Rus Şairler: Pyotr Petroviç Manassein (1803-1837)


 01 Nisan 2021


Pyotr Petroviç Manassein (1803-1837)

Soylu bir ailenin çocuğu olarak Kazan’da doğdu. Babası Kazan Garnizonunda kaptandı. Petersburg’da mühendislik okudu. Mezuniyetinden sonra 2. Öncü Taburunda göreve başladı. Bu birlik, 14 Aralık 1825 Dekabrist ayaklanmasından sonra sürgün yeri olmuştu ve 1927 yılında Puşkin’de bu kaleye sürgün edilen aydınlar arasındaydı. Genç yaşta vefat etti. 

Puşkin’in  Kur’an’a Hayranlıkla  şiirinin uyandırdığı Doğu romantizmi  pek çok ardılı gibi  Manassein’i de etkiledi. “Müslümanın Cehennemi ve Cenneti” şiiri bu etkinin ürünüdür.    

 

 

Müslümanın Cehennem ve Cenneti

 

Sen şahitsin gecenin karanlığına 

Ve şahitsin güneşin doğuşuna, 

Onun tarifsiz güzelliğine: 

Yeniden dirileceğiz bizler ve bütün doğa! -

Hâlâ mı korkmuyor, çekinmiyorsun, 

Hâlâ  mı cesursun, ey fâni!.. 

Sen inanmıyor musun Hüküm gününe? 

Şüphesiz, çok yakın Âhiret günü! 

 

İyi bak; nasıl yanıyor yeryüzü sıcaktan 

Çatlıyor kuraklıktan dağlar, taşlar;

Sonra, yağmur yağıyor tüm şifasıyla, 

Ve yeniden hayat veriyor dünyaya. 

Görmüyor musun ne hayranlık verici 

Renkler var orada ve lezzetli meyveler?.. 

Gökyüzünde desteksiz duran kubbeyi 

Ve ona yükselen görkemli ormanı: 

Topraktan geliyoruz bizler de 

Hâlâ mı senin ruhunda şüpheler var? 

 

Bırak bir kenara küstah hayallerini

Yoksa sen önemsiz bir toz zerreciği değil miydin?

Ya da sen zor başarı mısın Tanrı için? 

Ne diye Hüküm gününe imanın yok?

Mahvolacaksın akılsız günahkâr!

Bir gün gelecek inananacaksın: 

Nasıl ki uzun ve derin bir uykuya dalıyorsan, 

Ve gözlerinde ışık sönüyorsa;

Ve dudaklarında tutamazsan

Ruhun dağılıp uçarken

Göç eden kuşlar misali.-

 

O, bir sınır koymadı mı

Toprakla su arasına;

Muhteşem gökyüzüyle donatmadı mı

Ve indirmedi mi göklerden çiy tanelerini?

O değil mi, kudredli sağ eliyle

Karanlık gökyüzünde yakan 

Dizi dizi sayısız ışıkları, 

Ve geceyi gündüze çeviren?

Hızlı akan ırmaklar gönderip

Çayırları ve tarlaları yemyeşil yapan?   

 

O her şeye muktedir, Onun iradesiyle

Rüzgâr toplamıyor mu bulutları?

O, sıcak çöller üzerinde

Yağmurlar yağdırıyor bardaktan boşanırcasına 

Kurumuş  topraklara can katıyor;

Ve benzer şekilde diriltecek bizleri. 

Ah, fânî! Senin işlediğin günâhın

Belki, kendi büyüklüğü

Kâinatın tamamından daha büyük

Belki de, gözler için kurumuş çöp kadar değersiz…

O her sırrı bilendir,

Tanrı senin ruhunun en gizli derinliğini görür.

 

O istediğinde… işte o zaman arş 

Düşecek yeryüzüne göklerden 

Ve senin zerren bile silinecek

Ve sular dönecek yönünü karaya!!

O ırmaklar ve diğer yığın yığın herşey

Artık yeryüzünü kaplamışlamış olacak. 

İşte, fırtınalı deniz dalgası

Yükselterek ıslak toz bulutlarını 

Kükrer, kaynar ve akar hızla 

Vurur dalgaları uzaklara ve  daha uzaklara! 

 

Fakat, Tanrı isteseydi sonsuz gecelerin 

Karanlığıyla boğmayı sizi 

Kim getirebilirdi aydınlığı? 

Ve ancak bazıları anlar bunu-

O size ebedî günler gönderir daima 

Yayılıyorsa huzurlu gecenin gölgesi,

Dertlerinizi tamamen unutun diye değil mi?

Anlat  bana korkusuzca

Kimin hükmüyle değişmiyor,

Parıltılı Ay’ın zaman akışı?

Ve Güneş’in daha yüksekte yanışı, 

Muktedir olanın emriyle değil mi?

 

Sen dene gücünü: çıkar kendi yolundan

Ay’ı ya da güneşi!

Berrak göklerden, -Anakoğullarının

Yeryüzünde yaratılışından beri… 

Dünyayı parlatarak, aktılar

Ve ışınları birini bile mahvetti mi?

Ama O’nun tek bir sözüyle 

O’nun bir işaretiyle 

Herşey parçalanacak ve eriyecek!

 

İşte, baharın son tohumu 

Saçılıyor toprağa; kuzgun sürüleri 

İşte bulutlardan iniyorlar aşağıya.

Arama boşuna, O’nun İmtihan  izlerini! 

Daha önce neredeydi okyanuslar

Dağ silsilesi, ormanların taçlanan dalları

Çayırlar, tarlalar, tepeler, vadiler

Ve karanlığı aydınlatan yıldızlar

Ve dümdüz masmavi gökyüzü…

Her şey  toza döndü 

Her şey karanlığa ve bataklığa gömüldü!

 

II

Andolsun yıldırım dolu bulutlara 

Göklerde süzülen Ay’a

Ve havaya toz bulutu kaldıran kasırgaya

Ve gök gürültüsüne… bir yıldız kaymasına: 

Gelecek o kaçınılmaz Hüküm Günü!

Henüz zaman var, içten dualar için 

Daha Hak Teâlâ’ya ulaşmaktayken 

Affedecek suçlarınızı!

Fakat vay haline lânetli kabilelerin 

Kötü yılanların oğullarına: 

 

Yakındır Kıyâmet Gününün kılıcı 

Asırlar daha hızlı akacak nehirlerden:

Ve göklerin yedinci katından, dağlardaki dereler gibi

Dökülecek ve gökkubbeyle birleşecek

Ve onların sarhoşluğu şarapdan değil

Yeni bir oluşumun sancısından. 

Ne zaman ki, El-Kâdir’in 

Sesi duyulacak gökgürültüsü gibi: 

 

Dünya sarsılacak ve buruşacak

Gökkubbe savrulacak bir kenara

Ve adeta kızgın bir ocakta, ışıyarak

Eriyecek metaller, sular gibi…

Yakıcı ve hızlı akıntısıyla

Hem alev, hem ateş saçacak…

 

Dalgalar oturacak gevşek

Kayaların ve dağların zirvesine, 

Nehirler kükreyerek ve aceleyle

Düşecekler derin okyanus diplerine. 

Alevlerin dumanı ve boğucu kokusu

Kâinatın kursağından geçecek;

 

Kadın sevdiğini kucağından atacak

Kardeş kardeşini tanımayacak

Ve aklı şaşmış anne kaçacak

Ve oğlunu öksüz bırakacak

 

O zaman titreyecek kâinat

Ve yanmakta olan yurdunu

Anında yapacak  topraktan Yaradan… 

O zaman, gök berraklığı boyunca uçacak

Gök gürültüsünden hızlı, fırtınadan hızlı

Toplanacak ruhlar ve melekler.

 

O anda ölümlülerin ürkek bakışı

Görecekler o zamana kadar görünmeyen 

Cenâb-‐‑ı Hakk’ı  tahtında 

O, hâkim ve  kralların kralı

Toprağın, gökyüzünün ve denizlerin sahibi

İlahî iradesiyle, kutsanmış olan herşeyin 

Dünyevî meselelerin hükmünü verecektir. 

Ve O’nun önünde ölümlülerin ruhları dökülecek 

Ağaçlardan kopan yapraklar gibi…

 

Ve Sur’a üflenecek:

Arşın altında canlı olan herşey 

Cansız yere düşecek, orakçıların orakla 

Kestiği buğday başakları gibi…

Tekrar ikinci Sur’a üflenecek:

Uyuyanlar mezarından fırlayacak

Ve mahkeme-i kübrâ önüne toplanacak 

Soluk benizli bütün mahlûkat. 

 

Orada sekiz meleğin sağ elleri

Amel defterine uzandılar:

Artık ruhlar hiç endişesiz,, 

Kutsal defteri sayfalarını açıyorlar.

 

“Ah! Her şeye kâdirsin sen

Parçala, bu uğursuz sayfaları!...

Ah! Eğer bir mezarlık asırlar boyunca 

Yeniden dirilen bizleri saklamışsa

Ayıpları karanlıklar arasında örtmek için değil mi?

 

«Ne diye mi bıraktık tabutları mezarlığa? 

Ne diye inanmadınız, söylenenlere

Kötülüğün ve inkâr edenlerin oğulları

 

«Bu korkunç yargının geleceğine!

Kulak vermek gerekirdi Peygamber sözlerine!

Yenilmeseydik bir parça altın arzusuna 

Biz, bertaraf etseydik ahlaksızlığı   

Ve kaçsaydık uzaklara 

Gün batımının doğuya uzaklığından daha fazla »

 

Günahkârlar, siz günahkâr  oğulları, 

Şimdi ödeyemezsiniz suçların kefâretini 

Ne parlak bir taşla, ne kıymetli bir kumaşla 

Ne tüm dünyadan toplanmış altınla

Ne kendi kızınla, ne de karınla:

Ne diye siz gerçekten kutsal olana 

Kulak vermediniz, inkârcı oldunuz?

Ne diye yüz ağızdan iftira ile 

Suçsuz iffetli kadınları öldürdünüz?

 

Ya da ne sandınız: Tanrı’nın yerinden oynatmayacağını mı

Dağları,  fakirlerin gözyaşlarından dolayı, 

Ve, yetimlerin feryatlarının ulaşmayacağını mı

Onun yüksek tahtına?

Ve hiç bir huzuru olmayan hayatlarını 

Mutluluk dolu bir kalabalıkla çevriliyken

Siz, dikkate almadınız, bir duvar gibi…

 

İnliyordu, dilenci kıtlıklara batınca

İnliyordu;  ama alışılmadık bir fısıltıyla,

Siz eğildiniz mi, onun duasına?

Ve bu sizin emrinizle olmadı mı,

Bir çok hizmetkâr zalimce kovuldular,

Ve barınaksız ve ekmeksiz

Onlar gök kubbe altında ölmediler mi?

Toprakların gururlu efendileri!

Yoksa kendi rızıklarınızdan ayırıp

Ona bir kırıntı veremediniz mi?

Ya da Yaradan’ın gazabı yeterince korkunç değil miydi? 

 

Ne diye, kimsesiz bir yetimin

Siz özenle örtmediniz çıplaklığını?

Ne diye, zenginlik ihtirasına kapılıp

Ve kalbin sesini bastırarak 

Fakirin ağıtlarına güldünüz,

Dünyada çıplak dolaşsın diye mi?

Siz suçların giznenebileceğini mi sandınız? 

Bırakın dudaklar sussun- eller çıkarsın 

Kendi suçlarını ortaya!

 

Kabul edin cezayı:  Cehennem azabına

Kanlı cezalara çarpıldınız!» —

Ve işte! Kafaları karışmış halde 

Gidiyor  suçlular, yığınlarla, 

Açılan cehemmen kapılarına, 

Günâhlarının cezasını çekmeye

Ve korkudan bembeyaz olurlar,

İnkârcıların çökmüştür artık yanakları…

 

O zamana kadar aydınlık ve gururlu bakışları

Artık gece karanlığı kaplar. 

Artık kızgın kızıl zincirler 

Bacaklardan kollara doğru sarılır;

İsli bir duman sarar etrafı, 

İltihap yayılır: İşte! kurumuş bozkırlar

Ateş ırmağıyla  kaplanır,

Kavuran dayanılmaz sıcakta,

Yürüyüp geçenleri, unutmuş oldukları alevler

Saracak hızla yükselen fırtına gibi…

Tepelerinden sarkan meyvelere

Titreyen elleriyle uzanacaklar,

Boğazlarını biraz serinletsin diye

Karınlarında reçineler kaynayacak, 

Onların azap ölçüsü artacak!

 

Bu eza ve belalar arasında

Kötü amellerinin hâtırası

Onların ardısıra gidecek,

Bir bedeni, gölgesinin tâkip ettiği gibi.

Fakat işte – muazzam büyüklükte bir dizi kazanlar

Kaynıyor, fokurduyor, köpükler çıkıyor…

Ve diş gıcırtıları işitiliyor,

Ve dizleri duyulur şekilde titriyor;

Fakat bir böğürtü bastırır diğer sesleri

İnkârcıların vahşi inlemeleri ve acı çığlıkları…

Merhâmet dilenmeleri boşuna!

Artık İlahî takdir çoktan verildi:

«Siz sonsuza kadar cehennemde çabalayacak

Orada asırdan asıra acı çekeceksiniz! »

 

III

Sen şahitsin kötü havanın kükremesine 

Şahitsin aydınlık ve  açık gökkubbeye, 

Yeryüzüne ve sularla dolu denizlere 

İyi olan  ve O’naîmân eden insanlara!

Kutsanmıştır, Kitab’a uygun davranan 

Ve inanarak o Kutsal Kitab’ı okuyan!..

Günahkâr kaçtı ondan, gecenin ışıktan kaçtığı gibi;

Her kim Yaradan’ı içten dualarla zikrederse

Hem gündüzü hem gün batımını karşılar:

 

Tanrı gerçeği sever; sevimli çocuklar gibi

Sizi cennette sonsuz  mutlulukların 

Dalgalarıyla ıslatacak.

Artık kutsanmıştır kederle inleyenler 

Ve acıların sesine kayıtsız kalmayanlar, 

İhtiyaçların boyunduruğu altındaki 

Fakirleri reddetmeyenler;

Sizin her bir zerrenize

Ter ve gözyaşları serpilmişti

Siz, günâh işlemeyenler temize çıktınız! 

 

Rabbinizi hayırla yüceltin:

O, Şefkatli olandır; size Arş’ın kapılarını açacak

Kendi ışığıyla parlayan gökyüzünde !

Sizin yanaklarınızı ve ellerinizi donatacak

Elmaslar, safirler ve  zümrütlerle.

Sizi inciler içinde, pırpır yanan mor kumaşlarla

Keten ve altınlarla süsleyecek;

Ve çocukları kar beyazı giysilerle… 

 

Sizi Cennet bahçelerine götürecekler;

Sizi bilmediğiniz aromalarla kuşatacak,

Yemyeşil mersin ağaçlarıyla, neşe veren narlar,

Size iğneli bitkilerin dikensiz gülleri sunulacak

Ve misler kokan ıtırları yayılacak

Ve sular aynen gözyaşları gibi

Ayaklarınızın dibinde akacak

Şeffaf-serin pırıltılarla yayılarak 

 

İnciden bir kule gibi gümüş renkli

Göğe doğru bir çeşme yükseliyor 

Ve ballar akıyor 

Şeffaf, hafif ve hoş kokulu.

Burada, yoğun tertemiz süt ırmakları

Akıyor kıvrılarak ve  fısıltıyla 

Orada vadiler uzanıyor şerit şerit 

Parlayan ve renkli şelaleleriyle;

Lezzetli şaraplar akıyor,

Köpük köpük, inci inci kabarcıklarıyla 

 

Onların kıyılarında yumuşaçık

Muskatların ve mis kokulu mersinlerin gölgesinde 

Al al kadife halılarda

Çiğ düşmüş sabah gülleri gibi

Göz alıcı ışıltısıyla

Dudaklarında tatlı bir selamlamayla

Seçeceksiniz güzel huriyeleri:

Ah ne gözler onlar!  Alevli

Büyüleyici, tatlı ve  baştan çıkarıcı!…

 

Ve kutsal bakirelerin ateşli bakışları

Başka bir bakışı baştan çıkarmayacak,

Ve sadâkat ve itikâd  ödülü

Erkekleri sonsuza değin koruyacak. —

Etkileyici alımlı halleriyle hizmet edenler, 

İşte ilk gençlik halleriyle:

Cennet gibi parlar onların gözleri 

Ateş gibi yanar yanakları;

Kardan daha beyaz onların tenleri;

 

İpek giysiler içinde 

Parlıyorlar elmas ve zümrütlerle

Altınla yaldızlanmış kaplarla 

Yürüyorlar kadifemsi kıyılar boyunca; 

Burada kat kat halılar ortasında 

Hoş kokulu çiçekler arasında; 

Çevreliyorlar kara gözlü bakireleri, 

Saadetle oturmakta onlar, ipek örtüler içinde,

Cennet ağaçlarının gölgesinde. 

Yudumluyor sonuna kadar pembe dudaklarla

Şarabın büyülü tadını

Ve korkmayın coşkulu olmaktan: 

 

Bir kişin bile kafası bulanmayacak

Sadece sıcaklığı hazzı artıracak;

Ve altuni güneş, yumuşak ışınlarıyla

Dayanılmaz sıcaklığını yitirmiş olarak 

İnecek süzülerek göklerden

Bir mayıs sabahında doğuyor gibi;

Mehtab belirli saatlerde 

Yine nularını saçacak gökyüzünde,

Sabah çiyinin iç açıcı tazeleğiyle

Yeniden canlanacak doğa. 

 

Hoş kokuları solurken 

Hafif meltem esintisi yayılacak:

Tarif edilemez bir mutluluğu 

Haramsız ruhlar hissedecekler;

Görünmez genç kızların hoş namelerine

Dikkat kesilirsiniz, nefesiniz tutulur,

Ve tarifsiz mutluluklar içinde 

Ruhunuz heyecanla dolar.

 

O zaman Ezelî ve  Ebedî Rabbin önünde secdeye varacaksınız

Ve huzurlu bir  kalple 

Ve heyecanla bağıracaksınız: «Yaradan’a şükürler olsun!

O bizim güzel işlerimiz karşılığında 

Sonsuz mululuk verdi bizlere!»

 

Nisan 1828 

P.Manasein

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 172. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 172. Sayı