HaftanınÇok Okunanları
Gülzura Cumakunova 1
HİDAYET ORUÇOV 2
Osman Çeviksoy 3
HUDAYBERDİ HALLI 4
UFUK TUZMAN 5
Emrah Yılmaz 6
KEMAL BOZOK 7
AZERBAYCAN
Modern bela: Edinilmiş iletişim eksikliği sendromu
Günel MUSA
Aktaran: Ülkü Taşlıova
İletişim insanlık tarihi kadar eski bir kavramdır. Mağara taşlarına çizilen resimler iletişim varlığının en eski örnekleri arasında sayılıyor. Yani insanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar gelişimini iletişime borçluyuz.
Aileden topluma, savaştan barışa, ekonomiden sanata hayatın her alanında iletişim vardır. Büyüdüğümüz çevre, aldığımız eğitim ve yetişme düzeyi, kişisel özelliklerimiz, hayattaki rollerimiz, inançlarımız, değerlerimiz ve davranışlarımız iletişimin en etkili unsurlarıdır.
Maalesef yaşadığımız çağda iletişime yeterince önem verilmiyor. Birbirlerini anlamayan, hatta anlamaya çalışmayan bireylerin arasındaki mesafe, yeryüzünde var olan tüm mesafelerden daha fazladır. Toplum olarak iletişim eksikliğinden kaynaklanan birçok sorunla karşı karşıyayız. İşin acı tarafı da yaşadığımız sorunların iletişim eksikliğinden kaynaklandığının farkında değiliz. Aramızdaki bu iletişim eksikliği gerginlik, stres, çatışma, kırgınlık, kaza, savaş gibi birçok olaya yol açıyor. İletişimin nasıl kurulduğu iletişimin sürecini ve sonucunu belirler. Bu nedenle yanlış iletişim insanları, hatta ülkeleri düşman haline getirebilir.
Doğallığın yerini yapaylığa bıraktığı, gerçekliğin yerini sanallığın aldığı modern dünyada hızlı değişim ve dönüşüm, bireyleri toplumdan yalıtmakta, kendine yabancılaştırmaktadır. Kendisinden, çevresinden ve yaşadığı toplumdan uzaklaşan insanlar, iletişim teknolojilerini kullansalar bile insanlarla iletişimin temel unsurlarını doğru bir şekilde öğrenip uygulayamadıkları için sağlıklı ilişkiler kurmakta zorlanırlar. Bu da sıklıkla karşılaştığımız ve üstesinden gelmeye çalıştığımız iletişim eksikliğinin, küresel bir sorun haline geldiğini bir kez daha kanıtlıyor. Dünyanın hemen her yerinde insanlar iletişim kurmakta ve kendilerini ifade etmekte zorluk çekmektedir. İletişim çağında olmamıza rağmen geleneksel ilişkilerin giderek kaybolmasıyla birlikte her geçen gün birbirimize daha da yabancılaşan bir toplum haline geliyoruz. Ya da biz çoktan değiştik...
Günümüz insanlarının ya birbirini dinlemediği ya da dinler gibi davrandığı bir gerçektir. Karşı tarafla konuştuğumuzda sadece ona o an vereceğimiz cevabı düşünürüz. Örneğin televizyon programlarındaki sunucuları ele alalım. Bir uzman bir konu hakkında fikrini paylaştığında sunum yapan kişi ona döner ve daha önce cevaplanmış bir soruyu ele alır. Çünkü sunucu başını sallayarak dinlediğini gösterse bile aslında o anda konuğun söylediklerinin yüzde 85'ini dinlemiyor, yalnızca soracağı "mükemmel" soruyu düşünüyor.
Teknoloji gelişiyor, bilim yeni kapılar açıyor. Ama unutuyoruz ki insan ne kadar teknolojiye ihtiyaç duyuyorsa, gelişen teknolojinin de bir o kadar insana ihtiyacı var. Yani teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin işin sonunda yine insan faktörü duruyor. Onun için dinlemeli, konuşmalı, kültürümüzün farkında olmalıyız.
Yeryüzünde başka canlıların da yaşadığının bilincinde olan insan, çeşitli iletişim araçlarını icat etmiştir. Bunlardan biri kitle iletişim araçlarıdır. Kitle iletişim araçları kullanıldığı günden bu yana sürekli olarak dünyayı şekillendirmeye hizmet etmektedir.
Günümüzde medya toplumu olumlu ya da olumsuz yönde etkileme gücüne sahiptir. Medyanın toplumsal sorunları çözmede, toplumu eğitmede, kültürü geliştirmede, bireyler arasında sağlıklı iletişim kurmada ve tarihsel gelişim süreci içerisinde birçok yönde ortaya çıkmada olumlu etkinliğine rağmen, bugün medyanın bu sorumluluğunu artık yerine getiremediği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bugün tüm dünyada medyanın toplumsal sorunların çözümüne katkıda bulunmak yerine toplumsal sorunların önünü açtığını, insanların hayatın gerçeklerinden, toplumdan ve kendisinden yabancılaşmasına yol açtığını görüyoruz.
Medyanın her geçen gün insanlara sunduğu felaket, suç ve toplu ölüm haberleri şiddetin normalleşmesine zemin hazırlamakta ve bunun için de insanlar duyarlılıklarını yitirerek toplumdan uzaklaşmaktadır.
İletişim ihtiyacını karşılamak için birçok yeni araca imza atan insanın en önemli icatlarından sonuncusu sosyal medyadır. Yüz yüze iletişimin hızla yerini alan sosyal medya, insanları hem kişisel hem de toplum olarak bazı dönüşümlere maruz bırakmıştır. Kişisel anlamda benlik kaygısı ve sosyal çevreye dahil olma kaygısı, toplumsal görünüm kaygısı haline gelmiştir. Toplum olarak haber alma, bilgi toplama ve yayma gibi birçok alanda dönüşümler yaşadık.
Fransız filozof ve film yönetmeni Debord bu yapıya "Gösteri Toplumu" adını veriyor. Günümüz dünyasında imaj ve görünürlük son derece önemli kabul edilmektedir.Örneğin insanlar Facebook'ta durum paylaşmadıklarında veya Instagram' da fotoğraf paylaşmadıklarında sanki o günü yaşamamış gibi hissediyorlar. Sosyal ağlar günlük hayatımızda birçok konuda bizlere yardımcı olsa da insanlar arası iletişim açısından da ciddi sorunlara yol açmaktadır. Sanal dünyada giderek daha fazla zaman geçiren insanlar yalnızlaşır ve bu dünyada kurulan yapay ilişkiler gerçek dünyadan ayrı olduğu için sonuçta mutsuz insanlardan oluşan bir ordunun oluşmasına yol açıyor
iletişim yeteneğimizi kaybettiğimizi çoğunlukla sosyal ağlarda hissettiğimizi söylersem muhtemelen yanılmam. Her gün birbirini dinlemeyen, anlamaya fırsat vermeyen bir insan ordusuyla karşılaşıyoruz. Bırakın birbirimizi anlamayı, dinlemeye bile sabrımız yok.
Birlikte düşünelim. Örneğin, en son ne zaman birisiyle tartışmayı bırakıp özür diledi niz? Ya da ne zaman bir dostunuzun kapısını birdenbire çalıp o kişiye sorgusuz sualsiz, hiçbir sebep göstermeden sarıldınız? Ne zaman televizyonun, bilgisayarın, telefonun düğmesini kapatıp gerçek hayatınızın düğmesini açtınız? Hiç metroda ya da otobüste yanınızda oturan birine merhaba dediniz mi?
Sizi bilmem ama bunları düşündüğümde, ünlü Alman sosyolog Georg Simmel'in toplu taşıma araçlarıyla ülkenin bir ucundan diğer ucuna giden ilk Almanlar hakkında söylediklerini hatırlıyorum. Tek kelime etmeden yan yana oturan Simmel, "İnsanlık tarihinde ilk kez iki kişi o kadar yakın ki, oturup birbirlerinin bedenlerine dokunarak saatlerce birbirleriyle konuşmadan seyahat ediyorlar" dedi.
Aynı şekilde hem teknoloji hem de iletişim açısından son iletişim döneminin tüm olanaklarına çok yakın olduğumuz bir çağda yaşamamıza rağmen birbirimizle iletişim kurabilme alışkanlığımızı da kaybediyoruz. Kafamız o kadar telefon ve bilgisayarlarla meşgul, ofis masalarına o kadar bağlıyız ki, battaniyenin altında o kadar büzüşmüş durumdayız ki, başkalarını, hatta yanımızdaki kişiyi dahi görmüyor, duymuyor, dinlemiyoruz.
Bu konuda mahalle, köy, yerleşim yeri, şehir, ülke arasında hiçbir fark yoktur. Hepimiz sürekli bir rekabet halindeyiz.
Kitle iletişim çağı olarak bildiğimiz bu dönem ne yazık ki "kısayol" butonuyla yaşanan hızlı tüketim yöntemini de şekillendirdi. Ziyaretlerimizi SMS ile, alışverişlerimizi banka kartlarıyla, tanımadığımız kişilerin hesaplarını havale ile çözen modern yaşam biçimi, tanışıklığımızı, iyi günde kötü günde bir arada olmamızı, arkadaşlık kurmamızı ortadan kaldırdı. Sohbetlerimiz arasında cep telefonları, felaket haberleri, cinayet haberleri, tanımadığımız insanların yaşam tarzlarını yansıtan görüntüler, diziler ve internet yer alıyordu.
Uzun lafın kısası sohbetlerimiz, hikayelerimiz yarım kaldı. Gerçek iletişimin sona erdiği bu dönemde en iyi dostlarımız, karşımızda oturarak izlediğimiz televizyon, cümleleri ve kelimeleri kısaltarak aceleyle konuştuğumuz telefon ve asla çıkarmadığımız "bluetooth" kulaklıklar oldu. Ne yediğini, içtiğini, gittiği yerleri, giydiği kıyafetleri belli edeceği, bunlara değer vermediği için arkadaş sofralarından, canlı sohbetlerden uzak durmayı seçen pek çok insan var.Ve bu çağın insanı birbirini dinleme anlama yeteneğini de unutmak aşamasındadır.
Aşklar sahte, ilişkiler ruhsuzdur. Bu yüzyılda iletişimimiz "slm", "tşk" gibi tuhaf bir biçime büründü ve "teşekkür ederim" cümlesini bile yazmayacak kadar üşenen insan haline geldik. Biz çağdan mı etkilendik yoksa çağ bizden mi? Konunun bu kısmı biraz kafa karıştırıcı. Ama şunu biliyorum ki, en sosyal canlı olarak kendimizi sürekli yalnızlaştırıyoruz.