HaftanınÇok Okunanları
COŞKUN HALiLOĞLU 1
KEMAL BOZOK 2
HİDAYET ORUÇOV 3
Emrah Yılmaz 4
Kardeş Kalemler 5
BAYAN AKMATOV 6
MARUFJON YOLDAŞEV 7
Nüzhetüddevle Hanım, şimdiye kadar üç kere evlenip, altı kere doğum yapmasına, iki kızını da evlendirmesine ve anneanne olmasına rağmen yaşlılık ve gençliğin insanın kendi elinde olduğunu düşünmekteydi. Eşi dostu onun elli yaşında olmasına rağmen hala genç kalmak için uğraştığını ve ideal bir koca bulmak için çırpındığını söylüyorlar. Haftada bir kere kuaföre gidip alnındaki, ağzının kenarındaki ve gözlerinin altındaki kırışıklıklara masaj yaptırıyor; yeni gelinler gibi saçlarını tel toka ile yukarı doğru tutturup süslüyor; organze ve taftadan göğüs dekolteli ve kloş etekli elbiseler giyiyor; her gün bir çift beyaz eldiven değiştirip günde üç saatini ayna önünde geçiriyor; on saat uyuyor ve kalan saatlerinde ise misafirliğe gidiyordu. Artık tüm dost ve akrabaları onun evlerine gelip iyi ve kötü günlerine katılmasının; doğum, evlilik ve ev görmelerine çiçekler ve pahalı hediyeler götürmesinin hatta yeni gelinler için evinde davet vermesinin yeni bir adamla tanışmak için olduğunu biliyorlardı. Çünkü Nüzhetüddevle Hanıma ideal koca bulması için en az bir iki kere aracılık etmeyen uzak yakın dost ve akrabadan hiç kimse kalmamıştı. Nüzhetüddevle Hanım uzun boyluydu ve bu onun için azımsanacak bir şey değildi. Burnu çok inceydi fakat fark edilmeyecek kadar sağa doğru eğriydi. Ama asla eğri olarak hayal etmeyin. Eğer eğri olsaydı hemen gider ve bir plastik cerraha düzelttirirdi. Fakat bu bir kusur denilemeyecek kadar önemsizdi, sadece birazcık sağa doğru meyilliydi. Sesi çok inceydi, konuşurken kaşlarını çatmaz, kaşları ve ağzının kenarları güldüğü zaman asla hareket etmezdi. Ayda beş yüz tümen harcadığı masaj ve bakım parasını kocaman bir gülüşle bozmuyordu. Saçlarını haftada bir kere boyatıyordu. Hakikatten geniş şakakları ve ondan daha küçük ve zarif kulakları olduğu söylenebilirdi. Ama yazık ki ince kulaklarının birisi saçlarının buklelerinden görünmezdi. Saçlarının bukleleri her gün dişlerine sürdüğü fırçadan daha düzgündü ama boynuna bağladığı fular ya da üç kere doladığı geniş kolyelerle boynunun uzun olduğunu kim anlayabilirdi? Nüzhetüddevle Hanım, anne babasının en küçük çocuğu olsa da ablalarına göre erken evlenmesini kendisinin açıkgöz olmasına bağlıyor ve bu durumla övünüyordu. Ablalarından birinin kocası bakandı ve diğerinin kocası da dört sene önce akıl hastanesinde intihar etmişti. Nüzhetüddevle Hanım yirmi yaşına varmadan kocaya gitmişti. Kocası dış işleri bakanlığında çalışıyordu, ünlü ve zengin bir ailedendi. Doğrusunu isterseniz her ne kadar aşk o ikisini bir araya getirmiş olsa da hem gelinin hem de damadın aileleri birbirlerini çok iyi araştırmış ve çok incelemişlerdi. Damadın kardeşi dış işleri bakanlığında müdür yardımcısıydı ve Nüzhetüddevle Hanım’ın babası iç işleri bakanıydı. Ne de olsa davul bile dengi dengineydi. Nüzhetüddevle Hanım aşkın tadına varamadan çocuk sahibi oldu, evliliğin en güzel anlarının yerini çocuğun bağırıp çağırması aldı. Ve çocuk iki yaşına gelmeden kocası Mazenderan valisi oldu. Nüzhetüddevle Hanım’ın henüz vefat etmeyen babası iç işleri bakanıydı ve Mazenderan’daki yerlerin hepsini idare edebilmek için damadı gibi güvenilir bir adama ihtiyacı vardı. Karı koca mecbur altı sene Mazenderan’da kaldılar. Doğrusu kocası şehrin en yetkilisiydi ve iğneden ipliğe her şey Nüzhetüddevle Hanım’ın eline bakıyordu. Fakat durum öyle bir hal almıştı ki Nüzhetüddevle Hanım’ın kocası Mirza Mansur Han’ın kapıdan içeri girdiğinde karısını öpecek mecali bile olmuyordu. Gurbet ellerde aşk meşk yürümüyordu. Çocuklar her şeyin yerini almıştı. Ve evde yapacak başka işi olmayan hanım, o bezginliği atmak için yapabileceği kadar çocuk yaptı. Üç kız bir erkek. Mirza Mansur Han yavaş yavaş evde de resmi davranmaya başladı, karısına karakol amirine davrandığı gibi davranıyordu. Karısına “hanım” diye sesleniyor ve hizmetçiler aracılığıyla karısının halini soruyordu. Odasını ayırmıştı ve izinle karısının odasına giriyordu ve en kötüsü de karısının ona sadece Mansur demesini istemiyordu. Evde de her yerde olduğu gibi Vali Bey denmesini istiyordu. Ve bu Nüzhetüddevle Hanım için tahammül edilemeyecek bir hal almıştı. Tüm bu duygusal ve romantikliğine rağmen, dışarıya çıkıp vilayetin kadınlarıyla görüşmekten kaçınmıştı, gurbet elde samimiyete ihtiyacı vardı ve sadece çocuklarına kendini adamıştı. En kötüsü de evden dışarı çıktığı zaman binlerce şikâyetçi insan yolunu kesiyor ve canını sıkmaya başlıyorlardı. Bu işlerle bir alakası olmadığından, bu durum tahammül edilemeyecek bir hal alıyordu. Ama Nüzhetüddevle Hanım yine de sabretti. Belki kocasının tayinini alır diye babasına çok fazla mektup yazıyordu. Ama babası Mazenderan’ın idaresinin onun aile hayatından daha önemli olduğunu yazmıştı. Kendisi de bunu anlamıştı, sabrediyordu ve yavaş yavaş Tahran cemiyet hayatını, davetlerini unutmaya başlamıştı ki kocasını merkeze çağırdılar. Hepsinden kötüsü de kocasının gözden düştüğünü söylemeleriydi. Onun umurunda değildi, bu işlerle de hiçbir alakası yoktu, başka şeyler düşünüyordu. Altı sene yalnızlık ve gurbetten sonra kendisini eş dost arasında buldu. Kocasının baston yutmuş gibi yürüdüğü ve Mazenderanlılara dair birkaç komik hikâye işittiği resmi davetlerde kendini avutuyor; teyzekızları, gelinleri ve halaları ile dertleşiyordu. Kocasının ne kadar da soğuk bir adam ve istediği ideal kocadan uzak biri olduğunu düşünüyordu. Özellikle ablasının kocası yeni bakan olmuştu. Nüzhetüddevle Hanım kocasının evde oturup iş beklemesini görmezden gelemiyordu ve başına kakıyordu. Bir gece yatakta işleri bittikten sonra kocasına döndü ve:
“Mansur! Mutlu oldun mu?” dedi.
Kocası utanmadan:
“İnsan rahatlayınca mutlu olmuyor.” dedi.
Bu artık tahammül edilemeyecek bir durumdu. Nüzhetüddevle Hanım o gece kararını verdi. Ertesi sabah evi terk etti. Dokuz senelik evliliğinden sonra doğru babasının evine gitti. Doğrusu, babası da bu asabi damattan hiç memnun değildi. Her ne kadar çocukları kocasından alması için ısrar etse de Nüzhetüddevle Hanım kabul etmedi. Çocukları verdiler, hanımı ayırdılar ve mihrini de aldılar. Nüzhetüddevle Hanım ilk evlendiğinde ideal bir kocanın özelliklerinin ne olması gerektiğini bilmiyordu ama şimdi ilk kocasından boşanmış, rahatlamıştı ve ideal kocanın hangi özelliklere sahip olması gerektiğini biliyordu. İdeal koca genç ve zengin olmalı, ciddi, çirkin ve yüzsüz olmamalı, devlet işlerinde de çalışmamalı ve en önemlisi eve geldiği zaman karısına ilgi göstermeliydi ve bu durumdan hoşnut olmalıydı. Kendisi ideal koca bulana kadar gün geçtikçe daha genç kalmaya çalışıyordu. Her ay bir korse değiştiriyor, İsviçre mağazalarından kendi ölçülerine uygun farklı farklı sutyenler ve saç uzmanı kuaför Elizabeth Arden’ın tüm ürünlerini sipariş ediyordu. Her gün her saat telefondaydı. Son modaları öğreniyor, yüzünün, başının, tırnağının ve dudağının eski renklerini yeni moda renklerle değiştiriyordu. Tüm gece davetlere gidiyor, özel davetler veriyor, tatil günleri arkadaşlarıyla babasının özel arabasıyla gezmeye gidiyorlardı. Ve eski kocasından aldığı mihr sayesinde her mevsim yirmi bir takım kıyafet ve her hafta bir çift ayakkabı alabilecek kadar çok parası vardı. Yirmi bir adet onda alışkanlık olmuştu. Bu dokuz senelik evliliğin bir tecrübesiydi. Ayın yirmi birinci gününde evlenmişti, ayın yirmi birinci gününde boşanmıştı ve yirmi birinci gününde ikinci kocası ile tanışmıştı. Nüzhetüddevle Hanım’ın ikinci ideal kocası kıyafetlerinde apoletleri olan, güney görevinden yeni gelmiş, yüzünü güneş yakmış mavi gözlü bir generaldi ve rütbesi seneye orgeneral olacaktı. Tanınmış bir aileye mensup olmasa da Nüzhetüddevle Hanım onu generaller kulübünde gördüğünde kararını vermişti. Akrabaları bu evliliğe karşıydılar. Ama bir ayağı çukurda olan babası, bir bakan öldükten sonra kızlarının evde kalacağını biliyordu. Yavaşça nikâh işlemlerine başladılar. Gelin ve damat birkaç ay Ehvaz’a gittiler ve kavga gürültü bittikten sonra geri döndüler. Bu esnada gizli bir kaynaktan babasının kulağına, Nüzhetüddevle Hanım’ın ideal kocasının Tahran’da iki tane daha karısı olduğu haberi geldi. İşin gerçeği şuydu Nüzhetüddevle Hanım’ın yokluğunda dedikoducu akrabaları o iki kadını hatta evliliklerinin hangi nikâh dairelerinde yapıldığını bulup, gelin ve damat balayından döndükten sonra her şeyi açığa çıkarmışlardı. Nüzhetüddevle Hanım bu son üç ayda öyle güzel zaman geçirmişti ki nikâh dairesinde yapılan evlilikleri görene kadar asla bu sözlere inanmadı. Fakat kocası onu boşamayı kabul etmiyordu. Bir askerdi, sertti ve güneyde yaptığı iyi işlerden sahip olduğu renkli renkli madalyalar sayesinde bakan ile başa çıkabileceğini sanıyordu. Doğrusu bu kez Nüzhetüddevle Hanımı sessiz sedasız ayırdılar ama o renkli renkli madalyalara rağmen Nüzhetüddevle Hanım mihrini alamadı. Her ne kadar Nüzhetüddevle Hanım bu işten de başka bir tecrübe ile çıksa da yüreğinin derinlerinde hala mavi gözlü, yakışıklı, apoletli generali arzuluyor ve ideal kocayı aramakta ısrar ediyor; bulunduğu her davette ideal kocasının özelliklerini söylüyordu. Bu olay da hemen unutuldu, ailenin büyük hanımları dahi unuttular. Yavaş yavaş tüm davetlerde Nüzhetüddevle Hanım’dan tecrübeli bir kadın diye bahsediliyordu. Gelinler, evlenecek kızlar, anne ve ablalarına kulak vermek yerine onun nasihatlerini dinliyorlar ve evlilik konusunda ona danışıyorlardı. Doğrusunu isterseniz bu unvana sahip olmak Nüzhetüddevle Hanım’ın da hoşuna gidiyordu. Nüzhetüddevle Hanım ailenin yaşlı kadınları arasında olmaktan korkuyor ve gençlerin ayarında sayılmak istiyordu. O çocuklarını uzun zaman önce terk etmişti ve şahsi tecrübelerini aktaracağı bir varisi yoktu. Mecburen ona danışan tüm kızları kendi kızı ve kardeşi gibi görüyordu. Kalbinin derinlerinden onlara insanın kocasının samimi, vefalı, devlet işlerinde çalışmayan, yakışıklı, zengin, saygın bir aileye mensup ve mavi gözlü olması gerektiğini söylüyordu. Nüzhetüddevle Hanım eğitim ve bilime inanmıyordu. Kendisi de özel öğretmenden bir şeyler öğrenmişti. Bakan olan ablasının kocası çok bilgili ve eğitimli birisi değildi. İlk kocası Saint Louis’den mezun olmasına ve iki sene de batıda yaşamasına rağmen kötü çıktı. İkinci boşanmasından iki üç ay geçmemişti ki babası öldü. Çok şatafatlı askeri müzikler eşliğinde Sipehsâlâr Camii’nde duası yapıldı. Kız ve erkek kardeşleri Eylül’ün sonu geldiğinde miras paylaşımını yeni bitirmişlerdi. Eskiden gözden düşen Nüzhetüddevle Hanım’ın ilk kocası dış işleri bakanı oldu. Davetler, gece oturmaları şapka ve montlarını nereye koyacağını bilmeyen ve karşılarına çıkan ilk hizmetçiyi dünyanın bir yerinden gelmiş bir elçi sanan görgüsüz adamlar ile doldu. Nüzhetüddevle Hanım ilk iş olarak bir ev ve araba aldı ve çarşamba günlerini de işlerini halletmek için ayırdı. İstemeyerek iki üç kere dış işleri bakanının yanına gitti ve eski kocasının haberi olmadan çocuklarını ve torunlarını görmek için evli kızlarının evine gidip geldi. Ne yazık ki babası ölmüştü yoksa iki üç güne işi düzeltirdi. Ama her şey değişmişti. Sadece babası ölmemiş, tanıdıklarının yerine bilmediği adamlar gelmişlerdi. Eski arkadaşlardan hiçbir haber yoktu, sanki başka bir dil konuşuyorlardı. Nüzhetüddevle Hanım ne olduğunu bilmiyordu. Bildiği tek şey ideal koca hakkında dediklerini artık kimse dinlemiyordu. Herkes özgürlük, mülk, meclis, buğday ve arpa ithal etme, en çok da parti ve gazete düşüncesindeydi. Ve bu görgüsüz adamların içerisinde Nüzhetüddevle Hanım meşrutiyet kutlamasında üçüncü ideal kocası ile tanıştı. Nüzhetüddevle Hanım’ın yeni kocası hapisten ve sürgünden yeni kurtulan batı bölgesinin göçebe aşiret reislerindendi ve milletvekili unvanıyla Tahran’a gelmişti. Geniş omuzlu, burma bıyıklı, kalın sesli, boyu kısa biraz köylü görünümlü nezaketten haberi olmayan biriydi ama gençti ve milletvekiliydi, bir aşiret onun önünde hizaya girmişti ve zengindi. Nüzhetüddevle Hanım’ın bu kocası gerçekten idealdi. Yazları aşirete gitmek, ata binmek, erkekler gibi sırtına silah almak, ayaklarına çizme giymek kışları da gece davetlerinde milletvekilleriyle ve ideal son kocasıyla olmak ve başkalarının ona dair söylediklerinin kulağına gelmesi hoşuna gidiyordu. Evlilik konularında tecrübeli olan Nüzhetüddevle Hanım bu defa işin başlangıcını doğru düzgün yapmaya karar verdi. Çoğu zaman durumların değişmesine rağmen kocası bakan olan ablasının evinde buluşuyorlardı ve tüm konuşmalar resmi, daha önceden planlanmış ve yerli yerindeydi. Aşiret reisi bir gün aşiretten yeni gelen ablası ile birlikte bakan ve karısının karşısına çıkıp, Nüzhetüddevle Hanımı isteyip mutlu bir sona ulaşmak istediler. Konuşmalar bittikten sonra konuyu hallettiler. Nüzhetüddevle Hanım artık utanmadan onların karşısına çıkmış ve konuşma samimice olmuştu. Aşiret reisinin kardeşi mavi gözlü, sarı saçlı, çok güzel bir kadındı. Uzun boyluydu ve gençti. Nüzhetüddevle Hanım onu kıskançlık ya da hasetlik yapan bir görümce gibi görmek istese de onun çayına şeker atması, önüne meyve koyması, saçının buklelerinin ne kadar hoş, elbisesinin güzel olduğunu söylemesi; hangi terzinin elbiselerini diktiğini sorması ve adresini almak istemesi üzerine -bu kadar incelik karşısında- ona hayran kaldı. Bu olaylar baharın sonunda gerçekleşti. Aşiret reisi zapt edilmiş mülkleri devletten aldığı zaman tamamen Tahran’da oturacaklardı. Nüzhetüddevle Hanım, sakin, sessiz ve ılık yazı Şemiran’da geçirip sonbaharda Tahran’a dönünceye kadar bir ev kiralıyor ve eşinin emlaklarının akıbeti konusunda, ablasının bakan olan kocasıyla olan dostluğuna ümit bağlıyordu. Yüz bin tümen mihr hakkında mavi gözlü, sarı saçlı ablası biraz sıkıntı çıkarmıştı ama aşiretin reisi çok cömert biriydi. Evin işlerini yapması için aşiretten yedi kadın ve erkek getireceğine ve hanımının elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacağına söz vermişti. En sonunda düğün gününü belirlediler, birbirlerinin ağzına tatlı koydular ve mutlu bir şekilde ayrıldılar. Çok mutlu olan Nüzhetüddevle Hanım bir hafta içinde şehirdeki evini kiraya verdi. Şemiran’da çok büyük bir bağ evi kiraladı ve üçüncü ideal kocasıyla beraber düğün hazırlıklarına başladı. Eğitim amacıyla batıya giden yeğeninin yardımıyla yirmi bir metre kuyruğu olan bir gelinlik aldı ve dört yüz yirmi bir bakan ve milletvekilini iki hafta önceden davet etti. Şehrin en büyük iki düğün salonu ile düğün için anlaştı. Hem Nüzhetüddevle Hanım’ın hem de ablasının kocasının hisseleri olan Ketina firmasının kamyonları üç gün boyunca tavuk, et, meyve, sebze, meşrubatları Şemiran’a taşıdılar ve hiçbir şeyi eksik etmediler. Sonunda ideal kocasını bulmuştu. Ve akrabalarına şöyle diyordu:
“Eğer insan babasının mirasını ideal koca bulma yolunda harcamayacaksa nerede harcayacak?”
Düğün daveti çok şatafatlıydı. Yaz aylarının ilk günlerinde, mehtaplı ve çok güzel bir havadaydı. İki gün önceden bağın tüm ağaçlarını büyük hortumlarla yıkadılar ve tüm ağaçların dalları arasına renkli renkli ışıklar çektiler. Fıskiyeler çalışıyordu ve iki grup orkestra gelmişti, marangozun elinden yeni çıkan yüz elli çiftin dans edebileceği bir dans pisti vardı. Şarabı, gül resimli büyük kâsenin içinden altın kepçe ile ince, uzun bardaklar içine döküyorlardı ve tüm masaların üzerinde kızartılmış hindiler vardı. Öyle ki kimse şirin polo ve havyara bakmıyordu. Akşam yemeği masası yirmi bir metre uzunluğunda T şeklinde dizilmişti. Gelin ve damat masanın en yüksek yerinde İsfahan el işi sandalye üzerinde oturmuşlardı. Akşam yemeğini Şahin Şah şarkısıyla başlattılar. Başbakan, meclis reisi, gelin ve damadın aileleri tarafından tebrik ve konuşmalar oldu. Orada bulunan devlet adamları ve halk, geline, damada ve ailelerine tebrikte bulunup kadehlerini onların şerefine kaldırdılar. Düğün daveti çok iyi geçti. Hiç kimse sarhoş olmadı hatta bir bardak bile kırılmadı. Bağın sol giriş kapısında büyük bir masanın üzeri davetlilerin hediyeleri ve büyük buketli çiçekler ile dolmuştu. O gecede yeni arkadaşlıklar kuruldu ve eski küslükler unutuldu hatta hafta sonu hükümete yapılacak soruşturma bile o mecliste kapandı. Tek üzüntü eve hırsız girmesiydi. Sabah evin ahalisi uyandığında tüm mücevherler, altınlar, gümüşler, masaların üzerine ve sobanın başına serilen kıymetli kumaşlar, tüm hediyeler, gelin ve damadın sandalyesinin altına serilen iki çift ipek halı ellerinden gitmişti. Düğün daveti gece saat üçe kadar sürmüştü, böyle bir gecede hizmetçilerin de içmesi çok normaldi. Ve kesinlikle hırsızlar bu fırsatı değerlendirmişlerdi. Buna rağmen gelin ve damat ertesi gün hayatlarına güzel ve mutlu bir şekilde başladılar. Doğrusu Nüzhetüddevle Hanım’ın bakan olan ablasının kocası kabinede bu durumu açtı ve düğün gecesinde yeni kurduğu dostluklara rağmen Nüzhetüddevle Hanım’ın kocası güvenlik açığından dolayı az kalsın hükümeti sorguya çekecekti. Bu olay karakol amirinin değişmesi, yeni karakol amirinin gelmesi, Şemiran bölgesinde karakol sayısının ve gece devriyesinin artması ile sonuçlandı. Evin beyi, hanımın emektarları olan evin tüm hizmetçilerini, aşçıdan bahçıvana kadar hepsini kovdu, onların yerine aşiretten yedi kişiyi telgraf yoluyla çağırdı ve işe aldı. Nüzhetüddevle Hanım hiç üzülmedi. Bu büyük hırsızlığı, yeni ve mutlu evliliklerine zarar verecek bir kaza bela bildi. Bunlara rağmen damat o kadar iyi huyluydu ki kaybedilmiş mallar için hanımının üzülmesine izin vermiyordu. Hanımın yerinden hareket etmesine bile izin vermiyordu. Hanımının diş fırçasının üzerine diş macununu kendisi sürüyordu. Küvetin sıcak ve soğuk suyunu kendisi ayarlıyordu. Eliyle besliyordu. Korsesini bile o bağlıyordu. Uzun lafın kısası meclisten izin alıp, evini herkese kapatmıştı, evin her işini kendisi yapıyordu ve hanımının yerinden kıpırdamasına bile izin vermiyordu. Nüzhetüddevle Hanım da bu esnada diğer evini sattı ve çalınan eşyalarının yerini doldurdu. Halılar, koltuklar, perdelerin her biri birer müze parçasıydı. Her odada radyo, gramofon, buzdolabı, klima vardı ve karı kocanın istedikleri her şey ellerinin altındaydı. Balayında her iş evin beyine aitti. Hizmetçileri kontrol ediyor, bahçıvanların her mevsimde çiçekleri ekip dikmesine müdahale ediyordu. Elektrik, telefon, su, evin kirasını düzene sokmuştu ve bir alım-satım işinde ev sahibine yardım ettiği için üç ay kira vermeyip ondan para bile almıştı. Ve yemek masasında hanımına hediye etmişti. On beş günlük izni bitiyordu ki ablasının yazın Şemiran’a gelip onlarla kalmasını hanımına önerdi. Nüzhetüddevle Hanım yalnızlığı ile ne yapacağını bilmiyordu ve bir taraftan da görümcesinin iyi biri olduğunu unutmamıştı, gelmesine razı oldu. Artık beyin izninin bitmesiyle evin tüm işlerini görümcesi üstlendi. Nüzhetüddevle Hanım gerçekten gelin hanım gibiydi. Sabahtan akşama kadar zamanını ya aynalar önünde ya banyoda ya da yemek masasında geçiriyordu. Kuaförler, masörler hanımın arabası ile eve geliyorlardı ve onların tavsiyesi üzerine her gün üç saat çiğ et ve domatesi yüzüne koyup evden dışarı çıkmıyordu. Ve kulağı, gidip gelip konuşan görümcesinin sesine alışmıştı:
“Ne kadar güzel bir cilt, nasıl bir tazelik, ne mutlu kardeşime.”
Ve her gün yüzlerce kez bunları söylüyordu. Nüzhetüddevle Hanım gençleşmişti. Genç kocadan, hiçbir işe dokunmamaktan ve cildin üstündeki domatesten haz alıyordu. Bir ay böyle geçti. Doğrusu, bey bu aralar zayıflamıştı ama Nüzhetüddevle Hanım için hiçbir zaman bu bir ay kadar güzel geçmemişti. İkinci ayın birinci gününde karı koca el öpmeye başladılar. Her gün iki üç yere gidiyorlardı ama bu hızla biter miydi? En kötüsü Nüzhetüddevle Hanım hemen yoruluyordu. İkinci ya da üçüncü gün akşam Nüzhetüddevle Hanım’ın ablasının evine gittiler ve ısrarla gece orada kaldılar. Bir bakanın, meclis vekili ya da aşiret reisi ile hiç işi olmaz mı? Kardeşler de sanki bir ömür birbirlerini görmemişlerdi. Konuşacak çok şeyleri vardı. Gece ikiye kadar uyumadılar, planlar yaptılar, dertleştiler ve sonra uyudular. Sabah Nüzhetüddevle Hanım yataktan çıkmadan eve hırsız girdi diye kocasını telefona çağırdılar. Beyin ablasını bir odaya hapsedip, kapısını da kapatmışlar, telefon kablosunu da kesip, her iki hizmetçinin de elini ayağını bağlayıp, depoda hapsetmişler, evde ne varsa götürmüşlerdi. Büyük halılar, şamdanlar, avizeler, koltuklar, radyo gramofonlar ve dolaplar uzun lafın kısası evi tam takır kuru bakır etmişlerdi. Bu defa Nüzhetüddevle Hanım ve kocası dayanamadılar, kocası telefonun yanında dizlerinin üstüne çöktü. Hırsızlardan kalan tek kanıt, bağın kumsalında kalan birkaç tane kamyonun tekerlek iziydi. Çok hızlı bir şekilde gazeteler karakol amirini iki ay içinde milletvekilinin evinin iki kere hırsızlığa maruz kalması sebebiyle eleştiriyorlardı. İç işleri bakanı hırsızlıktan bir hafta sonra bir uzmanla bulduğu bir madde uyarınca mecliste kendi çoğunluğuna on beş imzayla yeni damattan yani aşiret reisinden dokunulmazlığın kaldırılmasını talep eden yeni bir soruşturma başlattı. Herkesin kafası karışmıştı. Rus, İngiltere, Amerika hangisinin oyunu olduğunu bilmiyorlardı. Aslında bu kadar gürültü patırtı nereden çıkmıştı. Hırsızlığın ertesi günü Nüzhetüddevle Hanım’ın emektarlarından, aşiret reisinin kovduğu iki hizmetçi Nüzhetüddevle Hanım’ın ablasının evine gelip, aşiret reisi ve ablası hakkındaki şüphelerini anlattılar. Akşama kadar Nüzhetüddevle Hanım’ın dedektif kılıklı akrabalarının tümü harekete geçtiler, iki gün bu dedektifler mavi gözlü, sarı saçlı görümceyi gözetlediler. Sonunda onu Aynu’ddovle sokağındaki evinde yakaladılar ve ertesi gün yaşlı ve zeki akrabalardan biri, “Nenen sana kurban, akşam vakti namazım kaza olmasın.” diyerek evin hizmetçisini kandırıp eve girmiş, abdest alıp havuz kenarında namazını kılmıştı. Pencereden koltukları ve Nüzhetüddevle Hanım’ın eşyalarını birer birer inceledikten sonra evin hizmetçisiyle güvenini kazanmak için zamanın kötü olduğunu, insanların dinsiz olduğundan bahsetmiş ve mavi gözlü, sarı saçlı, çok iyi ve kibar olan evin hanımının aşiret reisinin karısı olduğunu öğrenmişti. O gece iç işleri bakanı, karakol amirine işinin başına geçmesini emretti. Aşiret reisinin evine gittiler ve hanımın tüm eşyalarını kurtardılar. Ve bütün olayları yazıp, dosyaladılar. İlk hırsızlıktaki mücevherler, gümüşler, kıymetli kumaşlardan hiçbir iz yoktu. Aşiret reisi, karakol amirinin bu işinin parlamentodaki kendi dokunulmazlığına son vereceğini anladı. O yüzden meclisten onun dokunulmazlığının kaldırılması isteyen maddeye karşılık onun bunun imzasını alarak kendi gensorusunu sundu. Karakol amiri yirmi bir hizmetçiden aldığı ifadeye göre aşiret reisi hakkında büyük bir rezillik ortaya çıkaracaktı ki memleketin büyükleri hem soruşturmanın hem gensoru konusunun gizli kalması ve Nüzhetüddevle Hanım’ın mihrini bağışlaması için el birliğiyle iç işleri bakanı ile aşiret reisini barıştırdılar. Artık Nüzhetüddevle Hanım boşanıyordu, devlet ve millet için fedakârlık ettiğinin farkındaydı ve üçüncü kocasından vazgeçiyordu. Ve Nüzhetüddevle Hanım bu tecrübeden de ders almıştı. Yaşlılık ve gençliğin insanın kendi elinde olduğuna inanıyordu ve hala ideal kocasını aramaktaydı. Şehirden ev almıştı, pahalı koltuk ve halıları odasında toplamıştı. Her ay beş yüz tümeni göğüs ve yüz masajına harcıyor, her hafta saçının boyasını değiştiriyordu. Açık göğüs dekolteli organze elbiseler giyiyor ve hala konuşurken kaşlarını çatmıyor ve güldüğü zaman kaşlarının ve ağzının kenarını hareket ettirmiyordu. Ve en önemlisi yaşadıklarından ve üç kere evlendikten sonra ideal kocasının yeni zengin olmuş bir görgüsüz olmaması gerektiği sonucuna varmıştı ve yavaş yavaş ideal kocaya ulaşmak için en büyük engelin burnunda olduğuna inanmaya başlamıştı. Ve bugünlerde gidip, bir plastik cerraha burnunu düzelttirme düşüncesindeydi.