HaftanınÇok Okunanları
KAYNAR OLJAY 1
SALIM ÇONOĞLU 2
Kader Pekdemir 3
İ. M. Galimcanova 4
Kardeş Kalemler 5
Osman Çeviksoy 6
Gülzura Cumakunova 7
Pyotr Petroviç Manassein (1803-1837)
Soylu bir ailenin çocuğu olarak Kazan’da doğdu. Babası Kazan Garnizonunda kaptandı. Petersburg’da mühendislik okudu. Mezuniyetinden sonra 2. Öncü Taburunda göreve başladı. Bu birlik, 14 Aralık 1825 Dekabrist ayaklanmasından sonra sürgün yeri olmuştu ve 1927 yılında Puşkin’de bu kaleye sürgün edilen aydınlar arasındaydı. Genç yaşta vefat etti.
Puşkin’in Kur’an’a Hayranlıkla şiirinin uyandırdığı Doğu romantizmi pek çok ardılı gibi Manassein’i de etkiledi. “Müslümanın Cehennemi ve Cenneti” şiiri bu etkinin ürünüdür.
Müslümanın Cehennem ve Cenneti
Sen şahitsin gecenin karanlığına
Ve şahitsin güneşin doğuşuna,
Onun tarifsiz güzelliğine:
Yeniden dirileceğiz bizler ve bütün doğa! -
Hâlâ mı korkmuyor, çekinmiyorsun,
Hâlâ mı cesursun, ey fâni!..
Sen inanmıyor musun Hüküm gününe?
Şüphesiz, çok yakın Âhiret günü!
İyi bak; nasıl yanıyor yeryüzü sıcaktan
Çatlıyor kuraklıktan dağlar, taşlar;
Sonra, yağmur yağıyor tüm şifasıyla,
Ve yeniden hayat veriyor dünyaya.
Görmüyor musun ne hayranlık verici
Renkler var orada ve lezzetli meyveler?..
Gökyüzünde desteksiz duran kubbeyi
Ve ona yükselen görkemli ormanı:
Topraktan geliyoruz bizler de
Hâlâ mı senin ruhunda şüpheler var?
Bırak bir kenara küstah hayallerini
Yoksa sen önemsiz bir toz zerreciği değil miydin?
Ya da sen zor başarı mısın Tanrı için?
Ne diye Hüküm gününe imanın yok?
Mahvolacaksın akılsız günahkâr!
Bir gün gelecek inananacaksın:
Nasıl ki uzun ve derin bir uykuya dalıyorsan,
Ve gözlerinde ışık sönüyorsa;
Ve dudaklarında tutamazsan
Ruhun dağılıp uçarken
Göç eden kuşlar misali.-
O, bir sınır koymadı mı
Toprakla su arasına;
Muhteşem gökyüzüyle donatmadı mı
Ve indirmedi mi göklerden çiy tanelerini?
O değil mi, kudredli sağ eliyle
Karanlık gökyüzünde yakan
Dizi dizi sayısız ışıkları,
Ve geceyi gündüze çeviren?
Hızlı akan ırmaklar gönderip
Çayırları ve tarlaları yemyeşil yapan?
O her şeye muktedir, Onun iradesiyle
Rüzgâr toplamıyor mu bulutları?
O, sıcak çöller üzerinde
Yağmurlar yağdırıyor bardaktan boşanırcasına
Kurumuş topraklara can katıyor;
Ve benzer şekilde diriltecek bizleri.
Ah, fânî! Senin işlediğin günâhın
Belki, kendi büyüklüğü
Kâinatın tamamından daha büyük
Belki de, gözler için kurumuş çöp kadar değersiz…
O her sırrı bilendir,
Tanrı senin ruhunun en gizli derinliğini görür.
—
O istediğinde… işte o zaman arş
Düşecek yeryüzüne göklerden
Ve senin zerren bile silinecek
Ve sular dönecek yönünü karaya!!
O ırmaklar ve diğer yığın yığın herşey
Artık yeryüzünü kaplamışlamış olacak.
İşte, fırtınalı deniz dalgası
Yükselterek ıslak toz bulutlarını
Kükrer, kaynar ve akar hızla
Vurur dalgaları uzaklara ve daha uzaklara!
Fakat, Tanrı isteseydi sonsuz gecelerin
Karanlığıyla boğmayı sizi
Kim getirebilirdi aydınlığı?
Ve ancak bazıları anlar bunu-
O size ebedî günler gönderir daima
Yayılıyorsa huzurlu gecenin gölgesi,
Dertlerinizi tamamen unutun diye değil mi?
Anlat bana korkusuzca
Kimin hükmüyle değişmiyor,
Parıltılı Ay’ın zaman akışı?
Ve Güneş’in daha yüksekte yanışı,
Muktedir olanın emriyle değil mi?
Sen dene gücünü: çıkar kendi yolundan
Ay’ı ya da güneşi!
Berrak göklerden, -Anakoğullarının
Yeryüzünde yaratılışından beri…
Dünyayı parlatarak, aktılar
Ve ışınları birini bile mahvetti mi?
Ama O’nun tek bir sözüyle
O’nun bir işaretiyle
Herşey parçalanacak ve eriyecek!
İşte, baharın son tohumu
Saçılıyor toprağa; kuzgun sürüleri
İşte bulutlardan iniyorlar aşağıya.
Arama boşuna, O’nun İmtihan izlerini!
Daha önce neredeydi okyanuslar
Dağ silsilesi, ormanların taçlanan dalları
Çayırlar, tarlalar, tepeler, vadiler
Ve karanlığı aydınlatan yıldızlar
Ve dümdüz masmavi gökyüzü…
Her şey toza döndü
Her şey karanlığa ve bataklığa gömüldü!
II
Andolsun yıldırım dolu bulutlara
Göklerde süzülen Ay’a
Ve havaya toz bulutu kaldıran kasırgaya
Ve gök gürültüsüne… bir yıldız kaymasına:
Gelecek o kaçınılmaz Hüküm Günü!
Henüz zaman var, içten dualar için
Daha Hak Teâlâ’ya ulaşmaktayken
Affedecek suçlarınızı!
Fakat vay haline lânetli kabilelerin
Kötü yılanların oğullarına:
Yakındır Kıyâmet Gününün kılıcı
Asırlar daha hızlı akacak nehirlerden:
Ve göklerin yedinci katından, dağlardaki dereler gibi
Dökülecek ve gökkubbeyle birleşecek
Ve onların sarhoşluğu şarapdan değil
Yeni bir oluşumun sancısından.
Ne zaman ki, El-Kâdir’in
Sesi duyulacak gökgürültüsü gibi:
Dünya sarsılacak ve buruşacak
Gökkubbe savrulacak bir kenara
Ve adeta kızgın bir ocakta, ışıyarak
Eriyecek metaller, sular gibi…
Yakıcı ve hızlı akıntısıyla
Hem alev, hem ateş saçacak…
Dalgalar oturacak gevşek
Kayaların ve dağların zirvesine,
Nehirler kükreyerek ve aceleyle
Düşecekler derin okyanus diplerine.
Alevlerin dumanı ve boğucu kokusu
Kâinatın kursağından geçecek;
Kadın sevdiğini kucağından atacak
Kardeş kardeşini tanımayacak
Ve aklı şaşmış anne kaçacak
Ve oğlunu öksüz bırakacak
O zaman titreyecek kâinat
Ve yanmakta olan yurdunu
Anında yapacak topraktan Yaradan…
O zaman, gök berraklığı boyunca uçacak
Gök gürültüsünden hızlı, fırtınadan hızlı
Toplanacak ruhlar ve melekler.
O anda ölümlülerin ürkek bakışı
Görecekler o zamana kadar görünmeyen
Cenâb-‐‑ı Hakk’ı tahtında
O, hâkim ve kralların kralı
Toprağın, gökyüzünün ve denizlerin sahibi
İlahî iradesiyle, kutsanmış olan herşeyin
Dünyevî meselelerin hükmünü verecektir.
Ve O’nun önünde ölümlülerin ruhları dökülecek
Ağaçlardan kopan yapraklar gibi…
Ve Sur’a üflenecek:
Arşın altında canlı olan herşey
Cansız yere düşecek, orakçıların orakla
Kestiği buğday başakları gibi…
Tekrar ikinci Sur’a üflenecek:
Uyuyanlar mezarından fırlayacak
Ve mahkeme-i kübrâ önüne toplanacak
Soluk benizli bütün mahlûkat.
Orada sekiz meleğin sağ elleri
Amel defterine uzandılar:
Artık ruhlar hiç endişesiz,,
Kutsal defteri sayfalarını açıyorlar.
“Ah! Her şeye kâdirsin sen
Parçala, bu uğursuz sayfaları!...
Ah! Eğer bir mezarlık asırlar boyunca
Yeniden dirilen bizleri saklamışsa
Ayıpları karanlıklar arasında örtmek için değil mi?
«Ne diye mi bıraktık tabutları mezarlığa?
Ne diye inanmadınız, söylenenlere
Kötülüğün ve inkâr edenlerin oğulları
«Bu korkunç yargının geleceğine!
Kulak vermek gerekirdi Peygamber sözlerine!
Yenilmeseydik bir parça altın arzusuna
Biz, bertaraf etseydik ahlaksızlığı
Ve kaçsaydık uzaklara
Gün batımının doğuya uzaklığından daha fazla »
Günahkârlar, siz günahkâr oğulları,
Şimdi ödeyemezsiniz suçların kefâretini
Ne parlak bir taşla, ne kıymetli bir kumaşla
Ne tüm dünyadan toplanmış altınla
Ne kendi kızınla, ne de karınla:
Ne diye siz gerçekten kutsal olana
Kulak vermediniz, inkârcı oldunuz?
Ne diye yüz ağızdan iftira ile
Suçsuz iffetli kadınları öldürdünüz?
Ya da ne sandınız: Tanrı’nın yerinden oynatmayacağını mı
Dağları, fakirlerin gözyaşlarından dolayı,
Ve, yetimlerin feryatlarının ulaşmayacağını mı
Onun yüksek tahtına?
Ve hiç bir huzuru olmayan hayatlarını
Mutluluk dolu bir kalabalıkla çevriliyken
Siz, dikkate almadınız, bir duvar gibi…
İnliyordu, dilenci kıtlıklara batınca
İnliyordu; ama alışılmadık bir fısıltıyla,
Siz eğildiniz mi, onun duasına?
Ve bu sizin emrinizle olmadı mı,
Bir çok hizmetkâr zalimce kovuldular,
Ve barınaksız ve ekmeksiz
Onlar gök kubbe altında ölmediler mi?
Toprakların gururlu efendileri!
Yoksa kendi rızıklarınızdan ayırıp
Ona bir kırıntı veremediniz mi?
Ya da Yaradan’ın gazabı yeterince korkunç değil miydi?
Ne diye, kimsesiz bir yetimin
Siz özenle örtmediniz çıplaklığını?
Ne diye, zenginlik ihtirasına kapılıp
Ve kalbin sesini bastırarak
Fakirin ağıtlarına güldünüz,
Dünyada çıplak dolaşsın diye mi?
Siz suçların giznenebileceğini mi sandınız?
Bırakın dudaklar sussun- eller çıkarsın
Kendi suçlarını ortaya!
Kabul edin cezayı: Cehennem azabına
Kanlı cezalara çarpıldınız!» —
Ve işte! Kafaları karışmış halde
Gidiyor suçlular, yığınlarla,
Açılan cehemmen kapılarına,
Günâhlarının cezasını çekmeye
Ve korkudan bembeyaz olurlar,
İnkârcıların çökmüştür artık yanakları…
O zamana kadar aydınlık ve gururlu bakışları
Artık gece karanlığı kaplar.
Artık kızgın kızıl zincirler
Bacaklardan kollara doğru sarılır;
İsli bir duman sarar etrafı,
İltihap yayılır: İşte! kurumuş bozkırlar
Ateş ırmağıyla kaplanır,
Kavuran dayanılmaz sıcakta,
Yürüyüp geçenleri, unutmuş oldukları alevler
Saracak hızla yükselen fırtına gibi…
Tepelerinden sarkan meyvelere
Titreyen elleriyle uzanacaklar,
Boğazlarını biraz serinletsin diye
Karınlarında reçineler kaynayacak,
Onların azap ölçüsü artacak!
Bu eza ve belalar arasında
Kötü amellerinin hâtırası
Onların ardısıra gidecek,
Bir bedeni, gölgesinin tâkip ettiği gibi.
Fakat işte – muazzam büyüklükte bir dizi kazanlar
Kaynıyor, fokurduyor, köpükler çıkıyor…
Ve diş gıcırtıları işitiliyor,
Ve dizleri duyulur şekilde titriyor;
Fakat bir böğürtü bastırır diğer sesleri
İnkârcıların vahşi inlemeleri ve acı çığlıkları…
Merhâmet dilenmeleri boşuna!
Artık İlahî takdir çoktan verildi:
«Siz sonsuza kadar cehennemde çabalayacak
Orada asırdan asıra acı çekeceksiniz! »
III
Sen şahitsin kötü havanın kükremesine
Şahitsin aydınlık ve açık gökkubbeye,
Yeryüzüne ve sularla dolu denizlere
İyi olan ve O’naîmân eden insanlara!
Kutsanmıştır, Kitab’a uygun davranan
Ve inanarak o Kutsal Kitab’ı okuyan!..
Günahkâr kaçtı ondan, gecenin ışıktan kaçtığı gibi;
Her kim Yaradan’ı içten dualarla zikrederse
Hem gündüzü hem gün batımını karşılar:
Tanrı gerçeği sever; sevimli çocuklar gibi
Sizi cennette sonsuz mutlulukların
Dalgalarıyla ıslatacak.
Artık kutsanmıştır kederle inleyenler
Ve acıların sesine kayıtsız kalmayanlar,
İhtiyaçların boyunduruğu altındaki
Fakirleri reddetmeyenler;
Sizin her bir zerrenize
Ter ve gözyaşları serpilmişti
Siz, günâh işlemeyenler temize çıktınız!
Rabbinizi hayırla yüceltin:
O, Şefkatli olandır; size Arş’ın kapılarını açacak
Kendi ışığıyla parlayan gökyüzünde !
Sizin yanaklarınızı ve ellerinizi donatacak
Elmaslar, safirler ve zümrütlerle.
Sizi inciler içinde, pırpır yanan mor kumaşlarla
Keten ve altınlarla süsleyecek;
Ve çocukları kar beyazı giysilerle…
Sizi Cennet bahçelerine götürecekler;
Sizi bilmediğiniz aromalarla kuşatacak,
Yemyeşil mersin ağaçlarıyla, neşe veren narlar,
Size iğneli bitkilerin dikensiz gülleri sunulacak
Ve misler kokan ıtırları yayılacak
Ve sular aynen gözyaşları gibi
Ayaklarınızın dibinde akacak
Şeffaf-serin pırıltılarla yayılarak
İnciden bir kule gibi gümüş renkli
Göğe doğru bir çeşme yükseliyor
Ve ballar akıyor
Şeffaf, hafif ve hoş kokulu.
Burada, yoğun tertemiz süt ırmakları
Akıyor kıvrılarak ve fısıltıyla
Orada vadiler uzanıyor şerit şerit
Parlayan ve renkli şelaleleriyle;
Lezzetli şaraplar akıyor,
Köpük köpük, inci inci kabarcıklarıyla
Onların kıyılarında yumuşaçık
Muskatların ve mis kokulu mersinlerin gölgesinde
Al al kadife halılarda
Çiğ düşmüş sabah gülleri gibi
Göz alıcı ışıltısıyla
Dudaklarında tatlı bir selamlamayla
Seçeceksiniz güzel huriyeleri:
Ah ne gözler onlar! Alevli
Büyüleyici, tatlı ve baştan çıkarıcı!…
Ve kutsal bakirelerin ateşli bakışları
Başka bir bakışı baştan çıkarmayacak,
Ve sadâkat ve itikâd ödülü
Erkekleri sonsuza değin koruyacak. —
Etkileyici alımlı halleriyle hizmet edenler,
İşte ilk gençlik halleriyle:
Cennet gibi parlar onların gözleri
Ateş gibi yanar yanakları;
Kardan daha beyaz onların tenleri;
İpek giysiler içinde
Parlıyorlar elmas ve zümrütlerle
Altınla yaldızlanmış kaplarla
Yürüyorlar kadifemsi kıyılar boyunca;
Burada kat kat halılar ortasında
Hoş kokulu çiçekler arasında;
Çevreliyorlar kara gözlü bakireleri,
Saadetle oturmakta onlar, ipek örtüler içinde,
Cennet ağaçlarının gölgesinde.
Yudumluyor sonuna kadar pembe dudaklarla
Şarabın büyülü tadını
Ve korkmayın coşkulu olmaktan:
Bir kişin bile kafası bulanmayacak
Sadece sıcaklığı hazzı artıracak;
Ve altuni güneş, yumuşak ışınlarıyla
Dayanılmaz sıcaklığını yitirmiş olarak
İnecek süzülerek göklerden
Bir mayıs sabahında doğuyor gibi;
Mehtab belirli saatlerde
Yine nularını saçacak gökyüzünde,
Sabah çiyinin iç açıcı tazeleğiyle
Yeniden canlanacak doğa.
Hoş kokuları solurken
Hafif meltem esintisi yayılacak:
Tarif edilemez bir mutluluğu
Haramsız ruhlar hissedecekler;
Görünmez genç kızların hoş namelerine
Dikkat kesilirsiniz, nefesiniz tutulur,
Ve tarifsiz mutluluklar içinde
Ruhunuz heyecanla dolar.
O zaman Ezelî ve Ebedî Rabbin önünde secdeye varacaksınız
Ve huzurlu bir kalple
Ve heyecanla bağıracaksınız: «Yaradan’a şükürler olsun!
O bizim güzel işlerimiz karşılığında
Sonsuz mululuk verdi bizlere!»
Nisan 1828
P.Manasein