HaftanınÇok Okunanları
Gülzura Cumakunova 1
HİDAYET ORUÇOV 2
Osman Çeviksoy 3
UFUK TUZMAN 4
HUDAYBERDİ HALLI 5
Emrah Yılmaz 6
KEMAL BOZOK 7
Bir genç kızın yaşama duyduğu derin sevgi ve bunu gerçekleştirmek için göze alıp giriştiği kararlı savaşım üzerine bir kitap bu.
Genç kızın adı, Haltaç. Övez adında genç bir çobana gönül veren Haltaç, çobanla hayatını birleştirmesini akrabalarının kabul etmeyeceklerini bildiği için evden kaçar. Övez ve Haltaç, Büyük Karakum Çölü’nü aşarak başka bir diyara, Hive’de yaşayan Türkmenlerin yanına varırlar.
Bir kızın sevdiği gençle kaçması görülmemiş şey değil. Her zaman, hemen bütün halklarda rastlanan bir durum bu. Olayın çoğu zaman ölümle bitmesi ise, bu işin trajik boyutu. Bu kitapta da durum böyle. Haltaç’ın kaçmasını namus meselesi yapan akrabaları kaçakların ardına düşerler ve zavallı genç çobanı öldürürler. Böylece Haltaç için mücadelelerle dolu zorlu bir yaşam başlar. Genç kız, dünyada var olabilmek, kendini görünür kılabilmek için hayatını halılara, halı düğümlerine, nakışlara, renklere yansıtır. Böylece gerek Övez’e duyduğu aşk gerekse tüm arzu ve düşünceleri halı düğümlerinde ifadesini bulur. Bir genç kızın sevdiği adama duyduğu derin aşkı halılara yansıtması gibi bir yöntemi seçen “Nakış” yazarının, Türkmen toplumsal hayatının köklerine inmesine tanık oluruz. Üstelik yazar bunu öyle büyük bir ustalıkla ve duyarlılıkla yapar ki Haltaç yaşamını adeta sevdiği gençle değil de, yaşamın güzelliklerini yansıtan halılarla birleştirmiş gibi gelir okura. Zira halının renkli ve ahenkli nakışları canlı bir ortamı simgeler.
Aslında halının yüzeyi eski Şamanist düşüncesine göre yaşamı betimler. Türkmenler Müslüman olduktan sonra halının iki uç kısmını toprak olarak adlandırmışlar. Bu değerlendirme insanların topraktan yaratıldığını, yaşamı sona erdikten sonra da toprağa girdiğini ifade eder.
Halı düğümlerden oluşur bu düğümlere eskiden tügün denirdi. Bu söz aynı zamanda nikah ve evlenme demek. Eski zamanlarda Türkmenlerin ve başka Türk kavimlerinin dillerinde “nikah” sözü yoktu. Bu söz dilimize ve hayatımıza Arap medeniyetlerinin etkisiyle girmiştir. Dilimize Arapçadan gelen nikah sözünün kaynak dilde hayli müstehcen bir anlamı var. Orta Asya’da yaşayan Türk halklarının Müslüman olmalarından sonra dillerine girmiş bir sözcük, “nikah”. Elbette Türkmenlerin Müslüman olmadan önce de bir evlenme törenleri vardı. Buna şüphe yok. O dönemlerde nikah yerine yukarıda belirtilen tügün sözü kullanılıyordu. Eski Türkçede tügün evlenme töreni anlamındaydı. Bu söz bugünkü Türkçede düğün biçimini almıştır. Türkmencede düwün olarak kullanılan bu söz, “düğüm” anlamına gelir. Türk dillerinde ve bazı Avrupa dilleriyle Arapçada tüğün-düğn-düwn kavramı bir anlaşmayı, sözleşmeyi ifade eder. İki kişinin sevgi bağıyla birbirine bağlanması da bir düğüm oluşturur.
Yukarıda da belirtildiği gibi düğüm birçok uygarlıkta, mecazi anlamda, anlaşma ve bağlılık ifade eder. İnsanlar bir konuda anlaşıp el sıkıştıklarında (tokalaşma), elleri birbirine düğümlenir. Türkmenlerde evlenen gençlerin ilk gecesinde, bir kadın, çiftlerin birbirine nasıl davranması gerektiğini bir şiirle anlatırken, gelin ve damat birbirinin ellerini tutarlar. Buna elleşme denir. Aslında bu da bir anlaşmayı, sözleşmeyi dile getiren gelenektir.
Türkmenlerde evlenenler birbirine çatılmış olurlar. Zira düğümle ifade edilen evlenme bir çatılma eylemidir. Halıda atılan düğümler için çitilme eylemi kullanılır. Bu söz de çatılmanın fonetik değişime uğramış şeklidir. Yani iki gencin evlenmesi, halıdaki atkı ve çözgü iplerinin birbirine düğümlenmesiyle betimlenmiştir. Bu düğümler nasıl halının rengarenk ortamını oluşturuyorsa, tügün de evlenenleri renkli ve ahenkli olması arzu edilen bir yaşam ortamına yerleştirir. Zira Şamanizm düşüncesinde halının boydan boya yüzeyi, alt yaşam, orta yaşam ve üst yaşam şeklinde tanımlanan bütün bir yaşamı temsil eder. Halılarda ifadesini bulan bu düşünceyi, Hudayberdi Hallı “Nakış”ta başarılı bir şekilde yansıtmış.
Türkmencede nika gıymak, Türkçede nikah kıymak, Azerbaycan Türkçesinde de nikah kesmek birleşik fiilleri var. Peki nikah niçin kıyılıyor ya da kesiliyor? Türkmenlerde bir nikah töreninde bir molla ya da hoca nikah kıyarken bir kadın da evlenen çiftlerin yanında sürekli olarak bir makası açar kapar. Makasın açılıp kapanmasının, o ortamda muhtemelen var olan şeytan ya da kötü ruhun kesilmesi için yapılan bir eylem olduğu söyleniyor. Peki bu kesme eylemi niçin kılıçla (mesela eli kılıçlı bir delikanlıyla) değil de, makasla (eli makaslı bir kadınla) yapılıyor? Bu durumun, halı sanatının Türkmen toplumundaki önemli yeriyle bir ilgisi olsa gerek. Zira Türkmenlerde halıyı hep kadınlar dokumuş ve bu sırada halının ilmik düğümlerini, yani tügünü/nikahı kıymak ya da kesmek için de hep makas kullanmışlar. Günümüzde de nikahın kıyılmasının ya da sözün kesilmesinin nedeni budur. Türklerde tügün/ düğüm kıyma (evlenme) eylemi İngilizlerde to tie the knot şeklinde düğüm atma ile ifade edilir. Arapça akd-i izdivâc ve akd-i nikâh da düğümle ilgilidir.
Halı sanatında kadınların iki renkli ipliği birbirine çatıp düğümü kesmeleri gibi iki genç de birbirine çatılıyor. Elbette bu eylemler uzun bir sürece yayılıyor ve Hudayberdi Hallı da bu uzun yolu başarıyla anlatıyor kitabında. Halı için yün seçilmesi, yünlerin hazırlanışı, boyanması, (özellikle de kök boyayla boyama) süreçlerini tüm incelikleriyle yansıtıyor. Ön hazırlıklarıyla birlikte bütün bu işler eserin yarıdan fazlasını kaplıyor. Derken halı tezgahı kuruluyor. Halının boyunu belirlemek de önemli bir konudur. (Genel olarak halının boyu eninin iki katı olmalıdır). Yazar halı nakışları üzerinde de durup bunların neler anlattığını ayrıntılarıyla açıklayabilirdi. Ancak unutmayalım ki “Nakış”, halı sanatı üzerine bilimsel araştırma kitabı değil.
Halıyı, renkleri ve biçimleri derin bir uyumla raksettiren hünerli eller dokuyor. Yoğun bir emek ve dikkatin yanı sıra sevgi de gerektiren bir uğraş bu.
Burada kısa bir not olarak halı sanatının müzikle de yakın ilgisi olduğuna değinelim. Halının eski adı, en eski Türk müzik aleti olan kopuz sözünden türemiştir . Bu konuyu “Söz Kökümüz - Öz kökümüz” adlı Türkmence kitabımda anlatmıştım (Stokholm 2016).
Hudayberdi Hallı göl denen Türkmen halı desenlerinin ahenkli şiirselliğini kız türküleri ve ninnilerle karşılaştırıyor. Burada yazarın halk türkülerini çok iyi değerlendirdiğini görüyoruz. Yeri gelmişken bunlardan birine kısaca değinelim. Eski zamanda Merv’de bilimsel anlamda kendini çok iyi geliştiren Orta Doğu’nun büyük alimi Barbad Merzevi’nin bestelediği tahmin edilen “Yelpezelendi” adlı türküye çok önem veriliyor. Türkmen çölünün güzelliklerini terennüm eden bu türküde, çölün artık kurumuş olan nehirlerinin eski güzelliği dile getiriliyor. Bu çarpıcı tabiat güzelliği “Nakış”ta halının yüzeyinde canlanıyor. Haltaç’ın kararan bahtının da halının yüzeyine yansıdığını görüyoruz. İnsan kötü bir duruma düşürülebilir ya da hareketleri sınırlandırılabilir, ama onun ne umutlarına, ne de arzularına hiçbir güç, hiçbir şekilde engel olamaz. “Nakış”ta bu düşüncenin halı yüzeyine yansıtıldığını görüyoruz.
Yazarın dili sade ve sürükleyici. Eserin çevirisi de güzel ve akıcı. Türk şairi Hüdayi Can, Türkmen medeniyetinin inceliklerini kavramayı başarmış.
Eser bana sanki biraz kısa tutulmuş gibi geldi. Kitap biraz daha oylumlu olsaydı, yazar da düşüncelerini daha geniş bir şekilde dile getirebilirdi.
Bu kitabın Türk okurlarına ulaştırılmış olmasını çok olumlu bir kültür ve edebiyat olayı olarak gördüğümü belirtmeliyim.
Nakış okuyucularını sevindirsin.