Bugüne Tür Şiiri Antolojisi; telif yasasından dolayı yayınlanamamış fakat yine alanında en kapsamlı çalışma olduğuna şehadet edebileceğim Türk Halk Şiiri Antolojisi; Sinemacılığı ve Mehmet Ferit imzalı senaryoları; editörlüğünü yaptığı Mehmet Akif ve Necip Fazıl’ın bütün yönleriyle anlatıldığı iki biyografik prestij kitabı, yıllardır üzerinde çalışıp da bir türlü bitiremediği yarım kalmış romanı, Türkiye’de sendikacılığın sorunları ve işçi-işveren-devlet ilişkilerini konu alan sayısız makaleler, dergiler, kitaplar, sempozyumlar… Ve her biri kalıcı izler bırakmış tek başına gerçekleştirdiği önemli kültürel projeler…
Bu projelerin en kapsamlı ve kayda değer olanlarından biri ve sonuncusu, Bolu Belediyesi’nce dört yıl arka arkaya uygulanan Uluslararası Köroğlu Kültür Sanat Festivali’dir. Türk dünyasının her köşesinden bilim adamlarının katıldığı sempozyumlar, paneller; müzik ve oyun topluluklarının katıldığı konserler, resitaller; Türk kültür coğrafyasının her yerinde bilinen, söylenen tüm Köroğlu türküleri, destanları ve koçaklamalarının yeni icralarından oluşan müzik albümleri; ülkemizde ve Türk Cumhuriyetlerinde çekilen Köroğlu filmleri ve oyunları gösterimi; ve Bolu’nun marka şehir kimliğine önemli bir katkı sunan iki muhteşem Köroğlu Anıtı…
Son yıllardaki ağırlıklı meşguliyeti ise, Prof Dr. Sami Güçlü’nün önderliğinde MEB ile işbirliğiyle kırka yakın ildeki orta dereceli okul öğrencilerine yönelik yazar/kitap okuma, anlatma ve yazmaya dayalı kapsamlı bir proje olan “Anadolu Mektebi”ndeki çalışmaları ve Anadolu Mektebi Dergisi’nin editörlüğü idi. Tümüyle gönüllülük esasına dayalı bu çalışma içinde yer alan en aktif ve en verimli gönüllülerden birisi idi.
İşte sadece isimlerini zikretmenin dahi kolay olmadığı bunca dergi, kitap, yayın, proje ve çalışmanın kahramanını anlatmak hiç kolay olmasa gerek.
Fakat Mehmet’in bütün bu zorlukları kolaylaştıran özellikleri vardı. Bunların başında tevazu, doğallık ve samimiyeti gelir elbette. Bunlar Mehmet’de vehbî değil kesbî idi; yani uğraşarak kendisinin giydiği değil, fark ettirmeden Hilkat’in giydirdiği şeylerdi. Bu yüzden de üzerinde sakil durmaz, ona çok yakışırdı. Giyim kuşamındaki sadelik, içini süsleyen insanların dışını süsten ve gösterişten arındırmasından kaynaklanıyordu. Kibre, gösterişe, yapmacıklığa göz kırptığını dahi kimse görmemiştir. Dünyalık şeyler için kimseye eyvallah etmediği gibi, birilerine eyvallah etmesi ihtimaline bile uzak duran bir mizacı vardı. Herkesle içinden geldiği gibi, son derece doğal, samimi ve tekeleffsüz bir ilişki kurardı. Bu yüzden arkadaşlığı insanı rahatlatır, dostluğu yükünüzü hafifletirdi. Mehmet’le tanışan, bilişen herkes kısa sürede ona ısınır, gönül kapısının kendisine aralandığını hissederdi.
Kendisinin gönül kapısını teklifsiz/tekellüfsüz sonuna kadar açık tuttuğu, ruh ve düşünce dünyasında ağırlıklı yeri olan konular, kişiler, kurumlar, olaylar vardı. Türk dünyası dediğimiz o büyük kültür, dil ve gönül coğrafyası bunların başında gelirdi. Özellikle Türk dünyasının ortak kültür, fikir, sanat ve edebiyat adamları ve eserleri üzerine romandan sinemaya, destandan operya uzanan pek çok alanda yapılması gerekenlerle ilgili rüyaları, düşünceleri, hayalleri vardı. Bunlar ayakları yere basan, toplumsal, kültürel, hatta siyasal alanda da karşılığı olan gerçekçi projelerdi. Bunlardan kısmen gerçekleşenler oldu, yarım kalanlar oldu, projelendirilenler oldu ve elbette çoğu da düşünce ve hayal olarak kaldı. En çok hayıflandığı şeylerin başında, kültürel yatırımlar ve projeler için ayrılan veya biriken fonların, kaynakların, tamamen siyasetin yetkisine bırakılarak çarçur edilmesi gelirdi.
Büyük bir heyecanla yaptığı çalışmalardan biri, Türkçe’nin bütün lehçelerinde bilinip okunmasını çok önemsediği Mehmet Akif ve Necip Fazıl’ın bütün yönleriyle anlatıldığı iki ayrı kitabın kendi editörlüğünde ‘prestij eser’ olarak yayınlanması idi. 2003-2006 yılları arasında Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünce ilk defa “Devlet Prestij Yayını” olarak basılan bu kitaplar o dönemde Türk Cumhuriyetleri Büyükelçiliklerine, Kültür Ataşeliklerimize ve Türk Dünyası yazar kuruluşlarına ulaştırıldı. Benim de bürokratik katkımın olduğu bu projenin en orijinal ve kalıcı boyutu şuydu: İstiklal Marşımızın TBMM’de kabul edilişi, ilk defa 82. yıldönümünde, Mehmet Akif Ersoy Lisesi’nin tamamen amatör on beş kadar öğrencisi tarafından Meclis tutanakları ışığında dramatize edilerek, Ulus’daki tarihi İlk Meclis binasında dönemin TBMM Başkanı’nın huzurunda canlı oynandı ve filme alındı.
Mehmet Çetin’in Türk dünyası kültürü, sanatı, edebiyatı, müziği, sineması üzerine düşüncelerini, uzun yıllar birlikte emek ve mesai harcadığımız Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) çatısı altındaki ortak çalışmalarımız esnasında daha yakından fark ettim. Birlikte Yönetim Kurulu üyesi olduğumuz dönemde ilki gerçekleştirilen Türkçe’nin Ululuslararası Şiir Şöleni’ne katkıları, heyecanı, beklentileri ve hayallerini hatırlıyorum. Tüm Türk cumhuriyetleri, devlet ve topluluklarından şölene katılan bazı şairlerle dostluklarını yıllarca sürdürdü. Onun şairlik yeteneğine, Taşkent Yazıcılar Bağı’ndaki misafirliğimiz esnasında büyük Özbek şairi Rauf Parfi ile spontane gelişen doğaçlama atışmada gösterdiği şaşırtıcı performansıyla şahit olmuştuk.
1992 temmuzunda TYB Yönetim Kurulu üyeleri D. Mehmet Doğan, Çetin Baydar, Cemal Çiftçigüzeli, Mehmet Çetin, İsmail Hacıfettahoğlu ve Ahmet Kot’tan oluşan heyetimizle Türk Cumhuriyetlerindeki yazar kuruluşlarının davetlisi olarak ilk defa gerçekleştirdiğimiz 25 günlük Orta Asya seyahati, benim Mehmet Çetin’i gerçek anlamda “tanımam”, sevmem ve kardeş bellememde önemli bir rol oynamıştır. Daha sonra Mehmet’le çok yola gittik, hatta diyebilirim ki daha çok yolculuklarda beraber olduk ama Nahçıvan’dan başlayıp Bakü, Taşkent, Semerkant, Buhara, Almatı, Çimkent, Aşkabat ve Bişkek’te sona eren bu Atayurt seferi her yönüyle başka idi. Mehmet’in gurup disiplinine ve âhengine uyumu; hiç bir zaman öne çıkmak veya önde olmak gibi bir çabaya girmemesi; ev sahibi dostlarımızın bizi, bizim de onları doğru tanımamıza katkısı olacak ikili sohbetler için her fırsatı ve imkan değerlendirmesi elbette çok önemliydi. Yollarda, gece geç vakitlere kadar otel odalarında devam eden bu sohbetlerde bizden, onlardan, hatta yeri geldiğinde Doğudan Batıdan isimler, eserler ve insanlardan örnekler vererek nokta atışlarla yaptığı mukayeseli kritikler herkes için ufuk açıcı idi.
Mehmet Çetin’i yakından tanıyanlar onun sadece ehli dil değil, ehli sohbet biri olduğunu da iyi bilirler. Hele bir de çay ve sigara eşliğinde dem’e düşmeye görsün, çıtayı hiç düşürmeden saatlerce konuşurdu. Sohbetin konusu siyasetten ekonomiye, uluslararası ilişkilerden koronaya, ateizmden dindarlığa, işçi sendikalarından ideolojilere kadar her şey olabilir. Söyledikleri önceden öğrenilmiş ve ezberlenmiş kalıp ifadeler, klişe cümleler ve âmiyane görüşler değil, o anda keşfedilen ve doğaçlama ifade edilen yeni, farklı, orijinal fikir ve yaklaşımlardır çoğunlukla. Hepsine katılmasanız bile belli bir seviye, üslup ve duruşun muhafaza edilerek samimi bir lisanla konuşulmasından dolayı saygı duyarsınız.
İlik nakli tedavisinin başarıyla gerçekleştiği ve sevgili evladı Osman’dan nakledilen ilik sayesinde kanın kendini üretmeye ve yenilenmeye başladığı bir dönemde çağın belası lanet olasıca korona virüsü gelip, gördüğü tedaviden dolayı bağışıklık sistemi çökmüş durumdaki Mehmet’in zayıf bedenini buldu. Hem de hastayı güya olağanüstü hassasiyetle koruduklarını söyleyen özel Medicana hastanenin özel odasında. Bu yetmiyormuş gibi, son gün, daha etkili bir tedavi görmesi gerektiği mazeretiyle bir başka hastaneye naklinde ısrarcı oldular. Her dakika ağırlaşan durumu ve gidip gelen bilinciyle akşamın karanlığında nereye, niçin götürüldüğünü anlayabildi mi bilmiyorum… Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin acil servisinden yoğun bakıma nakledildiğinde vakit gece yarısını çoktan geçmişti ve burası, Mehmet’in bu dünyadaki son durağı oldu. Seni doyuran toprak sana acıkmıştı belli ki… 25 Kasım sabahı geçirdiği kalp kriziyle delikanlı kardeşim, can dostum Mehmet Çetin de gitti bu dünyadan…
Ruhun şâd, mekanın cennet, kabrin nur olsun.