NİZÂMÎ GENCEVÎ`NİN LEYLA VE MECNUN MESNEVİSİNE TEKRAR BİR BAKIŞ


 01 Haziran 2021


Tüm devirlerin filozof şâiri olarak bilinen Nizâmî Gencevî, klasik dönem Azerbaycan edebiyatının en önder şahıslarından biridir. Şairin Leyla ve Mecnun`un talihsiz sevgisine adadığı destan, tüm zamanların en üzücü aşk destanı olmanın yanı sıra, aynı zamanda ayrıntılı özelliğe sahip felsefi ve didaktik bir eser niteliğindedir.  (Didaktika eğitim ve öğretime dair bilim dalıdır). 

Şâir kâmillik felsefesini yorumlamak için Leyla ve Mecnun karakterlerini sembol olarak kullanmıştır. Çünkü  kâmilliğe erişmenin yollarından biri gerçek sevgiden geçer, bu yoldaysa bir âşık ve bir mecazi mâşuk vardır:

هر کودکی از امید و از بیم     مشغول شده بدرس و تعلیم   

با آن پسران ماه مانند     هم لوح نشسته دختری چند         

- Her bir çocuk umut ve korkuyla öğrenim ve eğitime başladı. O, ay gibi erkeklerle aynı yazı tahtası arkasında birkaç kız oturmuştu. 

Sıradan çocukların aksine, öğrencilerin öğrenime neden bu kadar umut ve korkuyla başladığını sorarsanız eğer, şöyle açıklama yapa bilirim ki, Sufi, Allah`a-Tek olan Varlığa ulaşacağını ummuş ancak yanlış adım atarak başarısız olacağından korkmuştur. Bir insanın hayatında hattâ bir ömür sürebilen bu geçilmez, zor öğrenim yolu sahte âşıklar için yarıda kalıyormuş. Bu, başarısız olduğu ana kadar çektiği eziyetin boşuna gideceği ve bir daha asla öğrenime geri dönemeyeceği anlamına geliyordu. Sahte âşık çoğu zaman bu çevreden kenarlaştırılıyordu. 

Şair bu şiir parçasında kâmillik yolunu izleyen erkekleri bir sembol olarak “Ay gibi erkeklere” benzetmektedir.  Çünkü Nizâmî’nin kendisinden önceki ve yaşadığı dönemde de insan evladı öyle zannediyordu ki, uzayda yaşamın var olduğu Dünya, Evren`in merkezidir ve kutsaldır. Şâir “Ay gibi erkekler” dediğinde insan nefsinin yerine, mekânına işaret ediyor.  Bu sebepten, eski sûfi mezhebinin insanları kulaklarında yarım ay şeklinde küpeler taşımışlardır. Yani, benim aşkım tartışılmazdır ben onun hizmetinde olan hizmetkârıyım. 

Nâsır-ı Hüsrev tabiatı-Evren`i “Büyük insan” ve “Büyük âlem”; onun benzeri olan insan vücudunu “Küçük âlem” ve “Küçük insan” diye adlandırmış ve Güneş`in insan vücudunda kalbi yarattığını yazmıştır... Vücutta olduğu gibi, Güneş de felekler boşluğundadır ve insan yaşam sebebinin kalp olması gibi, Evren`in yaşam sebebi de Güneş`tir. Başka bir sultan-Ay`ın etkisiyle insanın baş beyni oluşmuş ve beyin Ay`ın tabiatı gibi soğuk ve serttir. Baş beyin konuşma nefsinin yeri ve mekânıdır ve hayal gücü, hafıza farklılaşma merkezidir. 

Yukarıda bahsi geçen örnekten anlaşılıyor ki, dahi Nizâmî bu eserinde Mecnun karakterini Ay`ın, Leyla karakterini ise Güneş`in sembolü olarak yaratmıştır. O Leyla`nın tasvirini şöyle veriyor: 

آهو چشمی که هر زمانی      کشتی بکرشمه جهاني               

ماه عربي برخ نمودن    ترک عجمی بدل ربودن   

زلفش جو شبی رخش جو باغي      یا مشعلۀ بچنک زاغی 

کوچک دهنی بزرک سایه        چون تنک شکر فراخ مایه         

- Her zaman olduğu gibi ahû gözlü, Dünyanın dört bir yanını göz kırparak dolandı. Bu mısrada şair “ahu gözlü” derken Güneş`i kastetmektedir. Gün boyunca bulutlar gökyüzünden akarken, Güneş doğar veya batar. Bu sebepten dolayı, şair diyor ki, ahû gözlüm Dünyayı göz kırparak dolaşıyor. 

- Arap ayı gibi yüzünü açıp, Ecem Türk`ü gibi yürek avlamış. 

- Saçı gece gibi karanlık, yüzü bahçe gibi, Ya da, karga elinde meşale gibi. Küçücük ağzı var, büyük gölgesi (Güneş gökyüzünde küçük görünüyor, ama ışınları tüm Dünyayı kaplıyor). Yarin lebleri gibi, neşe kaynağıdır. Şair, Leyla`nın saçlarını karanlık geceye, yüzünü bahçeye benzetmekle, germekte canlı, akıllı ve kâmil, kendisini ve Dünyayı algılayabilen entelektüel varlığı kastetmektedir.  Bu mısrada gece (siyah saç) varlık, doğada oluşan dört unsurun sembôlik bir düzenlemesidir. 

Nâsır-ı Hüsrev “Câmiu`l-Hikmeteyn” adlı çalışmasında iki vizyon örneği örnek getiriyor. Bunlardan biri dış görünüşü gören “beşer”, diğeri ise “bâtın”ı gören “basîret”dir. O nur ki bir çeşmedir ve Güneş`tir ve beşer onunla birlikte görünenleri görür. Yukarıda bahsi geçen mısrayı, aslında herhangi bir insan gerçek aşkı hissettiği anda ruhunun gözle görülmeyeni gördüğü ve duygularının keskinleştiği şeklinde açıklayabiliriz. Ağırlaşmış duyguları yüzünden kalbi Güneş gibi yanar. Tıpkı Evren`in boşluğunda Güneş`in yanması ve ateşinin kendisinden kaynaması gibi, gerçek aşkın ateşi de insanın kalbinde kaynar ve onu doldurur ve tüm maddi Dünyanın üzerine yükselir. Dâhi Nizâmî, Leyla`nın güzelliğine övgüde bulunurken bu hassas noktayı da vurgulamıştır: 

کلکونه زردی خویش پرورد         سرمه ز سواد مادر آورد         

- Al yanağının sarılığını (sarı rengini)kendisi yarattı. - Sürmeyi annesinin etrafından alıp: yani, Güneş`in ışığı bir pınar gibi kaynamış ve onu çevreleyen anne-Evren siyaha boyanmıştır. Güneş, kâinatın karanlık boşluğundan yaramasına rağmen, parlak bir ışıktır. Nasıl ki, kalp sevginin ellerinde göğüste ateş gibi yanıyor, Güneş de karanlık Evren`i ışık gibi aydınlatıyor. 

Böylece, Nâsır-ı Hüsrev`in felsefesinde olduğu gibi, “Beşer, ışığı algılayan, bilge olan bir ışık kaynağıdır ve Güneş`e benzetiliyor.  Doğa ve insan arasındaki benzerlik nedeniyle Güneş, Evren`in gözü ve zihnidir. İnsanlar gibi doğa da canlı ve bilgedir. Fakat insanın dış Dünyayı gören beşerden başka “bâtin” Dünyayı, gizli anlamları anlayan “basîret” denen bir gözü de vardır. Buna bilimsel göz veya anlam gözü denir.  Ay ve onun ışığı, Dünyanın bâtınını gören göz ve bilimdir.”

Güneş`in, Ay`ın ve Evren`in genel olarak Dünya`nın etrafında döndüğünü düşünen Sufiler, bu nedenle Güneş`i “beşer” ve Ay`ı “basîret”, yani onları gören gözler olarak görmüşler. Kısacası, Dünya`nın “varlığı” gören gözleri olarak tanımlanmıştır. Sufilerin semâ dansları yaptıkları zaman sağ ellerini kaldırıp yerlerinde dönerek Güneş ve Ay`ı sembol olarak sol ellerinde tuttuklarını düşünüyorum. Kendilerini anneleri olarak gördükleri Dünya gezegeninin bir sembolü olarak görmüşlerdir. Yani, dans eden Sufi, bir elinde Güneş`i, diğerinde Ay`ı tutarak yerinde dönen Dünya gezegeninin bir sembolüdür. Bu durumda dansçı hem “beşer” hem de “basîret” gözü olankâmil bir sufidir.

Bu nedenle, Nizâmî Gencevî`nin dünyaca ünlü “Leyla ve Mecnun” eserinin kahramanları olan Leyla ve Mecnun`un aslında bir kişi olduğunu düşünüyorum. Yani, bu eser iki Dünyayı-Güneş ve Ay`ı tek bir kişide yücelten bilimsel ve didaktik bir eserdir. 

Bu makalede, dahî şairin en tatlı aşk hikayesi olan “Leyla ve Mecnun” mesnevisinde uzun süredir meşhur âlimlerin ve hatta sıradan insanların ilgi odağı olan bir konuyu incelemek kararını verdim. Araştırmada, Nizâmî Gencevî`nin eserinde yer alan ve dünya oryantalistlerinin düşüncesine göre şâirin annesi Reise hanım`a ithaf edilen beyti tahlil etmeye çalışacağım. İranlı değerli araştırmacı Dastgerdi`nin hazırladığı “Leyla ve Mecnun” destanının son örneğine bir göz atalım:

گر مادر من ریسه کُرد      مادر صفتانه پیش من مرد               

از لابه گری که را کنم یاد       تا پیش من آردش به فریاد؟         

غم بیش تر از قیاس خورد است         گردابه فزون ز قد مرد است

- Benim Kürt annem Reise, karşımda bir anne gibi öldü. Önümde çığlık atan bir yalancıdan mı bahsediyorum? O, büyük zorluklar çeken, çektiği zorlukların karşısında dimdik duran bir insandır. 

Bu şiir parçası, Tahran Üniversitesi`nin Merkezî Kütüphanesi`nde korunan ve “Hamse”nin en eski nüshası olarak kabul edilen 5179 sayılı el yazmadaki (El yazma 1318-1319 yıllarına aittir) “Leyla ve Mecnun” destanının metninde bulunan şiir parçasıyla hemen hemen aynıdır. Bu kitap “Hamse”nin en eski el yazmalarından biridir ama birincisi değildir. Fikrimi doğrulamak için örnek olarak gösterdiğim şiirin çevirisine dikkat etmek yeterli: “Benim Kürt annem Reise, karşımda bir anne gibi öldü. Önümde çığlık atan bir yalancıdan mı bahsediyorum? O, büyük zorluklar çeken, çektiği zorlukların karşısında dimdik duran bir insandır”. Bu da şu soruyu akla getiriyor: Önceden öldüğü söylenen Reise Hanım, sonradan nasıl ağlayabilir? Üstelik annesini Dünyanın en kötü kelimesi olan “yalancı” ile “övüyor”. Bence dahi şiir ustadımız, mantıksal olarak uyumsuz olan kelimeleri şiir adlandırarak bir araya getirsin. Bu karışıklığı açıklığa kavuşturmak için, “Hamse”nin en eski nüshasında yer almış “Leyla ve Mecnun” destanının İstanbul Topkapı Saray Müzesi`nde H-750 sayılı (Nüshanın tarihi 1377-1378 yıllarına aittir) numara altında tutulan ve güzel olan orijinal metnini sunuyorum. 

در ذکر بعضی از کذشتکان                                     

ساقی می ناب ده بدستم        کز دور زمانه می پرستم             

آن می که چو اشک من زلال است      در مذهب عاشقان حلال است 

در می بامید آن زنم چنک       تا باز کشاید این دل تنک               

شیر یست نشسته بر کذرکاه          خواهم که ز شیر کم کنم راه       

زین بیش نشاط آزمودم              امروز نه آن کشتم که بودم           

این نیز جو بکزرد ز دستم           عاجزتر از ین شوم که هستم       

ساقی بمن آور آن می لعل      کافکند سخن در آتشم نعل                 

آن می که کره کشای کارست     با روح چو روح سازکار ست         

کر شد پدرم به نسیب جد     یوسف پسر زکي موُید                       

با دور بداوری چه کوشم     دور ست نه جور چون خروشم           

باقی پدری که ماند از آدم         تا چون پدر دوم ز عالم                 

تا در پدران رفته دیدم            مهر پدری ز دل بریدم                   

ساقی منشین بمن ده آن می         کز خون فسرده بر کشد خوی 

آن می که چو کبک از و بنوشد        لطفش بمزاج در بکوشد           

از لابه کری کرا کنم یاد         تا پیش تن آورد بفریاد                   

غم بیشتر از قیاس خودست       کردابه فزون ز قدر مرد است         

 “Sâki, temiz, saf meyi bana ver ki, uzun zamandır hayranıyım (Yani ey Tanrım, beni kendine kavuştur. Ben bu yolda uzun zamandır mücadele ediyorum). O, mey ki, benim gözyaşımın saflığıdır, aşk mezhebine helaldır (Sana olan aşkım gözyaşlarımın sebebi). Ben senin hicrini çeker, ağlarım. Meye el attım çünkü, sıkışmış kalbimin açılmasını istiyordum (Mutlu olmak adına sana doğru çırpınıyorum). Bir aslan gibi yolumun üzerinde oturmuş, yolumu aslandan saklamak istiyorum (Bizi sana doğru götüren yol çok tehlikeli ve ben bu yolu senden saklamak istiyorum). Ben mutluluğun fazlasını sınadım ve bugün eskisi gibi değilim (Ben aşkı yaşadım ve şimdiki ben oldum. Murada ermeyen sevgi, bir kişinin mevcut kişiliğini öldürür ve yenisini yaratır). Şimdi vazgeçeceğim ve eskisinden daha zayıf olacağım. Sâki, yakut renkli meyi getir, bana bir heves geldi (Aşkın bana ilham veriyor). Mey hem sorunun çözümü hem de ruhun gıdasıdır (Kâmil bir aşk ruhun gıdasıdır). Babam da dedelerim gibi Yusuf Zeki Muayyad oğludur. Feryat ediyorum, savunamıyorum çünkü yanımda değil. Adem peygamberden bu yana kimin babası yanında kaldı? Ben de babam gibi bu dünyadan kaçıyorum (Çünkü, Adem peygamberin babası-Tanrı cennetten kovdu. Nizâmî de İlahi aşk gibi bu dünyanın şehvetinden kaçıyor).  Babalarının kapısına kadar gidenleri gördüm ve babalık sevgisini kalbimden sildim (Şairin kiliseye büyük umutlarla giden Hıristiyanlara atıfta bulunduğunu düşünüyorum. Yani onların tanrılarına sevgim yok). Sâki oturma, kendimi daha iyi hissetmem için o meyi bana ver. Bu meyi tadan keklik lütufkâr olur. Vücudunun önünde feryat eden bir yalancıdan (babamdan) bahsediyorum. (Yalancı bir âşık olan babam, vücudunun önünde feryat ediyor). O, çok büyük zorluklar çekmiş, bu zorluklar karşısında da dimdik durmuştur”. 

Bu şiir örneğinde “لابه گر” –yalancı kelimesini, “yalancı âşık” olarak yorumlamamın sebebi Nizâmî dönemine en yakın yazar olan Muhammed Avfi`nin “Lübâbü`l elbâb” (XIII yüzyıl) ederidir:

" ای گل از کدام بستان سرايی و ای بلبل تو چه داستان سرایی، ای گل اگر معشوق تویی بلبل چرا چون معشوقان بی وفا لابه گری میکند و ای بلبل اگر عاشق تویی گل چرا چون عاشقان مهجور جامه دری میکند"       

  • Ey gül, senin mekânın hangi bahçe (neresi) ve ey bülbül, sen ne okuyorsun? Ey gü, eğer sen sevgiliysen o zaman bülbül neden sadakatsiz aşıklar gibi yalan söylüyor ve ey bülbül, eğer sen güle aşıksan o zaman gül neden terkedilmiş âşıklar gibi giysilerini yırtıyor. 

Yukarıdaki örnekten anlaşılıyor ki büyük şair, sahte bir âşık olarak gördüğü babasını, cismâni istekleri karşısında feryat ederek kınıyor. Bugün bile, Nepal`da Krişna Allah’ına itaat eden Salkular, cismâni isteklerini (açlık, susuzluk, tutku yaratan, nefret ve b.)  yok etmek için bedenlerine işkence ediyorlar. İnançlarına göre bedenin doğal ihtiyaçları insanın ilahileşmesine engel oluyor. Salklar sürekli göç edip ilahi bir güce sahip olacakları günü bekliyorlar. Sanırım bu yüzden Nizâmî babasını savunamıyor çünkü şairin dediği gibi babası onunla değil.  Nizâmî`nin bu şiir örneğinde söylemek istediği şu ki, babam benim olduğum makama ulaşamamış (Yani babam yalancı âşıktır) ve bu yolda büyük zorluklar çekmesine ve çektiği zorluklar karşısında dimdik durmasına rağmen kendi yenilgisini saklamak için sürekli göç ediyor. 

Değerli okuyucular, Nizâmî`Gencevî`nin “Leyla ve Mecnun” Mesnevîsini yazdığı sırada babasının hayatta olduğu yukarıdaki örneklerden anlaşılmaktadır. “Leyla ve Mecnun” mesnevisinin 1189 yılında yazıldığını da hesaba katarsak o zaman şâirin 47 yaşında olduğunu söyleye biliriz. Yani şair yaklaşık 50 yaşındayken babası hâlâ hayatta olmuştur. Çünkü şair, vücudu önünde isyan eden babasından bahsediyor. Doğal ihtiyaçlar insana aittir. Bu da bize yıllarca dünyaca ünlü oryantalistlerin Nizâmî`nin babasının erken ölümü ve onun Kürt anne ve dayısı tarafından yetiştirilmesi hakkında görüşlerinin tamamen yanlış, efsane, uydurma olduğunu söylemek için neden veriyor.  Araştırmamızdan “Annem, Kürt kızı Reise, karşımda bir anne olarak öldü” mısrasının Nizâmî Gencevî`ye ait olmadığı, sonradan “Leyla ve Mecnun” Mesnevisine eklendiği sonucuna varabiliriz. Bu şiiri sonsuz aşkla sevdiği babası Yusuf Zeki Mueyyed`e ithaf etmiştir. 

Bugün Azerbaycan Cumhuriyeti`nin önde gelen devlet ve hükümet başçılarının Nizâmî Gencevî mirasına gösterdiği ilgi ve özen sonucunda Nizâmî edebi kişiliği üzerine yapılan bilimsel çalışmalar gelişmektedir. Umarım elde dilen orijinal kaynaklar, şairin gelecekte yaşamı ve edebi kişiliğine dair daha fazla araştırma yapmamızı sağlar. 

 

 

 

 

 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 174. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 174. Sayı