HaftanınÇok Okunanları
MERYEM HAKİM 1
Osman Çeviksoy 2
HİDAYET ORUÇOV 3
KEMAL BOZOK 4
ŞEFA VELI 5
NIKA ZHOLDOSHEVA 6
HUDAYBERDİ HALLI 7
Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu’nu 15 Mayıs 1994 günü, Kırım Tatar Millî Meclisindeki odasında ilk kez tanımıştım.
Millî Meclis çok kalabalıktı. Meclisin her odasında birkaç kişi konuşuyor, içeride yer bulamayanlar üçerli dörderli gruplar halinde bahçede sohbet ediyorlardı.
Meclis çok gergindi hatta Kırım çok gergindi.
Meclis, Kırım Tatarlarının sürgün edilişinin 50. Yıl merasimlerine hazırlanıyordu.
Kırım yönetimi bu mezalimi hatırlamaya o kadar da hazır değildi.
Kırım Tatarlarının sürgün edildikleri yerlerden vatanlarına büyük kitleler halinde dönmeye başlamalarına henüz üç dört yıl olmuştu.
Kimse onları, ellerinde çiçeklerle hoş geldiniz diye karşılamamıştı hatta kendi vatanlarına dönmelerinden rahatsız olanlar çoğunluktaydı.
Gelen her trenden, ellerinde göçleriyle birkaç aile iniyor, her gün Kırım’ın bir bölgesine mutlaka birkaç Kırım Tatarlar ailesi geliyordu.
Nerede kalacaktı bu insanlar? Büyük mesele. Nerede yaşayacaklar? Ne yiyecekler ne içecekler, nerede çalışacaklar?
Geliyorlardı, açlığa da razıydılar susuzluğa da.
Tevekkeltû alâllah deyip geliyorlardı.
Önce yıllardır kendilerine anlatılan ana-baba ocaklarını ziyaret ediyorlardı. Kendilerine ait olan evlerde şimdi başkaları oturuyordu.
Elbette o evlere yerleştirilen insanları bir suçları yoktu ama Kırım Tatarlarının hiç suçu yoktu. Gelip yalnızca yüzyıllardır kendi ailelerine ait olan ve bir sabah zorla çıkartılıp atıldıkları evi görmek istiyorlardı. Sadece görmek.
Ah ne kadar çok dinlemişlerdi bu evin, bu toprakların hikayelerini bir bilseniz? Onlar hiç görmedikleri evin her köşesini, her odasını biliyorlardı ve yalnızca görmek istiyorlardı.
İçinde oturan yeni sakinlerini suçlamada, itham etmeden, çoğu zaman onların izniyle sadece görmek.
Bu durumu anlayışla karşılayanlar da oluyordu rahatsız olanlar da.
İşte şimdi de sürgünün 50. yıl dönümünde büyük miting yapmak istiyorlardı.
Kırım’ın merkezinde; Akmescit’de.
İzin vermek istemeyenler, provakasyon ihtimallerinden bahsedenler, saldırı ihbarları ve gergin günlerin ürettiği dedikodular, Millî Meclis ve onun başkanı bütün bunlarla uğraşmak zorundadır.
Ve elbette sürgünün 50. Yılına uygun bir program gerçekleştirmek.
İşte Kırım böyle bir atmosferde iken Türkiye’den bir genç, bambaşka bir gündemle çıkıp gelmişti: Türk Dünyası Gençlik Kurultayını Kırım’da düzenlemek istiyorlardı. Kırım Tatarlarının 50 yıldır yaşadığı acıları ve o gün çektikleri sıkıntıları Türk Dünyasının aktif gençlerine göstermek ve onların da Kırım Tatarlarının yanında yer almalarını sağlamak istiyorlardı.
Kırım Tatar Millî Meclis Başkanı, Türkiye’den gelen karayağız genci üç kişilik bir heyetle kabul etmişti.
Gencin anlattıklarını bittiğinde iri yapılı Başkan yardımcısı kendini tutamayarak;
“Olmayacak iş” deyip yerinden kalkacak oldu.
Millî Meclis Başkanı, Kırım Tatarcasının güzel vurgusuyla ona “bir dakika, bir dakika” dedi ve diğer yanında oturan Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatı Başkanı Erecep Ayrettin’e dönerek “Bu işle sen vazifelisin. Çalışmalara hemen başlayın. Benim yapmam gereken ne olursa bana söyleyin. Yakup Beyin dediği gibi bu Kurultayı Kırım’da yapalım.” Bana da dönerek “Erecep Bey ve teşkilatı gerekenleri yapacak. Burada olduğunuz sürede kiminle görüşmek nerelere bakmak istiyorsanız sizi oralara götürecek. Hayırlı olsun!” dedi.
Bu hatıramı Kırım Tatarlarının Büyük Lideri Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu ile ilk tanışmamız olduğu kadar onun bazı meselelerde nasıl tavır aldığını izah etmeyi kolaylaştırmak için anlattım: Türkiye’den birisi, Türk Dünyası ile alakalı ve Kırım Tatar millî davasını anlatacak bir konu teklif ediyor.
Bu üç konunun üst üste gelmesini bırakın biri bile olsa Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu, hangi şartta olursa olsun onunla ilgilenir ve elinden geleni yapmaya çalışır.
Üstelik bu da bir gencin isteğiyse.
Emin olun; bu yoğunluk içerisinde Türkiye’den Kırım’a gelmiş herhangi bir genç de Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu’ndan talepte bulunsa Mustafa Aga, bütün işlerini bırakıp o kişinin meselesini halletmeye çalışır; çünkü o Türkiye’den gelmiştir.
Yakın çevresi ona Mustafa Aga diyor. Biz de Türk Dünyası Gençlik Kurultayları için yaptığımız çalışmalar sırasında kendimiz onun yakın çevresinden addedip kendisine Musfata Aga demeye başladık ve hâlâ da öyle devam ediyoruz.
Onun Türkiye’ye olan ilgisini ve sevgisini başka bir hatırayla anlatmak isterim ama önce Kırım Tatarlarının sürgününün 50 yılında yapılan telin mitinginden biraz daha bahsetmek isterim: Miting Kırım Tatarlarının hayvan vagonlarına bindirilerek, gayrî insani şartlarda bilmedikleri yerlere sürgüne gönderildikleri tren istasyonunda başladı.
O yıllarda tren istasyonunun önünde, üzerinde “buraya Kırım Tatarlarının Vatanlarından Sürgün Edilişlerinin Hatırasına Abide Dikilecektir” yazılı bir büyükçe bir mermer taş vardı. Merasimler oraya çelen koyarak başlandı. Ardından halk mitingin yapılacağı ana meydana doğru yürüyüşe geçti. Kırım Tatarları önlerinde liderleri Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu hüzünlü, vakur ve ağırbaşlı yürüyorlardı. Ben de onların arasında yürüdüm.
Mitingin yapılacağı meydan hınca hınç dolmuştu. Yürürken kalabalığın bu kadar çok olduğunu fark etme imkanı olmamıştı. Üstelik meydana geldiğimizde beni de konuşmaların yapılacağı platformun üstüne çıkarmışlardı. Buradan bütün meydanı rahatlıkla görebiliyordu.
Ve konuşmalar başladı.
Söz sırası Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu’a gelmişti. Zaten ana konuşmacı oydu.
Mustafa Aga konuştu.
Mustafa Aga, halkının sözünü söyledi.
Mustafa Aga, meydanla bütünleşti.
O konuşmuyordu artık meydan konuşuyordu.
Kırım Tatarlarını yüreklendirdi, zulmü yapanları lanetledi.
Başta sakin olan sesi gürleşti; gürleşti.
Mustafa Aga o meydanda devleşti.
Ben de platformun üstünden bu tarihî anları izledim.
***
O yıl Türk Dünyası Gençlik Kurultayının hazırlıkları için sık sık Kırım’a gidip gelmem icap etti.
Merhum dostum Erecep Ayrettin’le çalışıyor, gelişmeleri de Mustafa Agaya bildiriyorduk.
Bir gün yine çalışmalar hakkında bilgi sunmak için Mustafa Aga’ya görüşmek istediğimiz söylemişti.
“Eve gelin” dedi.
Tarih 10 Temmuz 1994 Pazar günüydü.
Ukrayna’da ve Beyaz Rusya’da seçimler vardı. Türkiye’de de İstanbul’da Beykoz, Fatih ve Yalova ilçelerindeki belediyelerinin seçimlerinin yenilenmesi yapılacaktı.
Erecep’le birlikte ancak akşam saat 9 sularında Mustafa Aganın Bahçesaray’daki evine ulaşabilmiştik. Seçim sonuçlarını merak ediyorduk ama hiçbir şey öğrenememiştik.
Ukrayna seçimlerinin kritik önemde olduğu yazılıp çiziliyordu. Beyaz Rusya’da ise Aleksander Lukaşenko Devlet Başkanlığına adaydı.
Sevgili eşleri Safinaz Hanım, her zamanki güler yüzlülüğü ile bizlere kapıyı açtı ve Mustafa Aganın olduğu salona geçtik.
Televizyon açıktı.
Hâl hatır sorulmasından sonra ben merakla seçim sonuçlarını sordum.
“İstanbul’da Refah Partisi kazandı” dedi.
Halbuki ben onların mücadeleleri için çok önemli sonuçlar doğurabilecek Ukrayna seçimlerinin sonucunu sormak istemiştim.
Onun gönlü yine Türkiye’deydi.