NİZÂMÎ GENCEVÎ`NİN NESİL ŞECERESİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA


 01 Haziran 2021


Dünya Doğu araştırmalarında en önemli sorunlardan biri de dâhi Azerbaycan şairi Nizâmî Gencevî'nin millî kimliği, adı, unvanı, mahlası, dedesi, babası, annesi, erkek kardeşi, çocukları, amcaları ve memduhları hakkında doğru bilgilerin araştırılıp ortaya çıkarılmasıdır. Bu makalede, tarihsel ve edebi kaynaklara, şairin kendi eserlerine, çağdaşlarının ve haleflerinin yazılarına yapılan göndermelere dayanarak, bazı güncel meseleleri inceleyeceğiz. 

Şeyh unvanı.Nizâmî Gencevî'nin ismi, künyesi ve mahlası Doğu'nun önemli tezkere kaynaklarında - Şeyh Ebu Muhammed İlyas ibn Yusuf ibn Zeki Müeyyad-din Nizâmî Gencevî olarak geçmektedir. 

Şeyh unvanına gelince, Nizâmî Gencevî'nin filozof-şair ve bilim adamı olarak kazandığı şan ve şöhretten dolayı kendisine verilen bir fahri unvan olduğunu söylemek mümkündür. Tanınmış oryantalist-bilim adamı Y.E. Bertels, Nizâmî Gencevî'nin, adının herhangi bir Sufi tarikatına kayıtlı olmadığını belirtmiştir. Buna rağmen, Nizâmî Gencevî, eserlerinde Allah'a sadakatle hizmet ettiğini, zühd ve takvayla “Kutsül-Ruh”a yaklaştığını söylemiştir. İslami tasavvufun aşamaları (şeriat, tarikat, marifet, hakikat), hakkında felsefi bilgiler edinerek, seyr-i süluk (sefer), salik (yolçu) tövbe, helal-haram, zühd, fekr, sabır, tevekkül, kurb (Allah`a yakın olmak), aşk, korku, reca (umut), şevk, fena-beka aşamalarına yükselen, dâhi bir filozof olarak mükemmel bir Şeyh statüsüne yükselmiştir. 

Nizâmî Gencevî'nin yaşamı boyunca yüksek bilgili bir kişi, büyük bir şeyh olarak tanınması ve cisminin toprağa kavuştuğu yerde -mezarının yüzyıllarca Gence halkının inanç yerine, gezgin ve ziyaretçilerin ziyaretgahına dönüşmesi bunun parlak bir kanıtıdır. Ünlü yazar Feridun Bey Köçerli'nin de belirttiği gibi, “Nizâmî'nin türbesi bulunan sahra “Şeyh Ovası” ismiyle Gence halkı arasında ün kazanmıştır”. Şair, hayatının yetişkin çağında yazdığı "İskendername" eserinin “Şerefname” bölümünde, “Hasb-i hali ve devranın gidişine” adanmış ünlü beyitlerde şunları yazar:

 

Yad et beni, ey taze dağ kekliyi!

Mezarım üstünden ötüp geçende.

Görürsün üstümde otlar göyermiş,

Baştaşım avulmuş, mezarım çökmüş.

Üstümün toprağın yeller aparmış,

Yad etmeye bir hemdemim kalmamış.

Toprağım şişesine elini çek ve

Benim pak ruhumu yad eyle!

Uzaktan üstüme gözyaşı töksen,

Sana asimandan nur seperim ben.

Senin ne dileyin, duaların var,

Ben "Amin!" diyerim, müstecep olar.

Hüzura gelirsin, hüzura gellem,

Gelirsin, günbedden enip gelirim.

Beni özün gibi diri bil, diri!

Eğer sen canlansan, canlanırım ben!

 

Nesil şeceresi (Soyağacı). Kaynaklarda Nizâmî Gencevî'nin soyağacı hakkında çok az bilgi var ve şairin kendisi hakkında yazdıkları maalesef ciddi şekilde çarpıtılmıştır. Buna rağmen, araştırmacıyı gerçeğe götüren pek çok faktör de az değildir. XI-XII. yüzyıllarda Azerbaycan'ın Atabeylerinin başkenti olan Gence'nin nüfusunun Türklerden oluştuğunu birçok araştırmacı kaynaklara dayanarak doğrulamıştır. Selçuk Sultanı Melikşah, oğlu Muhammed Tapar’ı Gence'nin hakimi olarak atadığında, kamu yönetimi alanında medresede eğitim görmüş yerel Türk halkının okur yazarlığından ve gücünden tam olarak yararlanmaya çalışmıştır. Din adamları, vaiz, şahın danışmanları, münşiler (katipler), saray muhafızları ve diğer hizmetliler, güvenilir bir garanti temelinde yerel halk arasından seçilerek işe alınırdı. Şunu kaydetmem gerekir ki, Nizâmî Gencevî'nin yaşadığı dönemde de, Muhammed Cihan Pehlevan ve Kızıl Arslan`ın yönetimi döneminde de, hem Gence hem de Nahçıvan saraylarında faaliyette bulunan Atabey soylularının çoğu, Türk asıllı eğitimli kişilerden alınırdı. Tezkerelerde Azerbaycan'ın farklı şehirlerinden ünlü vezirlerin, doktorların, öğretmenlerin ve diğer kişilerin sarayda hizmette bulunmaları konusunda zengin bilgiler yer almaktadır. 

Araştırma ve gerçeklerden yola çıkarak, kesinlikle şu kanaate varıyoruz ki, Nizâmî Gencevî'nin dedesi Zeki Müeyyed-din aslen Oğuz Türklerinin Bozok kolunun Kayı kabilesindendir. O, Gence'nin önde gelen isimlerinden ve Selçuklu sarayına yakın bir kişiydi ve “Müeyyed-din” (Dinde Allah tarafından güçlendirilen) unvanı ile ödüllendirilmiştir. “Müeyyed-din”i İslami isimler temelinde araştıran ünlü şarkşinas alim Rüstem Aliyev, “ad-din” ve “fid-din” bileşenlerinden oluşan takma adların dini figürlere özgü olabileceğini yazmıştır. Nizâmî Gencevî, “Leyla ve Mecnun” eserinde – babasını anlatırken, dedesinin ismini “Zeki Müeyyed” olarak zikretmiştir:

Babalar adeti ile atam -

Yusuf Zeki Müeyyed oğlu göçdüse,

Devranla nice dava salım?

Bu devranın kanunudur, zulüm değil, ne sızlayım?

Gence nüfusunun asil nesepli tabakasından olan Zeki Müeyyed-din, hızla gelişen ve bir sanayi şehri haline gelen Gence çevresinde aile ekonomisini de geliştirmiştir. Aile üyeleri Gence'de fırıncılık endüstrisi ve muzahab (kumaş üzerine altın ipliği işlemek) ile uğraşıyorlardı. Araştırmacılar, Zeki Müeyyed-din'in oğlu Yusuf'un ekmek üretimiyle uğraştığını defalarca belirtmişler.

Nizâmî Gencevî'nin annesi Azerbaycan'da asil, zadegan neslinden olan bir Türk kızıydı. Gence'de doğmuştur. Ne yazık ki, bazı araştırmacılar onun Türk milli kökenli olmasını kaba bir şekilde çarpıtmışlar. Nizâmî Gencevî'nin “Leyla ve Mecnun” eserinin “Dünyadan göçenlerin bir kısmının zikri hakkında” olan kısmına şairin annesi ile ilgili “Reiseyi-gord" kelimesi eklenmiş ve bu kelimenin “Kürt Reise” olarak okunması, kafa karışıklığına neden olmuştur. Öncelikle şunu söylemeliyim ki Türk-Müslüman ahlakına göre “anne” çok eski çağlardan beri öylesine kutsal sayılmış ki, bir çocuğun onun adını dile getirmesi kabahat olarak görülmüştür. Yüksek İslam kültürünün bir temsilcisi olan Nizâmî, bu hatayı hiçbir zaman yapmaz, annesinden asla “Kürt Reise” diye bahsetmezdi. Tanınmış oryantalist Rüstem Aliyev'e göre, “genel olarak, klasik ortaçağ onomastik sisteminde, “Reise” kişisel bir isim olarak değil, sadece bir takma ad ve unvan olarak kullanılmıştır”.

Yirminci yüzyılın seksenli yıllarında bazı oryantalistler, bu kelimenin "gord"- yani "yigit" anlamına geldiğini belirtmişler. Tanınmış Azerbaycanlı Nizâmîşünas bilim adamı Halil Yusuflu şöyle yazıyor: “Nizâmî`nin döneminde, ondan birkaç yüzyıl sonra da, kord ve gord kelimeleri aynı şekilde, kaf-i Arabiyle "kord”şeklinde yazılmıştır. Daha sonra gelen katiplerse bu kelimenin Nizâmî tarafından kord veya gord anlamında yazıldığını düşünmemiş, onu kord, yani Kürt şeklinde yazmışlar. Bize göre, bu kelimenin Farsça gord şeklinde okunması daha doğrudur. Bu şekilde beyitin anlamı daha mantıklı ve şiirseldir. Aksi takdirde "Annem Kürt'tü, benim önümde anne gibi öldü" deyimi mantıksızdır". 

Son dönemlerde problemin çözülmesinde ortaya çıkan yeni gerçekler konuya yaklaşımı kökünden değişmiştir. 

Nitekim Azerbaycan'ın yeni nesil araştırmacısı Hürnisa Beşirova, Nizâmî Gencevî'nin Türkiye'de Topkapı Sarayı'nda tutulan "Leyla ve Mecnun" eserinin eski el yazmasını incelemiş ve bu nüshada "Benim annem Kürt Reise karşımda anne gibi öldü" beyitlerinin bulunmadığını tespit etmiştir. Demek ki, bu dizeler Nizâmî`nin eserine daha sonraki dönemlerde eklenmiş ve şairin annesinin Türk kökenli olmasıyla ilgili tahriflere yol açmıştır.

Nizâmî Gencevî'nin dayısı, yani annesinin kardeşi Hace Ömer, Gence sarayına yakın yüksek rütbeli bir şahıstı. Bu dönemde Şah'ın saray muhafızlarının başçısına "Hace" unvanı verilirmiş. Ünlü Dehhoda sözlüğüne göre, "sarayın reisine -hace denirdi." Şunu kaydetmemiz gerekir ki, Türk sultan saraylarının kurallarına göre, saray reisi -Hace makamına cesurlukta ve sadakatte ün kazanmış Türk beyzadeleri atanırmış. Bu gerçek, Nizâmî Gencevî'nin annesinin asil bir Türk kızı olduğunu doğrular. Nizâmî'nin kendisi, "Leyla ve Mecnun"da dayısı Hace Ömer`i sevgiyle anar ve onun ölümüyle sarsıldığını söyler:

 

Hace Ömer ki, benim dayım idi,

Dayı olmağı ile benim kanadım idi.

Açı ağılarla nale edirem,

Boğazımın telleri naleden tutulup.

 

Göründüğü üzere, saray ortamından başlayarak Yusuf'un babasının Hace Ömer'in ailesiyle yakın dostluğu olmuş ve iki aile arasında akrabalık bağları oluşmuştur. Yusuf'un ailesinde -İlyas ve Givami isminde iki erkek evladı büyümüştür.

Nizâmî Gencevî'nin kardeşi Givami Müterrizi Gencevî üzerine bilgi veren kaynaklar onun Azerbaycan`ın Gence şehrinde doğduğunu, Nizâmî Gencevî`nin kardeşi, veya amcası, yahut amcasının oğlu olduğunu belirtmişler. Kaynaklarda asıl ismi Muhammed, veya Ahmed olarak geçmiş – Ahmed Hebbaz (ekmekçi) – Genceyi – nispesi ve Givami Müterrizi mahlasıyla yazmıştır. Devlet Şah Semerkandi “Tezkiretüş-Şüara”nın Şeyh Nizâmî Gencevî`nin zikrine adadığı kısmında “Müterrizi” mahlasını (altın haşiyeler, nakışlar ustası) Nizâmî`nin de künyesine dahil ederek, Nizâmî Gencevî ve onun kardeşi Givami Müterrizi hakkında şöyle yazmıştır: “Onun mevlid-i şerifi Gence`dir ve ülkelerin haritasında bu memleketin ismi Cenze diye geçer. Şeyhin büyüklüğünü, fazilet ve kemalini değerlendirmekte dil acizdir. Onun sözünün tavrı melahatli ve anidir ki, kemal sahiplerinin ona Şeyh Nizameddin mahlası vermesi onunla ilgilidir ve künyesi – Ebu Muhammed bin Yusuf bin Müeyyeddir, Müterrizi olarak üz kazanmıştır ve Şeyhin kardeşi Givami Müterrizi`dir ki, usta şairlerden olmuş, öyle bir kaside söylemiştir ki, tamamen şiir sanatına hasrolunmuştur ve onun zikrinde o kasideden bazı notlar edilecektir.” 

Nizâmî Gencevî ve Givami Müterrizi Gencevî'nin hayatı ve kişiliği üzerine  Ziya Paşa, Muhammed Ali Terbiyet, E.G. Braun, A.Y. Krımski, H. Araslı, Y.E. Bertels, Ali Akber Şehabi, Şibli Nemani, Ali Akber Dehhoda, Zebihulla Sefa, S.İ. Dibaçi, Halil Yusuflu, O.F. Akimuşkin ve diğerleri kıymetli bilgiler vermişler.

19. yüzyılın büyük Hintli alimlerinden Şibli Nemani, ünlü “Acem Şiiri” eserinin Givami Gencevî kısmında Nizâmî'nin ailesini anlatırken şunları yazmıştır: “Nizâmî'nin ailesindeki herkes erdem ve hüner ehliydi. Kardeşi Givami Müterrizi, yüzyılın ünlü şairlerinden olmuştur”.

Büyük Azerbaycan alimi Muhammed Ali Terbiyet, yirminci yüzyılın başlarında yazdığı "Danişmendan-ı Azerbaycan" tezkeresinde -XII.yüzyılın en önemli söz ustalarından biri, güzel ve bilgili şair Givami Müterrizi Givameddin Ahmed`in Nizâmî Gencevî'nin kardeşi veya kuzeni olduğunu özellikle belirtmiş ve her ikisin de Arif Ahi Ferec'in müridi olduklarını, aynı zamanda Givami Müterrizi'nin yedi bin beyitten oluşan şiir divanı olduğunu yazmıştır.

Yirminci yüzyılın kırklı yıllarında “Nizâmî`nin hayatı ve yaratıcılığı” üzerine araştırmalar yapan ünlü şarkşinas alim Y.E. Bertels Nizâmî Gencevî`nin ailesinden bahsederken: 

 “Ailenin, şüphesiz, belli bir geliri vardı, yoksa oğulları güzel eğitim alamazdılar. Nizâmî`nin kardeşi de şairdi ve Givami Müterrizi mahlasıyla yazıyordu. Fakat karmaşık şiir tekniğine maharetle sahip olan bu kişi, başka bir yolla gitmiş ve saray şairi şöhretini intihap etmiştir.”

Azerbaycanlı bilim adamı Hemid Araslı araştırmalarında Givami Müterrizi`nin hayatı ve sanatı üzerinde özellikle durmuş, bazı tezkerecilerin onun Nizâmî`nin kardeşi, bazılarının amcasının oğlu olarak nitelendirdiklerini belirtmiş, Givami yaratıcılığının Şirvan Saray şairlerinden ve o zamanki Gence şairlerinden ayrıldığını vurğulayarak, bu hususta eserlerinden örnekler vermiştir. O, aynı zamanda Müterrizi`nin tevhîdnâmeleri ve münacatları, onların öğütçülük içeriği konusunda bilgi vermiş, eserlerinden zengin örnekler getirmekle, kaside ve gazellerinden bahsetmiş ve “kaside yaratıcılığında Ebül-üla Gencevî ekolünün yetenekli devamcısı” olduğunu göstermiştir.

Her iki kardeş - Nizâmî Gencevî ve Givami Gencevî Azerbaycan atabeyi Kızıl Arslan`ı kendilerine yakın koruyucu olarak görüyordu. Nizâmî Gencevî "Hüsrev ve Şirin" ve "İkbalname" eserlerinde atabey Kızıl Arslan'ın kendisine olan dikkatini saygıyla anmıştır. Kardeşi Givami Müterrizi Gencevî de "Bedaye'el-eshar fi sanaye'el-eş'ar" ("Şiir sanatında en güzel (sanatsal) sihirler") isimli ünlü şiirini  hamisi Kızıl Arslan atabeye ithaf etmiştir. 

Nizâmî Gencevî 1169`da Derbent hükümdarının ona hediye gönderdiği Kıpçak -Tük güzeli Afak`ı sevmiş ve onunla evlenmiştir. Bu evlilikten Nizâmî`nin iki oğlu doğmuştur. Bir oğlunun isminin Muhammed olduğu eserlerinden bilinmektedir. Nizâmî`nin oğlu Muhammed de zeki, bilgili, babasına destek olan bir evlad, aynı zamanda döneminin aydın bir şahsiyeti olmuştur. Nizâmî Gencevî, oğlu Muhammed`e “Türkzadem” diyerek, Türk kökenli olmasıyla gurur duymuştur. Nizâmî Gencevî`nin ikinci oğlu çok çabuk vefat etmiştir. Şairin küçükken vefat eden oğluna hasrettiği bir mersiyesi Muhammed Avfî`nin “Lübâbü’l-elbâb” tezkiresinde yer almıştır. Nizâmî Gencevî`nin sevgili karısı Kıpçak güzeli Afak da, çok erken, henüz oğlu Muhammed küçükken dünyadan göç etmiştir.   

Şair “Hüsrev ve Şirin” eserinde çok sevdiği Afak`a olan aşkını ölümsüzleştirmiş ve eserin sonunda onun ölümüne böyle bir ağıt yakmıştır:

                            Sen bu efsaneden ibret al,

Öyle bilme ki, efsane okuyorsun.

                  Bu efsanede şart budur ki, gözyaşı dökesin,

               Şirin`in (mezarı) üstüne acı gülab sepesin.

Çünkü o, az yaşadı,

           Cavanlık gününde gül gibi berbat oldu.

             Benim Kıpçak putum gibi iti yerişli idi,

   Ele bil, benim Afak`ımın özü idi -

       Akıllı - kemallı, hümayun bir güzeldi,

   Derbent`in şahı bana göndermişti.

             Geyimi zırh, çelik zırhtan da möhkem,

          Abası dar gömleğinin kolundan da dar.

                        Özgelerin kulağını burup,

  Benimle bir balışa baş koymuştu.

       Türkler gibi göçmeye muhtaç olanda,

                         Evimi Türk gibi talan eyledi.

  Türküm çadırımdan göçüp gittiyse,

İlahi, Türkzademi sen özün koru!

Göründüğü gibi, büyük Azerbaycan şairi Nizâmî Gencevî'nin hem baba, hem de anne tarafı Türk kökenlidir. Nizâmî Gencevî lirik şiirlerini ve “Hamse”sini dönemin şiir geleneğine uygun olarak Farsça yazmasına rağmen, onun eserleri tüm varlığıyla - kanı, canı, ruhuyla Türk şiirsel düşüncesini ifade eder.

 

 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 174. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 174. Sayı