Namusun Sesi


 01 Aralık 2021



Dükkân pek kalabalık değil
şu an.
Genç satıcı kız bana gülümseyerek:
“Borcunuz altı yüz
kırk ruble” dedi.
Ben de ona elimdeki bir bin
rublelik kâğıt paramı uzattım.
Kızın yüzük parmağındaki
altın yüzüğün parladığını şu
an görüverdim. Aklımdan:
“Genç ama evliymiş” diye fikir
geçti.
Bir elime satın aldığım şeyleri,
öbürüne de ödediğim
bin rublenin üstünü alarak dışarı çıktım. Kış
mevsimi başlıyor: âlemi bembeyaz örtü ile
örte örte tane tane kar yağıyor... Ondan ötürü
keyfim yerinde. Tanıdığım ve tanımadığım
insanları selamlaya selamlaya eve dönme
niyetiyle yola koyuldum. Biraz parmaklarım
üşümeye başladı. Bundan dolayı: “Paralarımı
cüzdana koyayım da hiç olmazsa bir elimi cebime
sokarak gideyim.” diye düşündüm. Yolun
kenarına çekildim ve poşetimi yere koyup
ceketimin düğmelerimi açarken öbür elimdeki
paralara baksam, ne göreyim, ben dükkândan
altı yüz kırk rublelik ürün aldım, satıcı
kıza da bin ruble verdim. Şimdi de elimde
beş yüz altmış ruble para var... Demek ki satıcı
kız bana paramın üstünü verirken iki yüz
ruble fazla vermiş... Evet, öyle! Eee, şimdi ne
yapayım? Durduğum yerde paramı defalarca
sayıyorum... “Yola devam mı edeyim, yoksa
geri mi döneyim?” diye düşüne düşüne kâh
önüme kâh arkama bakakaldım... Sahi, ne yapayım
acaba? Bunları düşünüp dururken sol
yanımdan biri: “Niye şaşkına döndün? Paranı
cebine sokup yolunda oluver!” diye emretti.
Şaşırarak döndüm baktım. Kimse yok! Sağ yanımda
da öyle! Merak ettim,
kim seslendi bana acaba?
«Kim diye mi şaşırdın? Ben
burada, sol kulağının içinde
oturuyorum...” diye ses geldi
yine.
«Kimsin sen ya?!” diye tırsmaya
başladım ben.
“Kim olayım, bir ömür senin
yanında olan şeytanım ben.”
Şaşırmaktan az kalsın yere
oturuyordum. Ben çocukken
ninem: “Sol omuzunda şeytan
oturur, o seni hep kötülüğe kışkırtır.» diye
söylüyordu. Bütün bunlar gerçek çıktı değil
mi?
“Doğru, doğru! Öyledir!” dedi deminki ses.
“Ama ninen atmışmış biraz. Ben insanoğlunun
sadece iyiliğini isterim hep.”
“Peki, neden omuzda oturmuyorsun?!» diye
soruyorum.
“O eskidendi... Bu devirde bizim değerimiz
arttı. Yükselttiler bizi...”
Benim zaten dilim tutuldu. İnanıp inanmamaya
bir türlü karar veremiyorum. Acilen bileğime
çimidik atıverdim, acıyor... Yukarıdan
yavaşça düşen kar taneleri avuçlarıma konup
iriyor. Ben sokaktan geçen genç kadınlara
gülümsüyorum, onlar da bana gülümseme
ile yanıt veriyorlar. Demek ki bu rüya değil,
gerçekmiş.
Şeytan kahkaha ile güldü: “Rüya görüyorum
diye düşünmüşsün galiba? Peki, şimdi inandın
mı artık? Yolcu yolunda gerek, git, her
şeyi boş ver!Ne yapalım artık, inanmak zorunda kaldım.
İşte böyle ben şeytanla konuşmaya başladım.
Gerçekten hiç ama hiç inanılacak şey değil
bu!
“Şey, olmaz böyle, parayı iade etmek lazım.”
dedim ben. “Niyeymiş o, sen o parayı çaldın
mı?”
«Hayır...”
“Elinden alıp kaçtın mı?”
“Hayır, hayır... Yanlışlıkla veriverdi ki o! Hayatta
olan şey. Hele hele gençken...”
“Aynen öyle. Genç diye acıyorsunuz, sonra
da... Biliyor musun, patronu bir kere cezalandırdıktan
sonra bir daha yanlışlık yapmayacak
o. Hatırlıyor musun, sen beş yüz ruble
paranı kaybetmiştin. Biri iade etti mi? Şöyle...
Ama karından dayak yiyince aklın başına geldi.
Şimdi her kuruşunu sayıyorsun. İşte ondan
dolayı doğru evine!”
“Doğru konuşuyor gibi geliyor. Şeytan ama
bayağı akıllıymış. Doğru diyor, bügün bana
fazla verdi, yarın öbür gün başka birine verebilir.
Birinin para üstünü eksik verme ihtimali
bile var. Dükkân sahibi o kızı mesela maaşını
keserek cezalandırırsa eğer, o bir daha yanlışlık
yapmaz.
Bak sen, parayı iade etmeyerek satıcı kıza iyilik
yapıyormuşum değil mi? Aynen öyle. Şeytansa
benim fikirlerimi tasdik ede ede gevezelik
yapmaya devam ediyor:
“Doğru birader, doğru! Hata için cevap vermeden
düzelmek mümkün değil. O sebeple
söylüyorum sana, hiç canını sıkamadan yürüyüver!
Yol düşmüşken süpermarkete uğra.
Kim belir ne zamandan beri karınla bir pasta
alıp yemek istiyorsunuz ama paranıza kıyamıyorsunuz.
İşte fırsat bu fırsat! Havadan gelen
para ki o!
Şeytan şu şekilde akıl verip durdu. Ben de
artık onun lafını reddetmedim. Ne demişler,
doğru söze cevap yok. Poşetimi elime alarak
ve gülümseyerek büyük adımlarla yürüdüm.
Gerçekten de bir pasta satın alayım da karımla
beraber oturup çay içmenin keyfini çıkarayım.
Boşuna kafa yormayayım değil mi?
Fakat gülümsemem uzun sürmedi, nedense
moralim bozuldu. Bir şey canımı sıkıyor gibi.
Bütün gün bana gülümseyerek bakan doğa
birden renksizleşti. Demin yukarıdan düşen
kar taneleri yüzümü okşuyorlardı, şimdi de
yüzüme iğne gibi batıyorlar. Sokaktaki insanlar
da bana sanki kızarak, kuşkulanarak
bakıyorlar, selamımı bile duymuyorlar gibi
geliyor. Bir nevi bataklığa düşmüş gibi hissediyorum
kendimi. Şeytansa hala lafa tutup
duruyor...
Sonunda süpermarkete geldim. Mesai saati
bitmek üzere, kapının önü insan kaynıyor.
Birileri çıkıyor, öbürleri giriyor. Yakında taksiciler
sigara içe içe, gülüşe gülüşe konuşarak
müşteri bekliyorlar.
Şu an süpermarketten bir elinde çanta ile
öbür eliyle ise küçük kız çocuğunu arkadan
ite ite genç bir kadın çıktı.
“Yürü diyorum sana! Konuşma, yürü!” diye
sert ama aynı zamanda yavaş bir şekilde sesleniyordu
kadın çocuğuna. Çocuğuysa itildikçe
annesine dönüyordu:
“Anne, anne! Dondurma alsana! Alacağım
demiştin ya bana!” diye ağlaya ağlaya yalvarıyordu.
“Mızmızlanmasana, bak, taksici amcalar sana
bakıyorlar.” dedi annesi sesini yumuşatarak.
“Şimdilik dondurma almaya para yetmedi,
para olunca hemen alırız, tamam mı kızım!
Şu anda deminki satıcı kızı hayal ettim. O da
evliydi galiba... Çocuğu da... Fakat fikrimi
devam etmeme sağ yandan gelen uykulu kısık
ses engel oldu:
“Ayıp değil mi sana? Neden şu satıcıya parasını
iade etmedin? Onun da evinde küçük
çocuğu bekliyor olabilir. Şu iki yüz ruble ile
zengin olacağım diye mi düşünüyorsun?!”
diye üstüme gelmeye başladı.
Bu defa sesin ne olduğunu anladım artık. Namusun
uyandı. Şu an merak ettim, neden o
böyle geç harekete geçiyor acaba?! Maalesef
bu sorunun yanıtını aramak amacıyla derin
düşüncelere dalmaya zamanım yoktu. Beni
sövüp savuran namusuma çabucak cevap
vermeliydim.“Şu iki yüz ruble para için geri dönmem ben.
Hem o kızın bundan böyle aklı başına gelecek.
Hem...” diye kendimin üniversite mezunu
zeki bir adam olduğumu göstermeye
çalışarak yavaşça konuşmaya başladım. Kim
ne derse desin, namus namustur, şeytan değil,
ünvanlı yüce. Fakat o beni dinlemek bile
istemedi:
«Ha, anladım, seni şeytan kışkırtmışmış. Hem,
hem... Neymiş, üniversite mezunuymuş! Parasını
iade etsen, hatasını anlamaz diye mi düşünüyorsun?
Böyle güçlü bir yiğitsin, hayatını
yeni başlanak üzere olan narin mi narin bir
kızın parasını yemekten utanmıyor musun?!»
Şu an sanki demir sopa yemiş gibi hissettim
kendimi. O kadar utandım ki, yerin deliğine
girmeye hazırdım. Gerçekten de genç ana
bu para ile çocuğuna ne kadar tatlı satın alabilirdi
ki! Ben de çocuğun rızkını haksız yere
yiyorum... Ne utançtır! Hırsızlık yapanlar acaba
nasıl yaşayabiliyorlar acaba?
Şu anda şeytan sol kulaktan sağ yana:
«Hop, namus haydi oradan! Sen niye beni
kötülüyorsun? Kışkırtıyormuş! Haberin olsun,
ben senin gibi sürekli uyumam, gece gündüz
insanoğluna hizmet ederim!” diye bağırdıktan
sonra yavaşça bana seslendi:
“Sen ona uyma! Doğru dükkâna!”
Her şeyi duyan namus bana: “Sakın dükkâna
girme! Hemen git parayı iade et!” diye emretti.
Sonra da şeytana: “Sana gelince de insanoğlunu
kötü yola çok sürükledin, yeter artık!”
diye hitap etti.
“Onları kötü yola ben mi sürüklüyorum? Bana
uyan insanların hepsi zengindir, haberin olsun!
Sana uyanlarsa sokaklarda dilenip duruyorlar.”
diye pes etmek istemedi o melun.
“Kimsenin dilenip durduğunu hiç duymadım.
Senin kışkırtmana uyanlarsa bildiğim kadarıyla
içeride çürüyorlar.”
“Güldürme beni! Kimse içeride çürümüyor.
Herkes bu hayatın keyfini çıkararak yaşıyor...”
Bunlar beni zaten unuttular. Hep tartışıp durdular.
Önce edepli davranmış gibilerdi ama
sonra bağıra çağıra resmen kavga etmeye
başladılar. Daha sonra kavgalarını küfrederek
“süslemek”ten de tiksinmediler. Sonra da
ne olduğunu fark edemedim ama bunların
kavgaları dövüşe döndü birden! Bu ikilinin o
kadar dövüşmesinden dolayı kafam ağrımaya
başladı, kafam ikiye ayrılıyordu sanki! Sonra
da kalbim sızlayıp tansiyonum çıktı, gözümün
önü karardı. Kendimi bir uçuruma düşüyormuşum
gibi hissettim.
Artık dayanmaya gücüm yoktu. Kafamdaki
gürültüden kurtulmak için geri dönüp deminki
dükkâna koşuverdim. Mekâna geldiğim
zaman dükkânda satıcı kızdan başka kimse
yoktu. Kız parasını saymaya çalışıyordu. Kendisi
heyecanlı gibiydi. Ondan ötürü dükkân
kapısını kilitlemeyi unutmuştur belki. Ben kızın
yanına sanki uçarak geldim ve:
“Buyur Hanım! Demin bana paranın üstünü
fazla verivermişsin.” diye ona iki yüz ruble
para uzattım.
Kız o kadar sevindi ki anlatamam! O sevinerek:
“Çok teşekkür ederim amca, yoksa çok korkmuştum
bile.” dedi.
Bu sözleri söylediği anda kızın gözleri o kadar
temiz ve parlaktı ki bir tek bulutu bile olmayan
mavi gök yüzünü hatırlatıyordu. Teşekkür
ederim diyen sözleri ise yarama merhem
oldu...
Dükkândan çıktım. Kafamdaki gürültü birden
bitti, şeytan bir yere kayboldu, namus da sessiz
oldu: uyudu herhalde. Gönlüme huzur
hâkim oldu. Kalbi salim bir insan oluverdim.
Alem birden aydınlandı, keyfim yerine geldi.
Kendimi o kadar mutlu hissetmeye başladım
ki tüm dünyayı kucaklayasım, mutluluğumu
tüm insanlarla paylaşasım geldi. Bütün bunların
nedenini de bilemedim. Satıcı kızı sevindirdiğimden
mi ötürü, ya da başka bir şeyden
mi...?
Şöyle bir hissiyatın etkisi altında eve dönüş
yoluna çıktım. Eve gelince de Hanın ile beraber
haşlanmış patatesler yiyip, çaylar içip
bütün olan bitenleri sevgili hayat arkadaşıma
anlattım...

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 180. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 180. Sayı