HaftanınÇok Okunanları
MERYEM HAKİM 1
FATİH SULTAN YILMAZ 2
HİDAYET ORUÇOV 3
Gülzura Cumakunova 4
KEMAL BOZOK 5
HUDAYBERDİ HALLI 6
Emrah Yılmaz 7
Edebiyat, varlığı sanatsal imgelerle ifade eder. Sanatsal imge yaratma tarzı, ifade teknikleri
ve yöntemleri ile edebiyat sanat dalına dönüşür. Bir sanat eseri imgeyle başlar. İmgenin
gerçekçiliği ve sanatsallığı, sanat biliminin araştırma konusudur. Şair tarafından yaratılan
sanatsal imgelerin canlılığı, sağlam zemini, özgün nitelikleri ile hayrete düşürmesi onu sanatçı
olarak nitelendirmemize esas oluşturur. Muhammed Yusuf, böyle sanatçılardan biridir. Şairin
kaleme aldığı “Yalpiz” (Nane), “Reyhan” (Bazilika), “Kizgaldak” (Gelincik), “Dolana”
(Fesleğen), “Kapalak” (Kelebek), “Cayran” (Ceylan), “Çumali” (Karınca), “Tulpar” (Düldül)
gibi şiirlerinde net şekline, özelliklerine, tabiatına sahip imgeler tıpkı insanlar gibi iletişim kurar,
sırdaş olur ve dert ortağına dönüşür, şiir sanatına aşina eder.
“Erke kiyik” (Nazlı Geyik)in kardeş sadakati ile omzundan tuttuğunu, “Tulpar” (Düldül)ın
ağabey şefkatiyle kucağını açtığını, “Lalekızgaldak” (Gelincik)ın kız kardeş sevgisiyle elinden
tuttuğunu, “Kapalak” (Kelebek)ın sırdaş dost hayırhahlığıyla derdini paylaştığını tüm vücudunla
hissettiğin an, yüreğin cümbüşe gelir, şiirin muhteşem dünyası ile bir bütün hale gelirsin:
Kel yığlaymız birgeleşib yantaklarga,
Sahralarda kurimegen bulaklarga.
İkkelemiz yaralganmız kıynaklarga.
Erke kiyik, meylimi bir erkelesem...
Muhammed Yusuf’un poetik imgelerle ele aldığı, dışarıdan hafif, oynak gibi görünen
dizelerinin derinliklerinde dünya dolusu duygular; tatlı acılar ve acı merhemler, ateşli hisler ve
titrek heyecanlar vardır. Bunları yorumlarken şair, edebiyatta ilmi senaye adı verilen manevî
sanattan genişçe yararlanır. Manevî sanatların teşbih (Keftden zirepçengni almay sevemen),
mübalağa (Ay mening yelkemge otirib algan, Aftab kavga salar yürgen yolimde), teşhis (Mening
ağam – akterek, Mening anam – mecnuntal), sinekdoha (Gülim, mihir közde degeni yalgan) gibi
farklı şekilleri imgelerin gerçekçiliğini sağlamıştır. Manevi sanatların cazibesi karşısında
dünyanın doğru ve yalanı, mutluluğu ve mutsuzluğu, gündüz ve gecesinin yer değiştirmesi kadar
basit olduğunu hisseder ve bu dünyada güzellik dışında her şeyin geçici olduğuna inanırsın.
Allah’ın insanı muziceler için yarattığına iman edersin.
Şairin kaleme aldığı sanatsal imgeler rengarenktir. Bunların arasında mıknatıs gibi kendine
çekeni ve en parlak olanı ‘vatan’ imgesidir.
Özbekistan, canım töşey sayengge,
Rimni alişmasman bedapayengge...
Yukarıdaki dizeleri dinlediğimizde çocukluğumuzun geçtiği o geniş yulaf tarlası, çayırlar
ve bayırlar akla gelir. Dünyanın nice güzellikleri kendine cezbetse bile insan er geç benliğine,
kendinin o sakin enginliklerine, ucu bucağı yok yaylalarına dönmek ister. Sanatsal imge,
manevi-estetik ihtiyacı karşılamakla birlikte muhteşem eğitimsel önemini ve toplumsal
düşünceye etkisini ortaya koyar. Bu noktada V.M.Jirmunskî’nin şu sözlerini hatırlamakta fayda
vardır: “Sanatsal imge, olgunun pasif genellemesi değildir, belki de kendine özgü duygusal-
ruhsal gücü ile edebiyatı toplumun etkin gücüne dönüştüren bir araçtır.”
Muhammed Yusuf, bir söyleşide hocası Abdulla Aripov ile ilgili olarak: “Ali Şir
Nevaî’den tam 500 sene sonra 1941 yılında Özbek halkının alnına bir şair daha yazıldı.”
Şeklinde bir teşbih kullanmıştı. Bazen düşünüyorum; bu sözleri söyleyen şairin kendisi de
Allah’ın bir hediyesi değil miydi? Uzun yıllar boyunca sömürge altında bulunan halkımız
bağımsızlık nimetinin tadını henüz idrak edememişken Muhammed Yusuf adının nazım
semasında parlaması boşuna değildi. Zira 1980’li yılların sonuna doğru toplumun uzun yıllar
yürüdüğü düz yolundan şaşması ve ortaya çıkan düzensizlik, kendine özgü bir tercümana ihtiyaç
duyurmuştu. Muhammed Yusuf bu görevi üstlenerek özgürlüğü, vatan sevgisi ve yurdun
değerini basit, süssüz ve samimi bir dille anlatmaya çalıştı. Henüz tam olarak kavrayamadığımız
duyguları, yüreğimizin derinliklerindeki hisleri şiire aktararak bize sundu.
İstiklâlin mahiyetini, hürriyetin değerini hissetmek ve en önemlisi özgürlükçü yurt atasının
etrafında birleşebilmek için tam da Muhammed Yusuf ve sözü lazım oldu.
Dünyaga bak, kaddi sendek kim bar yine,
Davruğu hem derdi sendek kim bar yine.
Halk bolişge haddi senden kim bar yine,
Maziyni yad etey deseng – halk boli ilim.
Şairin ele aldığı ‘vatan’ imgesi, yeniliği, asilliği, sıradan kişilere hitap etmesi ile dikkat
çekti. Uzun yıllar boyunca belirsiz kalan ‘vatan’ kavramının önündeki büyük duvar kaldırıldı.
Vatan konulu şiirleri zorla ezberlemeye ve ezberletmeye gerek kalmadı. Bir zamanlar binbir
korku ile “Özbegim” (Özbeğim)i okuyarak teskin bulan gönüller, samimi, sade ve tam da bu
özelliği ile gönüllere yakın olan dizelere kalplerinin başköşesinden yer ayırdılar.
Bu imge, Yıldız Osmanova, Ahuncan Madaliyev, Muhriddin Halikov, Sevara Nazarhan
gibi ses sanatçılarının şarkılarında pervaz ederek herkesin dilinden, gönlünden yerini aldı. Zira
kendi yurdumuzda kendi dilimiz, özgürlüğümüz, halkımız gibi kavramları tam olarak idrak
edebilmek için kendi şarkılarımıza ihtiyaç vardı.
Her ne kadar bu tür şarkılar şaire ün getirmiş olsa da Muhammed Yusuf, adının şarkıcı şair
olarak anılmasını hoş karşılamamıştır. Şair, sırf şarkı yapılsın diye şiir yazmamıştır. Şiirleri
kendi musikisi ile doğmuş, kendi kanatları ile kâğıda inmiştir. Bundan dolayı da hafızalara
işlemiştir. Zira bu, o sıralarda sanatçılarımızın okumak istediği şarkı, demek istediği söz,
söylemek istediği dilekti. Şair, “Halk ol, ilim” dediğinde orada bulunanlar boşuna hep beraber
ayağa kalkmadılar. “Kimseye vermeyeceğiz seni, Özbekistan!” dediğinde heyecanlanmamız
veya “Uluğumsun, Vatanım” dediğinde ihtiyarsız olarak buna katılmamız tesadüf değildir
elbette.
Muhammed Yusuf’un yorumundaki vatan imgesi o kadar gönle yakındır ki “koynundaki
iftihar” ve “boynundaki tılsım”a dönüşür, o kadar hoştur ki hiçbir “iddia etmeden sev”ersin! O
kadar yakındır ki “oğlum diyerek baş eğer.”
Sen – şahları asmanlarga
Tegib turgan çınarım,
Ata desem, oğlum deb,
Baş egib turgan çınarım,
Koynumdagi iftiharım,
Boynumdagi tumarım,
Özing mening uluğlardan
Uluğumsan, Vatanım!
İnsan neyi koynunda taşıyabilir? Çok değer verdiği, kaybetmekten korktuğu, sakındığı
eşyasını. Başkalarının nazarından koruduğu sevgili resmini. O, “boynundaki muskadır”, yani
bela ve felaketlerden korur. Böyle bir teşbihin vatan konusunda yapılan yüzlerce konuşmadan,
yazılan kitaplardan daha etkili olacağı kesindir. Aristoteles’in kaleme aldığı katarsis hadisesi,
yani izlenimle arınma, canlanma hâli yaşanır. Böylece ‘vatan sevgisi’ kulaklara değil direk kalbe
çivilenir. Sanatsal imgesiyle doğan yurt, vatan sevgisi ve sadakati kendine özgü bir ibret okuluna
dönüşür.
Vatan – yüregimning
Âlempanahı,
Bu dünya bükri bir
Ciydengning şahı!
Közüm yaşı bilen
Suğarib gahi,
Köksimde östirgen
Güldey sevemen.
Muhammed Yusuf’un şiirlerindeki yüksek sanatsallık; şairin sözlü gelenek, dünya nazmı,
sanatı ve kültürü konusundaki geniş bilgiye, derin idrake sahip olduğunun göstergesidir. Bir
sanatçının bilgi yelpazesi ve dünya görüşü ne kadar genişse onun ele aldığı imgeler de o kadar
halka yakın, samimi olur, her türlü süsten arınıp sadeleşir. Diğer bir ifadeyle Muhammed
Yusuf’un şiirlerinin sağlamlığı tam olarak burada gizlidir.
Şair yazar:
Kanday yigit idim-a,
Kanday yigit idim-a.
Anam tukkan
Muhammedcanday
Yigit idim-a...
Bu noktada sözlü geleneğe ait aşağıdaki dizeler akla gelir:
Ay Barçinim, yâr-yâr
Gül Barçinim, yâr-yâr
Ultantazga tekkençe
Öl Barçinim, yâr-yâr.
Sözlü gelenek, edebiyatın esas temelidir ve eserlerin anlamlı, mahiyetinin sağlam olmasını
sağlar. Bunu yazar ve şairlerin yapıtlarında görüyoruz. Şairin türkülere benzer biçimde kaleme
aldığı birçok şiirinde sanatsal imge halka özgü bir yorumla gerçekçi çizgilerle ifade edilir ve
halkın dilinde, gönlünde yerini alır:
Bir beyatim bar idi,
Bir beyatim yok idi.
Bir kanatım bar idi,
Bir kanatım yok idi.
Bolding bir kanatım-a,
Fatimacan, Fatima.
Söz sanatçısı Muhammed Yusuf’un imge yaratma maharetini araştırırken imgelerin çok
renkli olması dikkatimizi çeker: “közimning yaşını keledi içgim, tilimni çaynagim keler gâhide”,
“kuyaşga koşilib batıb ketgim keledi”. Bu dizeleri okurken kendinizi karmaşık imgeler
dünyasında hisseder, bu dünyanın yaratıcısının ise dünyanın özel bir parçası, bambaşka bir
varlığı olduğuna kanaat getirirsiniz. Tam o sırada Abdulla Aripov’un kullandığı teşbih fikrinizi
aydınlatır: “... Muhammed, âdeta bir ötücü kuştu; bizim bahçemize gelip öttü öttü ve sonra uçup
gitti.”
Muhammed Yusuf, muazzam bir süreç, apayrı bir dünyadır.
Mening kimligimni
Bilmeydi hiç kim.
Men bir galatimen.
Men alahide...
Belki de bu yüzden onu herkes çok seviyor. Yaşlı nineler ve ihtiyar dedeler, taş fırın
erkekler ve müşfik kadınlar, delikanlılar ve kızlar, elinde kitap tutanlar ve tutmayanlar, kısacası
yediden yetmişe herkes büyük değer verir şaire! Onun eşsiz nazmında kendilerini ararlar, onları
kendilerine sırdaş görürler ve onlarda dert ortağını bulurlar. Zira Muhammed Yusuf, “söğüt
ağacından yapılmış köhne beşiği bağrına basan” anneyi, “atına sırrını anlatan” mert oğlanı,
“köydeki kızların ilgiyle baktığı” delikanlıyı, “sonbaharda kalan çiftçi dedeyi” şiir mucizesine
aşina etti, sanatsal haz duyma saadetine kavuşturdu!
Ölse özi öler, Sözi ölmeydi,
Hemişe barhayat nesil şairler.
Hakikiy şairning kabri bolmaydi,
Yürekke kömiler asıl şairler.
Muhammed Yusuf’un sanatını araştırma ve yayma görevinin Özbekistan Devlet Sanat ve
Kültür Enstitüsüne verilmiş olması göğsümüzü kabarttı. Zira ülkemizin kültür ve sanatının
yarınını yaratacak olan gençlerin eğitim gördüğü okulda bu büyük mirasın araştırılacak olması
bilimsel-sanatsal olmakla beraber toplumsal öneme de sahiptir. Muhammed Yusuf’un edebî
dünyasına daha derin bir bakış atabilmek, onun kaleme aldığı özgün imge ve karakterleri
araştırmak genç şair ve yazarların edebiyat ve sanata ait içtenlik, saflık, doğallık gibi
duygulardan zevk almasını sağlar, onları açık kalpli olmaya davet eder ve gönülleri paklar. Bu
duyguların genç sanatçılara henüz yolun başındayken sindirilmesi sanatımızın çekiciliğinin,
özgünlüğünün, içtenliğinin daha da gelişmesini, artmasını sağlayacağı kesindir.