Orta Çağ Türk Şiirinde Nizâmî’den İktibaslar


 01 Haziran 2021


Nizâmî Gencevî'nin dünyaca ünlü ölümsüz mirası, Türk halkları edebiyatlarını derinden etkileyerek, ortaçağ Türk mesnevi şiirinin fikri ve poetik açıdan zenginleşmesinde önemli bir role sahip olmuştur. Henüz 14. yüzyıldan itibaren şairin “Hosrov ve Şirin” eseri Harezmli Kutb, Fahreddin Yakup Muhammed Fahri tarafından Türkçe'ye çevrilmiş ve 15. yüzyılda Nizâmî'nin Şeyhi ve Eşgi gibi yetenekli tercümanları ortaya çıkmıştır. Orta çağ Türk şairleri, özellikle Türkçe "Hamse" yazan birçok şair, aynı zamanda "Hamse" dışındaki konuları ele alan Ahmedî, Gülşehri, Tutmacı ve diğerleri, bir anlamda Nizâmî'nin tercümanları olarak faaliyette bulunmuş, eserlerinde Nizâmî`den tercümeyle yazılan bölüm ve ayrı ayrı parçalara, beyitlere geniş yer vermişler.

Orta Çağ Doğu çeviri edebiyatından bahseden çalışmalarda Nizâmî'nin eserlerinin eksiksiz çevirileri nispeten geniş şekilde incelendiği halde, bizim geleneksel olarak “dâhili çeviriler” şeklinde adlandırdığımız bu tür kısmen yapılmış tercümelere çok az değinilmiştir. Hâlbuki büyük şairlerin eserlerinde, Nizâmî`nin Mesnevi`lerinden yapılmış çeviri parçalara yer vermek ortaçağ Türk Mesnevi şiirinde bir gelenek haline gelmiştir. Şunu belirtmemiz gerekir ki, böyle bir “dâhili tercüme” Nizâmî`den önce Fars dilli edebiyatına, özellikle kasidelerde Arapça yaranan örneklerden yapılan alıntı tercümelerde açıkça görülürdü. 

          Nizâmî'nin adına şiirden bahsederken çeviri sanatına da değinmesi tesadüf değildir. Nizâmî kendi fahriyesinde şiirden bahsederken çeviri sanatına da değinerek belirtmiştir: 

لغت همه علومی چو از آن نمط بگردد                  سلب دگر یپوشد بسیاقت معانی

آن زبان بگردد           چه نوشتن از وی آید چه رسد به ترجمانینمطی که شعر دارد چو از 

 (Diğer tüm bilimlerin dili değişirse, o başka bir elbise giyer ve içeriği etkilenmez, şiirin üslubu öyle ki, dilini değiştirirsen yazıya ya da çeviriye gelmez).

Bu da, bedii yaratıcılıkta tercümenin henüz Nizâmî`den önce belli bir gelişme süreçi geçirdiğini, Nizâmî ve klasik Türk sanatkârlarının her zaman ilgi odağında olduğunu açıkca gösterir. 

          Bu da malumdur ki, Nizâmî`nin irsi sadece Türk dilli halkları değil, Fars, Tacik, Hint vs. Yakın Doğu halklarının edebiyatlarını da etkisi altına almıştır.  Şairin geleneklerini devam ettiren Doğu sanatkârları onun eserlerinin içeriğinden faydalanmış, bazı parça ve pasajları iktibas etmekle seleflerine yaklaşmıştır. Fakat bu Fars dilli şairlerin eserlerinde  “iktibasla yazılmış”, “içerik benzerliği” olarak kabul edilir. Türk edebiyatında aynı durum “Serbest tercüme”, “Sanatsal çeviri” olarak etkisi gösterir. Bundan dolayı, orta çağ Türk Mesnevi edebiyatı çeviri bolluğu ile nitelendirilebilir. Nizâmî kendisi de, Firdevsi'nin "Şahname"sinde zaten yansıyan açıklamaya gerekli sahnelerin dâhil edilmesinin kaçınılmaz olduğunu kabul ediyor ve hatibin dilinde şöyle diyor:

مگوی آنچه دانای پیشینه گفت         که در درنشاید دو سوراخ سفت

مگر در گذرهای اندیشه گیر           که از باز گفتن بود ناگزیر

 (Geçmiş bilgenin söylediklerini söyleme ki, bir inciye iki delik açmanın faydası yoktur. Fakat düşünceyi düşünceye bağlayan süreçlerde yeniden denilmesi kaçınılmazdır).

Böyle bir iç çevirinin tesadüfi olmadığı gerçeği, seleflerinin mısralarını eserlerinde Türkçeye çeviren Türk şairlerinin notlarıyla da doğrulanmaktadır. Örneğin, 16. yüzyıl Azerbaycan şairi Halife "Leyla ve Mecnun"da geleneksel tema üzerinde yenilik yapma ihtiyacını vurgulasa da, Nizâmî'nin eserlerinden bazı beyitleri Türkçeye çevirerek eserine dâhil etmesini gizlememektedir:

          

Sahib kerem oldur ey nigu nam,

Kim eyleye kendü kesbin inam.

Yoksa ne hünerdir elden almak,

Hem yok yere öyle harc kılmak.

İlla ki, düşer gehi zaruri,

Bu nazmda tercüme ümuri.

Bazi yerin eyledim mütercem,

                                         Ta kalmaya asli kısse müphem...

                           

Ünlü Türk bilim adamı A. S. Levent “Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında “Leyla ve Mecnun hikâyesi” kitabının Türk edebiyatlarında yazılan “Leyla ile Mecnun”lardan bahseden bölümünde bu konuda eser yazan Türk şairlerinin eserlerinde Nizâmî Mesnevilerinin çevirisiyle yazılan tam bir parça ve ayrı ayrı beyitler üzerinde özellikle durarak, orta çağlarda Nizâmî`den yapılan Türk çevirileri konusunda da net bir fikir oluşturmaya çalışır.   

          Araştırmalarda, Nizâmî'nin eserinde yer alan pek çok beyitin Türkçe yazılmış “Leyla ile Mecnun”ların çoğunda çevrilerek kullanıldığını görürüz. Örneğin, ünlü âlim V.Destgirdi'nin yayınında İlhagi bölümünde Leyla`nın dilinden verilen şu beyitleri ele alalım:

دیوانه چرا مرا نهی نام                     دیوانه کسی است کوست خودکام

 (Bana neden “divane” diyorsun. Divane o kişidir ki, sadece kendini sevsin).

          

Nizâmî'nin “Leyla ve Mecnun" el yazmalarındaki bu beyit, 15. yüzyıl Türk şairi Edirneli Şahidi'nin eserinde şu şekilde çevrilmiştir:

                               Beni divane diyü itme bednam,

                              Odur divane kim (ol) oldu hodkâm.

          O beyiti 15.yüzyılın diğer şairi Hamdullah Hamdi şu şekilde çevirir:

Bana sen gerçi divane didün nam,

Veli divane oldur ola hodkâm.

          Ahmet Rizvan`ın eserinde şöyledir;

                                      Bana divane sen niçün kodun nam,

                                      Ana divane derler k’ola hodkâm.

          Nizâmî Leyli`nin girişinde şöyle yazıyordu:

در هر دلی از هواش میلی                        گیسوش چو لیل و نام لیلی

 (Her kalpte ona eğilim vardı, örgüsü gece gibiydi ve ismi Leyli (idi)).

          Bu beyiti H.Hamdi eserinde şu şekilde sunar:

                                      Biri duhterlerin hubiydi xeyli,

                                      Saçının dalı leyli, namı Leyli.

          Şahidi yazıyor:

Camalı matla’i envari-Mevla,

Ruhi şem ü nehar, namı Leyli.

          Ahmet Rizvan`ın eserindeyse bu mısralar orijinale daha yakın bir tarzda yansıtılır: 

Çu her kalbin ana var idi meyli,

Konurdu ismi saçı bigi Leyli.

          Sevdayi`nin eserinde:

Birisinin adı idi Leyli,

Gören kılır idi ana meyli.

          Bu örneklerin sayısını yeterince çoğaltabiliriz. Bu tür iç çeviriler, ortaçağ Türk Mesnevi edebiyatında “Hamse” teması üzerine yazılmış diğer eserlerde de bulunabilir. 

Nizâmî'nin eserlerinden çeviri yoluyla yararlanma geleneği, “Hamse” dışındaki konularda yazılmış ortaçağ Mesnevilerde de kendini göstermektedir.

 14. yüzyıl Türk şairi Gülşehri, Ferîdüddin Attâr`ın etkisiyle yazdığı “Mantıku't-Tayr” eserinde Nizâmî`nin “Yedi Güzel” eserinden Harezm şehzadesinin söylediği “Bişr ve Meliha” masalını serbestce çevirir.  Gülşehri bu eserinde Nizâmî`nin “Hosrov ve Şirin” eserinden,

 

زکم خوردن کسی را تب نگیرد                        زپر خوردن بروزی صد بمیرد

 (Az yemek hiç kimseyi sıtma yapmaz. Çok yemekten her gün yüzü ölür)

beyitini de Türk diline çevirerek eserine dâhil edir.

                                         Az yiyen kişi kaçan seyr u ola,

                                         Çok yemekten günde yüz kişi öle.

          Yine aynı dönemde yaşayan Tutmaçı`nın “Gül ve Hosrov” eserinde rastladığımız 

Seni gamgin dileyen olmasın şad,

Harab olsun diyen bulmasın abad

mısraları da “Hosrov ve Şirin”den çeviridir.

غمی باد آنکه اوشادات نخواهد                              خراب آنکس که آبادت نخواهد

 (Seni mutlu görmek istemeyenler üzülsün. Kim ki, senin iyiliğini istemezse, kendisi mahvolsun).

          Kamal Paşazade'nin "Yusuf ve Züleyha"sında da Nizâmî'nin eserlerinden faylandığı çeviri etkisi gösterir. Şairin eserinde karşılaştığımız şu mısraları gözden geçirelim:

                                              Bu gerdun bir terazuye doserdür,

                                              Birinde sengü, birinde güherdür.

                                              Anınçun dehr-i pürefsun ü neyreng,

                                              Gehi tartar güher, gahi virür seng.

Bu beyitler Nizâmî`nin “Yedi Güzel” eserinden çevrilmiştir.  

 Nizâmî yazıyor:

کاسمانرا ترازوی دوسراست                                    در یکی سنگ و در یکی گهر است

از ترازوی او جهان دو رنگ                                   گه گهر برسر (کف) آورد گه سنگ

 (Gök ölçeklerinin biri taşlı, diğeri mücevherli iki başı vardır. Onun ölçeklerinden bu iki renkli cihan bazen değerli taşlar, bazen de taş alır). 

          Bu açıdan bakıldığında, 14. yüzyılda yaşamış olan Taceddin Ahmed ibn İbrahim Ahmedi'nin eserleri de kendine özgü özellikleriyle öne çıkmaktadır. Ahmedî, "Hamse" konusunda yazdığı “İskendername” eserinin yanı sıra, Salman Saveci'nin etkisiyle yazdığı “Cemşit ve Hurşit” adlı eserinde de Nizâmî geleneklerini takip ederek şairin eserinden tüm pasajları, beyitleri ve mısraları Türkçeye çevirmekle faydalanmıştır. Şairin bu eserindeki:

Şerabi-erğevani idiben nuş,

                                            Nevayi-erqenune dutdular guş.

beyiti Nizâmî`nin “Hosrov ve Şirin” eserinden çevirilmiştir.

سماع ارغنونی گوش میکرد                            شراب ارغوانی  نوش میکرد

          Ahmedi bu beyitte mısraların yerini değişerek onu Türk diline çevirir. Şair Nizâmî`nin

بذل غریبان بیمار هوش                                با شک یتیمان پیچیده گوش

                         

beyitini de “İskendername” eserinden alarak,

                                             Garip olanların bağrı başıyçun,

                                            Zayıf oğlanların gözü yaşıyçun

mısraları şeklinde Türkçe verir. 

Göründüğü gibi, Ahmedî, Nizâmî`nin bu beyitlerini harfen çevirmiyor. Ama bu mısraların Ahmedî'ye ait olduğu da düşünülemez. Onu iktibas çeviri olarak da isimlendirebiliriz. 

Veya aşağıdaki beyiti gözden geçirelim: 

                                     Kapunda sengtür can, tengtür dil,

                                     Ki, gövhersen, sana seng oldu menzil.

Bu beyitte de Nizâmî`nin “Hosrov ve Şirin” eserinde Şapur`un taş sarayda hapsedildiğinden şikâyet eden Şirin`e söylediyi, 

مگر یک عذر هست آن نیز هم لنگ                         که تو لعلی و باشد لعل در سنگ

 (Ancak bir özür var, o da nakistir. Ki sen lālsın, lāl da taşta olur) beyitinin son mısrasının aynen olduğu gibi çevirildiğini görürüz. 

          Ahmedî`nin bu eserinde Nizâmî`nin eserlerindeki tüm pasajların serbestçe yapılan çevirileriyle rastlaşırız. Eserde

Feleklerin kamu mihrabıdur ışk,

Saadet suyunun dolabıdur ışk...

mısralarıyla başlayan aşk üzerine yirmiye kadar beyiti içeren bu pasaj böyle çevirilerdendir. Her iki eserde de yansıtılan bu mısraların karşılaştırılması, ortaçağ Türk çeviri edebiyatının ismi geçen türü konusunda daha ilginç bilgiler elde etmeyi sağlar. Verilen örneklerin sayısı daha fazla gösterilebilir. Tüm bunlar, Nizâmî'nin eserlerinin Türk edebiyatına yayılmasında bu tür iç çevirilerin önemli bir rol oynadığını göstermektedir. İç çeviri, ortaçağ Türk edebiyatında özellikle de,  ahlakî ve didaktik konularda yazılmış tek bir olay örgüsüne sahip olmayan Mesnevilerde Nizâmî`nin eserlerindeki öykülerin Türkçe versiyonuna yansımasında kendisini gösterir. 

14. yüzyılın tanınmış temsilcilerinden Gülşehri, “Mantıku't-Tayr” adlı eserinde, Celaleddin Rumi`nin yanı sıra Nizâmî'nin eserlerinden de bazı öyküleri Türkçe`ye çevirerek eserine dâhil etmiştir. Akademik H. Araslı, “Gülşehri ve Genceli Nizâmî” başlıklı makalesinde, şairi Nizâmî'nin ilk çevirmenlerinden biri olarak nitelendirerek, onun “Mantıku't-Tayr” eserindeki "Leyla ve Mecnun" ve "Bişrname" hikâyelerinin ana içeriğini koruyarak, onları serbestçe bazı eklemeler ve kısaltmalarla Türkçeye çevirdiğini belirtir. 

Bu tür çeviri hikâyelere örnek olarak, Ahmedî`nin "İskendername"sindeki "Tilki ve Boyacı Küpü", T. Yahya'nın "Şah u Geda" eserinden “Leyla ve Mecnun” eserindeki bazı sahnelerle benzeşen tasvirler, Ahmedi'nin "Cemşid ve Hurşid", K. Paşazade'nin “Yusuf ve Zuleyha” eserlerine yansıyan “Sövgendname”lerdeki ayrı ayrı beyitler de gösterilebilir.

          XVI. yüzyıl Türk şairi Güvahi`nin atasözleri, öğretici öykü ve ahlaki öğütlerden oluşan “Pendname” eserinde Nizâmî`nin eserlerinde Farsça kendini gösteren darbi mesel, deyim ve aforizmlerin aynen olduğu gibi Türk diline çevrildiğini görüyoruz.

Türk Mesnevi yazarları bazen şairin ayrı ayrı beyitlerini çevirmeden tazmin usulüyle eserlerine almışlar. Örneğin, “Hüsn ve Aşk” Mesnevi`sinin yazarı Şeyh Galib eserinde seleflerinin izinden gitmediğini belirtirken Nizâmî`nin ismini özellikle zikrederek yazıyor: 

Tarzi selefe takaddüm ettim,

Bir başka lügat tekellüm ettim.

Ben olmadım ol güruha peyrev,

Uymuş bile Gencevîye Hosrov.

Billah bu özge maceradur,

Sen bakma ki, defter-i beladur. (10)

          Buna rağmen, şair fikrini Nizâmî`nin “Leyla ve Mecnun” eserinden alınan aşağıdaki beyitle tazmin etmekle doğrular.

آنکس که ز شهر آشنائست                               داند که متاعی ما کجائی است

 (Aşina şehrinden olanlar bizim mataimizin nereden olduğunu anlarlar). 

Tüm bunlar, ortaçağ Türk Mesnevi şiirinde yaygın olarak kullanılan bu tür kısmen terkip tercümelerin, özellikle bu edebiyatın pek çok örneğinde Mesnevi şiirinin karakteristik bir özelliği olarak ortaçağ Türk şiirinde kabul edilebilir olarak görüldüğünü bir kez daha teyit etmektedir.

           

                                       ***

Türk epik şiirindeki bu tür tercümelerin çokluğu, her şeyden önce ortaçağ Mesnevi literatüründe tartışmalara yol açmış ve genellikle tercüme ve bu tür iç çeviriler hakkında farklı görüşlere yol açmıştır. Ortaçağ Türk şairlerinin eserlerinde çevirinin kullanılması, özellikle Nizâmî'nin eserlerinin çeviri yoluyla kullanılması, ya büyük sorumluluk gerektiren onurlu bir eser olarak görülmüş ya da milli edebiyatın değersizliğini gösteren yaratıcı bir özellik olarak kınanmıştır  

          “Hamse” yazarı olarak tanıdığımız Yusuf Sinan Behişti eserinde zamane şahına hitap ederek, “Tercüme dahi çok iştir, ey şah”  dediyi halde, XVI. Yüzyıl Türk Mesnevi şiirinin diğer ünlü şairi Lamii Çelebi dönemi için büyük önem taşıyan çeviri üzerine şöyle belirtir:

Eyleyüp baği-selefden mive duzd,

İstemek her naheleften eczü muzd.

Hiç olamı layik-ı ehl-i kemal,

Kande kendi qayretün iy bed hisal?

Sofrasına her hasun sunmaktan el,

Hubdur derdile destun ola şel.

          Çeviri üzerine yapılan böyle keskin fikirler ortaçağ Türk “Hamse” yazarı Taşlıcalı Yahya`nın eserlerinde de kendini açıkça gösterir. Denilebilir ki, Yahya Bey, “Hamse”sini içeren tüm mesnevilerinde seleflerine duyduğu saygıyı göstermeğin yanı sıra, eserlerinin orijinal nitelikte olduğunu özellikle vurgulayarak, yeri geldikçe çeviriyi onaylamadığını açıkça belirtmiştir. 

          Nevizade Atai, "Hamse"de yer alan "Sohbetul-Ebkar" eserinde edebiyat camiasının çeviri konusundaki görüşlerini ifade ederek şöyle belirtmiştir.

Ehli-dil tercemeden ar eyler,

Ariyet sahibini har eyler-

          Bununla birlikte, edebî düşüncede olduğu gibi bilimsel ve teorik edebiyatta da tercümeye karşı tutum tartışmasız bir şekilde olumsuz değildi. Henüz 16. yüzyılın başlarında Kastamonulu Lâtifi, “Tezkiretü'ş-Şuarâa”sında döneminin şairlerinin terceme, tazmin, alıntı usuliyle usta sanatkârların eserlerini kullandığını anlatırken, bazı şairlerin başka sanatkârların eserlerinde gördükleri bir manayı orijinal tarzda tazmin ve alıntılama yapmasının makbul görüldüğünü belirterek yazıyordu: “Bir kısmı dahi ustadın nazmında bir mananı görer, onu bir nokteyi-barike aleti-mulahize düşürer. Teb’i-pak ve letafeti-idrak ile ol maniden bir mana dahi hayal eder ve ol sanattan bir sanata dahi intikal eder. Bu kısım şair mebde gibi aksami-mazbureden övla ve nazim-e mühtere gibi cümleden aladır”.

Modern Türk edebiyatı bilim adamı A.S.Levent Türk çeviri edebiyatı üzerine fikir belirtirken kendi bakış açısını aydın göstermeyerek “Kendilerine güvenen şairler tercemeden kaçınmışlar” belirtmiştir. Ünlü Türk araştırmacı Hüseyin Ayan da, “Divan edebiyatında “Hamse”ler” makalesinde bu konuya değinerek, “Ağızda dolaşan ve zehinleri bulandıran, Divan edebiyatımızı genellikle değersiz gibi göstermek isteyenler bir de tercümeden bahs ederler”  diye yazıyor ki, bu fikre katılmak imkânsız. Yazar bu sözlerle çeviriye yönelik olumsuz tavrını sadece göstermiyor, aynı zamanda çevirinin Türk divan edebiyatında geniş bir yere sahip olduğunu da neredeyse reddeder. Aslında, çevirinin kendisi sanatsal yaratıcılıktır. Ayrıca Nizâmî gibi büyük söz ustasının eserlerini, beyit ve mısralarını Türkçeye çevirmek şerefli, aynı zamanda şerefli olduğu kadar da sorumlu bir iştir. Buna taklit, hırsızlık demek doğru değildir. Herhangi bir sanat eserinin başarılı bir şekilde tercüme edilmesi, beyitler, mısralar, alıntılarla zenginleştirilmesi, onun müstakil eser olmasına helal getirmez.

Ortaçağ Türk şairlerinin Doğu edebiyatının ünlü örneklerini Türkçe kaleme almasındaki amaç, Türk okurlarını Fars dilinin manevi zenginlikleriyle tanıştırıp, onlara Türk şiir dilinin inceliklerini göstermekti. Bu açıdan bakıldığında bu tür tercümeler, köklü geleneklerle Türk edebiyatında Doğu halklarının edebî ve kültürel başarılarının ulusal bazda bir yansıması olarak yorumlanmaktadır.

Dr. Ülker Memmedova, bu sorunun inceliklerine derinlemesine ışık tutan “Doğu şiirinde “Sariga ve onun türleri” adlı makalesinde Arapşünas âlim A.B.Kudel'in, arap bilim adamı Hanna El-Fekuri ve İbn Raşid`in araştırmalarına dayanarak orta çağ Doğu şiirinde “Sariga”nın olumlu anlamda anlaşıldığını kaydedir.

Bütün bunlar, ortaçağ Türk Mesnevi şiirinde yaygın olarak kullanılan bu tür kısmı ve terkip tercümelerin, özellikle Mesnevi şiirinin olumlu bir özelliği olarak şiirde kabul edilebilir görüldüğünü bir kez daha teyit etmektedir. Türk yazarlar gururla, Nizâmî'nin övgüsüne geniş yer vererek, onun sanatından etkilendiklerini gururla belirmiş, çoğu zaman şairin ismini zikretmeseler de, edebiyat camiası tarafından iyi bilinen şiirlerini, tamamen farklı noktalarda özgün sanatsal amaçlarla kullanılmışlar. 

Orta çağ Türk Mesnevi yazarlarının büyük öncülleriyle ideolojik ve sanatsal bağlarını vurgulayan bu tür iç çeviriler, yalnızca edebî ve sanatsal bağları daha da güçlendirmekle kalmamış, aynı zamanda Türk epik şiirinin içerik zenginleştirmesi ve şiirsel gelişimi üzerinde de belirli bir etkiye sahip olmuştur.

          

 

 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 174. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 174. Sayı