Rukayye Kebiri’nin Hayatı ve Edebî Sanatı


 01 Eylül 2023


 

Ailesi

Rukayye (Rukiye, Rukkaye) Kebiri, 1 Ocak 1963 (İran tarihiyle 1341) yılında Güney Azerbaycan bölgesine dâhil olan, “Şems-i Tebrizi’nin türbesinin, topraklarına manevi bir bereket bağışladığı” (Kebiri, 2020a: 28) Hoy şehrinde, okuma yazma bilen ve kendi zamanlarına göre ileri görüşlü sayılan ailede 8 kız çocuğun beşincisi olarak dünyaya gelir. Babası Muhammed, gıda dükkânı çalıştırır ve aynı zamanda özellikle dinî ve mezhebi konuları ele alan Farsça ve Türkçe şiirler yazar. Babasının o dönem yazmış olduğu şiirlerin yer aldığı hatıra defterleri de mevcuttur. Rukayye Kebiri’nin annesi de aynı babası gibi eğitimli biri olur. Farsça ve Türkçeyi çok iyi bilir ve Kur’an’ı da Arapça okur (Uzun, 2015: 3).

Eğitimi

Rukayye Kebiri’nin hatıralarına göre, o zamanda Hoy’da insanlar kız çocuklarını okula göndermezken Kebiri’inin babası tüm kızlarını okutmak için medreseye gönderir. Okuma yazmaya karşı büyük bir ilgi duyan Rukayye Kebiri, beş yıllık ilk tahsilini Azermidoht Medresesi’nde tamamlar. Üç yıllık ortaokulu Pejuheş, dört yıllık lise tahsilini de İrandoht Medresesi’nde alır (Uzun, 2015: 3).

Rukayye Kebiri lise 2. sınıftayken yani 1979’da İran’da devrim olur, Pehlevi hükümeti gider, yerine İran İslam Cumhuriyeti kurulur. Devrimden dolayı kendisini solcu kesimlere daha yakın gören Rukayye Kebiri, gerçekleşen bir konuşma esnasında hayatının o dönemini şöyle anlatır: “O zaman çok gençtim, solculara yakın olmam beni farklı kitaplara yöneltti. Demek istiyorum ki sosyalist edebiyata daha çok ilgi duydum. Kitapları bulmak zor değildi. Devrimden sonra zaten çoğunluk mücadeleden yanaydı. Ben de çoğunluğun yanında yer aldım. Ailem siyasi olaylara karşıydı. Ben ise gizli gizli olaylara dâhil olmuştum.” 

Rukayye Kebiri, lise sonrası eğitimine bir yıl ara verir. Üniversitede yüksek eğitim almak için Kültürel devrimi beklemek zorunda kalır. Bir yıl hemşire eğitimi gördükten sonra 6 ay Salmas şehrinde hastahanede çalışır. Daha sonra Tebriz’de Sina Hastanesi’nde diyaliz bölümünde çalışmaya başlar. Bu yıllarda siyasi faaliyetlerinden dolayı tutuklanır ve Tahran’da bulunan Evin Hapishanesine gönderilir. Bir süre cezaevinde kalan Rukayye Kebiri’yi ailesi taahhütname karşılığında kurtarır. Ancak kısa bir süre içerisinde serbest bırakılmasına rağmen mahkeme işleri birkaç yıl daha sürer. Hapishaneden çıktıktan sonra hastanedeki işine devam eder. 

1987 yılında evlenir. Bu evliliğinden İhsan ve Nima adında iki oğlu dünyaya gelir. Ancak üniversite eğitimine ara vermek zorunda kalır. Hapse atılmadan ve evlenmeden önce politik olarak aktif olduğunu bildirmek gerekir. O yıllarda hem siyasi faaliyetler yürütür hem hikâyeler yazmaya başlar. Bu hususta yazar şöyle anlatır: “O yıllarda yazdığım hikâyeler çok basitti. Ama kitap okumak, benim hayatımın olmazsa olmazıydı. Sevinçlerimi, üzüntülerimi hep kaleme aldım.” 

1992’de Rukayye Kebiri üniversiteye gitmeye karar verir. Tebriz Üniversitesi Biyoloji Fakültesini kazanır, Kan ve Laboratuvar Bölümün’de eğitim görür. Üniversitede eğitim görürken çalışmaya da devam eden Rukayye Kebiri, hayatın o dönemiyle ilgili şöyle der: “4-5 saat ancak uyuyabilirdim. Çok yoruluyordum, ancak yine de okumaya karşı büyük bir ilgi duyardım. Buradan 1994 yılında mezun olduktan sonra iş yerimi değişerek analizde (laboratuvarda) işimi devam ettirdim ve 2013’de buradan emekli olmuşum.” (Uzun, 2015: 3; Matinpour, 2018: 13-17).     

Rukayye Kebiri, halen Tebriz’de yaşar.

Edebî Sanatı

Şahsiyeti, Hoy şehrinde Azerbaycan kültürü etkisinde şekillenen ve edebî eserlerini yıllardır ana dilinde yani Azerbaycan Türkçesinde yazan Rukayye Kebiri, günümüz Güney Azerbaycan’ın büyük yazarlarından biridir. Ayrıca, Güney Azerbaycan edebiyatında bir kadın olarak rolü gittikçe artmaktadır (Kebiri, 2020a: 28). 

Rukayye Kebiri’ye göre “İnsan, bir şekilde içindeki duygularını kamuoyu ile paylaşmak ister. Bunun yolu da yazmaktan geçmektedir.” (Uzun, 2015: 1-10). Yazar, çoğunluğu Azerbaycan Türkçesinde olmak üzere hikâye, roman, şiir ve çocuk kitabı türlerinde yirmiye yakın esere imza atmıştır (Kebiri, 2015: 28). Eserlerinden bazıları Latin harflerine aktarılarak Azerbaycan Cumhuriyeti’nde de basılmıştır. Çağdaş araştırmacı Umut Başar’ın yazdığı üzere, “Yazın hayatına dergilerde Türkçe hikâyeler yazarak başlayan Kebiri, İran’da Türkçe hikâye kitabı hazırlayan ilk kadın yazardır. Roman ve hikâyelerinde güçlü kadın karakterler yaratan Kebiri, genelde toplumsal meseleleri gerçekçi bir bakış açısıyla işlemektedir. Bu Kapı Hiç Açılmayacak, Evim, Online Yazılar, İçimdeki Kız, İndim Bulak Başına, Saçaktan Saçılmış Ejderha, Dünya Gabar Çalıp Yoldaş, Yerdən Uca Toprak, Agurada Yandırın Mәni gibi eserler, yazarın 10 yılı geçen profesyonel yazarlık hayatı boyunca ortaya koyduğu Türkçe roman, hikâye ve gezi yazısı kitaplarından bazılarıdır.” (URL-46).

“Ben de yazabilirim” düşüncesi, Rukayye Kebiri’nin yazıcı olmasında etkili olur, onu Türkçe ve Farsça olmak üzere iki dilde okuyup yazma konusunda teşvik eder, heveslendirir. Genç yaşlarından beri okuyup yazmaya meraklı olan Rukayye Kebiri, edebiyat hayatına Farsça şiir, hikâye ve denemeler yazarak başlar. Fakat ana dili olan Azerbaycan Türkçesinde yazmaya giriştiğinden beri bu edebî uğraşı daha ciddiye almaya başlar. Rukayye Kebiri, her zaman özel kitaplar okuduğunu, örneğin Farsçada Enûşirvân (Farsça: ölümsüz ruh) adıyla bilinen, aynı zamanda Âdil Enûşirvân adıyla da tanınan, 531–579 yılları arasında yaşayan Sasani İmparatorluğu’nun en çok övülen hükümdarı, I. Kubâd’ın (488–531) oğlu Hüsrev’in yaşamını anlatan eserlere merak sardığını anlatır. Genellikle edebiyat, felsefe ve folklor içerikli yazılar okuduğunu ve yazarken bunun çok yararını gördüğünü bildirir (Uzun, 2015: 1-10).

Edebî sanatı üzerine etki yaratan yazarlara gelince, Rukayye Kebiri şöyle der: “İran yazarlarından Celal Al-i Ahmet, Samet Behrengi’yi, yabancı yazarlardan ise Rus yazarların eserlerini okurdum. Türkiye yazarlarından da çok etkilendiğim oldu. Nazım Hikmet, Atilla İlhan, İlhan Berk şiirlerini, Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Sabahattin Ali, Elif Şafak, Orhan Pamuk gibi yazarların eserlerini okumuşluğum var. En son Zülfü Livaneli’nin Leyla’nın Evi ve Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf eserlerini okumuştum. Livaneli bu eserinde farklı gerçeklerle yaşlı kadın ve genç kadın örneklerinden yola çıkarak mukayeseli bir bakış açısı sunmaktadır. Sabahattin Ali ise Kuyucaklı Yusuf’ta hayattaki trajedi ve acıları ustaca aktarmaktadır.” (Kebiri, 2020a: 28).

Rukayye Kebiri, edebiyat hayatına önce Farsça yazarak başlar. İlk hikâyesi Kasket Farsça yazılır. Daha sonra ana dilinde de yazmaya başlar. Örneğin, romantik ruhlu Bir Gece adlı hikâyesiyle Azerbaycan edebiyat camiasına dâhil olur. Azerbaycan Türkçesinde yazmaya başlamasını yazar şöyle anlatır: “Azerbaycan Türkçesi ana dilimizdir ama çok az okurduk o dilde. Hafız’ın Türkçeye tercüme edilen şiirlerini, Örgüt Köroğlu hikâyesini okurduk. Ama Azerbaycan Türkçesinde yazmazdık. Fakat annem ve babam, Azerbaycan Türkçesinde çok yazı yazarlardı. Annem Türkçe okumayı biliyordu ve babam Türkçe dinî şiirler yazardı.”; “Azerbaycan Türkçesinde yazışımın hikâyesi vardır. Bir gün, bir Çille Gecesi  misafirliğinde şiir okumamı istediklerinde Farsça bir şiir okumuştum. Misafirlerden biri ‘Şimdi de Türkçe bir şiir oku’ deyince ben de Üstat Şehriyar, Möcüz Şebisteri ve Hafız’ın şiirlerinin Türkçe tercümelerinden bir şeyler okuyabilsem de o zamana kadar ana dilimde yazmaya çabalamamıştım. ‘Anadilimde şiir yazamıyorum’ derken aslında uykudan ayılmış gibi oldum. Dünyaya geldiğimden beri, kırk beş yıldır konuştuğum dilde yazamadığım için utanıp yerin dibine girmek istedim. O gecenin sabahında ilk işim Doktor Behzati’nin Türkçe-Farsça sözlüğünü okumak oldu. O günden beri kendi kuvvetimce ana dilimi öğrenip yazmaya çalıştım.”; “Yeni konuşmayı öğrenen çocuklar gibi yavaş yavaş kendi dilimi öğrendim. Bizde resmi dil Farsça’dır. Buradaki Türkler ana dillerinde okumuyorlar ve ana dillerinde okulları yok. Ben de Türkçe kitapları ders kitabı gibi okurdum. Çok okurdum ki dilimi daha iyi öğreneyim. İlk başta zorlandım ama inat ettim. Sonra da baktım ki öz dilimi gitgide daha iyi öğrendim. Yavaş yavaş başladım Türkçe yazmaya. Yazdıkça ana dilimle birlikte benliğimi de keşfediyordum ve hâlâ da ediyorum.” (Kebiri, 2020a: 28; Uzun, 2015: 1-10).

Rukayye Kebiri’ye göre, İran Türk hikâyeciliğinin önündeki engellerden en önemlisi, Güney Azerbaycan’da yaşayan Azerbaycan Türklerinin kendi dillerinde tahsil alamamasıdır: “İnsanoğlunun temel ihtiyaçları içerisinde en önemlisi, dildir. Türk dilinde tahsil almadığımız ve standart bir dil olmadığı için benim gibi kendi gayretiyle öğrendiği dilde birçok sarf-nahvinde ve cümle kuruluşunda sorunumuz var.” (Uzun, 2015: 1-10). 

Rukayye Kebiri’nin yazdığı üzere, “Son 35 yıl içerisinde İran’da âdeta 40 yaşlarından sonra kadınların yazma âdeti görülmektedir.” (Uzun, 2015: 1-10). Yazar da bu geleneği bozmak istemez ve 40 yaşından sonra ciddi anlamda kaleme sarılır. Dikkatini genç yaşlarda edindiği tecrübelerden dolayı günlük hayatında olduğu gibi edebî hayatında da toplumsal konular çeker. Bu sebeple eserlerinin konu ve karakterlerini toplum içerisinde gündemde olan meselelerden seçer. Özellikle kadın hakları konusunda büyük mücadeleler verir ve kadınların yaşantılarını her zaman romanlarına, hikâyelerine ve şiirlerine konu edinir. Eserin boyutundan yola çıkarak istediği karakter ve olayları yaratır. Aynı zamanda tarih felsefe ve coğrafi konulu yazıları da mevcuttur. Ayrıca, mesleğini de sık sık kaleme alır (Kebiri, 2020a: 28; Arjomandi, 2013: 18-24). 

Yarattığı güçlü kadın karakterlere gelince, Rukayye Kebiri şöyle yazar: “Tarım hayatına geçişten sonra insanlar düzenli toplumlar yaratarak gelenek ve otoritelere, ortaya çıkardıkları kanunlara dayanarak kadınlara zayıf bir mahlûk gibi yaklaştı. Ama ben kadınların da tıpkı erkekler gibi tarım toplumundan önceki savaşçı genleri ve savaşçı ruhu taşıdıklarına inanıyorum. Cinsiyet ayrımına karşı olan biri olarak insanlığa inanmaktayım ve hayatım boyunca yaşadığım bütün zorluklara rağmen her daim güçlü bir kadın olmaya çalıştım. Bu yüzden hikâye ve romanlarımda güçlü kadın karakterlerin sayısı çoktur. Tarihî zeminde İran’da insani ve içtimai meseleler, ayrımcılık, kadın konusu, insanın varlığı, insan hakları ve bir insanda bulunan çelişkileri yazmaya meraklıyım.”; “Şark ülkelerinde olduğu gibi bizim toplumumuzda da kadın, modern ve geleneksel yasaların baskısı altında sıkıştırılmış, âdeta kendi dünyalarında hapsedilmiş durumdadırlar. Kadının kendisini özgür şekilde ifade edebilme şansı yoktur. Bu kısır döngüyü kırmak isteyenler pek çok zorluklara göğüs germek ve risk almak zorundadır. Bu nedenle öykülerimde hanımların ev yaşantısını aydınlatmak istiyorum.” (Kebiri, 2020a: 28; Uzun, 2015: 1-10). 

Kendisini “iş kadını, yazar ve anne” olarak nitelendiren Rukayye Kebiri, yazarlığının da annelik gibi kendisi için kutsal olduğunu vurgular: “Zira yazılarıma doğurduğum bir varlık gibi değer vermekteyim. Bir başka şekilde söylemek gerekirse yazarlık ve analık, bende aynı paralelde gitmektedir.” (Uzun, 2015: 1-10). Rukayye Kebiri, örnek getirilen röportajda edebiyatın şiirle geliştiğini vurgulayarak türünün ikinci planda kaldığını, bu nedenle hikâye ve romana ağırlık verilmesi gerektiğinin altını çizer.

Öyküleri

Lise yıllarında kaleme sarılan Rukayye Kebiri, hatıra defterine hatıralarını yazar, aynı zamanda öykü denemelerine de başlar. Ancak, onları oldukça amatör olarak nitelendirir. Çocuklarını büyütürken de sadece kendisi için yazdığını anlatır. Yine de öykü yazmaktan büyük bir zevk alır: “Edgar Allan Poe, ‘Öykü bir oturumda okunabilecek bir edebî türdür’ der. Aslında ben fırsatları yakalayan biriyim. Çevremdeki olaylar dikkatimi çekerdi. Takside, otobüste, pazarda dahi olsam cep telefonumu (önceleri not defterimi) çıkarır tanıklık ettiğim olayları not ederdim. Çevremde olup bitenler, benim için birer öykü konusudur. Belki de buna göre her zaman öykü merakımı çekmiştir.” (Uzun, 2015: 1-10). 

Rukayye Kebiri’, “yaşamın bir sayfası, bir bölümü” olarak nitelendirdiği öyküde kısa yazılarla pek çok konuyu rahatlıkla dillendirme imkânı olduğuna inanır: “Öyküler, kısa yazılar olduğuna göre daha çok beğenilip okunuyor. Elbette ki öykülerimin okunuşundaki tek neden bu değildir. Öykülerimde yaşamın penceresini açarak yaşama dair manzaraları göstermek belki de bir perspektiften bakmak şeklinde öykü yazmamdır. Öykü türünde okuyucu ancak bir perspektifin lezzetine dalıyor.” (Uzun, 2015: 1-10). 

Rukayye Kebiri, öykülerini yazarken başta dünyaca ünlü Rus yazar Fyodor Dostoyevski (1821-1881) olmak üzere, Marcel Proust (1871-1922) ve Franz Kafka (1883-1924) gibi Fransız ve Alman yazarlardan da etkilenir. Özelikle Rus yazar Dostoyevski’nin öykü yazmasında belirgin bir etkisi olduğunu anlatır: “Çünkü Dostoyevski, insanın psikolojik durumunu rivayet ediyor. İnsan karakterinin özelliklerini her yönüyle okuyucuya göstermektedir. Elbette ki Marsel Proust da Dostoyevski’den çok da geride değildir. Ancak Proust, onun aksine Fransız aristokratlarının psikolojisini rivayet ediyor. Gholam Hossein Saeedi en çok beğendiğim yazıcıdır. Saeedi Farsça yazsa da yazılarında doğduğu yerin -Azerbaycan’ın- kültürü görünür. Örneğin, Bayal Ezalıları ve Top gibi yapıtlarından söz edebiliriz. Nigâr Hiyavi söz konusu bu iki yapıtı Türkçeye tercüme etmiştir. Habib Sahir, çağdaş İran’ın şiirinde nesrinden daha çok etki uyandırmıştır. Bunların dışında dikkat çeken Rza Kazımi, Hamid Ahmedi, Valih Şiri, Hamid Ağrış, Salih Atayi gibi değerli öykücülerimiz oldukça güzel öyküler yazsalar da Saeedi’nin yerini tutamazlar.” (Uzun, 2015: 1-10). 

Günlük olayları faydacı bir anlayışla anlatmak isteyen Rukayye Kebiri, öykü anlayışında Rus hikâye ve dram ustası Anton Çehov’un (1860-1904) tarzını da kabul eder: “Şah ve inkılap sonrasını yaşadık ve o dönemler bizim kuşak, siyasi gelişmelerden çok etkilendi. Sosyal problemleri dile getirmeye yöneldik. Görüp yaşadıklarımızı anlatmayı görev bildik. Belki de bunda siyasi çalışmalara katılmamızın bir etkisi vardır. Ancak siyasi faaliyetlerimiz, verimliliğimizi etkilemiştir.” (Kebiri, 2020a: 28-29; Uzun, 2015: 1-10).

Rukayye Kebiri Türk hikâye yazarlarından Orhan Kemal, Haldun Taner, Yaşar Kemal (birçok romanını Farsça tercümeden), Halit Ziya Uşaklıgil, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Fakir Baykurt, Aziz Nesin (Farsça tercümelerinden), Mehmet Rauf, Reşat Nuri Güntekin, Memduh Şevket Esendal, Sait Faik Abasıyanık gibi eski öykücülerin yanında Sabahattin Ali, Kemal Bilbaşar, Demirtaş Ceyhun, İnci Aral, Leyla Erbil vb. adını hatırlayamadığı birçok öykü yazarını bildiğini fakat Türkiye’deki öykü yazarlarının kitaplarını elde edip okuma şansı olmadığını anlatır: “Ancak anlatı olarak bazı öykülere kulak aşinalığımın olduğunu söyleyebilirim. Türkiye öykücülüğüne ait yapıtları okumamış olmam büyük bir eksiklik olsa da bunda günahımız yoktur. Yazıcılarımız Türkiye edebiyatına ait güzel öykü örneklerini dilimize bir an önce çevirmelidirler.”; “Uluslararası kitap fuarları dışında Türkiye’de yayımlanan eserler İran’da satışa sunulmadığı ve Türkiye ile İranlı yayıncılar arasında kurumsal edebî ilişkiler kurulmadığı için mütercimler ancak kişisel seçim ve zevkleri çerçevesinde İran’da Türk edebiyatını tanıtmaktadır.” (Uzun, 2015: 1-10).

Rukayye Kebiri, başlangıçta öykülerini Farsça yazar fakat daha sonra Azerbaycan Türkçesinde yazmaya karar verir: “Edebî dergilerde benim adıma çıkan ilk hikâye, Kasket başlıklı Farsça bir hikâyedir. Birkaç yıl sonra ise Romantik Bir Gece adlı hikâyemle Türkçe eserler kaleme alan bir yazar unvanıyla Azerbaycan edebî camiasına dâhil oldum.” (Kebiri, 2020a: 28-29). Şunu da bildirmek gerekir ki Rukayye Kebiri’nin Dilmac Dergisi’nin kadınlar için özel olarak çıkardığı 30-31. sayısında yayınlanan Kasket öyküsü, “Ayyin” mahlasıyla yayınlanır. Daha sonra yazar, kendi adıyla açık şekilde yazmaya karar verir (Uzun, 2015: 1-10).

Azerbaycan Türkçesinde yazılan öykülerinin yayınlanma durumuna gelince de Rukayye Kebiri şöyle der: “Azerbaycan Türkçesinde yazılan hikâyelerimi Tebriz’in Aftaba Azerbaycan aylık dergisine yolladım. Onlar yayınlanınca kendime dedim ki ‘Evet, artık Türkçe yazabilirim!’ Artık Türkçe yazan bir yazar gibi tanındım. Aftaba Azerbaycan dergisinde en çok dikkat çeken hikâyem, Romantik Bir Gece adında olan hikâyemdi. Dilim fazla anlaşılır değildi. Bir editörün yardımına ihtiyacım vardı. Ama gene yazıyordum. Türkçe yazdıkça sanki yeni bir şeyler keşfediyordum. İstiyordum ki üç hikâyem İran’da da yayınlansın. Ama dostlarım dedi ki, İran Kültür Bakanlığı buna izin vermez. Bir arkadaşım Azerbaycan’da bulunan Kanun yayınevinin adresini verdi. Aslında hikâyelerimin yayınlanacağına pek inanmıyordum. Arkadaşlarımdan biri hikâyelerimi Latin alfabesine aktardı. Bir hafta sonra cevap geldi, hikâyelerimi modern edebiyat alanında yayınlayacaklardı. Ben, İran Azerbaycanı’nda hikâyeleri yayınlanan ilk kadınım. Benden önce Azerbaycan Türkçesinde öykü yazan bir iki kadın vardı ama öyküleri kitap olarak yayımlanmamıştı. İlk yayınlanan hikâye kitabım, Bakü şehrinde yayınlanan Yüreğim Ağrıyor’dur. Güney Azerbaycan’da hikâye kitabı olan ilk kadınım.” (Kebiri, 2020a: 28-29). 

Rukayye Kebiri, “öykülerinde sosyal meseleleri derinlemesine ele almakla beraber seçilen temalarda kadın hak ve hürriyeti, kimliğinin sorgulanmasına öncelik verdiğini” düşünen çağdaş araştırmacı Enver Uzun’a şöyle cevap verir: “Şarkta kadın olmanın kendi başına problemleri vardır ki, bu kadınlar için oldukça ağır bir yüktür. Kadının ikinci bir sınıf insan olarak toplumda yaşatılması anlayışını hoş görmüyorum. Bu nedenle günümüze kadar ataerkil anlayışın oluşturduğu tabuların yıkılarak kadının hakkı olan saygınlığını ve saygın yerini alması gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de toplumumuzda hâkim olan geleneksel mazbut düşüncenin ortadan kaldırılarak özgür düşünceli kadınların öne çıkarılmalarını, toplumdaki saygın yerlerini almalarını istiyorum. Kadın cinsel bir obje olma durumundan mutlaka çıkarılmalı, hakkı olan saygınlığı kadına teslim edilmelidir.” (Uzun, 2015: 1-10).

Rukayye Kebiri 2011’de Mavayıl adlı öykü yazar. “Maval” Azerbaycan Türkçesinde tuvalet, “mobayil” de cep telefonu demektir. Bu iki harfi birleştirerek yazar hikâyeye Mavayıl adı verir. Yani “cep tuvaleti” gibi bir anlam çıkar. Hikâyenin görünür yüzü, hastalıktan dolayı anüs yerine kaburgasına takılı bir alet yardımıyla tuvalet ihtiyacını karşılamak zorunda kalan bir kadın ve onun bir hafta boyu yaşamıdır. Ama öykünün gizli kalan diğer içeriği de bir insanı at arabası ezip üstünden geçince onun yaşadığı duygulardır: “Ben öykü ve romanlarımdaki kahramanlarımı yazarken, onları hayalimde yaşıyorum. Acıları ve mutluluklarını derinden hissediyorum. Yazılarımdaki kahramanların ruhunu yaşıyorum. Örneğin, Mavayıl öyküsünü yazarken iki hafta boyunca o kadının duygularını içimde yaşadım. Ben hayal gücümü seviyorum. Hayal gücü olmasa, hikâye ve roman yazılmaz. Söz konusu öykümde ameliyat olan bir kadın karakteri yazarken kendimi onun yerine koyduğumdan çok acılar çektim. Uzun zaman onun etkisinden kendimi kurtaramadım.” (Uzun, 2015: 1-10). Eserde kadın, sessizce kaburgasına takılı aleti kendisiyle birlikte taşımaya mecburdur. Bu hikâyede kadının kaburgasına takılı olan torba, aslında bir semboldür. Yazar, herkesin bu tür farklı şekillerde takılı “torbası” (yükü) olabileceğini düşünür ve her okuyucunun özel yorumu olabileceğini de göz önünde bulundurur (Uzun, 2015: 1-10). 

Rukayye Kebiri’nin Azerbaycan Türkçesinde yazılan ilk öykü kitabı Üreğim Ağrıyor (Yüreğim Acıyor), 2012 yılında Bakü’de yayınlanır. Yaşamın özetini veren on beş ayrı öyküden oluşan bu kitapta yazar yaşlılığı, insanların etraflarında olup bitenlere kayıtsız kalışını folklor unsurlardan baskın şekilde yararlanarak ele alır. Yani toplumdaki değerlerden olan yaşlı insanların hayatlarına ışık tutar (Matinpour, 2018: 13-17). Ayrıca, bu eserde yaşanmakta olan hayati olaylar kadar geçmişin tabuya dönüştürülmüş yaşanmışlıkları da anlatılır (Uzun, 2015: 1-10). 

2012’de Tebriz’de Yaran Yayınevi’nde yayımlanan İçimdәki Qiz (İçimdeki Kız) adlı eseri, 2013’te de Bu Qapı Heç Çalınmayacaq (Bu Kapı Hiç Çalınmayacak) adlı kitabı yayımlanır. İçimdeki Kız, siyasi bir örgüte üye olup bu örgüte mensup bir erkekle evlenmek isteyen bir kızın hikâyesidir. Eser, siyasi evliliklere eleştirel bir bakış açısıyla yazılmıştır. 

Rukayye Kebiri’nin Onlayn Yazılar (Online Yazılar) adında öyküsü de vardır. Mektup formatında yazılan metinlerden ibaret olan kitabı Tebriz’de Yaran Yayınevi’nde 2013’te yayınlanmıştır. Rukayye Kebiri, Online Yazılar adlı eserini Fecebook’ta parça parça yayınlar: “Kimse kutsal değildir ki yazıları kutsal olsun. Aslında 40 mektuptu. Sonra 40 kutsal sayılmasın diye 41 mektup yaptım ve yayınladım.” Bu eseri yazdığı dönemde bir de deprem olur ve yazar, depremi de kaleme alır. Mektuplar, adı bilinmeyen bir insana hitap eder ve hikâye karakterinin iç dünyası anlatılır.

2014 yılında Rukayye Kebiri, Bir İnsan Varmış adlı öykü yazar. Bu eserin yazılışı hakkında şunları anlatır: “Kapalı toplumlarda ‘ahlak’ adı altında daima kadınlara karşı bir baskı söz konusudur. Belki de bu, erkeklerin kendi ahlaki sorunlarının görülmemesi endişesiyle başvurdukları bir yöntemdir. Bu nedenle de kadınla özleştirilen erotizmi, ahlaksal değerleri yazmak, sorgulamak cesaret ister. Pehlevi döneminde Tebriz’de Nalcereler Mahallesi varmış. Onlar ahlaksal ve toplumsal baskılara riayet eden değillerdir. Onların yaşantılarını, mahrem yanlarını ele alarak 2014 yılında Bir İnsan Varmış adlı öykümü yazdım. Böylece kadınlar dünyası ile ilgili yaşamın perdelerini aralamaya çalıştım. Yani kadın yaşamının bilinmezlikleri, mahrem yanlarını ele aldım. Kadın da insandır, bu nedenle bireysel duygularına özgür şekilde yanıt bulmalıdır. Genelde kadın sıradan boyutu ve kişiliği ile ev kadını, kadın seks işçileri ya da iş kadını şeklinde öykülerimde tema oluştursalar da esasen Türk milleti içerisinden saygın kadınlara ağırlık vererek onların erkeklerden hiç de geride kalmadıklarını anlatmaya çalıştım.” (Uzun, 2015: 1-10).

2016 yılında yazdığı Dünya Gabar Çalıb Yoldaş (Dünya’dan Nasır Çıkmış Arkadaş) hikâyesi konu bakımından daha farklıdır. O, İran’daki tarihî ittifakları ve anlaşmaları konu edinir. Yazarın arada sırada ülkedeki önemli tarihî konuları da işlemesinin amacı, yaşayanlara geçmişi hatırlatmak ve geçmişteki acılara ışık tutmaktır (Arjomandi, 2013: 18-24). 

2017 yılında Rukayye Kebiri’nin Dünya Gabar Çalıb Yoldaş adlı kitabında yer alan Zeynep Paşa’nın Yaylığı öyküsü yazılır. Eserin kahramanı, Zeynep Paşa’yı bulabilmek için Tebriz çarşısına giden bir kadındır. Tebriz, tarih boyunca İpek Yolu üzerinde bulunmuş ve bundan dolayı zengin bir ticaret merkezi olmuştur. Tebriz Çarşısı (Bazar-e Tebriz), adından da anlaşıldığı gibi İran’ın Tebriz şehrinde bulunan Ortadoğu ve dünyanın en büyük kapalı çarşılarından birisi olan tarihî bir yapıdır. Temmuz 2010 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi'ne alınmıştır. Ayrıca, Tebriz kapalı çarşısı, Güney Azerbaycan’ın iktisadi kalbidir. Eserin kahramanı, bu çarşının ara sokaklarını tek tek gezer. Hayalinde de eski eşyalar satılan çarşıda Zeynep Paşa’yı kadın askerlerle birlikte görür. Ancak bu kadın askerlerin hepsinin benzi soluktur. Rukayye Kebiri bu hususta şöyle der: “Bilirsiniz ki, çehresi soluk insan, kimliksiz bir insandır. Zeynep Paşa İran’ın tarihî olaylarında, özelikle de Kaçar İran’ında tütün ve tömbeki  olayında, ekmek kıtlığında önemli rol oynamıştır. Zeynep Paşa’nın kadın askerleri, eski eşyalar satılan Dellezeen çarşısına dökülerek erkekleri de mücadeleye çağırmaktadırlar. Zeynep Paşa, başındaki örtüsünü çıkararak çarşıda erkeklerin ayakları altına atar, yani erkeklerin onurunu sorgular. Fakirlerin açlığına son vermek için çarşıda tahıl ambarlarına saldırarak onları boşaltır ve ahali arasında paylaşır. Benim öykümde kadın karakter çarşı yerini gezerken ‘Zeynep Paşa ancak zihnimde, hayalimdedir’ diye düşünür. Tebriz’in Millî Bankası’nın önünde dilekçe yazan bir adama ‘tarihe şikâyet dilekçesi yazdıracağını’ söyler ve dilekçe yazana bir yaylık (Eşarp-Çarkad) verir. Söz konusu, Tebriz’de Millî Banka’nın önü, uzun yıllardan beri, dilekçe yazanların (arzuhalcilerin) yeridir. Tebriz her ne kadar gelişmiş olsa da bu meslek sahiplerinin bu iş mekânları değişmemiştir. Bir başka sözle onlar, Tebriz’in kimliğinden sayılabilirler.” 

2019 yılında Tebriz’de Ahtar Yayınevi’nde Rukayye Kebiri’nin ana dille alakalı hem hicvi hem felsefi bir hikâye olan Agorada Yandırın Mәni (Agora’da Yakın Beni) adlı eseri yayımlanır. 

2021 yılında Tebriz’de yayınlanan Hәr Qulağımda Bir Qızıl Alma (Her Kulağımda Bir Kızıl Elma) öykü kitabı, bu türde yazılan son kitabıdır. İran’ın zor durumunu, özellikle iktisadi içtimai ve medeni sorunlarını ele alan üç öykünün hepsinde konu ne olursa olsun her şeyden önce sevgi duygusu işlenmiştir. Ayrıca yazar, bu kitabında elma sembolünden de ustaca faydalanmıştır.

Rukaye Kebiri’nin öyküleri: 

Kasket,  Dilmac Dergisi’nin kadınlar için özel olarak çıkardığı 30-31. sayısında “Ayyin” mahlasıyla yayınlanmıştır. 

Mavayıl, 2011’de yazılmıştır.

Romantik Bir Gece, Azerbaycan’da Aftab Dergisi’nde 2012 yılında yayınlamıştır.

Ürәyim Ağrıyır (Yüreğim Acıyor), Öykü kitabı, Bakü, Qanun nәşriyatı, 2012.

İçimdәki Qiz (İçimdeki Kız), Tebriz, Yaran Yayınevi, 2012; İstanbul, Büyüyenay Yayınları, 2022. 

Bu Qapı Heç Çalınmayacaq (Bu Kapı Hiç Çalınmayacak), Tebriz, Yaran Yayınevi, 2013. 

Onlayn Yazılar (Online Yazılar), Tebriz, Yaran Yayımları, 2013. 

Bir İnsan Varmış, 2014.

Dünya Qabar Çalıb Yoldaş (Dünya’dan Nasır Çıkmış Arkadaş), Öykü kitabı, Tebriz, Muğam Yayınevi, 2016; Yaran Yayınevi, 2017. 

Agurada Yandırın Mәni (Agora’da Yakın Beni), Öykü kitabı, Tebriz, Әxtәr (Ahtar) Yayınevi, 2019.

Hәr Qulağımda Bir Qızıl Alma (Her Kulağımda Bir Kızıl Elma), Öykü kitabı, Tebriz, Әxtәr (Ahtar) Yayınevi, 2021. 

Romanları

Rukayye Kebiri’nin roman çalışmaları da vardır. Bu Qapı Heç Çalınmayacaq (Bu Kapı Hiç Çalınmayacak) adlı öykü kitabından sonra bir roman yazmaya karar verir. Yazılan ilk roman, güzel ve genç birinin hayatını anlatan Evim romanıdır. Eserin adına gelince Kebiri şöyle der: “Adı Evin olacaktı ama izin verilmez diye Evim ismini verdim.” Bu eserinde Rukayye Kebiri Tahran’da bulunan Evin cezaevinde geçirdiği 24 saatini hayali bir karaktere yaşatır. Hapishaneye düşen kadın kahraman tüm olumsuzluklara rağmen inandığı dava uğruna hayata sıkı bir şekilde sarılmaya çalışır. Yaşaması için tek neden de idealleridir. İnsanın hayatta kalma çabası hapiste daha güçlü olur ve o, hayatta kalmak, ahlaki değerleri korumak, inandığına bağlı kalmak ve yaşamak ister: “Yaşam duvardan, bacadan, hapishanenin kapısının kilitli bacasından içeri girer. Özgürlüğe umut yaratır. Hayaller çiçeklenir.” (Kebiri, 2020a: 28-29). 

Evim adlı romanında yazar, folklorun özellikle atasözleri ve deyimler gibi türlerinden cömertçe yararlanırken, aynı zamanda erotizme de geniş yer verir. Enver Uzun, yazarın geleneksel ve yasal baskılara rağmen erotizmi kullanmanın sakıncaları hakkında soru sorduğunda Rukayye Kebiri şöyle yanıtlar: “Ben toplumdaki bağnazlığın, bazı geleneksel tapuların yıkılmasını istiyorum. Bu nedenle de özellikle toplumdaki kapalılığın erotik yanını yazmak istiyorum. Çünkü erotik yaşam tüm insanların yaşamında az çok vardır. İran edebiyatında ana, sevgili, fahişe ve eş gibi kadına 3-4 ayrı karakter verilebilir. Ana, fahişe, sevgili ve eş özel karakterleri yansıtırlar. Ben bu karakterler esasında kadını itildiği ikinci plandan kurtararak özgür ve güçlü bir kadın karakter tipini ortaya koymaya çalışıyorum. İnsanın his ve duygularını, kapalılıklarını toplumsal gerçekleri insanlarla paylaşmak istiyorum.” (Kebiri, 2020a: 28-29). 

Rukayye Kebiri’nin 2014 yılında yayınlanan Yerdən Uca Torpaq (Yerden Daha Yüksek Toprak) romanı, yazarın Gılgamış hikâyesi etkisi altında yazılan ilk bilim kurgu romanıdır. Bu romanda medeniyet ve doğanın birbirine bıraktığı etki ve insanın davranışları söz konusudur. Kendi anlattıklarına göre, bilime her zaman çok meraklı olan yazar, aklında ve hayalinde olanları bu romanda bir araya getirir: “Bu romanı yazarken çok okudum ve araştırdım. Toplum için iyi gördüğüm ve iyi olduğuna karar verdiğim bilimle alakalı şeyleri yazıya döktüm. İlk önce bu romanın Farsça, daha sonra Türkçesini yazdım. Farsça Gil adını verdim. Daha sonra 12 parça şeklinde yayınladım. Sonra Türkçe yayınlanmasına karar verdim. İran’da yaşayan Azerbaycanlı kadınlar tarafından yazılan ilk bilim kurgu romandır bu romanım. Benden önce de Zencan’da roman yazan bir kadın vardı, eseri de yayınlanmıştı. Fakat benim Yerdən Uca Torpak romanım bilim kurgu türünde yazılan ilk romandır.” (Matinpour, 2018: 13-17).

İnternette bir astronotun Mars’a yollandığını okuyup etkilenen Kebiri, bu romanda günümüzde yaşayan bir insanın Mars ile Sümerlerin başkenti Uruk arasında gidip gelişini anlatır (Kebiri, 2020a: 28-29). Rukayye Kebiri’nin de bildirdiği üzere, “İnsan ilk defa kurmuş olduğu medeniyetten beri ölümsüzlüğe çare aramaya başlamıştır.” Bunun en güzel örneği, Sümerler döneminden kalmış kil levhalarda yazılı olan Gılgamış hikâyesidir. Bu istek ve ilgi, günümüze kadar devam eder. Gılgamış, ölümsüzlük için bitki arayışında olmuştur. Günümüzde ise NASA tarafından yaşamın asıl unsurlarından su ve hayat izi bulunması umuduyla Merih (Mars) gezegenine Kiyrasiti (kadın adıdır) adında bir makine gönderilir. Rukayye Kebiri’nin yazdığı üzere bu romanda zaman birbirine düğümlenmiştir. Romanın karakterleri, Sümer medeniyetinin birinci şehri Uruk’tan Mars gezegenine gelip giderler. Eserde hayal, bilim unsurları ve mitolojinin izi vardır (Uzun, 2015: 1-10). Yerdən Uca Torpaq (Yerden Daha Yüksek Toprak) adlı romanda “İnsan hayalinin, ruhsal dünyasının karmaşıklığı insanın evrendeki mutluluğuna etki eden olumsuz bir faktör gibi ele alındığı izlemi yaratır. İnsan evrende aradığını bulma ümidini yitirince âdeta yıldızlara bir yolculuğa çıkmakta, bulunmayanları bilinmeyen kozmografyada bularak teselli aramaktadır.” (Kebiri, 2020a: 28-29). 

Rukayye Kebiri’nin 2016 yılında yazılıp Aydın ve Yanar yayınevlerinde yayınlanan, 2018’de Farsçaya da çevrilen Quşlar Daha Qorxmurlar (Kuşlar Daha Korkmuyor) adlı romanı, annesine armağan ettiği ve Nilüfer ile Nergis adında iki kadını anlatan bir romandır. Aslında, kadın hakları konusunda çok hassas olan Kebiri’nin ilk feminist romanıdır. Romanda kadınlar daha ön planda olduğu için birçok okur da bu eseri feminist roman olarak değerlendirir. Aşk ve ihtiras gibi konuları işleyen romanda İran’ın iki önemli tarihine değinilir. Hadiseler, Rukayye Kebiri’nin de doğduğu Hoy şehrinde geçer. Yazarın amacı, doğduğu şehri roman şehri olarak tanıtmaktır. Eserde Nilüfer adında bir kadının İran’da 1946 ve 1947 yıllarında yani Millî Hukümet yıllarındaki hayatı anlatılır. Karakterler, Peşeveri zamanında medreseye giden şahıslardır. Nilüfer, Peşever’in millî hükumet döneminde medrese öğrencisi, Nargis ise 1978 devriminde lise öğrencisidir. Peşever hükümeti dağıldıktan sonra göç başlar. Aslında eserde kadınların inkılaplar ve göçler karşısındaki sosyal durumu anlatılır. Kebiri bu romanı sırf tarihî roman olarak değerlendirmez, tarihî olaylar üzerine yazılan bir roman olarak nitelendirir: “Ben sadece insanlar üzerindeki olayların etkileriyle ilgilendim. Amacım tarih yazmaktan ziyade tarihî olayları açığa çıkartmaktı. Yoksa tarihi anlatan iki romanım var. Biri Azerbaycan Demokrat Partisi’nin kurduğu millî hükümet zamanını, diğeri 1979 devriminden sonra olmak üzere iki tarihsel bağlamda gerçekleşir. İran’ın ve Azerbaycan’ın tarihini 40 yıl önceki İran devrimini ve 1946-1947’de bu devirde Azerbaycan Demokrat Partisi’nin kurduğu millî hükümet zamanını anlatır. Hükümet ve siyasete yakın değilim. Beni ilgilendiren, sosyal olaylardır. Örneğin, Kuşlar Daha Korkmuyor romanımda göç üzerine yoğunlaştım. İlgimi çeken, bu olayların bir insanın hayatını nasıl etkilediğidir. Bu cepheden bakıyorum olaylara, tarihin cephesinden değil.” İran’lı araştırmacı Saeed Matinpour, Azfemina Edebiyat Dergisi’nde Quşlar Daha Qorxmurlar (Kuşlar Daha Korkmuyor) romanı hakkında eleştirel makale yazmıştır.

Özbekistan seferinden sonra Rukayye Kebiri Mürr Ağacının Kəhruba Gözləri (Mürr Ağacının Kehribar Gözleri) adlı dördüncü romanını yayınlar. Bu romanı, babasına armağan eder. 2017 yılında Tebriz’de ve 2018 yılında Qanun (Kanun) Yayınevi tarafından Bakü’de baskıya giren eser, okurlar tarafından çok sevilerek kabul edilir. Hatta Farsçaya çevrilip 2019’da Neşaneh Yayınları tarafından Tahran’da da yayınlanır. Roman, yeni ülkenin birinde gerçekleştirilen bir askeri darbeyi anlatır. Eserde darbelerin oluşumu ve sonrası hakkında bilgi verirken yazar, aynı zamanda darbeyle beraber toplumsal yaşamın darbeden etkilenmesini de anlatır. Olaylardan en çok etkilenen sivil halkın yaşadığı zorluklara da önemli yer verilir.

Kebiri’nin beşinci romanı sayılan Açlıq Baratası (Açtık Baratası), bundan 100 yıl önce Rusların Tebriz’i, İngilizlerin de İran’ın güneyini işgal etmesini anlatır. İran devletinin zayıflığı yüzünden o dönemde binlerce insan açlıktan ölür. Yazarın da dediğine göre, romanda sadece Tebriz halkının açlık karşısındaki durumu anlatılır, devletler arasında gelişen ilişkiler değil: “Amacım, tarihî bir romandan çok halkın acısını yazmaktı. Sinemacı arkadaşlarımdan biri Aşdöken Mezarlığı’nın Hayabani okulunun bodrum katındaki keşfinden bahsederken aklıma bu romanın ilk cümleleri geldi. Bu mezarlığa isim verilmesinin nedeni, ailelerin açlıktan ölenlerin ruhuna dua etmek için ve ölenlerin anısına yemek bağışında bulunmasıdır. Mezarlığın hemen üzerinde yer alan Hayabani Medresesinde çalışan işçilerin birkaç kemik bulma haberi, beni de çok etkiledi. Bu olayı romana dökmek istedim.” (Uzun, 2015: 1-10). 

Rukayye Kebiri’nin 2020’de yazdığı ve 2022’de Әxtәr (Ahtar) Yayınevi’nde yayımladığı son romanı Düşәrgә (Kamp), göç konusunu işler. Yani yazarın İran tarihini ve günümüzü anlatan bir diğer en önemli eseridir. Roman üç bölümden oluşur. Kebiri’nin verdiği bilgiye göre, birinci bölümde mekân Tebriz, ikinci bölümde Berlin, üçüncü bölümde ise Tebriz’de Nisvan Bendi (Zindanda Kadınların Bölümü)’dür. Romanın ana karakteri, siyasi olmayan sebeplerden dolayı turistik vizeyle Tebriz’den yola çıkıp Berlin’deki göç idaresine sığınan bir kadındır. Eserde kampa sığınanlar, yalnız İranlılar değildir. Onların arasında Suriye, Türkiye ve Afrika ülkelerinden muhaceret eden çok insan vardır. Romanda başkarakter, Almanya’da oturum izni alabilmek için dinini değiştirerek Protestanlığa geçmeye karar veren bir kadındır. Eserde olayların çoğu bu şahısın iç dünyasında geçer (Kebiri, 2020a: 28-29).

Rukayye Kebiri’nin romanları:

Evim, Tebriz, Yaran yayınevi, 2012; Bakü, Qanun nәşriyatı, 2016.

Yerdən Uca Torpaq (Yerden Daha Yüksek Toprak), Tebriz, Muğam Yayınevi, 2014.

Quşlar Daha Qorxmurlar (Kuşlar Daha Korkmuyor),  Tebriz, Yaran Yayınevi, 2016; Tahran, Nishaneh Yayınları, 2018 (Farsçaya çeviri). 

Mürr Ağacının Kəhruba Gözləri (Mürr Ağacının Kehribar Gözleri), Tebriz, Aydın-Yanar yayınevleri, 2017; Bakü, Qanun nәşriyatı, 2018; Tahran, Nishaneh Yayınları, 2019 (Farsçaya çeviri). 

Açlıq Baratası (Açlık Baratası), Tebriz, Әxtәr (Ahtar) Yayınevi, 2018; Ankara, Bengü Yayınları, 2020 (Türkçeye çeviri) (Kebiri, 2020).

Düşərgə (Kamp), Tebriz, Әxtәr (Ahtar) Yayınevi, 2022. 

Şiirleri

Hikâye ve roman türlerinde olduğu gibi Kebiri’nin şiir türüne karşı da bir tutkusu vardır. Yazmaya nesir türünde başlayan, hikâyede geliştiren fakat şiire de ilgi duyan Rukayye Kebiri’nin 2010 yılında Tәbrizim Al Tәbimi (Tebriz’im Al Ateşimi) adlı ilk şiir kitabı yayımlanır. Nesir alanında başaralı olduğu kadar şiirde de aynı beceriye sahiptir. Enver Uzun’a göre, Rukayye Kebiri’nin şiirlerinde bir duruluk, akıcılık vardır (2015: 1-10).

2011 yılında yazılan Bir Ocaqta İki Kül Topası (Bir Ocakta İki Kül Topu) adlı ortak şiir kitabı, Aslı ve Kerem destanından farklı bir anlatımdır. Aslı karakterinin anlatımı Rukayye Kebiri tarafından yazılmış olup Kerem’in anlatımı tanınmış şair Kian Khiav (d. 1950) tarafından yazılmıştır. Tebriz’de “Kitab-ı Tebriz” müsabakasında bu kitap ikinci olmuştur. 

Engar Ba To Nistem (Sanki Ben, Seninle Değilmişim Gibi) adını taşıyan şiir kitabı da yayımlanır (Uzun, 2015, 1-10). Engar Ba To Nistem Farsça yazılmış olup internette yayımlanmış bir kitaptır. 

Rukayye Kebiri’nin şiir kitapları:

Tәbrizim Al Tәbimi (Tebriz’im Al Ateşimi), Şiirler, Tebriz, Nebati Yayınevi, 2011. 

Bir Ocaqda İki Kül Topası (Bir Ocakta İki Kül Topu), Tebriz, Yaran Yayınevi, 2011. 

Engar ba to Nistem (Sanki Ben, Seninle Değilmişim Gibi), Farsça olarak internette yayımlanmıştır, 2011.

Çocuklar İçin Yazdığı Kitapları

Yazarın çocuklar için yazdığı tek kitabı vardır. Folklor hikâyelerinden iktibas (alıntı) tarzında yazılan Xəyalbaz Qur Qur (Hayalbaz Kur Kur) kitabı, hayalperest bir kurbağanın hikâyesidir. Kitabının amacı, çocukların hayallerine kol kanat germektir. 

Xəyalbaz Qur Qur (Hayalbaz Kur Kur), Tebriz, Aydın Sav Yayımları, 2017, Resim: Nesimi Sadık Barenjı. 

Gezi Yazıları (Seyahatnameleri)

Rukayye Kebiri, Güney Azerbaycan çağdaş edebiyatında seyahatname yazan tek kadındır. İran’daki işinden ayrıldıktan sonra Çin, Hindistan, Yunanistan, İtalya ve Özbekistan gibi ülkeleri merak eden Rukayye Kebiri, 2013 yılında 8 günlük Çin ziyareti düzenler. Kebiri’yi Çin’de iki şey kendine çeker: ekonomi ve sosyalizm. Bu ülkede gördüklerini ve gezdiği yerleri Saçaqdan Asılmış Əjdaha. Xanbalıq Səfərnaməsi (Çin Səfərindən Yazılar)(Saçaktan Asılmış Ejderha. Hanbalık Seyahatnamesi (Çin Ziyaretinden Yazılar) kitabında anlatır. 2015 yılında Tebriz’de Muğam Yayınevi’nde yayınlanan bu kitapta Rukayye Kebiri, Çin gezisinde gezdiği yerleri, gördüğü şeyleri kaleme alır, Çin’in merak edilen yönleri ve sosyal yapısı hakkında bilgi verir. 

Timur İmparatorluğu’nun kurucusu ve ilk hükümdarı olan Türk-Moğol imparator ve komutan Emir Timur’un (1336-1405) da şehri olan, İslam için de büyük önem taşıyan Semerkant’ı görmek, orada bilgi toplamak ve o bilgileri okuyucularla paylaşmak, Rukayye Kebiri için çok önemli olduğundan 2015’te bir gezi grubuyla Semerkant ve Buhara’yı görmek amaçlı Özbekistan’a gider. Bu gezi sırasında gördüklerini Üzbəkistan Səfərnaməsi (Özbekistan Gezisi) kitabında yayınlar. Bu geziyi de seyahatname olarak yazar ve 2017’de Tebriz’de Enver Kitabevi’nde yayınlar (KK2).

Açlık Baratası romanını tamamladıktan sonra Rukayye Kebiri 2018’de iki dağcı arkadaşıyla birlikte Şahseven yaylasına gider ve 5 gün orada kalır. Bu süre içinde yaylada yaşayan hanımların ekmek yapmalarını, süt sağmalarını, onlarla yaptığı sohbetleri, yani hayatlarını ve yayladaki yaşantılarını kaleme alır. Eserin adını Endim Bulaq Başına (İndim Bolak Başına) olarak verir. Bu da üçüncü seyahatnamesi olur. Endim Bolaq Başına yazısında bu gezi yaylalarında yaşayan kadınların hayatını ve mücadelelerini yazar (Matinpour, 2018: 13-17). Mevcut seyahatname, 2019 yılında Tebriz’de Әhtәr Yayınevinde yayınlanır.

Türkiye’ye seyahatlerine gelince, Rukayye Kebiri Türkiye’de dört kez bulunur. Ankara, Eskişehir, İstanbul ve Trabzon şehirlerini gezer. Bunlardan Eskişehir yolculuğu, Avrasya Yazarlar Birliği’nin daveti üzerine olur. Türkiye’nin tarihî mekânları ve muhteşem doğasından başka yazarın en çok dikkatini çeken husus, ülke genelinde bir kafe kültürünün bulunmasıdır: “Bizim de eskiden beri kahvehanelerimiz vardır ancak onlar erkeklere aittir ve kadınların bu geleneksel kahvehanelere gitmesi yasaktır. Bunların dışında gençlerimizin toplandığı modern kafelerimiz de var. Lâkin Türkiye’de her mahallede, adım başı bir kafeyle karşılaşılmaktadır. Bence kafe kültürü insanlara diyalog fırsatı yaratıyor ve sosyal ilişkileri güçlendiriyor. Bunun yanı sıra toplumun ve devletin tek sesli olmasına engel olan önemli bir medeniyet mahsulüdür.” (Kebiri, 2020a: 28-29).

Seyahatnameleri:

Saçaqdan Asılmış Əjdaha, Xanbalıq səfərnaməsi (Çin səfərindən yazılar) (Saçaktan Asılmış Ejderha, Hanbalık Gezisi (Çin Ziyaretinden Yazılar), Tebriz, Muğam Yayınevi, 2015.

Üzbəkistan Səfərnaməsi (Özbekistan Gezisi), Tebriz, Enver Yayınevi, 2017 (KK2). 

Endim Bulaq Başına, Yaylaq Səfərindən Yazılar (İndim Bulak Başına, Yayla Seferinden Yazılar), Tebriz, Әhtәr Yayınevi, 2019.

Makaleleri

Bir An Önce Söndürülmesi Gereken Yangın adlı yazısı, hastanede çalıştığı ortamdan etkilenerek AIDS’li kadınlarla ilgili yazılır ve 2007’de (İran tarihi ile 1386 yılında) Dilmac dergisinde Müftela Olan Hanımlar (Gölgedeki Kadınlar) adıyla yayınlanır. Yazar, hastaneye gelen insanlarla her zaman irtibat kurduğunu anlatır. Yazıda yer alan karakterler de onlardandır. Makalede AIDS hastası olan insanların ve yakın çevrelerinin durumları gözlemleyerek Blue Hastane yönetiminin de rızasıyla kaleme alınmış olup kadınların durumu ve onların toplumdaki yeri, çektikleri acılar daha çok ön plana çıkartılır (Arjomandi, 2013: 18-24). 

Çevirileri

Azerbaycan Cumhuriyeti’nin şairi ve roman yazarı Perviz Cebrail’in Gözlerini Arıyorum adlı seçilmiş şiirlerini Rukayye Kebiri Farsçaya Donbal Çeşmanәt Migәrdәm olarak tercüme etmiştir (Kashmar: İntisharat-i Kaçmar, 2013); 

Farsçadan Sohyla Mirzayi’nin Mioftәm әz Dәstәm kitabından seçilmiş şiirlerini Әlimdәn Düşәrәm (Elimden Düşerim) adıyla Azerbaycan Türkçesine tercüme etmiştir (İngiltere, Mehri Yayınevi, 2019) (KK2). 

Aldığı Ödüller

İran kamuoyunda Azerbaycan Türkçesinde kaleme aldığı hikâyelerle tanınan İran Yazarlar Birliği üyesi Rukayye Kebiri, edebiyat alanında birçok ödül almıştır:

2011 yılında Azerbaycan’ın tanınmış şairi Kian Khiav ile ortak bir eser olan Bir Ocaqda İki Kül Topası (Bir Ocakta İki Kül Topu) kitabı 2011 yılında Tebriz’de Kitabı Tebriz müsabakasında ikinci olur;

2012’de Bakü’de Azadlık radyosunun düzenlediği hikâye yarışmasında Mavayıl adlı hikâyesi 180 eser içinden birincilik almıştır; 

2016 yılında Türkiye’de düzenlenen Kaşgarlı Mahmut Hikâye Yarışmasının İran kolunda Agorada Yandırın Mәni (Agora’da Yakın Beni) hikâyesi üçüncülük almıştır;

Quşlar Daha Qorxmurlar (Kuşlar Daha Korkmuyor) adlı romanı 2017’de Hemze Ferhat tarafından Farsçaya çevrilince İran’ın itibarlı edebiyat ödüllerinden biri olan Mihrigan-ı Edep anadilde roman branşında teşvik ödülüne layık görülür. Bu ödüller İran sistemine bağlı değildir. Anadilde yayınlanan eserler bölümünde ikincilik ödülü alır. Birincilik ise Kürt edebiyatına verilir (KK2); 

2018’de Türkiye’de düzenlenen Kaşgarlı Mahmut Hikâye Yarışmasının İran kolunda Güvercin Kızlar hikâyesi üçüncülük almıştır.

Bazı hikâyelerinin kısa filmleri de çekilmiştir. Kar Yağır adlı hikâyesi senaryolaştırılıp 2002 yılında filme alınır. Kadir Feriver’in yönetmenliğinde çekilen ve Karal adını taşıyan bu film, 2013 yılında Pervin Etisami ve Sib film festivallerinde dereceye girip ödül kazandırır (Uzun, 2015: 1-10; KK2; Kebiri, 2020: 2).

Bunların yanı sıra 36. Tahran Uluslararası Kısa Film Festivali kapsamında İran Genç Sinemacılar Derneği ile Şiir ve Nesir Kurumu tarafından ortaklaşa düzenlenen Senaryolaştırmak Üzere Kaleme Alınan Hikâyeler yarışmasında Pasibanha-yı Batnem (Rahmimin Bekçileri) isimli hikâyesiyle 650 eser arasında ikincilik ödülüne layık görülür. Yazar, Kasım 2019 yılında İran’da akaryakıt fiyatlarında yapılan artış nedeniyle ülke çapında yaşanan protestolarda hayatını kaybeden vatandaşlar olması sebebiyle ödülü almaktan vazgeçer ve bunu bir mektupla kaleme alarak kamuoyuna duyurur (Kebiri, 2020a: 28-29; Elbir, 2018: 46-59).

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 201. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 201. Sayı