Müzmin Bekar


 01 Şubat 2024


“Muratov, Nadırbekov, Saparaliev bir adım öne!”

Alacalı formalı, kırmızı şeritli, kenarları kabarık dikilmiş bere, deri kemer ve sıkı bağlanmış yazlık çizmeleri kendilerine pek yakışmış üç kurtarıcı aynı tempoda adım atarak öne çıktı.

“Evett, 12 kişi oldu. Bizim bölümden bunlar gidecekler. Şahinler, dün kardeş Türkiye’de meydana gelen doğal afeti hepinizin duyduğunu düşünüyorum. Siz bugün oraya yola çıkacaksınız. Toplanmak için bir saatiniz var, üç saat sonra havaalanında olmamız gerekir, sorusu olan?

“Soru yok komutanım!” diye duruşunu bozmadan hep bir ağızdan cevap verdiler.

“Öyleyse hadi yola çıkın, evinize gidip eşyalarınızı toplayın, tam bir saat sonra burada olun, ne zaman döneceğiniz belli değil, o yüzden ailenize ve akrabalarınıza haber verin.”

Komutanın emrinden sonra gençler dışarı çıktılar. Annesinin işte olduğunu hatırlayan Kanat eve eşyalarını toplamaya gittiğinde annesiyle vedalaşmaya vakti kalmayacağını düşündü ve duraksadı. Birden “Muratov, bekle!” deyip komutanı çıktı “Sen, annenin tek oğlusun, yol uzun ve bu felaketin tekrar yaşanmayacağını kimse garanti edemez, istersen tepedekilere söyleyeyim, bu seferlik sen gitme” dedi.  Yüksek ve düz burnuna çok yakışan kartal kaşları çatıldı, ama bunu amirine belli ettirmemeye gayret etti. “Olsun amirim, ben emredilen yere gitmeye hazırım” dedi. “Tamam o zaman, sadece anneciğini düşündüğüm için öyle dedim, dikkate alma” diyerek uzaklaştı amir. Diğer meslektaşlarından farklı olarak Kanat’ın evi yakın olduğu için işe yürüyerek gidip gelirdi. Acele etmeden yürüdüğünde on ila on beş dakika arasında eve ulaşırdı. Sovetler Birliğinin en son inşaatlarından olan dokuz katlı binanın üç odalı bir dairesinde annesiyle birlikte kalıyordu Kanat. İki ablası evvelden evlenip kendi yuvasını kurmuştu. Rahmetli babası vefat edince annesi birden yaşlanmıştı. Annesini için endişelenen amiri ikinci ablası Alima'nın sınıf arkadaşı. Bazen Kanat’a ağabeylik yapar, nasihatlerde bulunur, bazen de amiri olduğunu unutup Kanat’ı herkes gibi “Müzmin Bekâr” diye seslenirdi. Evet, Kanat otuz dört yaşındaydı, zamanle ona müzmin bekâr diyenlerin sayısı giderek artıyordu.  Önceden ara sıra arkadaşlarla bir araya geldiklerinde arkadaşlarının eşleri kıs kıs gülüp “Ne zaman evleneceksin, hep bekâr mı kalacaksın.” diye şaka yaparlardı. Şimdiyse meslektaşları, akrabaları, hatta komşuları arasında dahi ismi “Müzmin Bekâr” oluvermişti. Ama Kanat buna hiç üzülmedi. Bu yaşa gelip de evlenmediğine göre, gerçek aşkın olup olmamadığını hep merak ederdi. Rahmetli babası hayattayken bunu bir kere sormuştu. “Oğlum tabii ki gerçek aşk yaşıyor. Onunla karşılaştığında hemen hissedeceksin. Ama koruyabilmek bulmaktan daha zordur. Eğer bir gün gerçek aşkla karşılaşırsan onu hiçbir zaman kaybetmemeye çalış, onun için savaş. Çünkü iki genç sevgisiz evlendiyse, kurduğu yuvası şekersiz meyve gibi olur.” dediğini hâlâ hatırlıyordu. Rahmetli babası sabırlı ve azametli biriydi. Annesi ile on sekiz yaşlarında evlenmişlerdi. Kırk yıl birlikte ömür sürüp babası altmışına gelmeden vefat etmişti, babasının ölümü annesine ağır gelmişti.  Üstelik, büyük kızını daha yeni evlendirmişlerdi ve ikinci kızı üniversiteye yeni başlamıştı. Tek oğul Kanat’ın geleceğini de düşünüyorlardı. İlk torunumuzu kucağımıza alacağız, huzurlu bir yaşlılık geçireceğiz diye hayal ederlerken kocasının trafik kazası sonucu ölmesi annesinin dünyasını karartmıştı. Bu beklenmedik felaket yüzünden annesi yataklara düşmüştü. Sonuçta o da bir annedir ve daha yeni ergenliğe girmeye başlayan Kanat için, öğrenci hayatı yeni başlayan gençliğinin baharındaki Alima için kendine gelip, hayatın tüm yükünü ve sorumluluğunu tek başına omuzladı. Çocuklarına babasının yokluğunu belli etmedi; kızını ve oğlunu okuttu. Zamanla kaderini kabullendi. Sonra Alimayı da evlendirdi. O günden beri akrabaları şakaya Kanat'a “Delikanlı, artık sıra sende, bir an önce evlen de annen de artık rahatlasın.” demeye başladılar. Ama Kanat’ın annesi bu güne kadar hiç “Ne zaman evleneceksin oğlum, artık evlensen iyi olur.” deyip şikayet etmedi. Ne olursa olsan oğlunun kendi kaderini kendisinin tayin etmesini bekledi. İlk başlarda oğlunun mesleği pek hoşuna gitmedi, fakat askerliği sizin yanınızdan ayrılmamak için seçtim anne diyen oğlunun sakinleştirici sözlerini duyunca kanaat edip oğlunu dualarla işe göndermeye razı olmuştu. 

Kanat evin bahçesine yaklaştığında döndüğünde, bankta yazın uçup gelen göçmen kuşlar gibi dizilip oturan beş altı kadını gördü. Aralarında annem yok mu diye baktı, göremedi.

“Merhabalar!” deyip selam verdi ve evine girdi. Bavulunu çabucak toplayıp cep telefonuyla annesini aradı, Türkiye'ye gideceğini, ne zaman döneceğinin şimdilik belirsiz olduğunu, her gün arayacağını söyleyip vedalaştı.

“İyi yolculuklar oğlum, sağsalim dönmenizi dilerim.” diyen annesinin o an evde olmamasına üzüldü.

Döndüğünde arkadaşları toplanmaya başlıyorlardı. Amirleri herkesi tekrar dizip görevlerini tekrar etti, tüm controller yapıldıktan sonra havaalanına doğru yola çıktılar. 

Bu şehre gelmelerinin üzerinden bir güç geçti. Havaalanından direkt olarak bu şehre gelir gelmez işe koyuldular. Nüfusu doğup büyüdüğü Bişkek kadar olan Kahramanmaraş toz içindeydi ve harap haldeydi. Güzel bir doğanın içinde yıkılmış evler, her yere dikilmiş çadırlar insanın gözlerini yaşartıyor, adeta yüreğini dağlıyordu. Çok değil sadece birkaç gün önce turistlerin doğasına hayran kaldığı, zengin tarihine ilgi duyduğu, ünlü dondurmasını yediği, fotoğraflarını çektiği şehirden eser kalmamıştı. 

Kurtarıcılar ekiplere bölünüp sekiz saat vardiyalı çalışmaya karar verdiler. Onlar içinde farklı ülkelerden gelenler de vardı. Her ekip kendi dilinde konuşuyor, kendi dinine göre dua ediyor farklı metodlar ama aynı amaç için canla başla çalışıyordu. Her bir kurtarıcı enkazın altında kalan insanların hayatını kurtarmakta doğrudan doğruya kendi gayretinin büyük bir rol oynayacağını iyi biliyordu. 

Her bir ekipte dört kişi ve bir köpek vardı. Özel eğitimli köpekler öncelikle enkaz altındaki insanları bulmaya çalışıyorlardı, özellikle hayatta kalanları. Köpeklerin dilinden anlayan köpek eğitimcisi ve üç kurtarıcıdan oluşan bir ekip hastanenin olduğu yere ayrıldı.

Yıkılan şehrin kaygısını paylaşıyormuş gibi gökyüzü kara bulutlarla kaplıydı. Soğuk rüzgâr kurtarıcıların yüzüne çarpıp bir yandan minnettarlığını dile getirdiyse, bir yandan da acısını dile getiriyordu.

Kanat sürekli hareket ettiği için ısınmaya başladı. Ama üstünü değiştirmeye imkan yoktu. Yüzündeki maskesi sulanıp onu rahatsız ediyordu. Yanındaki meslektaşına maskesini değiştirmeye gideceğini söyleyip ayrılacağı sırada özel eğitim köpek Uçar havlamaya başladı.

Rüzgar gibi hızlı, hassas, yorulmadan saatlerce çalışabilen Uçar tecrübeli köpeklerden biriydi. Uçar'ın boşuna havlamayacağını düşünen Kanat köpeğe yanaşınca enkazın altından “Ben buradayım, bu tarafa” diye cılız bir kadın sesi duydu. Uçar kendisi kurtaracakmışçasına durmadan havlamaya başladı. Oraya buraya koşarak yerinde duramıyordu.

İkinci katta olduğunu düşündükleri odanın duvarları yıkılıp yan yatmıştı. Duvarların arasındaki küçük bir boşluktan beyaz önlüklü, tozlu saçları yüzünü kapatmış bir kadın gördüler. “Hanımefendi, korkmayın. Birazdan sizi kurtaracağız, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” diye sordu Kanat.  “Ben iyiyim, fakat sol tarafım takılı kaldığı için hareket edemiyorum.” diye cevap verdi kız. Kanat da iki meslektaşı ile kızı sakinleştiriyor ve kızın bulunduğu alanı boşaltmaya çalışıyordu. “Hanımefendi, isminiz ne, benim adım Kanat, siz hiç korkmayın tamam mı, biz şimdi sizi çıkaracağız, çok az kaldı, bir az bekleyin.” dedi Kanat.

“Benim adım Yağmur, ben bu hastanede hemşire olarak çalışıyordum.” diye cılız bir ses duyuldu. “Yağmur, isminiz çok güzelmiş…” diyerek Kanat kızın yanına geldi. Beline bağlanan kemerin sıkıca bağlanıp bağlanmadığını kontrol ettikten sonra arkasındaki iki meslektaşını bekledi. İki kurtarıcı dikkatlice demir kanca ile kemeri çekmeye başladılar.Yıkıntıyı geri çekerek  kızı duvarın altından aldılar. Kanat kızın elinden tutarak boynuna astı ve dikkatlice kaldırdı. Vücudunda kırık ya da çıkık yerleri varsa zarar vermemeyim diye emniyet kemerin takacağı sırada kız “Kanat Bey, bana birşey olmadı, korkmadan dokunabilirsiniz.” dedi. Kızın şuurunun yerinde olmasına seviniyordu. Yavaş yavaş inmeye başladılar. Elindeki hafif kızın yüzüne gözleri düştü. Simsiyah kalın kirpikleri güzel, kaşları yorgun yüzüne yakışan kız Kanat'ın  göğsüne yaslanarak zayıf ellerini omuzuna koyarak derin bir nefes alarak gidiyordu. Kızı doktorlara teslim ettikten sonra kurtarıcılar kendi işlerine devam ettiler.

  Kanat'ın ekibinde Yağmur kurtarılan ilk insandı, bu yüzden kurtarıcılar kendileriyle gurur duyuyorlardı. Ne kadar unutmaya çalışsa da Kanat'ın göz önünden Yağmur'un ilk hali gitmiyordu.

Durmadan çalışan kurtarıcılar çeşit çeşit eşyaları ve belgeleri bulup oradaki çalışma ekibine teslim ediyorlardı. Sadece bu değil ölüleri buldukları vakalar da oldu. Her birinde üzülseler bile öğrendikleri gibi ciddiye almak istemeseler de bazı zamanlarda özellikle çocukları bulduklarında gözleri yaşlanıyordu. Geleli üç gün olsa da yıkıntılar hala çok fazla görünüyordu. Sağ tarafta Çinli, sol tarafta da Gürcü kurtarıcılar Kırgız meslektaşları gibi canlıkişi bulduklarında gürültü yapıp seviniyorlardı. Kurtarıcılara sağ kalan insanlar da destek oluyordu. Kanat kendi grubu ile yemek yedikten sonra yıkanmaya giden yoldan küçücük bir kedi yavrusu buldu. Doğumuna yaklaşık bir ay olan kedi yavrusunun sesi zar zor çıkıyordu. Zayıflığından derisi kemiklerine yapışmıştı. Tırnak gibi kalbinin atışını Kanat hissediyordu. Sıcak süt verdikten sonra kendi yatağına yatırdı.

Güzelce uyuyan yavru bundan sonra bu çadırın kedisi oldu. Kurtarıcılar da gelir kediyi okşayarak tatmin edip gidiyorlardı. Hepsi yemek vermeye de hazır olmasına rağmen yavru Kanat'tan uzaklaşmıyor, onunla birlikte uyuyordu.  O çalıştığı zamanlarda terbiyeli çocuk gibi çadırdan uzaklaşmadan oralarda geziyordu. Üşüdüğünde gelip sadece Kanat'ın yatağına yatıyordu. Kanat da o kediye alışmıştı.

Her zamanki gibi yemek yemeye çıkmışlardı. Ayaklarını çıkarıp dinleyeceği zaman kediyi aramaya başladı. Normalde miyavlayarak Kanat’ı karşılayan kedicik bugün yoktu. Nereye gittiğini düşünen Kanat yıkıntılar arasında mı kaldı acaba diye endişelendi. Bu düşüncesi onu korkuttu.  Oturduğu yerden hızlıca kalkıp kediyi aramaya başladı.

“Muratov, nereye gidiyorsun, yemek yemeyecek misin?” diye soran amirine “Efendim, ben şimdi geleceğim.” diyerek  kediyi dışarada aramak için yola çıktı. Nerede arayacağını, nereye gideceğini bilemiyordu. Yakındaki Gürcü çadırına gözü takıldı. Onların çadırının yanına geldi, fakat hangi çadıra gireceğini, kimlerden soracağını bilemedi. O sırada uzaklarda diğer çadırlara göre daha büyük olan çadırdan beyaz önlüklü, elinde Kanat'ın kedisiyle bir kız çıkıverdi. “Yaramaz, buraya kadar geldin demek diye mırıldanırken çok mutluydu.” Kediye bir şeyler söyleyerek Kanat'a doğru gelen kız Yağmurdu. Kanat onu görünce kalbinin durduğunu zannetti.  “Ya Allah'ım böyle de olur mu? Yağmur mu, karşılaştım mı? Yine onu mu görüyorum” diye şaşırmıştı. Yağmurun “Amur'um, Amur'um benim şimdi seni yıkayaçağız.” dediğini duydu. Rüzgar onun sesini kimseye duyurmadan sadece Kanat'ın kulağına götürmüş gibiydi. Kendi duygularını bastıramayıp “Nasılsın Yağmur, beni tanıdın mı?” diye sordu. Karşıdan gelen kız durdu ve biraz bakıp “Oo, tabii ki tanıdım, Kanat Bey, sizi nasıl unuturum.” diyerek elini uzattı. 

“Nasılsınız, yorulmadınız mı, Kanat Bey?”

“Iyi, ben iyiyim, teşekkür ederim, ben… kedimi yani bu kediyi arıyordum.”

“Kedi mi?” diye şaşıran Yağmur elindeki beyaz yavruya bakıp “Amur sen ne zamandan beri Kanat Beyin kedisisin?” dedi. Mırıldayan kedi ikisini de gülümsetti. 

Kedinin isminin Amur olduğunu, birkaç gün önce sokakta bulduğunu, ona hastanenin bahçesinde baktıklarını, o günden beri kedinin Yağmur’un arkasında gezindiğini söyleyen Yağmur kedinin hayatta olduğuna çok sevindiğini ve Kanat’a artık iki can borcunun olduğunu söyledi.  Kanat ise Yağmur’un gülümsediğinde görünen güzel gamzesine, güzel dudaklarına ve gözlerine hayranlıkla bakarken sadece kendisini değil, bütün dünyayı da unutmuş haldeydi.

“Kanat Bey, beni duyuyor musunuz?” diye parmaklarını şıklattığında

“Evet, evet, duyuyorum dedi yüzü kızarıp.

Sonra kendine gelmiş gibi Yağmur'un durumunu sordu. Onun neden buralarda olduğu ilgisini çekti. Kızı hastaneye götürdükten sonra serum alarak iyileştiğini, sonra hızlıca yardım tıbbi gönüllü olarak geldiğini söyleyen Yağmur, kedisini bulduğu için mutlu olduğunu ama onu  birlikte gotüremeyeceğini  üzülerek anlattı.

Kanat bu andan itibaren yirmi dört saat sadece Yağmur’u düşünmeye başladı. Ta buralara gelmesini Allah’ın bir işareti gibi kabullendi. Önceleri böyle şeylere pek de inanmayan Kanat bu kediyi beyaz bir iyilik gibi görmeye başladı. Artık Yağmur’un “Ben Kırgızistanlı kurtarıcılarla birlikte çalışacağım.” diyecekmiş gibi bir beklentiye girdi. 

Geldikleri andan itibaren 12 gün geçti. Bazı yabancı kurtarıcılar kendi vatanına gitmeye başladılar. Fakat Kırgızistanlılar çalışmalarına devam ediyorlardı. Onlara ayrılmış alanı bitirip başka bir tarafa taşındılar. Gürcülerin gecekondu şehrinden yaklaşık iki blok ötedeler. Günden güne yıkıntıların altından diri insanların çıkması azalıyordu, ona kurtarıcıların umudu da kaybolmaya başladı. Bunca süre insanın aç susuz hayatta kalabilmesi için bir mucize gerekliydi. Kendi aralarında artık canlı insan bulma şanslarının iyice azaldığını konuşmaya başladılar.

“Bugün beni yukarıdan aradılar, iki üç gün sonra vatanımıza döneceğiz.” dedi ekip amiri. Kanat hemen Yağmur’u düşündü. Onunla vedalaşamadan gideceğini düşününce bedeni titredi. 

“Nasıl?” dedi Kanat, daha çok işimiz var.

“Artık orası bizim işimiz değil, büyükler ne derlerse o olur. Bakan kendisi de burada, daha önce de buraya gelmişti. Gideceğimiz zaman haber vereceğiz demiş. Yarın doktorlar gelip bizi kontrol edeceklermiş. İyice temizlenin. Aralarında psikologlar da varmış.” dedi amir. “Onlara bu felakete alakalı size rahatsız eden duygularınızı utanmadan anlatın.” dedi ve sigarasını söndürdü. 

Çadırlardan biri sağlık merkezi olarak organize edilmiş. Kırgızistanlı kurtarıcılar ertesi gün gideceği için hepsi o merkezde kontrolden geçeceği söylendi..

“Ağrınız yok mu, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” diye nazik sesiyle konuşan Yağmur  meslektaşlarını kontrol ederken Kanat dışarıda mutlu oluyordu. Şimdilik onun kafasında tek bir sorun vardı. Yağmur’a duygularını nasıl açabilecekti ve nasıl onun numarasını alabilecekti?! Çok az vakti kalmıştı, bunu mutlaka yapmalıydı, ama nasıl? Bunu düşünüp durmadan oraya buraya yürüyordu. Aklına hiçbir şey gelmiyordu. Direkt olarak herkesin önünde sorsa, birisi küfür etse ne olur? Türkçesi de iyi değildi. Yağmur’u görünce bildiği Türkçesini de unutur. Ey, Allahım!

Bu arada Yağmur dışarıya çıkıp, tıbbi malzemeler koyulmuş arabaya doğru yürüdü. Kanat’ı görünce “O, Kanat bey, merhaba” diye gülerek selamlaştı. Böyle bir şansın artık olmayacağı mümkündü. Kanat aceleyle selamlaştıktan sonra kızın arkasından yürüdü. O şimdilik, Yağmur’u elinden tutup durduracak ve sevgisini söyleyecekti. Bu sırada Yağmur’un yanına 18-20 yaşlarında bir kız gelip “Affedersiniz, burada Kırgız kurtarıcılar çalışıyor diye, aramaya gelmiştik. Biz Türkiye’de okuyan Kırgızistanlı öğrencileriz. Onlar nereye yerleşti, söyleyebilir misiniz.” dedi. Aceleyle yürüyen Kanat durdu. Kızın sözünü dikkatlice dinleyip işaret parmağıyla duran Kanat’ı gösterip “Biliyorum kardeşim, Kırgızistanlı kurtarıcılar benim yüreğimde.” diye gülümseyen Yağmur arabaya doğru gitti. 

Kanat’ın yanına gelip selamlaşan öğrenci kızla birlikte Kanat kendi tugayına döndü. 

Geceleyin Yağmur’a aşkını ilan edemediği için uyuyamadı. Sabahleyin yola çıkacağı aklına geldikçe üzülüyordu. Şimdi onu artık hiçbir şey ilgilendirmiyor. Bazen iş arkadaşıyla birlikte Türkiye’nin diğer şehirlerinde çalışan Kırgızistanlı kurtarıcılarla sohbet eder ya da haberleri izlerdi. Artık buna da gönlü yoktu. Tek bir Amur’u düşünüp tavana bakıp yattı.

Sabahleyin gece hiç uyumayan Kanat aceleyle giyinip, sırt çantasını hazırlıyordu. Hedefi, meslektaşları kahvaltı yapınca Yağmur’u bulup onunla buluşmaktı. Fakat şimdilik onları araba götürüp, kahvaltıyı tren istasyonuna yakın olan başka bir yerden yapacaklarını duyunca planları hemen bozuldu. Ne yapacağını bilemeyip dün geceleyin Azamat adlı meslektaşının getirdiği kediyi bir kutuya koydu. Onu götürmeyip de ne yapacaktı?! Yağmur’dan bu Amur’u istememesi  nasıl olurdu? Bırakırsa bu alana mı bırakırdı? Yağmur da uzun zamandır kurtarma çalışmalarında gönüllü olarak çalışıyordu. Başka şehre gitse kedi ne olacaktı?! Komutanı evcil hayvanlarla uçmaya izin verildiğini söylemişti. Aşkımı ilan edemedim, bari kedi yanımda olsun diye düşündü. 

Yemeklerini yiyip, uzun bir otobüs yolculuğu yaptıktan sonra havalanına geldiler. Oradaki insanlar kurtarıcıları alkışlarla selamlayıp, çiçekler ve hediyeleri verdiler ve teşekkür ettiler. Havalanında çalışanlar, gazeteciler, hemen herkes kurtarıcıların köpekleriyle de, kendileriyle de fotoğraf çektirdiler. Onlarla birlikte ihtiyarlar on dört gün hiç durmadan çalışanlara dualar ettiler. 

Kanat için olan bitenlerin hepsi başka bir dünyada oluyormuş gibiydi. O hiçbir şeye sevinemiyordu. Hiç kimseyle mesajlaşmadı, kimseyi aramadı; sadece Amur’un olduğu kutuyu eline alıp sırt çantasını omzuna attı. 

Meslektaşlarından bazıları, onlarla birlikte amirleri da röportajlar verdiler. Sadece onlar değil, kurtarıcı köpekler de sevinçliydiler. Sadece Kanat bütün bu olaylar onunla ilgili değilmiş gibi, elindeki uyumuş kediye bakıp oturuyordu. Herkes uçağa binip yerlerine oturdu. Köpekler de uçağın salonunda uçabilecekti. Amur için de ayrı bir yer verildi. Hepsi oturduktan sonra “Hadi yiğitler, iyi yolculuklar hepinize” diyen amir Kanat’ın yanına oturdu. 

“Muratov, alacak mısın yoksa ben böyle sana uzatıp durayım mı?” şeklindeki şakasını  Kanat beğenmese de başını çevirdi. Komutanın elinde dört kere katlanmış bir kağıt vardı. Gönülsüz bir halde kağıda bakan Kanat “Kırgızistanlı kurtarıcılar benim kalbimde!” diye yazı ve boncuk gibi dizilmiş telefon numarasını gördü. Gözlerine inanamayıp amirine baktı. Amiri gülümseyip başını salladı ve onu kendisine çekip “Kutlarım, müzmin bekar.” Diye fısıldadı. Kanat sevincinden yerinde duramıyordu. Bütün dünyaya bağırmak istiyordu.  Kendisini zar zor tutabiliyordu. 

Hızla ilerleyen uçak birden göğe yükseldi…

            

 

 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 206. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 206. Sayı