HaftanınÇok Okunanları
KAYNAR OLJAY 1
Osman Çeviksoy 2
SALIM ÇONOĞLU 3
İ. M. Galimcanova 4
Gülzura Cumakunova 5
Kader Pekdemir 6
Kardeş Kalemler 7
Bakü’deki son günümde Bekir Çobanzade’nin hayatının son günlerini geçirdiği yerlerde, ayağına taş bağlanan cesedinin Hazar Denizi’ne atıldığı Nargin Adası’nda gezip düşüncelere daldım. Adı korkunç efsane ve hikâyelerle sarılıp Büyük Zere Adası, Yılan Adası, Ölüm Adası gibi isimlerle tanınıyor Nargin Adası… Şehirden otuz kilometre kadar uzaktaki ada Bakü’nün her yerinden görünüyor.
Bekir Çobanzade’nin başı üstündeki kara bulutlar 1937’den bayağı evvel, 8-9 yıl önce hem Azerbaycan’da hem de aynı zamanda doğduğu yer olan Kırım’da başladı. İlmî faaliyetinin en parlak derecesine yükseltilen, Türkoloji ilminin onun hizmetine büyük ihtiyaç duyduğunu bilen Bekir Çobanzade çalışmak için azıcık bir imkân bulmak niyetiyle ümitsiz bir adım atmak zorunda kalarak “Qırımtatar edebiyatında qurultaycılıq ve milletçilik” makalesini yazdı. Risale şeklinde çıkan bu yazı pek sert eleştirilerle karşılaştı. Daha dün Kırım’da onunla aynı safta olan siyasetçi arkadaşlarının, kalemdaşlarının çoğu 1929-1930 yıllarında belki adını yazmaya utanıp belki de korkup çeşitli mahlâslarla “Yañı dünya (Yeni Dünya)” gazetesinin sayfalarında “Eski maqam ile eski türküler. Yahud tekrar Çobanzade haqqında”, Professor Çobanzadenin soñ çıqqan kitabı haqqında”, “Çobanzadenin mektübi munasebetinen” gibi başlıklarla yazdıkları yazılarla ona saldırmaya başladılar. Daha birkaç yıl evvel Kırım’ın gururu diye bilinen profesöre “ikiyüzlü”, “burjuva milliyetçisi”, “yalancı” gibi lâkaplar takıldı. Bu kirli faaliyete sıradan cahil işçiler, ömründe tek bir gazete veya kitap okumayan köylüler alet edildi. Bu “yazarlar” (tabii ki, bu makaleleri işçiler ya da köylüler yazmadı) Bekir Çobanzade’yi karalamakta sanki yarışıyorlardı.
Safter Nagayev, Bekir Çobanzade’nin yukarıda adı geçen makaleyi hangi duygular içinde yazdığını “İşte saña çoban oğlu” başlıklı kitabında âlimin kardeşi Züleyha Halileva’yla yaptığı röportajla açıklıyor. Züleyha hanım şunları söylüyor: “Qırımtatar edebiyatında qurultaycılıq ve milletçilik”(1) adıyla 1929 senesi Bakü’de neşredilen bu makalede ağabeyimin birçok ilmî düşüncesinden feragat ettiğini anlayıp, endişelendim… Akşam çayına oturduğumuzda ağabeyime bu makalenin beni çok üzdüğünü söyledim. Ağabeyim bana şöyle cevap verdi:
-Benim için böyle bir makale yazmak kolay mı oldu zannediyorsun? Yüreğimin kanıyla yazdım. Yaptıklarımın hepsini kendi elimle silmek kolay olmadı. Lâkin makalede az da olsa ilmî ve sosyal faaliyetlerimden neden vazgeçtiğimi anlatmakla beraber, onların ileride gene de gün yüzüne çıkacaklarından ve benim adımı kirletmeye değil de ebedileştirmeye hizmet edeceklerinden emin olduğumu belirttim. Sen bunu anlamalısın, bunun için beni suçlayabilirsin. Ama başka çarem kalmadı. Ümidimi kestim, bu daha devam edecek mi, bilmiyorum… O yüzden, belki de gün gelir, ağabeyinin günahının aklandığını görmek sana kısmet olur. Şimdilik başka çarem yok…”
Züleyha hanım ağabeyinin aklandığını, onun gerçek düşüncelerinin yazıldığını gördü ama ağabeyinin heykeli, kitapları, adını taşıyan sokaklar, konferanslar, kütüphane ve mektepler ile vatanı Kırım’a döndüğünü göremedi. O da ağabeyi gibi gurbette, sürgün edildiği Özbekistan’ın Andican şehrinde ebediyen kaldı…
44 yıllık ömrünün çiçeklendiği, âlimlerin ilham aldığı en yüksek seviyeye çıktığı dönemde cahil, insan suretindeki vahşi hayvanların elinde bir et parçası oldu.
1956-1958 yıllarında Stalin zulmünün yerine kısa bir süre için “erime” yılları başladığında Bekir Çobanzade’ye işkence eden, katleden insanların hepsi cezalandırıldı. Ama artık çok geçti…
Muhteşem hayatını bütünüyle ilime, Türk dünyasına, ayrıca Azerbaycan kültürüne hizmete adayan; şairlere has hassas bir kalbe sahip bu ilim adamı başta kendi halkı olmak üzere bütün Türk halklarını uyandırmak, onları doğru yola sokmak uğruna yaşayan Bekir Çobanzade 1937’nin Ekim ayının, o kanlı, 12’sinden 13’üne geçen gecesinde neler düşündü acaba?
Gözlerinin önünden neler geçti? Aklına neler geldi? Onun çoban olmasını arzu eden babası Qurt Vahap’ı mı? “İlim qazanı otsız, ocaqsız qaynar (İlim kazanı ateşsiz, ocaksız kaynar)”, diyerek çocuklarına destanlar, şiirler okuyan, okuma sevgisi aşılayan annesi Vayde Şerfe (Vahide Şerife)’yi mi? Adını koyduğu kardeşi Züleyha’yı mı? Eski Karasuvbazar’ın tatlı-hoş sokakları, kiremit damlı beyaz evleri, mektebini mi? Onun okuması için para toplayan ve sonra Profesör unvanıyla döndüğü zaman ziyafet sofraları hazırlayıp çalgı takımlarıyla taa Karasuvbazar’ın girişindeki Sarısuv köyünde karşılamaya gelen halkı mı? Eşleri Dilâra Bulgakova ve Rugiya Abdullina’nın acıklı kaderlerini düşündü mü? Ya da dört yaşında iken evlâtlık olarak aldığı ve öz oğlu gibi sevdiği Mustafa’nın geleceğini mi?
Bir insanın dayanamayacağı aşağılamalar, hakaretler, makale yazdığı parmaklarını birer birer kıran sopa darbelerinden birkaç dakika için de olsa kurtulmak için adlarını teker teker sıraladığı meslektaşları, partideki arkadaşları, dostlarını düşündü mü? Onlar onu affedebildiler mi? O mutlaka son dakikalarına kadar vicdan azabı çekmiştir…
Ya o, şiirlerinde kendisi için güzel bir ölüm dilerken sonunun nasıl olacağını tahmin edip “Rast kele”sinde yazmamış mıydı?
Çürük şu topraq inanıb bolmay, Çürük şu toprak, inanmak olmaz,
Çeçek coq bu yerde turalğan solmay, Çiçek yok burada, kalabilen solmuyor,
Qorqaman bir saba dügünge ketkende, Korkuyorum bir sabah düğüne giderken
Toylarda qurulıp cigitlik etkende, Düğünlerde kurulup yiğitlik ederken,
Endirir bir sille, soñ küle küle İndirir bir sille, sonra gülerek
Attırır çuqurga yavur “rast kele”.. Attırır çukura gâvur “rast gele”..
Böyle bakınca, en bahtlı döneminde, 1922 senesi Kırım’da yüreği bir şeyler sezdi ki beyninde ve kalbinde bu satırlar doğup “Yanıq qaval”ı yazdırdı:
Bir ölü bolayım mezarsız, taşsız, Bir ölü olayım mezarsız, taşsız,
Qadimsiz, zikirsiz, yalancı közyaşsız. Öncesiz, zikirsiz, yalancı gözyaşsız.
Tiymesin tenime titregen eller! Değmesin tenime titreyen eller!
“Öldi” demesin tuvmay ölgenler!.. “Öldü” demesin doğmadan ölenler!..
Bekir Çobanzade’nin kendisinin de söylediği gibi o, mezarsız, taşsız göçüp gitti baki dünyaya, sonsuzluğa döndü. Mezar taşı bir yana öldüğü gün de çeşitli kaynaklarda farklı gösteriliyor.
Birinci ölüm tarihine göre 1937 senesi 12 Ekim günü verilen karara binaen 13 Ekim’e bağlanan gece Bakü’de kurşuna dizildi.
İkinci tahminde ise 1938-1939 senelerinde… Bazı yazarlar, ki bunlardan biri olan Safter Nagayev SSCB Yüksek Mahkemesi 1957 senesi 18 Nisan’ında imzalanan resmi belgeyi doğru kabul ediyorlar. O belgeye göre Bekir Çobanzade 1939 senesi 18 Temmuz’da Azerbaycan’ın Haçmaz köyünde vefat etti. Safter Nagayev “Medeniy inqilâp askeri” başlıklı hikâyesinde şunları yazıyor: “Bazı yayınlarda onun ölüm zamanı 1938 senesi 4 Nisan olarak gösteriliyor. Lâkin onun için, 1937 senesi 12 Ekim’de karar veriliyor, 1939 senesi 13 Temmuz’a kadar hapishanede kalıyor, sonra Azerbaycan SSC’nin Haçmaz şehrine getiriliyor ve orada cezası infaz ediliyor. SSCB’nin Yüksek Mahkemesi Askeri Bürosunun Komünist Parti kongresinden sonra aldığı karar da bunu onaylıyor. Bu büronun 1957 senesi 25 Temmuz’da aldığı kararda şöyle yazılıyor: “SSCB İlimler Akademisi Azerbaycan Şubesi’nin asil üyesi Bekir Vagapoviç Çobanzade’nin 1937 senesi 27 Ocak’a yani hapsedilmesine kadar suçlanması hakkındaki karar SSCB Yüksek Mahkemesi Askeri Bürosu tarafından 1957 senesi 6 Temmuz’da yeniden görüşüldü. B.V.Çobanzade’ye 1937 senesi 12 Ekim’de verilen ceza görülen yeni şartlar sebebiyle reddedildi ve bu konu bir cinayet mevzusuyla bağlantılı olmadığı için durduruldu. B.V.Çobanzade vefatından sonra aklandı.”
Adı geçen büro tarafından verilen ölüm cezası hakkındaki belgede Bekir Vagaboviç Çobanzade’nin 1939 senesi 18 Temmuz’da Azerbaycan’ın Haçmaz şehrinde vefat ettiği onaylanıyor.”
Aradan geçen on yedi yıl içerisinde Bekir Çobanzade’nin çalışmaları ve korkunç ölümüne dair ortaya çıkan yeni gerçeklere, yayınlanan bir çok yeni incelemeye rağmen yazarın 2007’de yayınlanan “İşte saña, çoban oğlu” kitabına “Medeniy inqilâp askeri” hikâyesindeki cümleler değiştirilmeden aynen eklenmiş. (3)
Ölümüyle ilgili üçüncü bilgi ise “Azat Qırım” gazetesinin 1942 senesi 7 Ağustos’taki sayısında Abdulla İsmail’in “Professor Bekir Çobanzade “Bolşeviklerniñ esareti” oçerkinden parça” başlıklı makalesinde veriliyor. “Çobanzade’yle son görüşmem kuzey ülkesinin en uçtaki taygalarından (tayga= kozalaklı bitkilerden oluşan orman kuşağı) birinde oldu. 1938 senesi Aralık ayı idi. -38 derece soğuk insanı kılıç gibi kesiyordu. Troitsk-Peçorskiy nehri kıyısında Pokrovka köyü yakınlarında sık dağların birinde ağaç kesiyorduk. Bu arada kampımızın karşısından mahkûmların geçtiğini gördük. Mahkûmlar bizi görür görmez sigara içmek bahanesiyle durdular. 10-15 adım uzakta durup grubun nereden geldiğini sorduk. “Kafkas”dan dediler. Daha da meraklandık. İnsani özelliklerini kaybeden bu adamlar birbirlerine bakmaya başladılar. Bu arada içlerinden biri adımı söyledi. Dikkatle bakınca Bakü’deki “Yeni Yol” gazetesinde 10 sene birlikte çalıştığım eski gazeteci, dil ve tarih öğretmeni Asan İmamov’un solmuş çehresini güçlükle tanıdım. Bu grubun içerisinde B.Çobanzade’yi, meşhur dilci ve tarihçilerden Abdulla Tagizade’yi, Cebbar Memedzade’yi ve daha birçoklarını tanıdım.
-Sizleri neden hapsettiler? diye sorunca cevabımı aynı soruyla aldım: “Peki seni neden hapsettiler?!”. Bundan çıkaracağım sonuç pek kısa oldu. Gizli polis bütün Türk-Tatar halklarının aydınlarını düşmanı olarak görüyor, onları hapsediyor, öldürüyor veya uzak kuzeyin, Sibirya’nın ağır işlerinde çalışmak için yolluyordu. 15 dakika konuştuktan sonra gardiyanın “kalk!” sesi Kafkas grubunu bizden ayırdı. Onlar uzaklaşıp, gözden kayboldular: Anladığıma göre onlar Polâr’ın arkasında Vorkuta’ya (Kuzey Kutup Dairesi’nin hemen kuzeyinde yer alan mecburi çalışma kampı) gittiler.
Kıymetli profesör ve şairimiz Bekir Çobanzade ve arkadaşlarının kaderi gözle görülmeyen o gücün elinde. Kim bilir, belki yine görüşürüz…”
Abdulla İsmail “Azat Qırım”, Ağustos 1942
Elbette Abdulla ismail’in makalesinde yazılanlardan şüphelenmemizi gerektiren bir nokta yok, ama biraz arşiv karıştırınca şu gerçeği gördük.
“Rusya’nın geri dönen isimleri” sitesinde Leningrad şehitlerinin 7’inci cildinde şu bilgileri okuyoruz.
1897 doğumlu, Genceli zanaatkâr bir aileden gelen Tagizade Abdulla Mammadovich (Mamed oğlu), Lenin’deki Yaşayan Doğu Dilleri Enstitüsü’nden mezun oldu. Azerbaycan Pedagoji Enstitüsü Diller Bölümü Başkanı, SSCB AZFAN’da bilim uzmanı, Bakü’de ikâmet etmekteydi. 18 Mart 1937’de tutuklanmış, 2 Ocak 1938’de Bakü’deki SSCB mahkemesi tarafından ölüm cezasına çarptırıldı. Ceza 3 Ocak 1938’de Bakü’de uygulandı”
https://visz.nlr.ru/person/book/t7/20
Şimdi de ikinci isim-Mamedzade Cabbar hakkındaki bilgileri araştırıp, bunları okuyalım:
“Mamedzade Cabbar Abbas oğlu.
Doğum tarihi:1882, Memmedzade Mirza Cabbar Abbas oğlu
Doğum yeri: Erivan vilâyeti/ Erivan (Ermeni SSC, Erivan)
Cinsiyet: Erkek, Milleti: Türk (Azerbaycan)
Vatandaşlık: SSCB, Sosyal köken: Öğretmenin oğlu
Eğitim: Yüksek (Azerbaycan Devlet Üniversitesi) Ph.D. (1935) d.ped.s. (1937), Meslek-iş yeri: Öğretmen.
İkamet yeri: Az.SSC, Bakü
İnfaz tarihi: 1937
Ölüm yeri: Az.SSC, Bakü
Defin yeri: Az.SSC, Bakü
Nerede ve kim tarafından tutuklandı: Az.SSC’nin NKVD’si (İç İşleri Halk
Komiserliği) tarafından
Tutuklanma tarihi: 1937
Suçlama: Siyasi nedenler
Kınama organı: Az.SSC’nin NKVD’si emrindeki troyka (üç kişiden oluşturulan
komisyon)
Cümle: VMN (yürütme)
Rehabilitasyon tarihi: 1957
Veri kaynağı: Azerbaycan İnsan Hakları Merkezi, Zeynalov A. “Erivan Aydınları”
Bakü: Mutarjim (Tercüman)”
2011, s. 53-54 https://en.openlist.wiki
Memmedzade Cabbar Abbas oğlu (1882)
Yani baskı kurbanlarının resmi kayıtlarındaki bilgilere göre makale yazarının 1938 senesi Aralık ayında Sibirya’da iki kişiden biri olan Cabbar Mamedzade 1937 senesi, Abdulla Tagizade ise 2 Ocak 1938’te ve her ikisi de Bakü’de kurşuna dizilmişler.
Evet, bazen NKVD kurşuna dizerek idam kararını çalışma kamplarında uzun süreli ceza şeklinde değiştiriyordu. Ama bu pek ender olarak görülen bir durumdu.
Gene de 1942 senesi, Rusya dışında ün kazanmış Rus yazarı ve şairi Aleksandr Büldeyev, baş redaktörü olduğu, Kırım’da Rusça olarak yayınlanan “Golos Krıma” gazetesinde “Tatar şairi Çobanzade” başlığıyla yayınladığı makalesinde: “Kırım Tatarları’nın şairi Çobanzade terör kurbanlarından birisidir. 1938 senesi GPU (Devlet Siyaset Müdürlüğü) organları tarafından Bakü’de yakalandı ve kayboldu. Başına ne geldiğiyle ilgili her şeyi cellâttan başka kimse bilmiyor” diye yazıyor. (4)
Şunu da özellikle belirtmek gerekiyor ki, bu makale Bekir Çobanzade öldürüldükten sonra basılan ilk yazılardan biridir.
Azerbaycan’da Bekir Çobanzade’nin kötü talihi ve ilmî, edebî mirası hakkında 2018 senesi “Bekir Çobanzade” başlığıyla neşredilen kapsamlı monografide eserin yazarı olan ilimler doktoru, profesör, albay, Çobanzade’nin tahkikatıyla ilgili her şeyi en ince ayrıntısına kadar inceleyen ve bu konudaki belgeleri paylaşan Calal Kasımov kesin bir yargıyla “Kurşunlanarak idamına karar verilen bir mahkûmun sağ kalabilmesi gerçeğe ne kadar uygundur? Bu kesinlikle mümkün değildir. Kurşunlanarak idama mahkûm edilenlerin cezası derhal infaz edilirdi. Bekir Çobanzade’de kurşuna dizildi ve onun Sibirya’da görülmüş olması mümkün değildir” (5)şeklinde yazıyor. Bunu ispatlamak için de cezanın yerine getirildiğiyle ilgili belgeyi paylaşıyor.
Ukrayna Dışişleri Bakanı Birinci Yardımcısı Emine Cebbar’ın yardımıyla Azerbaycan Devlet Telükesizlik Hızmeti’nin (Azerbaycan'nın iç istihbarat teşkilatı) arşivinden Bekir Çobanzade’nin yakalanması, sorgulanması, kurşuna dizilmesine dair bazı belgeleri alma şansına kavuştum ve onları “Bekir Çobanzadeniñ izlerinden” isimli kitabımda yayınladım. (5)
Benim kederli düşüncelerimi çok şeyler gören, nice kanları yıkayan, binlerce günahsız insanın cesedini kucağına alan yaşlı Hazar da hissetti. 1925 senesi kocaman yürekli, ilim insanlarına büyük saygı gösteren Azerbaycan, Bekir Çobanzade’ye de kucak açtı. Yeteneğini ve bilgilerini hayata geçirmek için ona imkân yarattı. Bekir Çobanzade de borçlu kalmadı, kendisini annesi gibi nazlayan Azerbaycan’a ve bütün Türk dünyasına hizmet etti. Kendisine yaşatılan baskılarla nefes alacak yeri kalmayan Bekir Çobanzade için Hazar Denizi mezarı oldu. Bu büyük âlim ve şair ölümünün nasıl olacağını hissetti:
Bir ölü bolayım mezarsız, taşsız, Bir ölü olayım mezarsız, taşsız,
Qadimsiz, zikirsiz, yalancı közyaşsız. Sonsuz, zikirsiz, yalancı gözyaşsız.
Tiymesin tenime titregen eller! Değmesin tenime titreyen eller!
“Öldi!” demesin tuvmay ölgenler!.. “Öldü!” demesin doğmadan ölenler!..
“Yanıq qaval”
Bekir Çobanzade ölmedi. “Bir izin beri
ñiz, yurtuma qaytayım! (Bir izin verin, yurduma döneyim!)” diye izin isteyen ve Kırım’ı, Kaşgar’ı, Turan’ı yurdu olarak düşünen Bekir Çobanzade döndü, daima bizimle…
Kullanılan kaynaklar
(1) “Qırımtatatar edebiyatında qurultaycılıq ve milletçilik”- Bakü, 1929s. sf.33
(AzGNİİ)
(2) Safter Nagayev “İşte saña, çoban oğlu!”, 2007 Aqmescit, sf.51
(3) Safter Nagayev “İşte saña, çoban oğlu”, 2007 Aqmescit, sf.51
(4) Büldeyev A.İ. Tatarskiy poet Çobanzade //Golos Krıma-Simferopol 1942-12
Aprela
(5) Zera Bekirova “Bekir Çobanzadeniñ izlerinden”, 2023 Aqmescit