HaftanınÇok Okunanları
CİHAN ÇAKMAK 1
LENİYARA SELİMOVA 2
Gülzura Cumakunova 3
Gülsafi Melan 4
KEMAL BOZOK 5
HİDAYET ORUÇOV 6
MAHİR NAKİP 7
Giriş
Edebiyat, içerisinde neşet ettiği toplumu etkilediği gibi o toplumun değerlerinden de beslenir. Bakış açısı ve yansıtma biçiminde farklılıklar görülse de pek çok sanatçının eserinde kendi mensup olduğu halkın yaşam tarzı, inanç biçimi, kültürü, gelenekleri ve toplumsal yapısı bir şekilde yer alır. Antik Yunan’dan itibaren sanatın/edebiyatın bir yansıtma işi olduğunu savunan mimetik yaklaşım, edebî eserlerin bir ayna gibi dış dünyanın/hayatın gerçekliğini yansıttığı düşüncesini savunur. Gerçekçilik anlayışı her dönemde değişse de çoğu yazar, eserinde gerçekliği yakalamak için bireyi ve toplumsal hayatı kuşatan temel değerleri ve kültürel unsurları metnin kurgusuna dâhil etme ihtiyacı hisseder. Bu durum, her milletin sözlü halk anlatılarında yer alan millî gelenek-göreneklerin ve âdetlerin, modern anlatılarda da kullanılması sonucunu doğurur. Türk dünyası çağdaş edebiyatlarında Dede Korkut Kitabı, Manas Destanı, Köroğlu gibi anlatıların bir tür “yeniden yazma” edimiyle roman, hikâye, tiyatro gibi modern türlere kaynaklık etmesi, özellikle de post-modern eğilimli yazarlarda bu anlatılara metinlerarasılık bağlamında anıştırma ve göndermelerin yapılması Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra yaygınlaşmaya başlayan bir durumdur. Post-modern eğilimi olmayan, geleneksel gerçekçi estetik anlayışıyla millî tarihi ve kültürü yansıtmak isteyen yazarlar millî yaşam tarzını eserlerine yansıtırken bazen didaktik bir tutum benimser. Böylece halkın yaşayış tarzı, yeme-içme kültürü, batıl inançları ve şifa bulma yöntemleri kurmaca metinlerde ayrıntılı şekilde yer alır.
Kazak kültürünün ve halk yaşantısının vazgeçilmez unsurlarından olan kımızı da bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Asırlardan beri Türkistan Türklerinin millî içecek olarak kabul ettikleri kımız, hem beslenme anlayışının ve halk şifacılığının önemli bir unsuru hem de kültürel kodların taşıyıcısıdır. Bu nedenle kımız, yazılı edebiyatın doğuşundan çok daha önce, sözlü edebiyat döneminden itibaren Kazak edebiyatında sıkça yer alır. Hatta kımıza dair ilk sözlü rivayetler mitolojik döneme ait olup günümüze ulaşan bir Kazak mitinde kımızı ilk kez bulan kişinin Kambar Ata olduğu vurgulanır. Başlangıçta sözlü edebiyatın konusu olan kımız, XX. yüzyılda Kazak yazılı edebiyatının doğuşuyla modern edebiyatta da yer almaya başlar. Bu durum, kültür-edebiyat ilişkisinin sürekliliği açısından dikkat çekicidir.
Kımızın sağıldığı hayvan türünden sağılma biçimine, konulduğu kabın çeşitinden taşınma usulüne ve ikram edilen kişinin sosyal konumuna kadar görülen farklılıkların hepsinin Kazak halk kültüründe farklı anlamları ve gerekçeleri vardır. Başka bir deyişle halkın kültürel kodları ve hayat görüşü, kımızın hazırlanması ve sunulmasındaki bu geleneksel uygulamalarda somutlaşır. Bu nedenle Kazak edebiyatında kımız, bazen leit motif bazen de metnin merkezindeki esas unsur olarak okuyucunun karşısına çıkar. XX. yüzyıl Kazak edebiyatının önemli yazarlarından birisi olan Dükenbay Dosjanulı’nın 1960 yılında kaleme aldığı “Kımız” başlıklı hikâye bu açıdan en dikkate değer metinlerden birisidir. Ayrıca bu metin, Kazak millî kimliği açısından da önemlidir. Zira 1960’lı yıllar, Sovyet döneminde Türk dünyası yazarlarının millî değerlerine dönme imkânına ulaştığı belki de ilk zaman dilimidir. “Kımız” hikâyesinin çözümlenmesi, kımızın Kazak kültüründe ve halk yaşantısında nasıl bir yere sahip olduğunu göstermeye katkı sağlayacağı gibi Sovyet döneminde yazılmış olmasına rağmen, millî değerlere yer veren nadir metin örneklerinden olması bakımından da önemlidir.
Şifa olarak kımız
Kımız, Kazak edebiyatında hem leit motif hem de tema olarak kullanılırken onun şifa verme özelliğine sıklıkla vurgu yapılır. Kazak sanatçı Bolat Kenişbaev’in şarkısında da ifade edildiği gibi kımız, Kazaklar için şifalı olması bakımından adeta zemzem suyu gibidir:
Қымыз іш көтер рухыңды.
Өткізбе бекер ғұмырды.
Қазағымның қымызы,
Зәмзәм суы шипалы. Kımız iç, maneviyatını yükselt
Boşa geçirme ömrü
Kazak’ımın kımızı
Zemzem gibi şifalı
Bu yaklaşım, Dükenbay Dosjanulı’nın “Kımız” hikâyesinde de görülür. Hikâyenin başkişisi Dalabay isimli bir gençtir. Metindeki olay örgüsü Dalabay’ın ağzından “ben anlatıcı” kullanılarak aktarılır. “Kımız” hikâyesi, hasta olan ağabeyinin isteği üzerine Dalabay’ın taze kımız bulmak için Kulanşı’da yaşayan ve kımız ustası bir kadın olan Aktate’ye gitmesi ve orada kımız yapma sanatının inceliklerine şahit olması üzerine kuruludur. Anlatının başında hasta olan ağabeyi, Dalabay’ı yanına çağırır. Bir zamanlar kolhoz başkanlığı yaparak halkın saygısını kazanan, II. Dünya Savaşı’na katılarak cepheden sağlam dönen bozkırın güçlü erkeği, şimdi odanın ortasında bir yer yatağında yatmakta, günden güne erimektedir. Dalabay, odaya girdiğinde ağabeyinin başucunda ağaçtan yapılmış, içi kımız dolu bir ibrik olduğunu fark eder. Odaya bu kımızın kokusu yayılmıştır. Hasta adam, ibriğin içindeki pazardan alınmış kımızın tadına bile bakmaz fakat ibrik onun başucunda durmaya devam eder. Hikâyenin girişinde kımızdan ilk bahsedilen yer bu kısımdır. Buradaki kımızın özelliği “pazardan alınmış olması” ve “buruk bir koku” ile hasta adama gençliğini hatırlatmasıdır. Kımızın kokusunun böyle bir çağrışım yapması dikkat çekicidir. Zira kımız, sıradan bir içecek değildir, bozkır hayatının olmazsa olmazlarındandır. Ömrünü bu coğrafyada geçirmiş bir insanın kımız kokusuyla gençliğinde bozkırda kökpar oynadığı dönemleri hatırlaması doğaldır. Zaten kokunun uyandırdığı çağrışım, hâkim konumlu anlatıcı tarafından ya da hasta adamın kendi ağzından açıklanmaz. Kokuyu hisseden Dalabay, ağabeyinde böyle bir his oluştuğunu tahmin eder. Bu da kımız kokusunun o coğrafyadaki insanlarda benzer çağrışımlar uyandırdığı ve bu çağrışımların başkaları tarafından da az çok tahmin edilebildiğini gösterir.
Hasta adam, kardeşi Dalabay’dan bir günlük mesafede bir dağ köyünde yaşayan Aktate’ye gitmesini, ondan kımız alıp kendisine getirmesini ister. Dalabay başlangıçta bu talebe şaşırır çünkü ağabeyi, başucunda bir testi kımız olmasına ve bundan bir yudum bile içmemesine rağmen kendisini uzak bir yere kımız alması için göndermektedir. Daha sonra köydeki doğal, taze kımız ile şehirde, pazarda satılan kımız arasındaki farkı düşünen Dalabay, ağabeyine hak verir. Şehirdeki kımız, köydekiyle mukayese edildiğinde tatsız tuzsuz bir şeydir. Hatta Dalabay, pazarcıların kımızı teneke ve bakır kaplara koyarak ev ev dolaştırmalarından dolayı ağabeyinin hastalanmış olabileceğini düşünür. Yani yapım ve saklama usulü uygun olmayan kımız şifa olmak şöyle dursun, içenlerin sağlıklarına zarar dahi verebilmektedir. Dalabay’ın bu düşüncesi Kazak halkı arasında oldukça yaygındır. Kazak şair Abdrahman Asılbek, “Қайран қымыз-ай/Güzel kımız-hey” isimli şiirinde bu anlayışı şöyle anlatır:
Базардан алсаң, дәмі жоқ,
Бойға жұғар әлі жоқ.
Дүкеннен алсаң, күші жоқ,
Қымызға ұқсар түсі жоқ
Pazardan alsan, tadı yok,
Vücuda yarar hâli yok
Dükkândan alsan, gücü yok,
Kımıza benzer rengi yok.
Hikâyenin devamında Dalabay, kımızı almak için Aktanker isimli atına binerek Aktate’sinin de yaşadığı at çobanlarının köyüne doğru yol alır. Buradan getireceği kımızı içince ağabeyinin iyileşeceğine yürekten inanan Dalabay, Kazak halk geleneğinde bu içeceğin sahip olduğu şifa gücüne duyulan inancı da okuyucuya yansıtmış olur. Yoldayken Dalabay’ın zihninden ağabeyi ve Aktate ile ilgili anılar geçer. Bu esnada genç delikanlı, dedikoducu kadınların Aktate ile ağabeyi arasında çıkardığı aşk söylentilerini de hatırlar. Bu olay, geleneksel köy yaşantısında özel hayata dair dedikoduların ne kadar çabuk yayıldığını gösterir.
Hikâyede Dalabay’ın ağabeyi ne kadar sevilen, olumlu bir kişiyse, Aktate’nin kocası da o kadar menfi bir karakterdir. Aktate ise kımız yapma sanatını bilen, gençliğindeki güzelliğinden hâlâ izler taşıyan bilge bir halk kadınıdır. Dalabay’ın gelişi Aktate’yi oldukça sevindirir. Yazar, Dalabay’ın ağzından Aktate’nin yaşadığı sekiz kanatlı ak otağın tasvirini yapar. Burada at çobanlığı ile uğraşan Kazak köylüsünün yaşantısı gözler önüne serilir. Dalabay’ın bakış açısıyla yapılan betimleme, geleneksel Kazak hayatını adeta bir tablo gibi yansıtır.
Kazak kültüründe kımız saklama kapları: Saba, kırba, ekme kavak, kübi
Kazak edebiyatında kımız yalnızca bir içecek değil, bir kültür ve yaşam biçimi olarak yer alır. Bu nedenle kımızla ilişkili bütün nesneler edebiyata bir şekilde konu olur. Bunların başında da kımızın saklandığı kap çeşitleri gelir. Kazak şair Bayangali Alimjanov’un dizelerinde ifade edildiği gibi, Kazak ailesinin sağlam olması, evde hazırlanan kımızın kokusunun “saba” adı verilen kımız kabından etrafa yayılmasına bağlıdır. Çünkü saba denen kaptan yayılan kımız kokusu, aynı zamanda Kazak millî değerlerinin yaşatıldığının da sembolüdür:
Піскен сайын бұрқырап көн сабасы,
Саумал иісі аралап сай-саласын.
Ие болса ұл мен қыз қымызына,
Берік болар қазақтың босағасы!
Piştikçe kokar deri sabası
Sağmal kokusu karıştırır her tarafı
Sahip olsa oğul ile kız kımızına,
Sağlam olur Kazak’ın eşiği!
Dükenbay Dosjanulı da benzer bir yaklaşımla “Kımız” hikâyesinde kımız saklanan kap çeşitlerini ayrıntılı bir şekilde anlatarak kendi millî kültürünü yansıtmaya çalışır. Hikâyede Aktate, Dalabay’ı konuksever bir şekilde ağırlar ve ona kımız ikram eder. Dalabay, çadırın içerisini gözlemlerken iki adet “saba” dikkatini çeker. Saba, Kazak kültüründe kımızın mayalanması için kullanılan bir kap türüne verilen isimdir. Bu kabın hazırlanması için atın derisinden kılları kesilir ve dumanda bekletilir. Sabanın yapılmasi ustalık gerektirir. Zira yapılma usulü bilinmezse, içine konan kımıza deri kokusu karışır ve kımızın tadı bozulur. Bu nedenle yazar, Dalabay’ın zihnini yansıtmak için iç monolog tekniğini kullanır ve Dalabay’ın içinden geçirdiği düşünceler aracılığıyla sabanın yapılma usulü okuyucuya ayrıntılı bir şekilde aktarılır. Bu kısım, Kazak kültürü ansiklopedisinden alınmış bir paragrafı andırır:
Bu sabaları Türkistan ustaları yapmış. Atın derisini iyice etten temizleyip, gölgede kurutuyorlar, sonra kımızın yüzüne çıkan sarı suda tabaklıyorlar. İki yaşındaki at postu bu maddenin içinde yarım hafta kalır. Sonra tabaklanan deriyi bir ağaca gererek üzerini soyuyorlar, fazlalıklarından ayıklıyorlar. Morarıp bir tek deri kalıyor. Artık bunu bir saba olarak dikiyorlar. Sabayı yakılan tobilgının acı dumanında bırakıp içini is alsın diye bekletirler. İs alan sabaya taze sağımlık kımız koyarak uzun uzun çalkalıyorlar. Sonra taze sağımlık kımızı döküyorlar. Ve tekrar iste tutuyorlar, tekrar taze kımızla çalkalıyorlar. İçine koyulan kımızdan deri kokusu çıkmayıncaya kadar böylece tekrarlanıyor. Bal gibi besin değeri yüksek kımız hazırlayan saba bu şekilde dünyaya geliyor. (s. 419-420)
Dalabay, sabanın yapılışını detaylı şekilde anlattıktan sonra bir başka kımız kabı olan kırbayı anlatır. Kırbanın yapılışı da sabanın yapılışına benzerdir fakat aradaki fark kırbanın atın boyun derisinden yapılmasından ve tobılgının dumanından değil, erik veya uşkat adı verilen meyvenin suyunun iyice sindirilmesiyle hazırlanmasından kaynaklanır. Kırbaya konulan kımızın tadı 2-3 hafta boyunca bozulmaz. Yolcular ve “batır” adı verilen savaşçılar yola çıkarken kırbaya kımız koyarak yanlarına alırlar. Dalabay’ın verdiği bilgiye göre kırba kımızının tadı yumuşak ve biraz ekşimsi olur, içenlerin kan akışını hızlandırır. Kırbada bekletilen kımız sıradan misafirlere verilmez, özel misafirler için mayalanır.
Daha sonra Dalabay’ın dikkatini kırbanın biraz aşağısında duran “ekme kavak” çeker. Kavak, Sırderya çiftçilerinin gül gübresiyle yetiştirdikleri bir kavun türüdür. Kavağı daha önce görmemiş bir insan, yapısı itibarıyla onun bir usta tarafından yapılmış bir kap olduğunu zannedebilir. Elverişli yapısı nedeniyle Kazaklar, kavak adı verilen kavun türünü de kımız kabı olarak kullanır. Kavağın yanında bir de kayın ağacından yapılmış “kübi” durmaktadır. Kübi de ağaçtan yapılan ve Kazaklar tarafından kımız mayalamak için kullanılan bir kap türüdür. Dalabay, çadırın içerisindeki farklı kımız kaplarının nasıl bir ustalık işi olduğunu fark eder ve bu kaplara hayran kalır.
Kımız için sağılacak kısrağın otlama zamanı
Kımızın elde edildiği kısrak ve onun sağılması da Kazak kültürünün önemli bir unsuru olarak edebiyata yansımıştır. Kazak şair Sattibay Junisov’un ifadesiyle kısraktan sağılan kımız, eski Türk inancındaki “kut” gibi kutsaldır:
Үрпінен құт саулаған мама бие
Тәңірдің рахман нұры. Дара жүйе.
Күбінің іші ғарыш әлеміндей
Қымызды әлпештеген Ана-Кие
Memesinden kut sağılan anne kısrak
Tanrının rahman nuru. Emsalsiz bir nizam.
Yayığının içi arş-ı âlem gibi
Kımızı piş-pişleyen Ana-Tanrı.
Kımızın sağılması konusu “Kımız” hikâyesinin kurgusunda da önemli bir yere sahiptir. Dalabay, çadırın içinde gözlem yaparken Aktate’ye ağabeyinin hasta olduğunu ve kendisinden kımız istediğini söyler. Bunun üzerine Aktate telaşlanır. Çünkü Dalabay’ın ağabeyine şifa olacak “kunan kımızı”nı az önce aşçılara vermiştir. Aktate’nin aşçılara verdiği kımız, ayın ortasında otlanan kısraktan sağılan kımız olduğu için şifalıdır. Yaşlı kadın şimdi ay başında otlayan kısraklardan kımız sağsa, ay ortasında otlayan hayvandan sağılan gibi faydalı olmayacaktır. Aktate’nin verdiği bilgiye göre bu durumun sebebi, ay ışığında otlayan kısrağın yalnızca kendi seçtiği otu yemesi, özellikle de şifalı olduğu bilinen “önil” isimli otu yemesidir. Ay sonunda otlayan kısrak ise rastgele ot yediği için kımızı da şifalı değildir ve sadece “alkollü içeçek”tir. Bu bilgiler, Kazak kültüründeki inanışa göre, kımızın sağıldığı hayvanın otlanma zamanının ve yediği otun bile kımızın içeriğine etki ettiğini gösterir. Kımızın lezzetli ve faydalı olması için saklandığı kabın malzemesi ve yapılış şekli kadar, hayvanın beslenme şekli ve sağılma zamanı da önemlidir.
Kımız çeşitleri: Kunan kımızı, dönen kımızı, kuru kımız, zehir kımızı
Dalabay, Aktate’nin zor durumda kalmaması için elindeki herhangi bir kımızı vermesinin yeterli olacağını söyler ve “tam mayalanmamış kımız bile ilaçtır” diyerek Aktate’nin gönlünü almaya çalışır. Fakat Aktate için hem Dalabay hem de ağabeyi çok kıymetlidir. Kazak kültüründe önemli misafirlere sıradan kımız verilmez. Üstelik burada Dalabay’ın ağabeyinin sağlık durumu söz konusudur. Sıradan bir kımızın, usulüne uygun mayalanan bir kımız gibi şifa verme gücü yoktur. Bu nedenle Aktate, Dalabay’ın sözlerine “Ben hayatta olduğum sürece size mayalanmamış kımız içirtmem” diye cevap verir ve kımız hazırlamanın bir adabı olduğunu söyler. Mayalanmamış kımız, sevilmeyen insana verilir. Zira mayalanmamış kımızı içen misafir sürekli tuvalete gitmek zorunda kalacağından rahat oturamaz ve bir an önce misafirlikten gider. Aktate’nin verdiği bilgiye göre “kunan kımızı”, sırrını açmak istediğin misafire verilir ve toplantıların olmazsa olmazıdır. Şairlere “dönen kımızı” verilir. Kazakça’da dört yaşındaki ata “dönen” denir. Dönenden sağılan kımızın şairlere ve âşıklara verilmesinin sebebi, bu kımızın içenin gönlüne ilham vermesidir. Böylece şairin ilhamını arttırmak amaçlanır. “Kuru kımız”, savaştan önce batırlara ve bir anlaşmazlığı çözmeye giden elçilere verilir. “Zehir kımızı” ise Kazak derviş ve bahşılarına verilir. Yani kımızın türüne göre verileceği kişiler ve bu kişilere fayda sağlayacak işlevleri vardır. Aktate’ye göre bunları bilmeden rastgele kımız mayalamak, kımızın “mübarek ruhunu horlamak” anlamına gelir ve hiç kimsenin buna hakkı yoktur. Bu sözler üzerine Dalabay, Aktate’den mayalanmamış kımız istediği için utanır ve Aktate’nin kımız yapmayı bir sanat olarak gördüğünü anlar.
Bir sanat olarak kımız kapları
Aktate’nin kımızla ilgili sözlerini dinleyen Dalabay’ın gözüne sarı renkte bir “zeren” ilişir. Zeren, Kazakların kımız koymak için kullandığı kap çeşitlerinden birisidir. Bu kap iğde ağacından yapılmıştır. Dalabay, rafta duran zereni gözlemlerken onun işçiliğindeki sanatı fark eder. Bu kap, ağacın kökünün yuvarlanıp oyulmasıyla yapılmıştır. Ağacın eklem yerleri hâlâ belli olmakta ve rengi parlamaktadır. Dalabay, ağaç kökünün yuvarlanıp oyulmasından bu ağacın yazın kesildiği sonucuna varır. Ağacın boğumunda özsuyu varken kesim işlemi yapılmıştır zira aksi takdirde zeren inceldiği zaman dibi delinecek ve kullanışsız hâle gelecektir. Dalabay’ın verdiği bilgiye göre yazın kesilen dal, deri gibi esnek olur. Akadik Usta’nın mirası olan bu zeren, onun sanat kabiliyetinin bir yansımasıdır. Dalabay’a göre Akadik Usta ölse bile onun elinden çıkan sanat ölmemiştir. Dalabay, hayatla vedalaşmak istemeyen ustaların ölmeden önce bu tarz ölümsüz eserler bıraktığını düşünür. Hikâyenin bu bölümü, kımızın sadece bir içecek değil, etrafında bir sanat teşekkül eden ve yaşam tarzına dönüşen bir kültürel varlık olduğunu gösterir. Usta sanatçılar, kımız saklama ve ikram etmede kullanılacak kapları hem kullanışlı hem de estetik bir şekilde hazırlayarak Kazak kültürüne kazandırmışlardır. Her sanat veya zanaatın ustaca icra edilebilmesi için belli püf noktaları vardır. Zeren adı verilen kımız kabının yapılabilmesi için de ağacın cinsinden ağacın kesildiği mevsime, kesim işleminin yapıldığı zamanda ağaçta bulunması gereken özsuyuna kadar dikkat edilmesi gereken pek çok hususiyet vardır. İşin ehlinin bildiği bu ayrıntılar, kabın dibinin delinmeyecek kalınlıkta olmasından esnekliğine ve rengine kadar çok sayıda özelliğin şekillenmesinde belirleyici olur. Dolayısıyla Kazaklar için sadece kımız yapmak değil, onu saklayacak kapları yapmak da bir sanattır ve bu sanatın da bir ruhu vardır.
Kımız ekşitme
Kımızın lezzetli ve şifalı olabilmesi için usulüne uygun ekşitilmesi gerekir. Kazak edebiyatında kımızdan bahseden şairler, onun ekşitilmiş olması gerektiğini sıklıkla vurgular. Jambıl Jabayev, kımızın ekşilik özelliğini şöyle vurgular:
Үйірілген қышқыл, тәтті сары қымыз,
Ауруға — ем, сауға — қуат, дәрі қымыз,
Ыстықта ұрттар сусын таппағанда,
Ерте-кеш байлар ішкен кәрі қымыз.
Ашыған кең сабада алтын қымыз,
Бай, биге шаттық берген салқын қымыз,
Toplanmış ekşi, tatlı sarı kımız,
Hastalığa-çare, sağlığa-güç, ilaç kımız,
Sıcakta yudumlayacak içecek bulamadığında,
Er ya da geç zenginin içkisi eski kımız.
Ekşimiş geniş bir sabada altın kımız,
Zengine, beye mutluluk veren soğuk kımız,
Dükenbay Dosjanulı’nın “Kımız” hikâyesinde bu ekşitme sürecine de ayrıntılı yer verilir. Hikâyede Aktate, elinde bir kırbayla kımız getirir ve bu kımızı Dalabay’ın ağabeyi için özel olarak ekşiteceğini söyler. Kımız ekşitmek de bir sanattır ve kımızın şifalı olması için yapılır. Dalabay, Aktate’nin bu işlemi nasıl yaptığını meraklı ve dikkatli bir şekilde gözlemleyerek ayrıntılarıyla aktarır. Biraz uzun olmasına rağmen bu kısmı alıntılamayı faydalı görüyoruz:
Aktate kırbayı boşalttı, ama yine de hepsini dökmedi. Kabın dibinde kalan kımız güzel bir maya olur. Sonra tek diziyle oturarak, sağ eliyle kırbanın ağzını gererek, sol eliyle kovadaki sütü ince ince döktü. Bir sonraki kovadakini de tamamen koydu. İlginç tarafı, kabı suyla temizlemedi. İkna oldum ki hakikaten kırbadaki süte tek bir damla su karışmadı. Kırbanın ağzını kayış bir kemerle bağladı. Sonra da önüne alarak, epey bir zaman beşik gibi yavaş yavaş salladı. Kabın da sütün de sesi çıkmıyordu. Hatta kırbayı sallaya sallaya Aktate uyuklamış gibi göründü. Belli bir vakit sonra baş köşedeki keçe halının kenarını kaldırdı, altındaki ot da sararmaya yüz tutmuş, kırbayı o neme bıraktı. Bunu yaptıktan sonra üzerini keçe halıyla tekrar örttü. Altından nem çekerek, üst taraftan ise sıcak vurarak, gölgede, kap dibinde kalan sütle mayalanan bir kımız gibi dünyada herhangi bir içecek yok derler. (s. 424)
Alıntıda da belirtildiği gibi kımız ekşitmenin bir usulü ve aşamaları vardır. Öncelikle kırbadaki süt boşaltılır ve dibinde mayalanması için bir kısmı bırakılır. Kap suyla temizlenmez ve kırbadaki süte su karışması engellenir. Daha sonra kap yavaş yavaş sallanır. Sallama işlemi rastgele yapılmaz ve usulüne uygun bir sallama da kabın içinden süt sesi çıkmaz. Daha sonra kap, keçe halının altına konulur. Böylece hazırlanacak kımız hem halının altındaki nemden hem de yukarıdan gelen güneş ışığından istifade etmiş olur.
Kımız ikramında kullanılan yedi çeşit kâse
Başta “saba” olmak üzere kımız ikramında kullanılan kâseler de Kazak kültüründe mühim bir yere sahiptir. Zira kımızın töreye uygun ikramı, Kazaklar için önemlidir. Kazak şair Miyras Asan, “Қымыз/Kımız” başlıklı şiirinde bunu şu dizelerle anlatır:
Күбі деген – қымызды,
Құйып, сақтар кең ыдыс.
Піспегі бар сыбызғы,
Күбі пісу – ең ірі іс
Ескі салтты біл, дұрыс,
Таны ескіні – жаңа деп.
Қымыз құяр бір ыдыс,
Аталады саба деп
Kübi denilen, kımızın,
Koyup, saklar geniş kap.
Sopası var kaval gibi,
Kübi pişirmek, en büyük iş.
Eski töreyi bil, doğru,
Tanı eskiyi, yeni diye.
Kımız koyulan bir kap,
Anılır saba diye.
Kımız kapları, Dosjanulı’nın hikâyesinde teferruatlı bir şekilde anlatılır. Dalabay, Kazakların yedi çeşit kapta kımız mayaladığı bilgisini verir. “Könek” adı verilen ve öküz ya da deve yavrusunun boyun derisinden yapılan kapta mayalanan kımız ekşimsi olur. Bu tip kapları daha çok çiftçiler kullanır. Atın karın derisinden yapılan ve “mes” adı verilen kaplar vardır. Bunlar daha çok kervanların seferleri esnasında kullanılan kaplardır ve kabın içindeki süt, atın hareketiyle çalkalanarak kendiliğinden mayalanır. “Kırba”, “tay saba”, “kunan saba”, “kol kübi” ve “ekme kavak” diğer kımız kabı çeşitleridir. En değerli kımız, kol kırba ve tay sabada saklanan kımızdır. Jetisu Kazakları, koyunun karın bölgesini kurutup kımız saklamakta kullanır fakat burada saklanan kımız fazla dayanmaz ve çabuk ekşir. Dalabay’ın anlatıcı konumunda olay örgüsünü bir kenara bırakıp Kazak kültüründeki kımız kaplarıyla ilgili ayrıntılı bilgi vermesi dikkat çekicidir. Yazar, burada amacına uygun olarak kımız kültürü ile ilgili bilgi vermek için anlatıcı konumundaki başkişiyi konuşturur. Bu tutum, hikâyenin bazı bölümlerinin adeta Kazak kültür ansiklopedisinden alınmış cümleler olduğu izlenimini uyandırır. Dükenbay Dosjanulı’nın bu tutumunun hikâyenin estetik yapısına olan etkisi ayrı bir tartışma konusudur. Zira hikâyenin olay örgüsünü Dalabay’ın, ölmek üzere olan ağabeyinin şifa bulması için giriştiği yolculuk oluşturur. Fakat hikâyede bir an önce kımızı ağabeyine ulaştırması gereken kişinin kımız dünyasına girmesi ve iç monologlarını bu konuya hasretmesi, hikâyede temel gerilim unsuru olan ölüm-kalım meselesinin arka plana düşerek “Kazak kültüründe kımız” temasının ön plana çıkmasına neden olur. Yazar, kendi didaktik yaklaşımı doğrultusunda hikâyeyi kurguladığından kımız konusunun merkezde yer alması bilinçli bir tercihtir.
Kımızın sağılma usulü
Hikâye, Aktate’nin hayvanları sağması ile devam eder. Çünkü kımızın yapılacağı sütün sağılma işlemi de ayrı bir ustalık gerektirir. Aktate, süt sağacağı kovayı temiz olmasına rağmen iyice yıkar ve kuruması için güneşin altına bırakır. Kovanın tamamen kuruması çok önemlidir zira Aktate’nin söylediğine göre süte karışacak tek bir damla su, kımızı özelliğinden mahrum eder. Aktate, kısrakları seçerken yaşlı olanları eler ve daha yeni sağılmış olan, bu nedenle de “kasığının gıdıklanması hâlâ geçmemiş olan” genç kısrakları tercih eder. Fakat bu kısrakları sağmak yaşlıları sağmaktan daha zordur. Gıdıklanan hayvanlar kendilerini sağdırmak istemez ve kovayı tekmeler. Dalabay, yardım etmek için kısrağı tutmayı teklif eder fakat Aktate bunu kabul etmez, çünkü yabancı insan kokusunu alan kısrağın daha da huysuzlaşacağını bilir. Aktate, kısrağı sağ eliyle okşar ve kalçasına elleriyle vurur. Daha sonra sağ dizi üstüne çökerek kısrağın meme ucundan tutarak sütü sağmaya başlar. Genç kısrak gıdıklandığı için sağımı çok zordur. Bu nedenle Aktate, öğlene kadar ancak iki kova süt sağabilir. Dalabay, Aktate’ye niçin kısrağın başını tutarak sağmadığını ve bu kadar zahmete katlandığını sorar. Yaşlı kadın, başından tuttuğu zaman kısrağın korkacağını ve bu nedenle de sütün damarlarında kalacağını söyler. İyi bir kımız, ancak kısrağın kendi isteğiyle verdiği sütten yapılabilmektedir. Bu cevabı alan Dalabay, bu sefer de neden yaşlı ve uysal kısrakları sağmadığını yaşlı kadına sorar. Aktate, yaşlı kısrağın sütünün memesinde durduğunu, genç kısrağın sütünün ise damarlarından geldiğini ve damardan gelen sütle yapılan kımızın daha sağlıklı olacağını söyler. Ayrıca yaşlı kısrağın kımızı çabuk ekşirken genç kısraktan sağılanınki iki geceden sonra kıvamını bulur. Aktate, genç kısraktan sağılan sütle yapılan kımızın insanı gençleştireceğini ve ilaç gibi şifa olacağını belirtir ve kımızın özelliğinin atın huyuna göre şekillendiğini söyler. Bu bölümde Dalabay’ın merakını gidermek için sorduğu sorular, Aktate’nin kımız sağımı konusundaki teknik bilgileri anlatmasını sağlar. Yazar, bu bilgilerin okuyucuya aktarılması için diyalog tekniğinden faydalanmıştır.
Misafire göre kımızın sunumu
Kazak kültüründe misafirlere kımız ikram edilmesi önemli bir gelenektir. Miyras Asan, bunun bozkır hayatının kadim bir geleneği olduğunu söyler:
Заңы – Ұлы даланың,
Кіріп келсе үйге адам.
Төрге оздырып қонағын,
Қымыз құйып сыйлаған
Kanunu, Ulu bozkırın,
Girip gelse eve insan.
Baş köşeye çıkarıp konağın,
Kımız koyar hürmeten!
Kazak kültüründe kımızın içildiği kâsenin seçimi de ikram edilecek kişilere göre değişiklik gösterir. Dosjanulı’nın hikâyesinde bu konuyla ilgi malumata da yer verilir. Kâseyle sıradan misafire kımız verilir. Oburlar ve tüccarlar “toktak”la kımız içerler. “Zeren” ile aziz dostlar kımız içer. Âşık insanlara kımız, “yaldızlı köze”ye konularak verilir. Şair ve sanatçılar saf gümüşten yapılmış köze ile kımız içerler. Batır ve pehlivanlar ise ince belli çömlekle kımız içerler. Bu da misafirin konum ve statüsüne göre kımız ikram edilen kâsenin cinsinin değiştiğini gösterir. Aktate, Dalabay’a altından yapılmış zerenle kımız ikram etmiştir. Bu da onun kıymetli bir misafir olduğunu gösterir. Zerenler, kendisini yapan sanatçının ustalığına göre çeşit çeşittir. Dalabay’a sunulan zeren, Akadik Usta’nın erik ağacından oyduğu kıymetli bir zerendir. Kımız sunulmadan önce saygı duyulan insan sayısınca bir kepçeyle karıştırılır. Bu uygulama, kımız ikram edilecek kişilere bir tür iltifattır. Aktate’ye yardıma gelen komşu kadın, kımızı doldurmadan önce dört defa karıştırarak orada bulunanlara saygısını göstermiş olur.
Hikâyede Dalabay, Aktate’nin kımız doldurma şeklini de ayrıntılarıyla gözlemler. Aktate, kepçeyi eline alıp süte daldırır ve yavaşça sütü alarak zerene koyar. Fakat kımız ikram etme usulü gereği zereni tamamen doldurmaz, bir parmak boşluk bırakır. Zereni sağ eliyle zarifçe uzatarak kımızı ikram eder. Bu esnada Dalabay, Aktate’nin beyaz bileğinin titrediğini fark eder ve bunu bir dansözün gösterisine benzetir. Dalabay, adeta zereni tutarken nazikçe titreyen bu ellerde “sırlı ve nazik” bir dans görür. Hikâyenin bu bölümünde Dalabay’ın bakış açısıyla yapılan betimleme, bilge bir halk kadınının kımız sunumundaki zerafet ve estetiği gözler önüne serer. Bozkırdaki yaşam tarzı kendi sanat ve estetiğini oluşturmuştur ve kımız sunumu da bu büyülü atmosferin bir parçasıdır.
Kımızın saklanması ve taşınması
Kımızın hazır olması için Dalabay bir gece Aktate’nin evinde konaklar. Gece boyunca Aktate birkaç defa uyanarak kımız dolu kırbayı sallar. Kırbanın bağını çözerek bir süre kımıza serin hava verdikten sonra ağzını tekrar bağlar ve ıslak bir havluya sararak heybeye koyar. Aktate’ye göre kımızın kıvamına gelmesi için bir gün daha beklemesi lazımdır fakat hasta beklediği için vakit yoktur. Ayrıca Aktate, kımızın yola çıkmadan mayalanmasını ister fakat bu gerçekleşmez. Yolda atın üstünde sallanarak mayalanan kımızın saldırgan olacağını söyleyen Aktate, bu nedenle endişelenir. Daha sonra Aktate, çekmeceden bir kutu alır ve bu kutunun içinden yuvarlak bir “köze” çıkartır. Köze, iğde ağacının özünün yontulmasıyla hazırlanan bir kaptır. Aktate, bu közeyi havluya sararak heybenin diğer gözüne koyar.
Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Dalabay ve Aktate, kımızı hastaya götürmek için yola çıkar. Aktate, yol boyunca ilerlerken heybenin kırba bulunan gözünün gölge tarafta kalmasına özen gösterir. Arkarbulak denilen yere gelindiğinde dinlenmek için durdukları zaman Aktate, kımız dolu kırbayı serin suda biraz bekletir ve kırbanın bağını çözerek bir süre havalandırır. Bu esnada kımız dolu kırbadan çıkan güzel koku Dalabay’ı mest eder. Aktate, Çolpan yıldızı doğarken kımıza kazı yağından bir parça attığını söyler. Kazı, Kazakların at etinden yaptığı bir tür sucuktur. Bu sucuğun yağından Çolpan yıldızı doğarken kımıza bir parça atılması hem kımıza lezzet katmak hem de şifa gücünü arttırmak içindir. Kazak halk inancında bu işlemin Çolpan yıldızının doğuş zamanında yapılmasının kımıza şifa özelliği katacağı yolunda bir inanç olmalıdır. Dinlenme süresi bittiğinde Aktate, kırbayı tekrar ıslak havluya sararak heybeye koyar.
Dalabay ve Aktate, Dalabay’ın ağabeyinin evine vardıklarında ağlaşan kalabalığı görürler. Dalabay’ın ağabeyi kımız kendisine ulaşmadan vefat etmiştir. Aktate, bir taraftan ağlarken diğer taraftan hazırladığı kımızı Dalabay’ın ağabeyinin mezarına döker. Bu da kımızın yaşarken hasta adama fayda etmese bile öldükten sonra ahiret hayatında fayda edeceği şeklinde yorumlanabilir. Aktate, iğde ağacından oyulan közeyi, Dalabay’ın ölen ağabeyinin karısına verir. Aradan yıllar geçer ve otuz yaşına gelen Dalabay, bu közenin hâlâ yengesi tarafından saklandığını söyler. Hikâye burada sona erer.
Sonuç
Dükenbay Dosjanulı, “Kımız” isimli hikâyesinde Dalabay isimli gencin ölmek üzere olan ağabeyine şifa bulması için kımız getirme çabasını anlatır. Fakat hikâyenin olay örgüsünde kımızın sağılması, hazırlanması ve ikram edilmesi gibi süreçlerin ayrıntılı şekilde aktarılması ön plana çıkar. Bu da yazarın asıl amacının Kazak halk yaşantısında ve millî kültüründe kımızın yerini göstermek olduğunu ortaya koyar. Hikâyede gerek Aktate’nin yaptığı açıklamalarla gerekse Dalabay’ın zihninden geçirdikleri aracılığıyla anlatılanlar, adeta Kazak kültür ansiklopedisinden alınmış bilgiler gibidir.
Hikâye okunduğunda kımızın sadece Kazakların severek tükettiği bir içecek olmadığı, Kazak yaşam tarzının olmazsa olmaz bir parçası olduğu görülür. Adeta geleneksel Kazak hayatı, kımızın hazırlanması, sunulması ve içilmesi için tanzim edilmiş gibidir. Kımız üretmek ve içmek bir yaşam biçimi hâline gelmiştir. İnsanlar arasındaki sosyal ilişkilere dair kültürel kodlar, kımız ikramı ve içilmesi sırasında ortaya çıkar. İşin ehli olan kimseler, kımızın şifalı olması için nasıl hazırlanması gerektiğini ayrıntılarıyla bilir. Her kımız aynı değildir. Kımızın sağılacağı hayvanın otlama zamanı, beslendiği otlar, sağılacak kısrağın seçilmesi ve sağılma biçimi, kımızın bekletileceği kapların türlerine göre kımızın farklı özellikler kazanması, kımızın ekşitilme usulü, misafirin konumuna göre kımızın verileceği kâsenin değişmesi gibi özellikler Kazak kültüründe kımız hazırlama ve sunmanın bir sanat hâline geldiğini ve insanlar arası ilişkilerde önemli bir yere sahip olduğunu gösterir. Kımız hazırlama ve ikram etmenin bu kadar önemli olması, kımızın saklanacağı ve ikram edileceği kapları yapmanın da birer sanat hâline gelmesini sağlar. Farklı maddelerden yapılan çeşit çeşit kaplar vardır. Bunların hem kımızın özelliklerini koruyacak nitelikte olması hem de görenleri hayran bırakacak bir estetiğe sahip olması, işin ehli ustaların hassas püf noktalarını bilerek bu kapları üretmesinden kaynaklanır. İkram sırasında kımız kepçeyle doldurulurken gösterilen nezaket, sağımından saklanmasına kadar bir sanat olan kımız üreticiliğinin son estetik aşamasıdır.
Hikâyenin yazıldığı 1960 yılı, sosyalist realizmin nispeten yumuşadığı ve yazarların millî-kültürel konulara yönelme imkânı bulduğu bir dönemdir. Dükenbay Dosjanulı’nın sosyalist propaganda yapmayan ve kımız gibi millî bir unsuru ayrıntılı olarak anlatan bir hikâye yazma imkânı bulması, zamanın koşullarıyla da alakalıdır. Hikâyenin bazı bölümlerinde anlatı akışının kesilerek ayrıntılı bilgiler verilmesinin hikâyenin estetik bütünlüğünü nasıl etkilediği ayrı bir tartışma konusudur. Bununla birlikte XX. yüzyılın ortalarında bir dağ köyünde Kazak millî hayatını ayrıntılarıyla anlatan bu hikâyede yazarın özellikle tasvirlerde başarılı olduğunu, tablo yapan bir ressam hassasiyetiyle ayrıntılı ve gerçekçi tasvirler yaptığını söylemek gerekir. Bu açıdan hikâyeyi, realist Kazak nesrinin başarılı örnekleri arasında saymak mümkündür. Dosjanulı’nın “Kımız”ı, sadece kımız içeceğinin değil, millî bir yaşam tarzının da hikâyesidir. Dosjanulı’nın bu hikâyedeki belki de en büyük başarısı, bozkırdaki yaşam tarzının kültürel değerlerle birleşerek kendi sanat ve estetiğini ürettiğini gösterebilmesidir.
Kaynaklar
Akay Tegin, R. A. (2012). Narın Bölgesinde Üretilen Kımızların Bazı Kimyasal ve Mikrobiyolojik Özelliklerinin Araştırılması. Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Gıda Mühendisliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Bişkek/Kırgızistan.
Dosjanulı, D. (2004). “Kımız”. (Çev. Almagül İşina-Orhan Söylemez). Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi-Kazak Edebiyatı II, Cilt: 28, Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, s. 415-428.
İnternet kaynakları
https://zharar.kz/id/81416 (09.11.2022)
https://bilim-all.kz/olen/14064-Qairan-qymyz-ai (09.11.2022)
https://ulagat.com/2020/01/29/%D2%9B%D1%8B%D0%BC%D1%8B%D0%B7- %D0%B8%D1%96%D1%81%D1%96/ (01.04.2022)
https://ortalyq.kz/5587-2/ (09.11.2022)
https://bilim-all.kz/figure/60?posts=olen (22.10.2020)
https://bilim-all.kz/figure/2867?posts=olen (22.10.2020)