HaftanınÇok Okunanları
Kader Pekdemir 1
HİDAYET ORUÇOV 2
ELMİRA ACIKANOAVA 3
Gülzura Cumakunova 4
Kardeş Kalemler 5
Emrah Yılmaz 6
KEMAL BOZOK 7
Sürekli gülümseyen bir sima,
İyiyi, güzeli, doğruyu zikreden bir lisan,
Vefalı, saygılı, kibar bir insan.
Uzun süredir üzerinde çalıştığı bir sözlük projesi ile ilgili ne kadar da heyecanlı idi.
Beni her ziyaretinde kapıda karşılardım onu.
“Hocam, beni utandırıyorsun.” derdi. Oysa onun nezaketi karşısında ben utanıyordum.
Her zaman ki koltuğa oturur, sormazdım bile ne içeceğini, sade kahvesini söylerdim hemen. Uzun boylu, mütebessim edası ile heyecanla anlatırdı projelerini. Yüz bin kelimelik Kazakça- Türkçe sözlüğün yüzde doksanının bittiğini söylemişti son görüştüğümüzde.
Edebiyatın “edeb” kısmının tecessüm etmiş hali idi. Yakup Ömeroğu.
Her seferinde takılırdım hocaya, “Abi Ömer mi, Yakup mu?” diye. “Meraklanma hocam yalnız değilsin” derdi. Gülüşürdük.
Her ay rutin görüşmelerimiz olurdu. Doğrusu iple çekerdim onun geleceği zamanı. Dost canlısı bu güzel adamın kelimelere, cümlelere yani Türkçeye vukufiyetine hayran kalırdım. Öyle ya! Ömrünü edebi metinlerle geçirmiş, okuduklarını zerratına nakşetmiş bu güzel adamı dinlemek bana huzur veriyordu.
16 yıldır, kendi imkanları ile Kardeş Kalemler dergisini çıkarıyordu. Her seferinde benden bir yazı istiyordu tembellik edip bir sonraki ay diyorum. Son ziyaretinde “Bir şiirini ver bari” demişti. “Abi şiirlerimi yayınlamıyorum, kendime yazıyorum” dediğimde “Birini istiyorum” demişti. Kıramazdım onu. Verdim.
Çok sevdiği mbir ağabeyim ile bir hususta yanlış anlaşma nedeni ile aramız açılmıştı. Bunu dert edinmişti kendisine. “Hocam iki dostun ayrı kalmasına gönlüm razı olmuyor. Sizi buluşturayım” dediğinde çok sevindim. Fakat olmadı. Oysa söz vermişti. O söz verdiyse yapardı. Meğer canı ile boğuşuyormuş, meğer çağın vebası bir illete düçar olmuş, meğer yavaş yavaş kayıyormuş elimizden.
İki hafta önce idi. Ziyaretini geciktirmişti. Aradım. “Hocam gelmediniz, hayırdır” dediğimde, kısık bir sesle “zor durumdayım hocam” diyebilmişti. İlletin en sinsisine yakalanmış, tedaviye başlamışlar velakin o melun şey sarmıştı onu.
Bir toplantı için Astana uçağına binmezden evvel aradım. Sesi daha da kısılmıştı. “Abi senin sevdiğin topraklara, Ata yurda gidiyorum, dönüşte seni kucaklamaya geleceğim” dediğimde duygulandı. “Selam söyle Atayurda” diyebilmişti.
Cuma sabahı idi. Kahvaltı esnasında telefonumun mesaj sesini duydum. Sevgili Murat Yılmaz kardeşimin “Yakup abiyi kaybettik…” mesajını aldım. Gerisini okumadım bile. Lokma düştü elimden. Yutkundum. Yutamadım ağzımdakileri, boğazım düğümlendi. “İnna Lillahi ve inne ileyhi Raciun” diyebildim.
Ölümün hakikat olduğunu, kaçınılmaz olduğunu elbette ve hamdolsun bilenlerdeniz.
Yokluk, hiçlik olmadığına imanımız tamdır. Bir kelime, iki hecelik o muhteşem sonun şuurundayız. Velakin “Alimin ölümü, alemin ölümüdür” hakikatıdır bizi üzen. Genç sayılabilecek bir yaşta terk-i dünya eylemesi, daha yapacak çok işinin olmasıdır bizi hüzne boğan. Dünya malını elinin tersi ile iten, bütün hayatını Türk Dünyası Edebiyatına ve kültürüne hasreden bir güzel ağabeyin gülümseyen simasını dünya gözü ile bir daha göremeyek olmamızdır bizi mahzun kılan.
Yakup Ömeroğlu “iz” barakanlardandı. Biliyorsunuz bir de “is” bırakanlar var bu alemden göçerken. Biz onun samimi bir Müslüman, iyi bir vatansever, mücadeleci bir Türk Dünyası hayranı, iyi bir Yesevi izcisi olduğuna şahitlik ederiz.
Fazla söze ne hacet.
Bir güzel dost daha eksildi dost hazinemden.
Gülümseyen siması gözlerimin önünde,
Öksüz bıraktığı Kardeş Kalemler elimde.
O dostuna kavuştu.
Gitti.
Bizi bıraktı buralarda.