Osman Çeviksoy’un “Vazgeçme Gönül” Kitabı Üzerine


 01 Ekim 2024

Osman Çeviksoy günümüz hikâye üstatlarından biridir, belki de en önde gelenidir.  Yazdığı bütün hikâyeler günlük hayatın içinden alınıp, sade bir anlatımla okuyucuya sunulmuştur. Hikâyelerinde kullandığı dil halkın anladığı, konuştuğu sade dildir. Anlatımlarda mübalağaya kaçılmadan kaleme alınan hikâyelerin okuyucu tarafından daha çok beğenileceğini düşünüyorum. Şahsen ben sadeliği önemsiyor, daha güzel buluyorum. Mübalağaya kaçıldığı zaman yapmacık cümleler devreye giriyor, yazarını gülünç duruma düşürebiliyor. Hikâyenin de sadelikten gelen güzelliği uçup gidiyor. Kitaplarında yapmacık kelimelerden, yapmacık cümlelerden, yapmacık anlatımlardan kaçınması Osman Çeviksoy’u sahasında bir kat daha yüceltiyor.

Elimde Osman Çeviksoy’un “VAZGEÇME GÖNÜL” kitabı var. Ben kitaptaki her hikâyeyi en az iki defa okudum. Hatta bazılarını (Yeşil Mercimek Çorbası, Takıntılar… vb.) üç dört defa okuduğum oldu. Osman Çeviksoy hikâyelerinde vermek istediği mesajla hem tenkidin en güzelini yapıyor hem de mesajı en güzel şekilde veriyor. “Yeşil Mercimek Çorbası” hikâyesinde ülkemi yönetenlerin Türk insanına reva gördükleri yabancı mallara “market” raflarında arz-ı endam ettirirken, yerli malların çakmakla arasan bulunamayacak hâle geldiğini vurguluyor. Evlilikleri süresince birbirlerine hiç yalan söylememiş karı-koca var. Bunlar, yabancı menşeli bir malı tencerelerinde kaynatıp yemek diye yememişler. Hasta yatağındaki kocasına “Yeşil Mercimek Çorbası” pişirebilmek için bakkal bakkal, market market dolaşan cefakâr Türk kadınının halini, eşine bağlılığını hikâyeyi okuyunca anlıyorsunuz.

                “Takıntılı” adlı hikâyede ele alınan konuyla geçmişte çok kez karşılaştığımız olmuştur. Kimi zaman “kılık, kıyafet”, kimi zaman “başörtüsü (namı diğer türban), kimi zaman “bıyık, sakal” gibi sebeplerle yaşantılarımıza müdahale edilmiştir. Hikâyede bu konu edebî çerçeve içinde kalınarak işlenmiştir.

“Vazgeçme Gönül” kitabındaki hikâyelerden anlaşıldığı gibi Osman Çeviksoy bir “vefa” insanı, bir “vefa” hikâyecisidir. “Koşarak Yaşayan Adam”, “Erken Bırakıp Giden”, “Yazılmamış Roman” hikâyelerinde gördüğümüz gibi bugün hayatta olan ve olmayan kadim dostlarını anlatmış. Dostlarının güzelliklerini, anlatırken “tılsımlı” cümleler kullanmış. İlköğretim müfettişlerinin ilkokul öğretmenlerinin ensesinde boza pişirdiklerini (öğretmenlik hayatımda çok da güzel ilköğretim müfettişlerini de gördük. Allah onlardan razı olsun.) düşündükçe; “…teftişine gittiği öğretmenlere müfettişlik değil, rehberlik yapıyordu.” diyerek rahmetli Osman Baş’ın en önemli özelliğini belirtirken, “Öğrencisini ilk yıllarda kardeş gibi, daha sonra evlat gibi seven, başarılarına sevinen ve hemen belli eden, başarısızlıklarına üzülen ancak belli etmeyen, hiçbir zaman öğrencisinden umut kesmeyen kişi öğretmendir.” diyerekten öğretmende olması gereken vasfı Himmet Biray’la aktarıyor. “Duyguların denemeyle güzelleşeceğini, düşüncelerin denemeyle olgunlaşacağını, hayallerin denemeyle kanatlanacağını söyleyecekti.” cümlesinde de Hüseyin Özbay’dan bahsediyor.

“Boyalı Süleyman” hikâyesinde bir imamın nasıl olması gerektiğini vurgularken, elindeki servetini cami yapımı için harcayan ama insan ilişkisini kavramamış zenginlerin durumunu gözler önüne sermiş bir bakıma.

Kıyıda köşede bilinmeyen öyle güzel insanlar var ki bunları bulmak, bunlardan faydalanmak “Gönül Bağı” hikâyesiyle yol gösterilmiş.

Eskiden çay bardakları ince belli olurdu. Hatta tam belin inceldiği yerde bir kuşak gibi çizgi vardı. Bunun için böyle bardaklara “Kız Belli Bardak” denirdi halk arasında. Osman Çeviksoy da “İnce Belli Cam Bardak” hikâyesiyle konuşmalarda, hareketlerde, toplantılarda davranışlarımızın nasıl olması gerektiğini bir güzel anlatıvermiş.

“Boşluğa Konuşan Adam” hikâyesinde ise “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” atalar sözünün güzelliğine şahit olursunuz.

“Taşıyıcı” hikâyesinde ise okumayı seven bir insanın yapabileceği güzelliği anlatırken çocuğa okumayı sevdiren “ana, baba ve öğretmen” üçlüsünün önemi gözler önüne seriliyor.

“Çanakkale Gülü” hikâyesi için çok şey yazılmalı bence. Okuyan bir babanın, evladına okuma sevgisini kazandırmak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadığı anlatılıyor. Bu yolda karşılarına çıkan güzellikler anlatılırken çocuklarımıza vereceğimiz isimlerin de önemine dikkat çekiliyor.

“Kör Zamanlarda” hikâyesini okurken ufkunuzun nasıl açılacağını, okudukça öğrenilen yeni yeni kelimelerin bizi, sözlerimizi nasıl güzelleştireceğini anlıyoruz. Bir kelimenin çok farklı manalara gelebildiğini öğrendikten sonra konuşmalardaki değişiklikler, güzellikler ancak bu kadar güzel ifade edilebilir. 

“Yüz Beş Günlük Ölüm” hikâyesini de okuyarak öğreniverin.

Gelelim kitaba ad olan “Vazgeçme Gönül” hikâyesine. Birbirini seven iki gençten kızın babası “olmaz” derse, buna karşılık oğlanın babası da “olmaz” derse gençler ne yapsın? İşte böyle bir durumda bu hikâyeyle gönül sesine uyulması öne çıkarılmış. 

Sözün burasında ortaokulda okurken Türkçe öğretmenimiz Bilge ÇELİK hikâyenin tanımını yaparken “yaşanmış veya yaşanabilir olayların anlatılması” derdi. Osman Çeviksoy’un hemen bütün kitaplarını okudum ve bütün hikâyelerinde “yaşanmış veya yaşanabilir olayları” anlattığını gördüm. Bu yönüyle de Osman Çeviksoy günümüz hikayecilerinin “uç beyi” olmayı bence çoktan hak etmiştir.

Son söz olarak kitaba ad olan “VAZGEÇME GÖNÜL” hikâyesinden ziyade “Yeşil Mercimek Çorbası” ve “Takıntılar” adlı hikâyelerden biri kitaba ad olarak verilebilirdi. Bence bu iki hikâye VAZGEÇME GÖNÜL’den daha çarpıcı ve dikkat çekicidir. Tabii ki biz okuyuculara düşen yazarın kararına saygı duymaktır. 

Öncelikle “Teşekkürler Osman Çeviksoy.” diyelim. Bize kendi dünyamızdan böyle güzel hikâyeler okuttuğun için teşekkürler Osman Çeviksoy. 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 214. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 214. Sayı