Patik ve Battaniye


 01 Şubat 2023


PATİK VE BATTANİYE

Demet BİLGİN

“Peki, sen nasıl istersen öyle olsun Nesrin!” dedim ve mutfağa geçtim. Nesrin hâlâ söyleniyor, on yıl önceki meseleleri anneme bir bir hatırlatıyordu. Ah Nesrin ah! Hep böyleydi, kıskançlık damarı bir tuttu mu asla bitmezdi söylenmesi. Ta ki kendi içi soğuyup nefes almaya karar verene kadar. İşte o zaman kırdığı kişinin yanına gider, en saf ve masum sesiyle karşısındakine seslenirdi, bu onun için barışalım demenin kısa bir yoluydu. Sonra karşısındaki de ona bir iki surat asar ama birkaç dakika geçmeden o da kabul eder, hiçbir şey yaşanmamış gibi sohbete başlanırdı. Kısacası bizim evde oldum olası kavgaları başlatan da bitiren de Nesrin ve kıskançlığıydı. 

Bugünün kıskançlık sebebi ise anneannemin bıraktığı çocuk patiği ve battaniyesiydi. Annem bunları ikimiz arasında paylaştırmayı düşünüyor ama Nesrin ikisini de istiyordu. Annem ısrarla birini bana birini ona vereceğini söylüyor ama o, ikisini de istiyordu. Kendisinin hamile olduğunu, benim daha evlenmediğimi üstüne bastıra bastıra vurguluyordu. Haksız da sayılmazdı, sonuçta benim önümdeki belirsizliğin aksine onun bebeğini kucağına alması için sadece günler kalmıştı, belki de saatler. 

Annem patiği ve battaniyeyi bizim önümüze getirmiş “Seçin, biri senin biri senin. Anneannenizden hatıra.” demiş ve olacakları sezmiş gibi odadan çıkmıştı. Nesrin önce battaniyeyi eline almış, onları bırakmış patiği eline almış ve uzun uzun incelemişti. Anneannemizden bahsetmiştik biraz; nur yüzünden, sevgi dolu sesinden, tatlı tatlı kızmasından… Duygulanmıştık ikimiz de. İkimiz de patik ve battaniyenin birer zaman tüneli olduğunu biliyorduk. 

Böyle tatlı tatlı sohbet ederken bir anda Nesrin “Abla ben ikisini de alayım, sen zaten evlenmedin, ne yapacaksın bunları? Benim oğlan kullanır ikisini de.” demiş ve benim de kabul ettiğimi varsayarak zafer gülümsemesiyle bana bakmıştı. Hangisine daha çok kızdım bilmiyorum ama ona tek bir cevap verdim: Hayır! Nesrin’in yüzünde anında kıskançlık ve öfke dolu bir ifade belirdi. Kardeşimin bakışını tanıyordum. Bu bakışı felaketin uyarısıydı. “Sen zaten bir şeyi de kabul et! Karnım burnumda benim, sen beni üz! Sen ne yapacaksın bu patiği ve battaniyeyi? Daha evlenmedin bile. Çocuk eşyası ne işine yaracak ki?” diye başladı söylenmeye. Ben de arada bir şey demeye çalışıyordum ama Nesrin daima kendi öfkeli cümleleri ile sözümü kesiyordu. Dayanamayıp sesimi yükselttim ve “Anneannemden hatıra ve biri benim, istediğini seçme hakkını sana veriyorum.” Allah, yandık! Bu cümle onun için ateşleme tetiği gibi oldu. “Lütfettin ablacığım, seçme hakkını bana veriyormuş. Bak sen ya! Sen şehir dışına gittiğinde onlara kim baktı? Sen değil! Anneannem bunları nasıl ördü, sen biliyor musun? Yok, bilmezsin! Bir okuma sevdasına gittin sen evden. Ben hepsini biliyorum ama sen bilmiyorsun. Ona annemle biz baktık, sen değil…” En yaralayıcı sözleri bulmanın üstadıydı kardeşim. Yaralarını bilir, ona göre kelimeleri seçer ve öfkeyle öyle bir söylerdi ki dünyanın o an başına yıkılmasını tercih edebilirdin. Hem bağırmaya hem de odada bir aşağı bir yukarı yürümeye başladı. Annem ve Nesrin’in eşi Ömer odaya bu esnada girdiler. Nesrin’i sakinleştirmeye çalıştılar. O sakinleşmenin aksine daha da öfkeleniyor, sesini biraz daha yükseltiyordu. Ben her zaman olduğu gibi onun kıskançlık damarının geçmesini bekledim. O böyleydi işte! İlk doğan olduğum için, liseyi ve üniversiteyi dışarıda okuduğum için, bir akraba ile ondan daha iyi anlaştığım için, anneme biraz fazla sarıldığım için, ona alınan pantolondan beş lira fazlaya bana pantolon alındığı için, bayramda annemin elini ondan önce öptüğüm için, kısacası her şey için kıskançlık duyabilir ve kavga çıkabilirdi.

Bir an ayağa kalktım ve “Peki sen nasıl istersen öyle olsun!” dedim ve çıktım odadan. İçeri gitmemek için mutfakta kendime iş buldum. İçeriden gelen sesler kesildi, benim kıskanç kardeşim şimdi vicdan muhasebesine başlamıştır. Birazdan yanıma gelecek, ben de ona biraz tavır yapacağım. Sonra yine can ciğer kuzu sarması olacağız. Böyle gelmiş böyle gidecekti bu. 

Birkaç dakika geçmedi ve mutfak kapısı hafifçe açıldı. Dönüp arkama baktım ve Nesrin’i gördüm. Bir taraftan karnını tutuyor bir taraftan da en masum hâlini takınıp bana bakıyordu. “Ablaaa.” Ben cevap vermedim. “Ablaaa…” Ben yine cevap vermedim. Sonra biraz bekledi “Abla. Tamam, biri senin biri benim olsun. Ama!” Bu ama normalde özür dileme tonundan farklı geldi, ben yine de dönüp bakmadım. Birkaç saniye geçti. “Abla!” Bu ses özür sesi değildi. Arkamı bir döndüm ki Nesrin dizlerinin üstündeydi ve karnını tutuyordu. Çok heyecanlandım. Bu sefer evde benim sesim yükseldi. “Ömerrr! Anneeee! Nesrin’in sancısı başladı, hemen hastaneye gitmeliyiz!” 

Arabaya bindiğimizde sancısı biraz azalmıştı ya da o alışmıştı, bilmiyorum. Hastaneye yetiştirebildik diye rahatladım ama Nesrin bu işte, arabadan onu indirirken kulağıma yine bombasını patlattı ve doğuma öyle girdi. 

“Abla patik de battaniye de benim olsun artık. Bak çocuk bile istiyor.” 

(AYB Türkiye Çevrim İçi Hikâye Atölyesi, Kasım 2022)

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 194. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 194. Sayı