Oduncu Çocuk


 01 Mayıs 2020



–  Kalk, yavrum. Hadi, dur. Güneş doğakaldı, – dedi açlıktan yüzü kırışan anne büyük çocuğu Öser`e. – Babacığın, inşallah, adı batası faşist iblisi kırarak dönerse, bu çektiğin çileler de unutulur. Hiçbir şey görmemiş, yaşamamış gibi olacaksın. Ben de on yaşımda babamla tarlada çalışmıştım. Kadermiş bu, yavrum. Sen de odun satarak, bize bakıyorsun. Babana sen yaptığın işleri söyleyerek, çok memnun edeceğim, inşallah. Memnun olduğundan her gün seni atına bindirerek okuluna götürecek. İnşallah, senin başı havada olacak. Dur, yavrum. Baban gelsin, doya doya uyursun, oğlum. Hadi, kalk!..

Öser üşenerek gözlerini açtı:

– Hemen mi?

– Gün çoktan ağarmış, yavrum. 

Çocuk yerinden kalkarak, dışarı çıktı. Hava kapanmıştı: Karın soğuğu yüzüne vuruldu.

Kış yerini ilkbahara verme zamanı gelmiş olsa da, o  ömrünü uzatmak için güneşin ılık ışıklarını kül renkli perdesiyle engelledikçe bazen yağmur, bazen karla zehrini durmadan saçıyor.

Öser şöyle böyle yıkanarak içeri girdi. Annesi bir parça katırmayla* çayı sofraya koydu.

– Ye bunu, yavrum, – diye yanına otururken, – Belki bugün gitmezsin? – dedi oğlunun yorgun gözlerine bakarak.

– Gideceğim. Babam faşisti yenerek dönene kadar gideceğim. Kendiniz söylediniz ya: ‘‘Baban gelirse dinleneceksin’’ diye. Katırmayı kendiniz de yiyin, anne. 

– Kardeşlerinle yerim. Katırmadan  daha var, yavrum.

Öser yemek yiyerek, odunlar yüklenen eşek arabasına oturarak yola çıktı.

Gözden uzaklaşmaya başlayan çocuk ardından annesinin:

– Dikkatli ol, yavrum. Uyuyakalma! – dediği hüzünlü sesi bir süre işitilip durdu.

Çocuk dağ eteğindeki patikaya çıktı. Eşek arabası gıcırdayarak yavaşça gidiyor, yoksulluktan zayıflayarak, eti kemiğine yapışan, yamalı kaftana örtülen Öser hayallere dalarak ilerliyordu. Dünyanın işleri ilginçtir. Adamların başları beladan çıkmaz. İşte, üç kıştır, faşistlerle olan savaş bitmiyor. Ne zaman bitecek? Savaş bu kadar daha uzun sürecek mi? O Satım ağabeyle İbrahim dayının vuruştuklarını görmüş; iki köyün çocuklarının yaka yırtarak dövüştüklerini de bilir: bir anda bitmiş. ‘Bu nasıl savaş oldu? Faşist dediklerinin canı bu kadar sert mi? Bir bastı, bir de geri çekindi derler. Faşist yer tartışarak muharebe ediyor mu, ya da masallarda olduğu gibi Melike için mi savaşıyor? Faşist dedikleri nasıl yaratık oldu? Babamın masalında böyle birisi yok ya! Biliyorum, devler, cinler, periler, zalim şahlar vardı. Faşistin de insana benzer bir başı, iki ayağı, iki eli, iki gözü, iki kulağı var mı? Ya da boynuzları eğri, başı büyük taş gibi, ağzı kazan gibi, gövdesi dağ gibi dev mi? Dur, o devlerden olmasın yine de. Köroğlu, Alpamış hepsini öldürmemiştir belki? Onlardan birisi kurtularak, yine çoğalmış olabilir mi? Evet, şöyle olabilir. Basmacılar çoktan kaybolmuş’. Evet, faşist dedikleri Köroğlu, Avazhan[1], Alpamış`dan kaçarak, saklanmış olabilir. Şimdi de onlar gibi cesurlar olsaydı, adamlar da evlerinde rahatça yaşıyordular. E, keşke bir anda Alpamış`a benzer bir yiğit oluverseydi, bütün faşist devleri kırıyor, tüm çocukların babalarını evlerine döndürürdü. Bir araba odun için iki tane ekmek, bir avuç arpa değil, hep adamlara yeterli olan ekmek bulurdu. Hemen büyüyorsa, hiç olmazsa, Ferhat[2] gibi bir yiğit olacak. Halkı rahatça yaşatmayacak faşistleri, cadıları, ecinnileri, ecderhaları yeryüzünden yok edecek. Sonra kendine Şirin gibi bir yar arayarak, dünyayı gezecekti. O zaman Köroğlu`nun ünlü atı Kırat`ın tayı yoldaş olacak. Kendine tuhaf bir kılıç yaptırır. Onu bütün köy kaldıramaz. Aynı kılıçla faşist devleri kırarak, adamları evine döndürecek...

– Evet, tay bala, geldin mi? – onun tatlı hayallerini çayhaneci ihtiyarın tanıdık sesi dağıttı. – Odunları her günkü yerine bırak!

Öser odunları çayhane ardındaki eyvanın altına bırakıp, çayhaneye girdi. İhtiyar onun önüne bir parça katılaşan ekmekle çanak kaseye çay döktü. 

– Odun isteyenler çoğaldı. Bir araba daha getirecek misin, çocuğum?

Öser ihtiyarın verdiği ekmeği yiyerek, biraz ısınmış gibi oldu.

– Peki, olur getireceğim, – diye yerinden kalktı.

Çayhaneci bir avuç arpayla iki tane sert ekmek verdi. Onlardan biraz ötede oturan, sakalı göğsüne ulaşan bir ihtiyar öfkelendi:

– Uzak yoldan şu kadar odunu getirse de verdiğin iki parça ekmekle bir avuç arpa mı? Utanmıyor musun? Kendin bir bağlam odun için bir cam tane alırsın. Bu kadar insafsızlık yapmasana! – dedi ve çocuğa bakarak. – Oğlum, yarın getirecek odununu kendim tane ve ekmeğe takas edeceğim. Sen o cimrinin tuzağına düşmüşsün. Ne yazık ki, çocuksun. Yolun başında diye ona vere dururdun. Bir defa getirdiğin odunundan bir haftalık geçimini sağlarsın. Unutma! Yarın getirecek odununu kendim adamlardan tane ve ekmeğe takas ederek vereceğim. Sonra onların kendisi yolunu bekleyecekler. Onlar  da, sen de kazanırsın.

Çayhaneci ihtiyar öfkelendi:

– Bozgunculuktan başka işin yok mu?

– Kendin bozguncusun. İnsaf bilmezsin. Ahireti düşünsene! – Sonra ihtiyar Öser`e çevrildi. – Kimin evladısın?

– Hekim ormancının oğluyum.

– Evinde kimlerin var?

– Annem, iki kardeşim.

– Savaşın adı batası. Siz çocukları top oynamadan mahrum etti. Geçim yükünü üstlerine yükledi. Faşistin evi yansın!

– Faşistin evi var mı, dede?

– Evi yanasının evi olduğunda dünyayı bu kadar alt üst eder miydi? Onlar devdir. Evet, devdir onlar! Dev onlar!!! – dedi ihtiyar sinirlenerek. Sonra önündeki bir parça ekmeği çocuğa verdi. 

– Tamam, hadi git, oğlum. Yarın ben seni burada bekleyeceğim. Bu insafsız ihtiyarın sözüne bakarak, bugün avare olma.

– Tamam, – diye Öser yola çıktı.

Düzgün olmayan, ağaç bitmeyen yolu geri bırakarak, dağ kenarındaki ormana vardı. Yemyeşil çam dallarını karın yükü eğiyor, kabağından ayrılmış dağ bademi, kayısı ve alıç ağaçları soğuktan titremiş gibi görünüyordu. Onlara acındı. Çamlara giydirdiği bembeyaz kaftanı bu zavallılara reva görmeyen kıştan üzüldü. Genç gönlünü yine masallardaki yiğitler, onların bahadırlığına olan heves sardı. Ona bir günü Kıratın taylarından biri rast gelecek. Aynı ormanda rast gelecek! O bu ormanın hangi bir yerinde otluyor. Az, çok az kaldı. O büyüyünce Ferhat gibi güçlü, cesur olur. İşte, o zaman bütün faşistleri, cadıları kırar. Adamları türlü belalardan korur. Ejderha ve kurtlar adamları helak etmez. Miskal[3] perinin evladından kendine yar seçer. 

Tam o an gıcırdayarak arabanın bir tekerleği yarısına kadar köprünün yarığına düşerek, eşek yıkıldı. Öser`in hayalleri kesildi. Yere inerek, arabayı dolaştı. Eşeği çaba ederek, yerinden kaldırmaya çalıştı, olmadı. Boynundan kucaklayarak, önüne çekti. Eşek kalktı. Yerinden kımıldayamadı. Köprünün yarığına düşen arabanın tekerleği yarı adım yürümeye imkan vermiyordu. Öser arkaya geçerek, tekerleğin düştüğü tarafa kaldırmaya çalıştı, kaldıramadı, yine çabaladı. Gücü yetmedi. Hayır, bir türlü kaldırmalıydı. Sadece ekmekten birini yeyse yeterdi. O ekmeğin birini alarak yemeye başladı. 

O zaman karı gıcır gıcır ederek basıp, saçı, sakalı uzamış, cüsseli bir adam çamlar arasından çıkageldi. Çocuk devler hakkında düşünüyor, gözlerine de devler görünüyordu. Korktu. Gözlerini kapattı. Yine açarak, ona baktı. Adama benziyor. Sevindi. 

– Hey amca, arabamı çıkarmaya yardım eder misiniz?

O sanki hiç bir şeyi duymamış gibi çocuktan biraz ötede durdu. Bir an sert bakarak, çocuğun elindeki ekmeği aldı ve çamlar arasına girerek, kayboldu.

Çocuk şaşkınlıktan, korkudan taş gibi durakaldı. Kendine gelince, çok korktu, bütün bedeni titremeye başladı. ‘Dev, devin çocuğu olabillirdi. Hemen gitmeli’. Korkusuna bağırması karışarak, ağlayarak, eşeğini elindeki çubukla döverek, onun etrafını dolaşmaya başladı. Gözü arabanın tekerleğine girekalmış tomruğa düştü. Gayret ederek, ağlayarak çekti. Yine eşeğinin boynuna çubukla vurmaya başladı. Nihayet, tekerlek yarıktan çıktı. Yolunda devam etti.

Evine vardığı zaman o soğuk tere batarak soluyordu. Öser’in titrediğini görünce annesinin  benzi ağardı.

– Ey vah! N’oldu, yavrum? Ne oldu? – diye onu arabadan indirerek, dayayarak, içeriye aldı. Soba üzerine bırakılmış yorganın bir kenarını kaldırarak boynuna kadar örttü. Ilık çay verdi. – İlahi, Allah şifasını versin. Keşke sıtma olmasaydı...

Uzun zaman geçince, titremesi durdu, kendine geldi.

– Korkman, anneceğim. Ben iyiyim. Faşisti, devi görerek, biraz korktum, belki.

– Ne diyorsun, yavrum? Cin tuttu mu seni? – diye yerinden kalktı. 

– Cin değil, faşist – dev, devin çocuğu olabilir. Cüsseli, sanki adama benzer.

– Bırak, yavrum, uyu. Yarın anlatacaksın, – diye onun üzerini örttü. – Uyu, biraz uyu. Kendine geleceksin. Yarın köye ikimiz gideceğiz. Nefesi güçlü üfürükçüye götüreceğim. Uyu.

– Üfürükçüye  neden gideceğiz? Sap-sağlamım, işte, bakın, – diye yerinden kalktı. Çünkü bir günü babasının götürdüğü o üfürükçü kadın ‘‘Küf! Süf!’’ diye onu döverek dualar okuduğu aklına geldi. – Götürmeyin. Sağlamım. Korkmadım, şaşakaldım. Sadece birazcık korktum. Yoksa baltayla vurarak yıkacaktım. İşte, bakın, yarın sabahta onu yok edeceğim...

– Allah’ım, kendin şifa ver. Aslına döndür, – anne onu cin tuttuğuna gerçekten inanmıştı. Öser`i zorlukla uyutarak, kendi de iki çocuğuyla yan yana yastığa başını koydu. 

Öser sabahleyin birdenbire uyandı. Annesi ve kardeşleri daha uyumaktaydılar. Evindeki babasının av tüfeğini, fişeklik kemeri alarak dışarı çıktı. Onlar uykudan uyanmaya kadar bir kuş ya tavşan vururdu. Eğer dünkü dev rast gelirse, onu da vuracaktı. 

O orman arasından vadiye iniyordu. Hayalini dünkü gölge çekti. Dünkü rast gelen faşist devin çocuğu olabilir mi? Şu yalnız bir  dev herkesi kan ağlatabilir mi? O kendisiyle savaşanları yiyerek bitirince şimdi köylere gelmiş mi? Hayır, böyle olamaz! Bu – faşist devin çocuğu, dağın öteki tarafından kaçıp gelip, saklanmış. Savaşa gitmiş olan adamlar aynı bu faşist devin çocuğunu arıyorlar. Büyüklerini kırmışlar. Bu o kadar büyük değil. Bu yeni dev olabilir. O masallardaki deve benzemez. Onların boyları ağaçlardan da uzun, boynuzları eğriydi. Evet, anladı, bu – onun çocuğu! O kaçmış. Hatta, onu yiyemedi. Varı yoğu bir parça ekmeği alıp kaçtı. Evet, kaçtı. Ondan mı korkuyor? Doğduğunda böyle cüsseli olarak mı doğmuş? Eğer o devin çocuğu olursa, güzel bir adama benziyor ya? Eğer mal besleyerek, buğday ekerek, yaşamayı öğretseler, adamı da yemez belki. Kulağı var, gözü var, elleri de var, öyle... yine bu fikrini değiştirdi. O sırada aklına babasının sık sık dediği ‘‘Alışmış kudurmuştan beterdir’’ sözü geldi. Onları hiç bırakmadan kırmalı.  Hepsi düşmandır, düşmanlığını yapar. ‘E, eğer Ayı görürsem, ondan dünyadaki bütün vahşileri yok etmesini isterdim. O güçlü, çünkü, onun güzelliğine güneş de aşıktır. Güneş varlığı yaratmış. Hayır, bu olamaz. O zaman cesurlar nasıl cesur olabilir. Pazar pehlivan gibi yiğitler gücünü nelere harcamayabilir. O faşist devleri kırarak kovmuş, babasıyla bir arabada gitmiş olan Pazar pehlivan mı? Her halde o kadar hoşuna gitmedi. Kim der onu pehlivan diye. Düğünlerde çok güzel güreşecek  pehlivan diye? Hep adamları bırakarak, kılıç ve kalkanını alarak, beyaz atına bin ve düşmana doğru git. O zaman herkes ona: ‘Maşallah’,   der. Alpamış, Ferhat olmak zordur. Onlar pek çok dev ve cadıları yenmiş. Alpamış dirilse de, faşist devi kırsa. İşte, o zaman Pazar pehlivanı hiç birisi: ‘Pazar pehlivan’, demez. 

Öserı`n düşünceli gözleri ayak izine takıldı. İzi çoktan kar basmış olsa da, yine de belliyidi. Öser ize ayağını ölçtü. İki kere büyük. ‘Dur, o dünkü faşist devin çocuğu olmasın’. O omzundaki tüfeği eline aldı. İzin ardından gitti. Uzaktan sarhoş adam gibi sallanarak gitmiş olan gölgeyi gördü. Biraz durarak, dinlendi. O an annesinin:

– Öser, yavrucuğum, nerdesin? Dö-ö-ön! – dediği kırık sesi işitildi. 

– E, kaçırdı ya! – diye annesinin sesinden üzülerek, yavaşça adımlayarak, ağaçlar ardına gizlenerek, bembeyaz kar üzerinde düzensiz iz bırakarak gitmiş olan gölgeye yaklaştı. ‘Dünkü faşist devin çocuğu’, – aklından geçirdi. Dikkatliye onu hedefledi. Gürültülü ses dünyayı tuttu.

Öser tüfeği oklayarak, yine hedef aldı. 

– Dur, – saçları karışık annesi onu durdurdu. – Neyi attın?

– Faşist devin çocuğunu! – diye bembeyaz kar üzerine düşerek, canı kesilerken adamı gösterdi.

Annenin gözü cesede düştüğü zaman hıçkırarak ağlamaya başladı.

– Eyvah! Ne yaptın, yavruuum? O Pazar pehlivan ya! Ben öleyim! Artık ne yaparım! Ey Allah! – yeri döverek bağırıyordu anne...

Öser annesinden ‘Pazar pehlivan’ı duyunca, oturakaldı. Pazar pehlivan faşist devlerle savaşmaya gitmemişmiydi! Burada ne yapıyor?!

‘Hayır, o Pazar pehlivan değil! Pazar pehlivan savaşa gitmiş ya! Bu faşist devin çocuğu’ – diye fısıldayarak yerinden  kalktı…


 

[1]. Özbek halk destanlarının kahramanı.

[2]. A. Nevai `yin Ferhat ve Şirin destanının kahramanı

[3] Özbek halk destanı kahramanı. 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 161. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 161. Sayı