HaftanınÇok Okunanları
COŞKUN HALiLOĞLU 1
KEMAL BOZOK 2
HİDAYET ORUÇOV 3
Kardeş Kalemler 4
Emrah Yılmaz 5
BAYAN AKMATOV 6
MARUFJON YOLDAŞEV 7
TÜRKİYE
PAPAZ BUNLAR / Osman Çeviksoy
Gözleve’de ortalık kararmaya başlayınca gün boyu devam eden karşılıklı top atışları önce seyreldi, sonra tamamen durdu. Ortalık derin bir sessizliğe gömüldü. Ardından gecenin burada, siperlerde, eller tetikte geçirileceği emredildi. Denize yakın olmalarına rağmen ortalık buz kesiyordu. İstanbul’un tatlı, ılık havası uzaklarda kalmıştı.
Çorumlu Hasan, gecenin sabaha yakın en soğuk saatlerinde, karargâhın Rus birlikleri tarafında nöbetteydi. Kırsalın bodur çalılarla kaplı iki yüz adımlık hattı ona emanet edilmişti. Dinlenmeye çekilmiş askeri, yaralılara ilk müdahalenin yapıldığı sargı çadırlarını, daha gerilerdeki çadırdan hastaneleri, kıyının biraz açığındaki çıkarma gemilerini, Türk ordusunun itibarını, memlekette bırakıp geldiklerini, top yekûn devleti koruduğuna inanıyordu. Sadık hocanın, babasının söyledikleri aklından hiç çıkmamıştı.
Gece, mehtaplı, pırıl pırıl değilse de çok da karanlık sayılmazdı. Çalılar, koyu karartılar olarak görünüyordu. İnsanlara, atlara, develere benzeyen koyu karartılar… Hasan’ın gözleri sürekli düşman tarafını tarıyor, kulakları düşman tarafını dinliyordu. En küçük bir hareketi görmeye, en zayıf bir çıtırtıyı duymaya hazırdı. Nöbet hattını bir aşağı, bir yukarı sürekli adımlıyordu. Hareket halinde olmak Kırım’ın Gözleve ayazına karşı onu daha güçlü kılıyordu.
Nöbet değişiminin yaklaştığı bir sırada birkaç uzak karartının hareket ettiğini gördü. Bir çalının ardından diğer çalının ardına geçiverdiler. Yaban hayvanı ya da başıboş kalmış evcil hayvanlar olabilirdi. Durdu, kulağı seste, gözleri o noktada, kıpırdamadan bekledi. Bir süre ne ses duyabildi ne hareket görebildi. Yanılmış olabileceğini düşünmeye başladığı sırada, hareketli karartıları bir kere daha gördü. Gözlerini ayırmadığı çalının arkasından üç karartı başka bir çalının arkasına geçiverdi. Fazla beklemediler, başka bir çalının arkasına kaydılar. Eğilerek yürüseler de karartıların insan olduğunu belliydi.
Her çalı değiştirmede Hasan’a biraz daha yaklaşıyorlardı. Doğrusu heyecanlandı. Bunlar Türk tarafına sızmaya çalışan Rus askerleri olabilirdi. Yüksekçe bir çalının gerisinde durup onları beklemeye başladı. Gece hareketsiz bekleyen her insan bir çalıya, her çalı bir insana ne kadar çok benziyordu.
Hasan, iyice eğilerek neredeyse yerde sürünerek iki çalı değiştirdi. Öyle bir ayarlama yaptı ki yaklaşmakta olan meçhul kişilerin arkasına saklanacakları son çalı onun yanında beklediği çalı olacaktı. Sonra Hasan kafasına koyduğu planı bir güzel uygulayacaktı. Kimlerdi, niçin geliyorlardı bilmiyordu ama Çorumlu Hasan’a yaklaşıyorlardı. “Onların yerinde olmayı istemem.” diye geçirdi içinden. En ufak bir korku duymadığı gibi heyecanı da geçmişti. Arkasında bulunduğu çalıdan bir önceki çalıya geçerlerken onları daha yakından görebildi. Onlar, çevreyi dinlerken Hasan da onları inceledi. Orta boylu, kadınlarınkine benzer uzun giysili, üç kişiydiler. Ellerinde tüfek, tabanca, sopa benzeri hiçbir şeyleri yoktu. Silahsız ve sivil görünüyorlardı.
Sabahtan akşama kadar babasıyla demir dövdüğü günleri, panayırlarda kazandığı güreşleri hatırladı. Kendine güveniyordu. Silah kullansa karargâh uyanır, Rus askerinin gece baskını yaptığı sanılarak ortalık karışırdı. Bu işi silah patlatmadan, gürültüsüz halledecekti.
Onların dikkatini çekecek kadar hareket etmeden, duyacakları kadar ses çıkarmadan, hafifçe yana kaydı, tüfeğini çalının alt dalları arasına sakladı. Çömelerek kendisini de iyice gizledi. Ölçülü, sessiz nefes alıp vererek beklemeye başladı. Çok geçmeden geldiler. Önünde hareketsiz durup çevreyi dinlemeye başladılar. Sonra anlamadığı dilden fısıltıyla konuşmaya başladılar. Rusça olmalıydı. Üzerlerinde asker kıyafetine hiç benzemeyen, topuklarına kadar uzanan geniş, elbiseleri vardı. Üçü de erkekti. Konuşmalarından ve kıyafetlerinden Türk olmadıkları açıkça anlaşılıyordu. İyi niyetli olmadıkları saklana saklana gelişlerinden zaten belliydi. Hemen önündeydiler. Nefes alıp verişlerini duyabiliyordu.
Hasan yavaşça doğrulup bir adımda yanlarına vardı. Dönüp onu görmelerine fırsat tanımadan iki yumruğumu havaya kaldırıp iki balyoz gibi ikisinin beynine indirdi. İkisi de yere yığıldı. Üçüncüsüyle karanlıkta göz göze geldiler. Gözlerinin korku ve şaşkınlıkla açıldığını sanki fark etti. Bir şey söylemesine fırsat vermeden beynine indirdiği kuvvetli bir yumrukla onu da yere serdi. Yerde hareketsiz yatarlarken yaz kış belinden eksik etmediği, Sadık Hocanın hediyesi kuşağını çıkardı. Kuşağı kalın bir ip gibi kullanarak üçünü de boyunlarından birbirlerine bağlarken biri kendine gelir gibi oldu. Yeni bir yumrukla onu tekrar bayılttı. Sonra üçünü birbirine öyle bir bağladı ki kaçmak bir yana ayağa kakmaları bile mümkün değildi. Tüfeğini sakladığı yerden alıp çevreyi gözetleyerek başlarında beklemeye başladı.
Ortalık yavaş yavaş ağarıyordu. Önce biri, sonra üçü de kendine geldi. Gözünü açan başlarında bir Türk askerini ve namlusu kendilerine çevrilmiş tüfeğini gördü. Üçü de boğazlarından bağlı oldukları için güçlükle, boğuk sesleriyle Hasan’a anlamadığı kelimelerle bir şeyler anlatmaya çalıştılar. Hasan’a yabancı gelmeyen tek kelime “papaz” oldu. Üçü de bu kelimeyi kullandı. Elbette boşa konuşuyorlardı.
Nöbetçi çavuş yanında nöbeti devralacak erle birlikte gelince yerde yatan üç adamı gördü ve hayretle sordu:
“Kim bunlar?”
“Ben de bilmiyorum!”
“Kim bağladı?”
“Ben bağladım.”
Olup biteni kısaca anlatı. Çavuşla birlikte üç meçhul kişiyi çözüp ayağa kaldırdılar. Çavuş, üçüne birden kim olduklarını azarlar gibi sorunca biri bir şeyler anlattı fakat kimse bir şey anlamadı. Tanıdık gelen tek kelimeden ve kıyafetlerinden hareketle Çavuş;
“Papaz bunlar!” dedi.
Üç papazın gece vakti buralarda ne işi olabilirdi ki akıl erdiremediler. Yürümelerine engel olmayacak biçimde yeniden bağladılar. Karargâha götürüp teslim ettiler. Sorgulanmak üzere nezarete alındı. Nöbetçi subay (yüzbaşı), Hasan’ın ve nöbetçi çavuşun söylediklerinden hareketle kısa bir tutanak hazırlayıp altına 18 Şubat 1855 tarihini yazarak imzaladı. Okuma yazmasının olmadığını düşünerek Hasan’ın parmak basmasını istedi.
“Okuma yazmam var komutanım, ben de imzalayabilirim!” dedi Hasan.
Nöbetçi subay uzunca bir süre onun yüzüne baktı. Bakışı, biraz inanamamış gibiydi. Erler içinde okuma yazma bilen yok denecek kadar azdı. Olumlu cevap almak isteğini yansıtan bir ses tonuyla sordu:
“Mektuplarını kendin okuyup yazabiliyor musun?”
“Elbette komutanım. Okuma yazma konusunda arkadaşlarıma da yardımcı oluyorum.”
“Aferin asker!”
Az önce kullandığı diviti tekrar mürekkebe batırıp Hasan’a uzattı. Gösterdiği yere okunaklı, güzel bir imza attığını görünce sevindi. Çünkü erler arasında okumasını bilen az çok olsa da hem okumayı hem yazmayı bilen yok gibiydi. Nöbetçi subay, tutanağı nöbetçi amirine göndermek üzere zarfa koyarken onlar çadırdan çıktılar. Muhtemelen nöbetçi amirinin emriyle sorgulama başlayacak, sonuç Serasker Rıza Paşa’ya bildirilecekti.
Nöbeti sırasında Çorumlu Hasan’ın yakaladığı üç kişiyle ilgili sorgulama hemen başladı. Fakat görevli subaylar tutanaktaki bilgileri yeterli bulmamış olmalılar ki olayı ayrıntılı anlattırmak üzere nöbetçi Er Çorumlu Hasan’ı çağırttılar. Sorular sorarak yakalama ve etkisiz hâle getirme olayını baştan sona anlattırdılar. Olayla hiç ilgisi olmadığı hâlde ailesiyle ilgili sorular da sordular. Babasının kılıç ustalığına, kendisinin avcılığına, biniciliğine, güreşçiliğine kadar her şeyi sordular. Verdiği cevaplardan sonra Çorumlu Hasan’ın üç kişiyi silah kullanmadan yakalayıp kıskıvrak bağlayarak etkisiz hale getirebilecek kafa ve kas gücüne sahip olduğuna inandılar.
Sorgulamanın ardından önce subaylar arasında yayılan, sonra da askere ulaşan bilgi şaşırtıcıydı. Papaz kıyafetli kişiler papaz değil, Rus fedaileriydi. Onlardan alınan bilgiler karargâhın çok fazla işine yarayacaktı. Hasan bilmeden büyük bir işi başarmış, cephedeki askere en büyük yardımı yapmıştı. Sorgulama heyeti Hasan’ı kutladı. Hatta heyetinin en yüksek rütbeli subayı albay yerinden kalkıp geldi “Aferin evladım!” diyerek onu alnından öptü.
Gün, Rus topçularının taciz atışlarıyla başladı.
Nedense Türk topçuları karşılık vermedi. Ne gemiler ne de karada mevzilenmiş topçulardan topunu ateşleyen çıkmadı. Bu, anlaşılmaz bir durumdu. Daha da anlaşılmazı Türk birliklerinde müthiş bir hareketlilik vardı. Hızlı bir yer değiştirme hazırlığı yapılıyordu. Görünüşe bakılırsa bu kesinlikle geri çekiliş hazırlığıydı. Çadırlar sökülüyor, erzak sandıkları atlı arabalarla gemilere gönderiliyordu. Hatta vatana dönüyoruz diye sevinenler, ateş altında üç beş saniyelik halay tutanlar, memleket türküleri çağıranlar bile vardı.
Tam anlamıyla dağıtılamayan Rus ordusu karşılarında saldırıya hazırlanırken çekilmek olur muydu? Çok tuhaftı ve pek çokları gibi Hasan da içine sindiremiyordu. Mademki sonuç almadan döneceklerdi, koskoca Karadeniz’i aşıp buralara kadar niçin gelmişlerdi? Ne diye çıkarma yapmışlar, karada tutunup ilerleyebilmek için çatışmalara girmişler, yaralanmışlar, şehit düşmüşlerdi? Dönüş hazırlıklarını niçin geceden değil de gündüz gözüne, hem de göstere göstere yapıyorlardı?
Gece nöbetindeki başarısına güvenerek nöbetçi subayını buldu. Yüzbaşıyı hazır ola geçip güzelce selamladıktan sonra;
“Bu neyin hazırlığıdır komutanım, dönüyor muyuz?” diye sordu.
Tutanağa parmak basmak yerine imza atmak istediğini söylediğinde yüzüne nasıl baktıysa yine öyle baktı Yüzbaşı. Hasan’ı rahatlatan bir bakıştı bu. Hasan sorusunu cevaplayacağını sandı. Fakat o kaşlarını çatıp suratını karartarak bastı azarı:
“Haddini ve beklemesini bil Hasan! Yıkıl karşımdan!”
Büyük hayal kırıklığı yaşadı. Akla gelen her sorunun komutanlara sorulmayacağını da anlamış oldu. Evet, bu hadsizlikti. Peki ya beklemek… Onu da bekleyip görecekti.
Yüzbaşının dudaklarından dökülen iki kısa cümleyi gün boyu kafasından atamadı.
Akşam oldu, ordu yerinden kıpırdamadı. Gece Rus birliklerinden büyük bir baskın bekleniyormuş da anında karşı taarruza geçilecekmiş gibi hazırlıklar yapıldı. Aksine baskın olmadığı gibi taciz atışları bile yapılmadı. Rus askerleri tarafında dikkat çekici, anlaşılmaz bir sessizlik sabaha yakın saatlere kadar sürdü. Ufkun belirli belirsiz ağarmaya başladığı sırada Türk askerine sessiz ve her an tetikte ilerleme emri verildi. Gece boyu teçhizatını zaten çıkarmamış olan asker mevzilerinden doğrulup düşmana doğru yürüdü. Aradaki mesafeyi hayli kısaltırken onların top menziline de girmiş olduk. Komutanlara göre düşmandan Türk askeri üzerine top atışı beklenmiyordu. Ortalık iyice ağarmaya başladığında düşman birliklerinin sağ ve sol taraflarından top sesleri gelmeye başladı. Bu sesler komutanları sevindirdi. Ardından sessiz ilerleyiş başladığından beri beklenen emir geldi:
“Hücum ileri!”
“Hücuuum! İleriii!”
Gökle yer arası bir anda top, tüfek ve “Allah, Allah!” sesleriyle, toz, duman, barut ve kan kokusuyla doluverdi. Önce kurşun atımı mesafesinde, sonra gırtlak gırtlağa bir mücadele oldu. Ölenler, yaralanıp cephe gerisine çekilenler oldu. Güneş öğle vaktini müjdelerken Rus ordusu dağılmış, bir kısmı esir alınmış, kalanlar geri çekilmeye başlamıştı. Aslında çekilmiyorlar, kaçıyorlardı. Zafer Türk askerinindi. Müttefik İngiliz ve Fransız askerleri cepheye ulaşmadan kazanılan bu zafer tamamen Türk askerinin zaferiydi. Tarih Gözleve zaferini Türk askerinin kazandığını yazacaktı. Bu sonuç subay, astsubay, er, erbaş herkesin moralini yükseltti.
İkindi sonrası karargâhta düzenlenen subaylar toplantısı sona ermeden Hasan’ı da çağırdılar. Hasan kafasında kocaman bir soruyla gitti. Niçin çağırmış olabilecekleri konusunda en küçük bir fikri yoktu. Görevliler dışında en düşük rütbelisinden en yüksek rütbelisine kadar alayın bütün subayları oradaydı. Azarını işittiği Yüzbaşı, Hasan’ı nöbetçi astsubaydan teslim alarak komutanların huzuruna çıkardı. Nöbeti sırasında papaz kılıklı üç Rus fedaisini silah kullanmadan yakalayıp kıs kıvrak bağlayan yiğit Türk askeri, Er Hacı Hasan olarak tanıttı. Üç fedaiden biri çevreyi adım adım bilen yöre kaymakamı, ikisi stratejik bilgilere sahip, bomba uzmanı Rus subaylarıymış. Nöbet görevini ifa etmekte olan Hasan’a yakalanmasalarmış cephe gerisine kadar sızacaklar, cephanelikleri havaya uçuracaklarmış.
Yüzbaşı, üç fedai hakkında daha fazla bilgi vermedi. Zaten daha önce subaylar bilgilendirilmişti. Hasan için de bu kadar bilgi yeterliydi.
Yüzbaşı, önde oturan yüksek rütbeli subaylardan Alay komutanını davet etti:
“Buyurun komutanım!”
Alay komutanı hemen arkasındaki yaveriyle birlikte yanlarına geldi. Er Hacı Hasan ’dan övgüyle söz etti. Nöbetti sırasında gösterdiği yüksek cesaret ve başarıdan dolayı Türk ordusunun bu cesur ve kahraman erle gurur duyduğunu söyledi. Hasan’ı iki omuzumdan sertçe kavrayıp alnından öptü. Yanında bekleyen yaverinin tuttuğu madalyayı alıp göğsüne taktı. Tekrar yaverine dönüp üzerine sarı iplikle onbaşılık rütbesi işlenmiş kolluğu alıp koluna taktı. Herkesin duyabileceği, yüksek bir sesle konuştu:
“Çorumlu Hacı Mustafa oğlu Er Hacı Hasan! Gösterdiğin yüksek başarıdan dolayı, ordumuz seni iftihar madalyası ve onbaşılık rütbesiyle ödüllendirmiştir. Hayırlı olsun! Yolun açık, vatana hizmetin daim olsun.”
Alay komutanı Hacı Hasan ’ı bir kere daha alnından öpüp yerine geçti.
Hacı Hasan alayda görevli bütün komutanların bakışlarını üzerinde hissediyordu. Komutan tarafından madalyası ve rütbesi takılırken öyle sevinmiş, öyle heyecanlanmıştı ki alkışlandığını bile duymamıştı. Saatler önce azar işittiği bölük komutanı onu toplantı çadırından dışarı nasıl çıkardı, anlamamış, bir anda kendini dışarıda buluvermişti. Dünyanın en büyük mutluluğunu yaşıyordu. Hiçbir nesneyi görecek, hiçbir sesi duyacak, hiçbir hareketi anlayacak hâlde değildi. Sanki ayakları yerden kesilmiş, ruhlar âlemine yükselmiş gibiydi. Aklında annesi, babası ve Sadık Hoca vardı. Onlara, madalyalı onbaşı olduğunu haber verebilse kim bilir ne kadar sevinirler, onunla ne büyük gurur duyarlardı.
Herkes sonradan anladı ki askere geri çekiliş hazırlığı gibi görünen hareketlilik meğer hücum hazırlığıymış. Gündüz gemilere götürülen boş erzak sandıkları hava kararınca doldurularak mühimmat sandıklarıyla birlikte geri getirilmişti. Geri dönüş süsü verilerek çadır sökmeler, toparlanma gösterileri, düşmanı oyalama, yanıltma taktikleriymiş. Bu oyunlarla kazanılan zaman, Rus ordusunu Osmanlı topçularıyla kuşatmak için kullanılmış. Sabah erkenden top atışlarıyla başlayan eş zamanlı harekât sonucunda zafer kazanılmıştı. Harekâtın erkene çekilmesinde, başarıyla yürütülmesinde, Rus birliklerinin parçalanarak çökertilmesinde papaz kıyafetli üç fedaiden alınan bilgiler etkili olmuştu. Komutanların söylediğine göre Onbaşı Hasan, Türk askerinin Gözleve zaferinde en büyük pay sahibiydi.