Rus Şiirinde Müslüman Doğu ve Bâtınî Kazanımlar


 01 Ekim 2020



İslam'ın yolları, asırlardır Kafkasya'nın eteklerine, daha sonra Dicle ve Fırat ırmaklarından Volga kıyılarına uzanırken Bizans Ortodoksluğu ve Hazar Museviliğinin yollarıyla buluşmuştur. Semavi Dinler, Avrasya'nın ruhuna nüfuz etmiş ve kaçınılmaz bir seçime boyun eğdirmiştir. İlahi takdir her tarafta hissedildi ve tarih boyunca tüm olaylara müdahale etti ve şekillendirdi.

Büyük oryantalist tarihçi Vasilij Vladimiroviç Barthold’un tezine göre; Rusların son pagan prensi Svyatoslav (Svyatoslav vaftiz olmayı reddetmiş ve pagan inancını sürdürmüştür) Hazar Denizi kıyılarını fethetmiş olsaydı, o zaman şüphesiz Ruslar İslam kültürünün gücüne ve cazibesine boyun eğerdi. Fakat Bulgaristan yardım istedi ve Rusların Tuna seferi başladı.1 Böylece herşey, o tarihlerde Konstantinopolis'deki Ayasofya'nın ışıltısının gölgesinde kaldı. Aslında, Rusların kaderi tamamen farklı olabilirdi... Svyatoslav İgoreviç’in oğlu Vladimir vaftiz edildi ve Ortodoks kilisesi tarafından azizler arasına alındı,  ama kararını hemen vermemişti. İslam topraklarına büyükelçiler gönderdi, Müslümanların inançlarını sorup öğrendi, düşündü, tartı, hikmetli din adamların tavsiyelerinin ne olduğunu dinledi.

Geçen yüzyılın başında Rus doğu bilimcilerinden biri şunu sordu: “... Kader bizleri, Müslüman dünyasıyla böylesine yakınlaştırmış  ve  içiçe geçirmişken, bizlerin  hâlâ İslam'ı egzotik bir din  diye tanımlamamız doğru mudur?”

Tabii ki İslam, Rus İmparatorluğu’nun sınırları içine girdi ve hatta aynı evlerde, aynı çatı altında yaşanmaya başlandı. “Türk menşeli Ruslar” dizinini hazırlarken, Rus kültürünün bir parçası olan kıymetli ve saygın insanların isimlerine sıklıkla rastlıyoruz: Aksakov, Turgenyev, Homyakov, Rahmaninov, Karamzin, Çaadayev gibi... Liste sonsuz. Bütün bu kişiler, Altın Orda’dan Moskova'ya göç eden, inançlarını değiştirmiş ama  "ata-hafızası” hazinesini taşıyan eski Türk aristokrat sülalelerin torunlarıdır. Burada sade ve doğal bir cümle de yeralmalıdır: Bu göç süreci elbette karşılıklıydı... Ruslar yüzyıllar boyunca Avrasya stepleri ve Kafkasya halklarıyla, Orta Asya hanlıklarıyla, Türkiye ve İran ile savaştı. Fakat bu Müslüman komşuların hayatını tanıma ve inançlarını anlama isteğine ne savaş ne de barış günlerinde karşı konulamadı. 

Karşılıklı olarak ilişkiler basiret ve ferasetle devam etti, akrabalıklar yavaş yavaş arttı. Nasıl ki gri renkli Rus krujeva2 nakışlarına altın sırmalar girdiyse, doğu metaforu da Rusça ifadelerle büyüyüp gelişti.

XV. yüzyılda yaşamış olan Rus tüccar Afanasiy Nikitin maceraperest biriydi, "Üç Denizi Gezmek" hikayesini evine giderken yollarda ve daha sonra ölüm döşeğinde yazmıştı. Sayısız talihsizlikler karşısında kahramanlığı ve maceralı seyahati anlatır. Ölmekte olan seyyahın coşkulu tahayyülünde her şey karmaşık hale gelmişti: Seyahati resmederken, Ortodoks bayramlarından hafızasında  kalanları  Hint tapınaklarından aldığı ilhamla karıştırıyor ve aralıksız yükselen ezan seslerini hikayesine serpiştiriyor... İşte bizler şiirlerde de bu türden bir anlatım görüyoruz; tabii ki, yüzyıllar boyunca Rus hayatının seyri Ortodoks takvimince belirlendi ve Rus literatürü Hıristiyanlığın idealleriyle beslendi, ama belirtelim ki bu gelenek, İslamın etkisiyle daha da  parlamış ve  ikna gücü artmıştır. 

İslamın manevî dünyasının etkisi ve aralıksız atan nabzı, Rus liriğini İslamla tanışmadan önceki dönemine göre, daha önemli hale getirmiştir. Bu etki olmasaydı Rus şiirinin bu yanı eksik kalmış olacaktı. Eski Ahit peygamberlerinin ateşli pathosugibi Kur'an alevi,  bir çok Rus şairine ilham verdi.

On sekizinci yüzyıl aydınlanmış mutlakiyetdönemidir,  bu evre Kur'an'ın ilk Rusçaya tercüme edildiği ve devletin  dine karşı toleranslı davranma denemelerinin yaşandığı bir zaman dilimidir. İslam üzerine saygılı ifadeler kullanan ilk Rus şair Gavriil Derjavin olmuştur, kendisi, 15. yüzyılda Altın Orda Devleti'nden Moskova'ya yerleşen Mirza Bagrim’in soyundan gelmekle gurur duyan ve çocukluğunu Kazan'da geçiren bir şahıstır. En büyük şairlerimizden biri olan Derjavin’in zihninde, bebeklik döneminden itibaren Rus Hristiyanlar ile Tatar Müslümanların hayat tarzları kaynaşmıştır. 

Nitekim, II.Katerina’ya "Mirza'nın Hayali" şiiriyle şöyle seslenir: "Gizliden söylenen Tatar şarkıları, ışık olup akacak gelecek nesillere". "Kırgız-Kayser5 ordusunun kutsal Çariçesi” Avrupa'nın karşısında halkının bilge koruyucu olmaya ve Müslümanlar dahil tüm yönettiği milletlerin nazik aydınlatıcısı görünmeye çalışmıştır. Katerina Doğu’nun Felicitas’ı6 olmayı memnuniyetle kabul etmişti. Derjavin’in ona ithafen yazığı şiirin son paragrafı şöyledir: 

 

Ey büyük Peygamber, Allah aşkına!

Ben toprak olacağım ayaklarının tozuna

Öyle hayranım ki, latif sözlerine 

Ve tefekkürlü duruşuna 

Dilerim korusunlar onu, ilahi güçler 

Ve geniş safir kanatlarıyla

Nurdan melekler …

Musibet, öfke ve azaplardan…

Gelecek nesillerde yankılanacak yaptığı hizmetler 

Ve göklerdeki yıldızlar gibi ışık saçacaklar. 

 

19. yüzyılın başlarında, uzak ülkeler biraz daha yakınlaştı, Rus İmparatorluğu'nun birlikleri Kafkas dağlarını geçti ve İran’ın sınır komşusu oldu. "Kafkasya ve Kırım Stansları"şiirini yazan Ivan Kozlov, önlerinde açılan yepyeni manzaraların güzelliği karşısında büyülenmişti: “İlham veren kör adam”,8“hilalleriyle  gururlu minareleri”, “kadın mahfilinin kafeslerini ve altın kubbeyi” hatırladı. Bu yıllarda yeni lirikler ortaya çıktı; kılavuzları ve öğretmenleri Puşkin olan Rus şairler, halife ile köleyi, Hıristiyan ile Müslümanı yakınlaştıracak konular üzerinde düşünmeye başladılar…

Doğu klasiklerinden tercüme edilen eserlerin sayısı artıyor ve Doğu kültürüne değer veren Avrupalı ​​şairlerin eserleri daha çok okunuyordu. Vasili Jukovski’nin, Charles Hubert Millevoye’den yaptığı serbest nazımda çevirileri, Rus şiirinde etkili olmuştur: "Atın Mezarı Başında Arap Türküsü” şiiri enerjik, aceleci, değişkendir… Bir atın yürüyüşü gibi, Adiyat suresindeki atları hatırlatıyor: "şafak vaktinde akın edenlere…” ve "toynakların altından kıvılcım saçanlara... ”. 

Vasili Jukovski ve Konstantin Batyuşkov'un Rusçaya tercümeleri arasında, La Fontaine'in Müslüman cennetini tasvir eden  "Moğol'un Rüyası" fablı var. Rus romantik şairlerinin orijinal eserleri arasında Pavel Katenin'in "Güvercin Yuvası" adlı şiirsel hikayesini anmalıyız. Acımasızlığın anlatıldığı bir vecizede, hayatın değeri methedilirken, tam o lâhzada “Cebrail Aleyhisselam, Allah ile rasulü arasında ilâhî emirleri tebliğ ederken güvercin aracılığı ile sohbeti başlatır. …”

Aleksandr Sergeyeviç Griboyedov İslamın çekim kuvvetinin etkisinde olan Doğu hayranı biriydi ve Tahran’da vefat etmişti. “Akıldan Bela” nın yaratıcısı, doğu dillerine vakıftı ve Şeyh Sadi-i Şirazi’nin şiirinin "kapıcının köpeğine, şefkatli olsun diye ..." dizesini, komedyasının kahramanı Molçalin’e söyletmişti. Onun iyi bilinen şiiri "Çegem'deki Yırtıcılar",9 Müslüman karşıtı, saldırgan ve iğneleyici gibi görünebilir, ancak şairin "Tanrı'nın Adamları Kadılar" akılda tutulmalı ve yazarın  “Allah'ın kutsal kitabının yasalarını ihlal etmeyi öğretenleri kınadığına” dikkat edilmelidir. Prens Pyotr Vyazemsky de Doğu'nun büyüsüne kapılmıştı. Onun ruhu Haliç’e doğru uçar... Rus liriğinde, görülmemiş güzellikle karşılaşılacağı önsezisi başlamıştı. Bu hissiyat Aleksander Puşkin ve Mihail Lermontov'un romantik şiirlerine ve manzumelerine hızla hayat verdi. 

Puşkin'in edebî yaratıcılığıyla Rus söz sanatı ilk defa "evrensel duyarlılık" bakımından çok zenginlik kazandı.  Onun eserleri, tekrar tekrar yeniliklerle doğan büyülü hediyedir insanlara. Her zaman diğer kültürlerin, halkların, inançların çağrısına güçlü bir şekilde cevap vermeye hazırdır… Puşkin, Güney’deki sürgün yıllarında Çerkeslerin, Kırım Tatarlarının, Arnavutların hayatlarını gördü, yakın tarihte Rus İmparatorluğu topraklarına katılan coğrafyadaki Müslümanlarla temas etti…

Erken dönem şiirlerinden biri olan "Kafkas Esiri" adlı eserinde bahsedilen savaşçı ruh ve egzotik yaşam Avrupalılar için son derece cezbedici olmuştur.  Kırım Hanı’nın Polonya esirlerine duyduğu sevgi hikayesi Puşkin’i, heyecanlandırır:  "Bahçesaray Çeşmesi"nin yazarı; sürgüne gittiği Mihaylov’da bir haçın hilal ile taçlanan buluşmasını, çeşmenin "şiirsel gözyaşlarını" ve “huzursuz mırıltısını” bir kez daha hatırlayacaktır. Şair, kasım ayının karlarla örtünmüş çam ormanları arasında, gerçek kabiliyetini ortaya çıkaran en şaşırtıcı ve mükemmel eserini yazdı: "Kur'an'a Hayranlık".

Bu şiir tercüme değildir, sadece serbest uyarlama yapılan taklitlerdir.  Bu mısralarda İslamın Büyük Kitabının temsili varlığı aşikardır, onda Kur’an’ın hem sözleri hem ruhu hissedilir. Mihail Verevkin'in İngilizce'den Rusçaya tercümesi 1795'te yayınlanmıştı, Puşkin ilk defa bu tercümede okudu Kur’an-ı Kerim’i. Bu mukaddes kitabın sayfalarına yansımış vahiylerin gücüne ve her bir surenin etkisine kapıldı. “Pek çok ahlaki normlar, Kuran'da güçlü ve şiirsel bir şekilde ifade edilir” diye ifade etti, kanaatini.  Onun şaheseri olan bu şiirin her kelimesi önemlidir. Mesela şu dokuz mısra, göklerden inen vahyi ve peygamberin hadislerini, Allah’ın kudreti ve kıyamet hâllerinin konu edildiği Abese Suresini hatırlatır.

 

O zaman Melek iki defa Sûr'a üfleyecek

Gökteki şimşekler dünyaya vuracak:

Ve kardeş kardeşten kaçacak,

Oğul annesinden uzaklaşacak

Ve herkes Tanrı'nın önünde akacak,

Korkuyla şemali bozulmuş 

Kötüler düşecekler…

Alevler ve küllerle örtülecekler.

 

Fyodor Dostoyevski, Puşkin’i anma toplantısında dinleyicilerine dönüp şu soruyu yöneltir: “…işte tam burada Kuran'ın ayetlerinin dini mistisizmiyle yanyanadır, veya "Kur’an'a Hayranlık” şiirindeki mısraları: adeta Müslüman gibi değil midir, bu dizeler Kuran'ın bizatihi ruhunu ve kılıcını, imanın sade görkemini ve kılıcın korkunç kanlı gücünü anlatmıyor mu?...”

Puşkin bir kış ayında sürgüne gönderildiği Mihaylov’da, belli ki Kehf Suresini okurken; "kasvetli, nemli ve soğuk” Kırım mağarasını hatırlıyor. Sanki, ana evindeki tecrit cezası hiç bitmeyecek gibidir...

 

Gizli bir mağarada, kederli bir günde 

Kur'an’ı okudum, ruhuma hoş geldi

Aniden bir teselli meleği belirdi

Uçup geldi, bana tılsım getirdi.

Onun sihirli gücü

Kutsal kelimeler yazdı

Üzerinde görünmez bir el

 

Puşkin'in daha sonraki eserlerinde de Müslüman Doğunun şiirleri yankılanmaktadır. "Peygambere inanmış" müminlerle aynı mahallede geçirdiği yıllarını, onun isyankar gençlik hatıralarını  ve kaderden kaçılamayacağını düşünmeye başladığı olgunlaşma dönemini "Tılsım" şiirinde görüyoruz.

"Erzurum Yolculuğu" eserindeki İslamî ve oryantal motiflerin varlığı, şairin gerçek yolculuğu sırasında kaleme alındığı için doğal bir sonuçtu. Ve yine Fırat yakınlarındaki askeri kampta, "Hâfız-ı Şirâzî’den” şiirini yazmıştı. "Delibaş" şiiri muhteşemdir; Soğanlı Dağları’ndan fantastik bir görüntüyü resmeder ve şiir, İranlı şair Han Şeydâ Fazıl’a karşı hissettiği dostça ve nazik  muhabbetle sonlanır. Burada Puşkin “Şimdi İstanbul’u övüyor kafirler” diye başlayan dizeleriyle muhteşem bir şiir yaratıyor. İslamın bilge ve sabırsız, mütevazi ve ihtiraslı coşkusu şiire nüfuz ediyor.

Şiirin tamamına dahil edilmemiş olsa da şu taslak dörtlükler de onun: 

 

"Aklımız hükmeder vahşi bedenlerimize

Ve bizler iman ettik Kur’an'a kalbimizle

Büyük Peygamber işte bu sebeple,

Korur Erzurum’u gözü gibi. 

 

Aramızda saklanan yeniçeri 

Can yoldaşının yanında gibi. 

Alla nehri: zulümden koru onu10

Tanrı armağanıdır, onların eve dönüşü.

 

Vasiliy İvanoviç Tumanskiy, Boğaziçi ve Balkanlar'da geçirdiği günlerin derin izlerini eserlerine yansıtmıştır. "Rusya’nın Güzel Adı" şiirindeki alegorik benzetme şaşırtıcıdır: 

 

Gerçek mi gördüğüm; bir minare yükselmekte

Bulutlara doğru, beyaz ve mağrur! 

Dilerim: bizim şanımız da,

Daima temiz ve  ihtişamlı olsun!

 

Puşkin'in güneye sürgün gönderildiği dönemden arkadaşı Aleksandr Veltman’ın, "Muttalib'in soy ağacı çiçek açmış” derken gerçek hayranlığı hissedilir. "Muhammed" şiiri adeta ateşli bir Müslüman tarafından yazılmış gibidir. Bununla birlikte, Rus romantik şairleri, Hıristiyan olarak kalmış olsalar da, kendilerine açılan İslam dünyasının tükenmeyen ilhamının kıymetini bilmişlerdir.  Bu kaynaktan alınan ilhamlar, sonraki lirik şiirlere güç katmıştır. "Kuran’a Hayranlık" şiirinde yükselen Doğu teması, Puşkin'in çağdaşları ve takipçileri tarafından daima örnek alınmıştır

Aleksandr Şişkov, Lukyan Yakuboviç, Pavel Obodovskiy, Andrey Muravyev, Yefim Zaytsevskiy'nin şiirsel üslupları dergilerde ve almanaklarda görülmeye başlandı. Fyodor Tutçev’in "Oleg'in Kalkanı" şiirindeki son Peygamberi yücelten dizelerinden bahsetmeden geçmek olmaz. Andrey Podolinski'nin "Dev ve Peri Kızı" manzumesinde,  "Portre" ve "Huriler" isimli şiirlerinde İslamî inanışların alışılmadık dünyasını aralama çabasını görüyoruz: 

 

Karşımda dururken

O gök gözlü ve narin kadın!

Sandım ki Peygamber hûrîsi

İndirildi göklerden!

 

Bu tür "İslam Antolojisi”nde adı geçen Rus şairlerden biri de, sofistike ustası Vladimir Benediktov’dur. Onun "Halife ve Köle", "Abdülkādir’in Mektubu” gibi şiirlerinden mutlaka söz edilmelidir. Aleksander Bestujev-Marlinskiy, "Ammalat-bek" adlı hikayesinin dokusunu Kabardin şarkılarıyla güçlendirdi. Bu teknik, daha sonraları "Zamanımızın Bir Kahramanı" adlı eserin yazarı Lermontov tarafından kullanılmıştır. Lermontov'un doğrudan selefi birçok bakımdan Aleksander Polejayev idi. Şehit asker "ruhuyla Asya topraklarına" uçtu... Onun "Harem", "Siyah Saç Örgüsü", "Sultan", "İman-keçi", "Çir-Yurt" eserleri doğunun ilhamıyla yazılmıştır. Bu eserlerde Lermontov’un şiirlerinin üslubu hissedilir ve  onun gençlik şiirlerinin intonasyonu hissedilir. 

Mihail Lermontov’un gergin ifadelerinin kurşunu andıran ağırlığı, güçlü ve ihtiraslı söyleyişi,  Rus şiirinde o güne kadar fark edilmeyen ama daima yanmakta olan ateşi alevlendirmiştir: 

 

Yemin ederim yaratılışın ilk gününe 

Yemin ederim son gününe 

Yemin ederim suçlarımın utancıyla

Ebedi gerçeğin zaferi üzerine.

 

Yemin ederim anlık zafer rüyasından sonra, 

Düşmenin şiddetli acısıyla 

Yemin ederim ayrılık tehdidinden sonra, 

Seninle buluşmanın lütfuyla. 

 

Tanık olsunlar bir araya toplanmış 

Bana tâbi bütün ruhların üzerindeki kadere 

Ve dikkatli düşmanlarım 

İhtirassız meleklerin kılıçlarına

 

Tanık olsunlar cennete ve cehenneme 

Dünyevi kutsallığına ve Sana, 

Yemin ederim senin son bakışların, 

Senin ilk  gözyaşların üzerine…”. 

 

Bu satırlar “Doğu Masalı” adlı manzumesindeki  "İblisin Yemini" olarak bilinen bölümden alınmıştır. Kuşkusuz Kur'an'ın yüksek retorik ve paradigma tarzından stilize edilmiş bir aşk monologdur, burada anlatılan... Birçok sureler, “And olsun” sözleriyle başlar, ve yine çok sayıda ateşli yeminler Peygamber tarafından telaffuz edilir. İslamın Kutsal Kitabında var olan kelama Lermontov'un şiirinde rastlamak mümkündür. Mesela, onun ilk şiirlerinde  “Tûr Suresini”nden ya da “Şems Suresini”nden alıntılar vardır. 

Lermontov'un yolu Kafkasya'nın karlı zirveleriyle ansızın kesiştiğinde Doğu'nun tasavvur gücü şiirlerine, poemlerine, mazumelerine ve hikayelerine etki etmiştir. Hıristiyan dünyasının uzun zamandır İslam dünyasıyla sınır komşusu olduğu bölgelerde, Kafkas savaşının fırtınalı yılları geçti. Bu iki dünya Lermontov'un şiirlerinde olağanüstü doğallıkla birleşti ve ayrılmaz hale geldi. Şair, gençlik döneminde yazdığı  "D...’ye Stans"11 şiirinde, sevgiliyle buluşmayı, bir fakire  “Muhammed'in Kabri’nden bahşedilen bir tılsım gibi” diye yazdığında mükemmel bir benzetme yapmış oldu. Ancak Lermontov'un daha sonraki olgun, güçlü şiirlerinde kullandığı "ben", evsiz-yurtsuz dolaşan ve Allah ile yolu kesişen Kafkaslı birinin tasavvuruyla birleşiyor.

 

…. Ama sesizce dua ederken kalbin, 

Alır götürür seni kayaların 

Yıldızlar ötesindeki arşa. Ve senin idrak ettiğin

Allah’ın ebedi tahtına...

 

İslamî motifler Lermontov'un en güzel eserlerinde doğrudan veya dolaylı olarak görülür: "Kaçak" poeminde, "Kozlov Bozkırlarından Dağların Görünümü" (Adam Bernard Mickiewicz’in şiirinden Rusçaya serbest çeviri), "Şair", "Üç Palmiye", "Terek’in Hediyeleri" şiirlerinde Lermontov'un   mükemmelliği daha çok farkedilir. "Valerik" olarak bilinen şiirinde "Ben size doğal bir gerçeği yazıyorum,..." diyor. İşte yeni bir edebiyat dalının en büyük kaynağı buradadır. Avrupalı biri ​​için hayata bakış açısı ne kadar şaşırtıcıdır:

 

... Ben erdim kemale:

Bir Türk ya da bir Tatar gibi

Kayıtsız şartsız teslim oldum bu kadere;

Yakarmam Tanrı'ya mutluluk versin diye

Ve katlanırım sessizce talihsizliğe. 

Belki de, sonsuz gökleri Doğu’nun

Ve öğrettikleri Peygamberin 

Sarmışlardır beni, daha ben istemeden…

 

Lermontov'un ölümsüz romanının felsefesindeki kader anlayışında İslamî yaklaşımın etkisini görebiliriz. Bu eserinde kaderin hem hayatta hem de  ahirette daima devam ettiğini izleriz. "Fatalist" in başlangıcı şöyledir: "Bir gün iskambil kağıdı oynamaktan sıkılıp, kartları masanın altına attık ve Binbaşı C ***  ile  uzun süre oturduk; her zaman yaptığımız eğlenceli konuşmaların aksine; yeni bir sohbet gelişti. Aramızdaki pek çok Hıristiyanın, Müslüman inanışına göre, insan kaderinin ilahi takdirle yazıldığı inancına hayranlık duyduğundan bahsettik... ". Elbette Lermontov'un ruhunu "Müslüman inancı" konusu heyecanlandırıyordu. Gerçeği doğrudan ve sonuna kadar, hiç eğip bükmeden söylemek gerekirse, yazarının en içten ve en saf Ortodoks şiirlerinin bile, kısmen Müslüman öğretiler taşıdığı kabul edilmelidir.

Yakov Petroviç Polonsky'nin liriklerinde İslamî motiflerin bulunması, onun Rusya'nın güneyinde, (Kırım'da iki yıl ve Kafkasya'da beş yıl) yaşamış olmasındandır.  Şiirinde Tiflis özel bir yer tutmaktadır. Bu muhteşem kent, çok sayıda Hıristiyan ve Müslüman kabilelerin  bulunduğu bir hoşgörü kentidir. Açıkçası, hem böyle bir ilahi takdir, hem de ruhunun böyle bir temayülü vardı.    Gerçekten de, Transkafkasya hayatıyla tam bir tanışma olmadan önce, Polonsky belki de Goethe'nin "Batı-Doğu Divanı" eserinin etkisi altındaydı. Uzun ve dramatik "Muhammed" şiirini yazmayı tasarlamıştı.  Bu tamamlanmamış şiirin “Muhammed Abdest Alırken” başlıklı bölümü Polonsky'nin kitabında bağımsız bir çalışma olarak yer almıştır. Daha sonraki şiir, manzume ve hikayelerinde Polonsky, Tiflis’teki gençlik anılarına döndü.  Ama onun ilk dönem Kafkasya edebî sarmalı  Rus şiirinde bir olay haline gelmiştir. "Sazender" (1849) kitabını oluşturan on iki şiir, onu takip eden nesillerin çalışmalarında yankı buldu. O hem çağdaşlarını hem de Bunin, Balmont, Blok'u etkiledi. Polonskiy'nin gençlik şiirlerinde alışılmadık ve baştan çıkarıcı bir yaşama tutkusu hissedilir. Aşka tutulmanın heyecanıyla titreyerek şu satırları yazıyor:

 

Görünmüyor dağlar – kalmış öyle uzakta

Mor sisler altında; sadece bir köprü asılı 

Belli belirsiz, bir de minare şerefesi 

Ve bir söğüt titriyor rüzgarda 

 

İslamdan aldığı ilham ve Doğu hayatının günlük ayrıntıları onun şiirlerine hayat veriyor: "Tiflis'te Bir Gezinti", "Tatar Şarkısı", "Tatar Kızı", "Karavan", "Agbar",  "Settar" şiirleri ve bu eserlerini derlediği kitaba adını verdiği harika şiiri: "Yaşlı Sazender".

Asya'nın güçlü cazibesine kapılan Afanasiy Fet yazılarında; "mükemmelliklerin ve bariz karşıtlıkların dünyası" diye yorum yapıyor. Şair en bereketli döneminde tasavvuf şiirinin geleneksel sembollerini kullanır ve  "Bülbül ve Gül" adlı eserini yazar (1840'larda).  Uzun diyalogların olduğu bu şiirde ruh eşini kaybetmenin getirdiği derin dramı anlatır. Afanasiy Fet, İslam'ın büyük temsilcilerine hayranlığını dile getirir, iman gücünü ve erdemin  ışıltısını nasıl takdir edeceğini bilir:

 

Adeta bir dolunay düşmüş sedir ağacına 

Engin bozkırda duruyor, beyaz kavuğuyla

Ben öyle vurgunum ki Resulallaha,

Ve hatta Fatima’nın sevgisinden fazla. 

 

Elbette şair bilgisizliğinden dolayı yanılmıştı. Fatima karısı değil, Peygamberimizin kızıydı. Ancak bu ihmal  şiirin ölümsüzlüğüne gölge düşürmez. 

Ve bu ritim ve bu ruh, bu satırlara nüfuz eden Arap çölünün etkin esintisi, Rus şiir sanatında hissedilir. Bunin, Gumilev, Tihonov'un liriklerinde tekrar tekrar hayat bulur…

Afanasiy Fet, 1875 yılında Tolstoy’un gönderdiği metinleri tercüme eder ve ona  teşekkür eder, zira Lev Nikolayeviç dağ şarkılarını eserlerinin satır aralarına yerleştirmiştir. Bu şarkılar, Tolstoy'un “Hacı Murad” eserinin  en unutulmaz sahnelerinin edebî dokusunu oluşturur.

"Hacı Murad fıçıdan bir tas su alıp, odasına yöneldi, içerden müridlerin sesleri işitiliyordu, şarkı söyleyen Hanefi'nin tanıdık ince sesini  duyunca kapıya yaklaştı. Durdu ve dinlemeye başladı. Türküde, yiğit Hamzat’nın arkadaşlarıyla birlikte Rus tarafından kır at sürüsünü nasıl kaçırdığı, sonra Rus prensin Terek başında onlara ulaşıp, orman gibi muazzam ordusuyla onu nasıl kuşattığı anlatılıyordu…”

Sonra türkünün devamında, Hamzat’ın atları nasıl kestiği ve diğer yiğitlerle birlikte öldürülen atların kanlı yığınları arkasında oturdukları ve tüfeklerinde kurşun ve bellerinde kılıç ve damarlarında akan kan olduğu sürece Ruslara karşı koyuşları anlatılıyordu. Ama ölmeden önce Hamzat gökyüzündeki kuşları gördü ve onlara bağırdı: "Siz, göçmen kuşlar, evlerimize uçun! Kız kardeşlerimize, annelerimize ve temiz kızlarımıza haber verin, biz hepimiz gaza yolunda şehit olduk”. 

Tolstoy'un son dönem şaheseri olan, Rus nesrinin belki de en mükemmeli sayılabilecek bu kitabında insanlık ve insan hakkında çok şey söylenmiştir. Burada genel ve evrensel bir şey yakalandı... Sanatsal verimliliğin  gücü sayesinde, en içerden;  Kafkasya dağlarındaki halkların gelenekleri ve karakterleri, günlük hayat tarzları, adetleri ve şeriat konusu gibi çok şey öğreniyoruz.

Eseri, çocukluğundan itibaren bu hayatı tanıyan ve tadan bir Müslüman yazmış gibi:  "Hacı Murad çok düşünceliydi," diye yazıyor Tolstoy, "testinin nasıl eğildiğini ve suyun nasıl aktığını fark etmedi." Açıkçası, bu ilk bakışta göze çarpmayan, bir anımsatmadır: henüz testiden su dökülmeye devam ederken Peygamber efendimiz Miracı gerçekleştiriyordu.. 

Tolstoy'un eserlerinin etkisi dünya nesir eserleri üzerinde değil, aynı zamanda şiirler ve mensur eserler üzerinde de büyüktür. Lev Tolstoy’un romanlarının sayfalarını çevirirken; Ivan Bunin, Aleksander Blok, Boris Pasternak, Vladislav Hodaseviç, Anna Ahmatova ve Vladimir Lugovskiy'in şiirlerini, onun eserlerine bağlayan şeffaf ibrişimleri hemen fark ediyorsunuz... Oryantal ve İslamî motifleri, Hıristiyan motifleriyle iç içe bezediği eserlerinde Kafkasya sevgisi ve gurur duyduğu halkları, kendinden sonraki birçok şairin şiirlerine aksetmiştir. Sovyet döneminde, Nikolay Tihonov Çeçen bağımsızlık mücadelesine adanmış "Hamzat Türküsü"nün bir versiyonunu Rusçaya büyük bir ilhamla tercüme etti:

 

Eski zamanlardan bir şarkı söyleyelim, yüksek sesle 

Nasıl inanmıştı Gehi halkı Hamzat’a

Nasıl  geçmişlerdi Terek nehrini atlarıyla

Adeta  tekneydi atları ve kürek olmuştu kamçıları 

Koştular atlar, bitkin düşünceye kadar, 

Ve siperlerin ardına uzandılar.

Onları kuşatınca düşmanlar

“Teslim olun” diye bağırıp, 

Çelik göğüslerine onların kurşun sıktılar: 

 

“Açıldı mı gözleriniz yeterince

Kanatlarınız  yok sırtınızda, uçmak için 

Ve pençeleriniz yok savaşçıyı tutup

Gökyüzüne kaldırmak için”

                        

Bağırdı Hamzat onlara: “Demek ki unuttunuz!

Kırım silahları, bizim kanatlarımız

Şaşkalarımız ise pençelerimiz 

Can veririz de teslim olmayız! "

 

Dönüp haykırdı Hamzat, müritlere

"Savaşın kanınızın son damlasına! 

Ve siz, ey göçmen kuşlar

Gehi'ye uçun, söyleyin  bizi affetsinler 

Bizim adımıza veda edin onlara, 

Anlatın bizler nasıl savaştık!

Anlatın o güzelim insanlara 

Bizlerin ölmediğini boşuna,

Omuzlarımızın düşmediğini

Duvarlar gibi, mermiler karşısında

Göğüslerimizi siper ettiğimizi 

 

Şimdi, yatıyoruz Çerkes tepesinde

Sessiz ve hareketsiz, kanlar içinde

Şarkılar mırıldayan kızkardeş değil, kar fırtınası,

Kılıçlarımızı  tutuyoruz sımsıkı 

Kurtlar yaklaşıyor hırlayarak

Ve uçuşuyor kargalar tepemizde

 

Ey göçmen kuşlar, söyleyin halkımıza, 

Bizimle gurur duysunlar... "

 

Sonra müritler koştular savaşa,

Vuruştular, kanlarının son damlasına

Ve düştüler Hamzat’a sadık kalarak, 

Terek'in coşkulu ve hür dalgalarına.

 

Boris Pasternak, Tolstoy'un kitaplarını resimleyen ünlü bir sanatçı ailesinde doğdu. 1937 yılında Stalin'e yazdığı bir mektupta, “Tolstoy gelenekleriyle yetişmiş aileden birinin idam cezasının imzanlanmasının imkansız” olduğunu bildirmişti… Pastenak, "Hacı Murad” eserinden aldığı “mürid” kelimesini,  “Vekil” adlı şiirinde kullandı, XX yüzyılın Rus liriklerine en güzellerinden birini kazandırdı:

 

Otursaydı kasırga bahis için

Yoluna çıkan fırtınayı devirirdi aniden

Sisli puslu karanlıkta, sanki bir mürid gibi

Sabırla bekledi gözlerini kırpmadan. 

 

Rus şairler ve tüm Rus yazarlar Tolstoy'un moral değerler bakımından yüksekliğini her zaman net şekilde gördüler ve ona derinden bağlandılar.  Onu takip eden yazarlardan biri de Vasili Grossman’dır.  “Hayat ve Kader” adlı romanı senelerce yasaklandı, ilk baskıya kavuşunca şu satırları ortaya çıktı: “Ak saçlı, kara gözlü Tatar, Madyarov'a kızgındı. Bir Moğol kibiriyle ve tepeden bakarak:  ¬Siz acaba Tolstoy'un yazdığı Hacı Murad’ı okudunuz mu? Belki  Kazaklar adlı eserini okumuş olabilirsiniz?  Ya da   Kafkas Esiri hikayesini...? Bütün bu hikayeler, bir Rus aristokrat tarafından yazılmıştır. Tatarlar varoldukları  sürece, Tolstoy’a müteşekkir olarak  Allah'a dua edecekler! dedi.”

Mihail Mihaylov yayıncı, edebiyat tarihçisi, etnograf, aşık ve oyun yazarıdır. Rus  edebiyat tarihinde  seçkin bir mütercim olarak tanınmış ve  Heine’ı12  Rusya’da tanıtmıştır. Uzun zamandır ilgi duyduğu Müslüman doğu şairlerinden Rusçaya yaptığı tercümeleri 1850 yılında yayınlandı. Hıristiyan dünyasının İslam dünyasıyla içiçe geçtiği Orenburg vilayetinde doğmuştu. Babası memur bir Rus annesi ise Kazak’tı. "Başkurtya Eskizleri" ve "Ural'dan Guryev'e" adlı eserlerini bu bölgelere yaptığı yolculuğu sırasında tasarlamıştı. Seyahati sırasında  ayrıntılı malzemeler topladı... Mihaylov, Mevlana Celalettin Rumi, Şeyh Sadi-i Şirazi, Nureddin Abdurrahman Câmî ve Ferîdüddin Attâr’ın   şiirlerini ve bunların yanı sıra son dönem sufilerinden Mirza Şefi Vazeh’in  ilahilerini tercüme etti. Mihaylov'un yapmış olduğu Kuran'ı-Kerim tercümesi ilk olarak 1855 yılında yayınlandı. Bu işlem, Kırım Savaşı dönemine denk geldiği için  bir grup insanı kaygılandırdı. 1795 yılındaki ilk Rusça çevirisine göre, Nisa Suresinin tefsirindeki "Yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş dolduruyorlar. Zaten onlar yanar ateşe gireceklerdir…" ayetinden ilham almıştır.   Mahşer Günü hakkında, kendi yorumunu ilave ederek biraz beklenmedik bir değerlendirme yapmıştır.  Sadece serbest tercüme değil, aynı zamanda tutkulu ifadeler  ve şiirin kendisi, bizlere Puşkin'in ölümsüz "Kur’an'a Hayranlık” şiirini hatırlatıyor. 

Aynı sene, "İmparatorluk Hukuk Fakültesi 5. sınıf öğrencisi ve henüz 14 yaşında olan Aleksey Nikolayeviç Apuhtin’in, "Arapçayı  Taklit" isimli romantik balladı yayınlandı.  Genç şairin bu eserinde Arap dilinin  lezzetli tonlamaları ve  Kur’an ayetlerine hayranlığı hemen hissedilir. Onun bu incelikli ve üstün şiir kabiliyetinin daha çocuk yaştayken gelişmesinde ünlü şair Apollon Maykov’un etkisi büyüktür. "Bedevi Duası" şiirinin, İncil motiflerinden oluşan "Doğu Dünyasından" etkilenmiş olması tesadüf değildir. İslamî inançlarla, Eski Ahit ve göçebe hayatın dokunulmamış topraklarıyla bağlantı kurmak, göklerden gelen sese kulak vermek, ilahi ışıltıdan ceza ve merhamet beklemek Maykov’un hoşuna gitmiştir. 

İslama tutkulu XIX. yüzyıl Rus şairlerinin listesi, Vladimir Solovyov olmadan tamamlanamaz. 1878'de yazmış olduğu sekiz dizelik güzel şiiri şöyle: 

 

Çöl ceylanları gibi mağrur ve mükemmelsiniz 

Sözleriniz  derin ve ölümsüz

Turanlı 13 Havva Ana, sahralı Meryem Ana. 

Şefaatçimiz olun, Allah’ın huzurunda!

Her kimin göğsünde atan bir kalbi varsa, 

Diz çöker önünüzde, ayaklarınızın tozuna 

Siz şefaatçimiz olun Allah’ın huzurunda!

Turanlı Havva Ana, sahralı Meryem Ana..

 

Dünya kültüründe özlem duyulan Gümüş Çağı,14 kendi evrensel bahçesinde tüm kültür çiçeklerini görmek istedi ve elbette bu, İslam dünyasının renkleri olmadan mümkün değildi.

Mirra Lohvitskaya'nın dramatik "Doğu Yolunda" poeminin konusu Hz.Süleyman'ın Saba Kraliçesi tarafından ziyaret edilmesidir ve  Kur’an’dan alıntıdır. "Rusya’nın Sapho’su”15 olarak ünlenen şairin, bu kompozisyonda oluşturduğu insanın yaratılışıyla ilgili İblis hikayesi dikkat çekicidir. Kur’an okumanın Lohvitskaya’da yarattığı etki, çocukluğunda dinlediği "Bin Bir Gece" masallarının hayranlık uyandıran dünyasıyla tuhaf bir şekilde birleşmiştir. 

Yorulmak nedir bilmeyen seyyah Balmont, Orta Doğu'ya defalarca seyahat etmişti. Müslüman kültürünün tonlarıyla renklendirilmiş "Arap Türküsü" ve "Oradan" gibi parlak birkaç şiiri vardır. Kur'an-ı Kerim'de  Peygamber’e  müjdelenen “Sana bahçeler vaad ediyorum”16 ayetinin bir bölümünü, “Oradan” isimli şiirinde okuyoruz.

Müslümanlığın manevî dünyası, Fedor Sologub'a yabancı değildi. Ustaca yazdığı "Nasıra'da Bir Fakirhanede..." şiirinin bir bölümünde, Müslüman menkıbesinden alıntı olan, Hz. İsa’nın kuşları kilden şekillendirip onlara hayat verdiği anlatılır. Yusuf ve Züleyha’yı anlattığı şiirinde, Yusuf’un güzelliği Kur’an’a göre nakledilmektedir. Son dönemdeki başarılı şiirinde  Hz. Muhammed'in cennet yolculuğuna gönderme yapılır; yani Miraç Günü “göğe yükselişi sırasında su testisinin hikayesi” anlatılmaktadır. "Allah’ın tüm  katlarına ulaşan Hz. Peygamber geri dönmüştü ve testiden su hala akmaktaydı”: 

 

Devrilmiş testiye bakarken

Dönmüştü çoktan, adn cennetlerinden,

Geçen sadece bir lahzaydı sahrada,

Ama asırlar yanarak akmıştı orada…

 

Ivan Bunin'in Müslümanlığa dair çok sayıda şiiri vardır. Diğer Rus klasik yazarları gibi, onun da  Müslümanların günlük hayatını ve  ayrıntılarını bilmediği halde, Kuran'ı yanından hiç ayırmadan, tüm hayatı boyunca bir seyahat çantasında taşıdığı zannedilebilir. Ama gerçekte öyle bir şair vardı. Aleksander Nikolayev'in tercüme ettiği ve 1901 yılında Moskova’da basılan Kur'an-ı Kerim, Ivan Alekseyeviç’in daima yanında taşıdığı en önemli ve sürekli okuduğu kitaplarından biriydi. Müslüman Doğu dünyasından ilham alan Rus şair, Kur’an’ı iyice inceledi, bazen doğrudan ayetleri şiirlerinde  tekrarladı. Buna ilaveten Bunin, doğal misrasçısı olma duygusuyla Puşkin'in "Kur’an'a Hayranlık” geleneğini sürdürdü.

Bunin'in oryantal şiirlerinin ilham kaynakları sadece kitaplar değildir. Bu hayranlık duygusuna, sembolistlerin çok zaman yüzeysel olan eserlerine bakarak kapılmak mümkün değildir. Bunin dünyanın her yerini en az diğer şairler kadar dolaştı. İçindeki çağrıya uyarak tekrar tekrar İslam ülkelerini ziyaret etti, toprağını ve havasını doğrudan hissetmek istedi. Özlediği şehirleri, köyleri, bahçeleri ve çöllerini solumak ona ilham veriyordu. Onun şiirleri seyahatleri sırasında şekillenmiş ya da anılarıyla hayat bulmuştur. 

Bunin  gün gelir, Rusya’nın kuzey gökyüzünü, Dinyeper veya Oka nehirlerinin kıyılarını, Sicilya manastırlarını veya Seylan ormanlarını yazabilirdi. Ama o ancak hissettiği şeyleri yazabilirdi. Aslında Rus aristokrak aileden gelen  tam bir Ortodoks Hıristiyandı. Bununla beraber o, düzinelerce şiirinde ya kutsal yerleri ziyaret eden hacı ve derviş, ya mutluluk sarhoşu haremdeki bir şarkıcı, ya dünyanın Allah tarafından yaratıldığını müşahede eden biri ya da  Kıyamet Günü’ne şahit olacak Müslüman gibi hissetti ve bunları şiire döktü.

Bunin, Müslüman hayatının farklı taraflarına kıymet vermiştir. Geceleri çöllerde Arap efsanesine inanmaya hazırdır: 

 

Ey yolcu, korkma! 

Şahidi olacağın güzel mucizeler var büyük sahrada.

Fırtına değil bu, ama cinler huzur vermiyor ona. 

İşte! Bir başmelek Tanrı'nın hizmetinde, 

Fırlattı altın bir mızrak, gecenin iblislerine! 

 

Rus şair, birçok şiirinde ateşli bir İslam mutasavvıfı gibidir… Bunin'in başyapıtları arasında Kur’an ayetlerinden epigrafla donatılmış "Sır"  adlı şiiri "Elif. Lam. Mim." ayeti ile başlar. İslamî motifler ve izler taşıyan sayısız aşk şiirleri vardır. Mesela Peygamberimizin Yahudi olan güzel karısı Hz. Safiye hakkında iki şiir yazmıştır. Bunlardan birinde, çok tatlı ve dokunaklı satırların ahenkli vurgulanışı vakârlı bir hale dönüşür:

 

Uyanınca Safiye, sardı hünerli elleriyle, 

Siyah saç örgülerini,

"Ya Muhammed! Yahudiyim diye herkes küçük görüyor beni" dedi.

Ve silmedi gözlerinden, süzülen gözyaşlarını! 

Baktı ona, muhabbet ve sevgiyle Muhammed, 

 "Sen söyle ki dostum onlara!

Benim atam İbrahim, amcam Musa 

Ve kocam da Muhammed!"

 

Hz. Muhammed bu birkaç kelimeyle Kitâb-ı Mukaddes ile  bağını, kendinden evvelki peygamberleri de tanıdığını söylemektedir. 

Bunin'in çalışmalarında İncil ve Evanjel19 temaları ile İslamî motiflerin hepsi bir arada işlenir. Bir anlamda, semavî dinlerin hepsi onun için eşitti. Fakat Bunin, İslam'ın eşsizliğini hissedebiliyordu. Bir Ortodoks’un ağzından kutsal savaş çağrısı gibi görünen "Yeşil Sancak" şiirini yazması beklenmedik bir haldir; şiirin son mısralarında şairi coşku ve ilham ele geçirir ...

 

Daldın uykuya, bir mukaddes temâşâsenin rüyan

Kırk kat ipekler arasından 

Solumaktasın güllerin kokusunu ve küllenmiş

Asırların rayihasını 

Sen huzur içindesin, Doğu’nun şanı adına! 

Ama sen çok kalpler kazandın…

Değil mi ki Cebrail salavat getirin dedi, Peygamber adına 

Ve sen Seyyidü'l-Mürselin ilan edildin! 

Sen değil misin şu ana kadar bir ziya, Şark’ın semasında 

Dön geri ve  kalk ayağa!

Ve İslam yayılmakta,  esiyor sahrada meltem gibi 

Kutsal savaşa! 

 

Belki de onun diğer şairlerden farkı fazla hayalperest biri olmasıydı ve ilham kaynağı Kur'an-ı Kerim'e ve  hadislere kayıtsız değildi: "Başmelek Cebrail, Kızıl çölde Peygamber'in üzerinden uçtu ..."!

Oryantal  peri masalları ve çiçeklenen, renklenen hayatın büyüleyici tablosu Bunin’in son gününe kadar rüyalarına girdi ve ona bir yol çizdi: 

 

Işınlar altında sahra, sarı ve sıcak!

Ve pembe sisler… 

Arasında minareler ve camiler

Ve oyalı kubbeler.

Nehrin akışı, kemeraltı çarşısı

Tenha sokaklara uzanıyor bahçelerin gölgesi 

Ve kururken bal kokuyor

Damlardaki çiçeklerin serpintisi

 

Balmont’un tarifine göre; “Pers Bülbülü” Mihail Kuzmin'in şiirinde gerçekten şakıyor. Ortadoğu'ya seyahat eden şairin birçok eserinde İslamî motifler var. O, Mısır hiyeroglif yazısına ve Arap harflerinin "altın dekorasyonuna" daima hayrandı. Doğu motiflerine duyduğu bu ilgi, en iyi otuz şiirini kapsayan "Bahar Çiçeklerinden Taç” ve  "Sonbahar Gölleri" adlı kitaplarında hemen farkedilir. Bazı şiirlerinde Arap masallarından ve efsanelerinden, bazılarında ise şiirlerinden etkilendiği anlaşılmaktadır.  Tam olarak Gazel tarzında kaleme aldığı şiirlerden biri, "Sen saygıya layıksın İskender ..." adlı eseridir. Bu mısraların, Kur'an'ın gayretli bir okuyucusu tarafından yazıldığı şüphesizdir… 

Mihail Kuzmin'in aşk lirikleri, hakikati tasavvufi remizler ile zirveye  ulaşmıştır: 

 

Bizlere doğumu ve ölümü, her şeyi veren Âlemlerin rabbi 

Kurbağanın sesi, yasemin rengi - her şeyi veren Âlemlerin rabbi 

Yaz aylarında sıcağı, ilkbaharda çiçekleri, sonbaharda kızaran salkımları

Ve karlı dağların çığlarını - her şeyi veren Âlemlerin rabbi 

Ve kârı ve zararı, mutluluğa giden yolu ve yolda ölümü, 

Kralların iktidarını ve örümcek ağının gücünü - her şeyi veren Âlemlerin rabbi 

Kem gözlere parlaklığı, ak saçlı bilgelere saygınlığı

Güzel endamı ve sırtımıza kamburu- her şeyi veren Âlemlerin rabbi 

Hapishane kulelerini, Fırat’ın akışını, kayaları, çölleri ve vadileri

Ve gözlerimi nereye çevirsem her şeyi veren Âlemlerin rabbi 

Benim payıma düşen; gülümsemeye esaret, buluşmaya trompet ve ayrılığa zurna 

Ben kaderim üzerine yemin etmiyorum: Âlemlerin rabbi her şeyi verendir. 

 

Aile çevresinde Nikolay Gumilov’a, “Montogimo-Şahin Pençesi” diyorlardı. Bu adın verilme sebebi Çehov’un hikayesindeki Amerika’ya kaçan ve  ergenliğinden itibaren bilinmeyen ülkelere gitmeye hazırlanan kahramana özenilmesindendir. Ancak o Amerika'ya ilgi duymadı. Önceleri Etiyopya, Sudan, Mısır gibi Afrika ülkelerinin cazibesine kapıldı. Doğu Hıristiyanlığının temas ettiği, hem ilkel putperestlikle hem de İslam dünyasıyla iç içe olan bu coğrafyada; Gumilov Müslüman motiflerinden aldığı ilhamla eserler kaleme aldı.  Onun hem gençlik hem de olgunluk dönemi şiirleri kitaplaşmıştır.  Bu ilk dönem  şiirlerinde,  Şehrazat masalı gözümüzde canlanır ve önümüze sınırsız egzotik bir dünya açılır. Bu nefis sonnette, beklenmedik bir anda kalbe hoş gelen  mizah hissedilir: "... İçeri girdi ve bir Jerez Brandy  istedi, boylu poslu kır saçlı efendi...". Tabii ki, bu satır kuş tüyü kalemin şımarıkça bir edası, önemsiz bir ayrıntı… Yıllar boyunca Gumilyov'un şiirlerinde duygular dolambaçsız ve güçlü bir şekilde ifade edildi. Onun "Hacı" adlı manzumesinde, ihtiyar bir Müslüman'ın İslamın kutsal mekanlarına gitme  kararlılığını okurken duyulan haz  tarifsizdir. Resmedilen cesaretli ve özverili seyahati şairler, seyyahlar ve tropik keşif gezilerine katılanlar daha iyi anlayabilirler. Yazar, kendisini Müslümanların cennetinde hissetmekten imtina etmiyor. Rus şair harika ülkeler gördü:“Peygamberin gözleri önünde kabul edildi." Ve hayatının son gününe kadar yeni bir Afrika gezisi hayal etti.

Daha sonraki şiirlerinin en iyileri arasında "Persliğe Hayranlık" ve "Pers Minyatürü" sayılabilir. Gumilov, İslam hakkında çok şey okudu ve bu okumalar onda derin izler bıraktı. Fakat onun Doğu’ya karşı duyguları sadece kitaplarla sınırlı değildi. Onun bizzat kendisi, bilinmeyen ülkelere ulaşmak, dağlarda ve çöllerde yürümek, hiçbir Avrupalının ayak basmadığı yerlerde bulunmak, bu efsunlu ve güzel dünyayı derinden hissederek içindeki cevhere dokunma hissiyatıyla doluydu. 

Gumilov'in Fransız çağdaşı Pierre Loti parlak bir stilist ve seyyahtı. Yazdığı hatıralarında Afrikalı Müslümanların ibadetlerini şöyle anlatır: 

"... Akşam duasında, bütün bu siyahî insanlar yüzlerini yere çevirir. İslam'ın kutsal vakti geldi… Mekke’den Sahra sahillerine kadar Muhammed adı ağızdan ağıza geçti ve esrarengiz bir etkiyle  tüm Afrika'da esti... Uzun elbiseler giymiş ihtiyar din adamları, etekleri uçuşarak geldiler.  Yönlerini, alacakaranlığa bürünen denize döndüler ve  alınlarını kumlara koyup namaz kıldılar. Sahil boydan boya duaya duran siyahi insanlarla örtündü. İşte bu dakikada, uyum içinde tam bir sessizlik hüküm sürer, bu siyahi tropikal gece, neredeyse aynı anda yere düşer." 

Gumilov'un "Sudan" adlı şiirindeki görkemli resim ise şöyledir: 

 

Akşam… Artık ayırt edemez gözlerimiz

Beyaz kuşaktaki parlak ibrişimleri;

Bir işaret bu! Müslümanların yapması gereken işler var:

Abdest aldılar, Allah’ın huzuruna çıkmadan

Ya ormanda, nehir sularıyla 

Ya susuz çölde, kumlarla.

Ve Kızıl Deniz’in huzur bulmayan 

Çıplak kayalıklarından,

Yemyeşil dev dalgaların köpürdüğü

Atlantik kıyılarına kadar

Duaya durdu insanlar… Sudan sessiz 

Evet! Onun, o kocaman çocuğun üzerine,

İnanıyorum, inanıyorum… Rabbim eğiliyor şimdi.

 

Anna Ahmatova, Ortodoks Hıristiyan bir ailedendi, onun gayretli ve itinalı iman sahibi biri olduğunu söyleyebiliriz. Hatırasını anlatırken şu cümleyi kullanmış: "Tatar büyükannem bana nadiren hediyeler veriyordu, çünkü vaftiz edildim diye kızgındı." Onun Müslüman atalarıyla  ilgili hikayeler silik de olsa her zaman hafızasında yaşadı: 

 

Asya! Senin bu vaşak gözlerin, 

Öyle bakıyor ki bana… 

Sanki sıcak lavlar akıyor bilincime

Ve yeniden yüklüyor tüm hatıraları,

Sanki yabancı avuçlardan içiyorum

Elem dolu gözyaşlarımı. 

 

Burada bir zamanlar “Leningrad Kuşatması”ndan kurtulan ve sonra kendini Orta Asya'da bulan insanların minnettarlık duygusu anlatılıyor: "Vatan bize bir mesken  verdi, ölümsüz güllerden ve  kuru üzümlerden." Unutulmuş köklerine ve manevî ata evine dokunurken şairin duyguları, beklenmedik ve ateşli neşeye dönüşür: "Sen, Asya! Vatanların vatanısın!". Onun şiirlerinin Taşkent temaları, ayaklarımız altındaki dünyanın gizli gücünü, İslam ülkesinin aydınlığını ve çiçeklerini derlemektedir:

 

Herşey tekrar dönüp gelecek bana:

Ve ben, yine sıcak gecelere bitkin düşeceğim.

Rüyalarıma girecek Asya! Canlanacak adeta…

Halime bülbülleri şakıyacak, 20

İncil negisleri çiçekler açacak

Ve ilahi lütuf

Hışırtılı bir esintiyle tüm ülkeyi okşayacak

 

Bizim bu acımasız asrımızda ve daha evvelinde akıtılan kanları hatırlatan Taşkent gelincik yaprakları, Rus şiirlerine gelip kondu. Taşkent'in çiçeklenmiş ağaçlarının gölgesi tüm geleceğe uzanacaktır. 1942 senesi belki de en dayanılmaz, en zor zamanlardan biriydi; iki satır beyitle hatırlatıyor, şair: "Ve haydi ölmeye gidelim Semerkand'a, ölümsüz güllerin vatanına...". Evet, Ahmatova'nın Orta Asya'ya "gitme” sebebi yaşanan derin acılardı, ama büyük şairin bu toprakla buluşması onun sanatını derinden etkiledi: 

 

Ben yoktum buralarda, yediyüzyıl geçmiş 

Ama hiçbir şey değişmemiş… 

Tanrı'nın merhameti dökülüyor hala 

İnkâr edilemez yükseklerden.

Yıldız koroları ve berrak ışıltıları aynı 

Ve hala aynı, gökyüzünün siyah tonozları.

Ve rüzgarlar aynı şekilde taşıyor tohumları 

Ve aynı şarkıyı söylüyor bir anne

Sağlamdır benim Asyalı evim, 

Endişelenme hiçbir şey için

Ben yeniden geleceğim. 

Temiz sularla dolsun, çiçeklerin ve bahçelerin. 

 

Nadejda Mandelştam, anılarında şöyle yazıyordu: “Osip Mandelştam şöyle düşünmekteydi… Bizim insanlarımızın Müslüman Doğu’ya hissettikleri duygu sıradan bir hal değildir.  İnsanlar Göklerin Evsahibine (Heavenly host) inancını kaybediyor, insanı yücelten, yukarı taşıyan  mimari bezemeler kayboluyor ve determinizm yayılıyor İşte bu nedenle günümüz  insanları için İslam uygarlığı çok  gereklidir…”

Mandelştam'ın şiirlerinde böylesi "süslemeler" görüyoruz. Kelebekler hakkında çarpıcı mısraları şöyle: 

 

Ve bir akçaağacın güçlü kökleri 

Yıkanıyorlar ırmak kenarında.

Ve sanki kelebeğin beneklerinden,

Resimler nakşedilmiş çınar yapraklarına 

Hayat buluyorlar Cami duvarlarında 

Ama ben şimdi hayal ediyorum da 

Sanki bizlerin sayısız gözleri 

Ayasofya’da!

 

Bakır üzerindeki kabartma baskılar veya eski gravürler gibi St.Petersburg'un mimarisi de Georgy İvanov'un ilk kitaplarında öyle canlı durmaktadır. Ancak hayal gücüyle okuyunca St.Petersburg parkları bazen oryantal bir görselliğe kavuşur, bir an için "Kamennoostrovskaya’da Mehtap" şiiri doğaüstü bir ilhamın ürünüdür. 

 

Bulutlardan ve pembe beyaz köpüklerden

Kan taşıyor damlacıklar, yeşile…

Halife bahçeleri beliriyor ötelerden.

Ay ışığında en esrarengiz haliyle.

 

Georgy İvanov'un kendi vatanında yayınlanan kitaplarının en güzeli "Bahçeler" adlı eseridir ve “devekuşu tüyü gibi beneklidir.” İslamî motifler, masalımsı motiflerle kitapta yerini bulmuştur. Şair, oryantal yaşamın renkliliğine, bayram havasındaki günlük hayata kapılmıştır. Onun şiirleri keyifli ve  kaygısızdır:

 

Senin bu âşığına,  nazların  

Çöle döndürecek bereketli toprakları

Çorak topraklarda gezecek, tavus kuşları 

Altın yaldızlı mavi cennetin.

Ben hasretim sana, hasret! 

Tutkunum, sana tutkun! 

Hâfız-ı Şirâzî gibi Muhammed’in

Sarhoşum içmeden, sarhoş ! 

 

Ve Müslüman dünyada ölüm algısı güzeldir ve bu düşüncede ölüm, hiçbir zaman genellikle ona yüklenen olumsuz anlamı çağrıştırmaz.

Hatta kabir kelimesi, hemen şairde şiddetli melankolik hisler uyandırıyor: 

 

Neredesin Selim ve senin Haseki Nûr-Banû 

Nerede Hafız'ın şiirleri, ud ve ay! 

Kalbime isimler bıraktı,

Öğle vaktinin kızgın güneşi!

Ve bu şarkım, endişeyle yanıyor,

Nerede duracak bu ateş bilmiyor

Selim'in türbesi üzerinde rüzgar

Doğu güllerinden yapraklar serpiyor

 

Georgy İvanov'un muhacir olarak geçirdiği hayatı maalesef güneşli ve renkli değildi. Eserlerinden "mimari aşırılıklar", nakışlar ve süslemeler kalktı; tragedya liriklerinden geriye çıplak gerçeklik ve açık ifadeler kaldı. İntonasyon değişti, kurgu yerine tüm Rus tarihine ve  bir neslin kaderine katı bir bakış geldi...  Yeni şiirlerde doğu motifleri yine var, daha önce yüzeyde olan oryantal motifler yerini bilginin derinleştiği bir döneme bıraktı.  Şimdi burada"en önemli şey hakkında" şiirini örnek verelim: 

 

Doğu şairleri şiirler söylediler.

Isimlere ve çiçeklere övgüyle.

Ve erişilemeyen şeyler hakkında. 

Az biraz tahminle. 

 

Ama bu puslu bir faraziye 

Yarısı hayal, yarısı rüya,

Nakış nakış işlenmiş bu lezzet

En zehirli meyve

 

Parlıyordu geceler Ömer Hayyam’a 

Şakıyordu Fars bülbülleri, 

Ve güller kabristanı örüyordu. 

Oysa mezar solucanla doluydu. 

 

Belki de, en yüksek kibir bu: 

Kâh eğlenmek için, kâh  kaçınmak için, 

Medeniyeti parmaklar arasından görmek 

“En önemli şey hakkında” tek kelâm etmemek.

 

İran’da Sovyet Propagandası yapmak için gönderilmiş ama şansı iyi gitmemiş bir görevli, Hazar kıyısı boyunca Rusya'ya geri dönüyordu. Kıyafetlerine varıncaya kadar tüm eşyaları çalınmıştı. Hali perişandı, çuldan dikilmiş bir kıyafeti üzerine geçiren bu adam, bir hacı ya da peygamber gibiydi ve o dünyanın insanı değildi. Onunla karşılaşanlar yalınayak haline, görüntüsüne şaşırmışlardı. Onun kurumuş dudaklarından dökülen ilham veren mırıldanmayı dinlediler... Gilan'da Velimir Hlebnikov'a  "Çiçeklerin din adamı" anlamına gelen "Gül-Molla" deniliyordu. Bu yolculuk sırasında  yüzyılın en önemli şiirlerinden biri olan "Gül Molla’nın Trompeti" poemi yazılmıştı. 

Hlebnikov'un tüm sanat eserleri, Doğu'nun derin hissiyatını ve  Asya'nın söyleyeceği güçlü kelâmları önceden hissederek nefes alır. Rusya ile Doğu’nun yakın olduğu sırrını ruhunda taşıdı: "Ne de olsa Müslümanlar da, çekik gözleriyle, aynı Ruslar gibi, çok sevimliler...". İnsanlığı birleştirecek "Yegâne Kitap" hayal eden Rus şair, doğduğu yerlerin tabiatında İslamî süslemelerin çizgilerini farketti ve Kur’an'dan ilham aldı: 

 

İlkbahar gibi Kur'an, 

Allah'ın kelâmı mutlu edici

Benim kavak21 ağacım, erkenden uyandı 

Ve bekledi sabah elçilerini. 

 

Hlebnikov bu şiirinde bahsettiği şeyleri gerçekten yapmak istemişti: 

 

“…Harkov'da yorgun düşmüş 

Bakü'de yaralar bağlamış

Sokaklarda çocukların ve genç kızların 

Bakıp da alay ettiği ayakları,

İran’ın yeşil sularında yıkamalı!

 

Ateş rengine dönmüş kırmızı-

Altın balıkların yüzdüğü, 

Taşlı göletlere

Sonsuz kuş sürülerinin konduğu

Meyveli ağaçlar yansırlardı…” 

 

Onun "Enzeli'de22 Paskalya" şiirinde olduğu gibi, "Emek Nevruzu", " Kahve Demircisi", "İran'da Gece", "Pers Meşesi" ve en ustalıklı şiiri  "İran Şarkısı" nda Asya'nın uyanışı yüceltilir: 

 

Yine biz insanlığın ilk günlerindeyiz! 

Âdem ardında adamlar

Bir kalabalığın ortasından geçiyorlar 

Sevincinde  bir bayramın

Bu söz sanatıyla... ".

 

Ama Hlebnikov "söz sanatından” ziyade,  Pers gecelerinin sessizliğine, İslam'ın büyüleyici sükununa  mayıs  böceğinin anlaşılır "sözüne"  hayrandı. Rus şairi, bir anda  İslamın “mesihçilik” duygusu sarar: 

 

"... Karanlıkta kayboldum. 

Ve hemen Mehdi adını fısıldadım. Mehdi?!"

 

Her zaman Rus şiirinin büyük bir dervişi olarak kaldı: 

 

Daha şerefli bir  şey yok! 

İran'da Gül Molla olmak, 

İlkbaharı altınla yaldızlayan bir  haznedar,

Ya da ayın ilk gününde Ay olmak gibi birşey ... 

Her gün uzanıyorum kumlara,

Adeta ayda dalıyorum uykuya.

 

Nikolai Klyuev'in trajik ölümü, farklı  dini inançlardan ve geleneklerden gelen herkesin hemfikir olduğu,  Rus manevî hayatında telafisi mümkün olmayan bir kayıptır. 

 

Benim için, proleter-kültü ağıt yakmayacak 

Ve Smolnıy’de23 kaynatılmayacak kutya24

Sadece bir haçla işaretlenecek sonsuzluğa

Ölümüm öncesi şiirim. 

 

Herhangi bir yerinde, renkli Harran’da25 

Nübyeliler26 durmuşlar Namaza 

Güneş –Tympana27 yarası hakkında

Tuhaf bir hikaye çıkmakta ortaya.

 

Ve iki güneş olacak – gökyüzünde

Gürleyen yüzyıllarda iki büyük yara: 

Morluklar – Leninin kurban törenlerinden

Donuk griler - iğne yapraklı kızıl şiirlerden, 

 

Boşuna değil, Mekke'nin hayal edilmesi 

Olonets’de gri bir kulubede 

İnsanın başında parlayan haleyi

Samyelinin kaderi yükseltmiş olmalı! 

 

Öldürücü kumların parmak izleri var 

Bir desenli vaha bırakmış –bir de  kulübe 

Gelecek Rusya'nın resmi – önümüze

Arabesk desenle  ve batı baroklarıyla

 

Eski Moskova sokakları boyunca yürürken, eski çağlardan beri var olan  kilise kubbelerine bakacak ve Sergey Yesenin'in büyüleyici mısralarını hatırlayacaksınız: 

 

Ben seviyorum bu ince işlemeli şehri 

Biraz hantal ve biraz yorgun olsa da ,

Tatlı bir uyuşuklukta, Altın Asya

Kubbelerde dinlenmekte! 

 

Rusya, Batı Avrupa'dan sadece hayat tarzı ve inanç sistemi bakımından değil, aynı zamanda yazı ve alfabe ile de ayrılıyor... Moskova’nın biraz doğu ve güneyine yürüyün hemen göreceksiniz, Rusya’nın  geniş ovalarında ve gideceğiniz her bir köşesinde, Slav alfabesinin ışıltısı, doğal ve dairesel kıvrımları Arap harfleriyle grift bir görüntü oluşturur. Hatta bazen içiçe geçer…

Yesenin "Demir yığını Mirgorod” şehrine adeta nefret hisseder ama  Asya, onu gençliğinden itibaren cezbetmeye devam etti. 

 

Sanki o, uzak ülkeleri görmüş gibiydi 

Başka bir rüya bu: çiçek açmaktaydı

Afganistan'ın altın kumları

Ve Buhara'nın camlaşmış pusları

 

Şair, kadim tarihi olan Asya'nın hayat veren gücüne ve sağlam temellerine yaslanmak, ondan güç almak istiyordu. Yesenin İran'a gitmeye niyetlenmişti. O dönem:  "Bakü'deki şair Yesenin'e İran gezisini, organize etmek" üzere ,“Kirov Bölgesi Kararı” çıkarıldı, ancak daha sonra Bakü'den ileri geçmesine müsaade edilmedi... Bu nedenle, onun tanınmış "Pers Motifleri" lirik döngüsü büyük ölçüde bir rüya kitabıdır. İran'ın göz kamaştıran güzelliği önünde bir hasret ve heyecan kitabıdır. Bu on beş şiir eşit değerde değildir ve düzensiz yazılmıştır, ancak şüphesiz hepsinde gaye aynıdır. Bir estetik doğuyor... Şair, dantel oyalı dünyaya bir isyancı, yasaları ve kanunları hiçe sayan biri olarak geldi ve bu "rayihalı havayı", "berrak ve mavi havayı..." içine çeken "Sufi", yani sevgi dolu bir seyyah olarak aramızdan ayrıldı. Onun şiirlerinde çinilerin mavisi, camilerin gök mavisi hissediliyor …

Aleksander Kusikov’un eserlerinin isimleri karakteristiktir: "Allah'ın Aynası", "Şiirler Şiiri", "Zulfikar", "Elif-Lam-Mim", "Al-Barrak"28  "İskender-name". İyi bilinen "Coevangelieran"29  şiirinin başlığı cesurca yazılmıştır ve meydan okuyan bir tarzı vardır. Kusikov'un tüm çalışmaları, Hıristiyan mistisizmini, İslamî mistisizmiyle birleştirmek için samimi girişimlerdi: "Ruhumu Kur'an'ın satırlarıyla okumaya başlayacağım, korkularımı Kitâb-ı Mukaddes şarabı ile sarhoş edeceğim." Kanlı zamanlar arefesinde  korkuların üstesinden gelmek, Batı ve Doğu için ortak konu olan  "Kitâb-ı Mukaddes yarasını” biraz olsun dillendirmek arzusu içindeydi. Bu rubaide çok derinliği olmayan ifadelerinin ortasında aniden ciddi ve baskın bir ifade okursunuz: 

 

Beni ne bekliyor asırların hiçbir yerinde -bilmiyorum.

İbn Hacer Heytemî30, yoksa  Senin Cennetin mi – bilmiyorum.

Ama biliyorum ki, Peygamber öldürmedi hiç kimseyi haçla

Ve yine biliyorum: Peygamber çok defa savaştı kılıçla!

 

Şair yaklaşan fırtınanın kükremesini duyar, geleceği hisseder ve fazla kibirle kendini peygamber ilan etmeye bile hazırdır. 

Rus şairlerin pek çoğu hayranlıkla bahsettikleri İslam ülkelerini sadece seyahatleri sırasında görmüşlerdi. Oysa Maksimilian Voloşin Müslüman Kırım Tatarlarının "Mavi Tepeler Ülkesi" ne ayrılmamak üzere yerleşmişti. Kendisini kuşatan atmosferde ve günlük hayatında daima İslam’ın farkındaydı. "Her asrın getirdiği hayatın tüm heyecanını" hissedebiliyordu. Voloşin'in duyguları  arkadaşlarına ve misafirlerine  geçiyor ve nüfuz ediyordu. Köktebel’e sık gelen Marina Svetayeva, kendi kaderini İncil'de ve Kur’an-Kerim’de geçen Hagar'ın31  kaderiyle kıyaslar ve Persli şairlerin ruhlarına şöyle seslenir: 

 

Sana anlatacağım, bıçak nasıl tutulur, 

İncecik bir elde; çağların rüzgârıyla nasıl savrulur

Gençlerin bukle saçları ve ihtiyarların ak sakalları 

 

Sofia Parnok olağanüstüydü ama ne yazık ki arkadaşı Svetayeva’dan yeterli desteği bulamamıştı. Parnok’a  Tatar köyündeki eşsiz hayat tarzı çok hoş görünüyordu. Köktebel'deki  Voloşin'i ziyarete giderken Otuzy köyünden geçiyordu ve o an coşkuyla şu nâzım parçasına söyledi: 

 

“Arb’ın sakin, iç yıkayan sesi 

dönüyor dingin ve sıcak havada” 

 

Voloşin'in genç misafirleri Mark Tarlovskiy ve Arseni Tarkovski muhtemelen Müslümanların hayat tarzıyla ilk defa Köktebel'de karşılaşmışlardı. Daha sonra, Kafkasya ve Orta Asya'da dolaşırken, bu şairler Müslüman motifleriyle dolu şiirler yazdılar.

Maksimilian Voloşin Müslümanlar arasındaki ilk hayat tecrübesini  Kırım’da değil,  Türkmenistan’da edinmişti... Türkmenistan'a siyasi sürgüne gönderilmiş, Köktebe'de ise kendi köy evindeydi... Geçmişin hatıraları arasından, sert  katmanları acıyla hatırlayarak “Şairin Evi” şiirinde şu satırları yazmıştı: 

 

… Tatar cilası boz-yeşil renkli 

Venedik kırmızısına yakın.

 

Bu kerpiç kordon duvarı boyunca 

Sıkışıp kalmış tuğlalar arasına 

Arabesk desenli fayansları 

Ve köşeli Bizans sütunları 

 

Zamanı gelmeden doğuma açılan bu toprakta 

Bir şey kalmadı, arkeolog ve nümismatçıya 

Ne Roma plakaları, ne Helen sikkeleri

Ne de  Rus askerinin bir tek düğmesi… 

 

Ülkenin kara ve deniz katmanlarında 

Küf  değil kurutan insan kültürlerini 

Yaşamak için, sığmıştı asırların enginliği, 

Biz - Rusya –gelmeden önce buraya.

 

Yüz elli yıldır - Katerina'dan beri

Müslüman cennetini ayaklar altına aldık 

Ormanları kestik, tarihi yerleri zaptettik,

Yağmaladık ve harap ettik bölgeyi…

 

Voloşin'in felsefe tarihi kendine has üslup içindedir: 

 

"... Bizans halkları delirmişti. 

İslam,  güçlü erkek gibi sardı onu 

Asya'nın iradesi, hakimi ve temsilci 

Fatih Sultan Mehmet, yaptı vurucu hamlesini 

Şehrin en mukaddes surlarını geçti.

Ve  anne rahmine düştü bebek. 

Rusya, -üçüncü Roma- kör ve ihtiraslı meyve.

Öfkeler ve alevler arasında başlamış bir hayat

Doğu ve Batı kendisiyle bağlanacak!

 

Şair ısrarla Rusya'nın ikili doğasını, Rusya’nın seceresini ve özel bir misyonu olduğunu vurgulamaktadır. Voloşin Karadağ'ın dik ve kıvrımlı yollarını tırmanır, yüksek tepelerde durduğunda sisler arasında korkutucu halisünasyonlar ortaya çıkar: "Kutsal Kur'an'ın tehdit eden ayeti, yine gökteki bulut yığınlarında resmedildi…”

Bu sınırsız bir konu, şairlerin tümünü listeye almak mümkün değil... İslamî Doğu pek çok Rus şairinin güzel şiirlerine ilham kaynağı oldu: Valeri Brüsov, Aleksander Blok, Jurgis Baltruşaitis, Ivan Thorjevsky, Nadejda Teffi, Vsevolod Rojdestvenski, Marietta Şaginyan, Georgi Şengeli, Konstantin Lipskerov, Boris Lavrenano, Vladimir Lugovskoy, Adelina Adalis, Moisey Naumoviç Setlin, Semyon Lipkin, Aleksander Mezhirov ve diğerleri... Zamanla ortaya çıkan, modern formdaki şiirlerden bahsetmeden olmaz: En sofistike şiirleri, dörtlükler ve serbest ölçülerde yazılmış nazımları, uzun manzumeleri, yani hem batının hem de doğunun en katı kurallı formlarını, kısacası gazel ve rubailerden sonatlara kadar her tarzda yazılmış eserlerde bu ilhamı görmekteyiz. 

İlahi dinlere göre, ilk olarak Avraham’a (İslam geleneğinde - İbrahim'e) vahiy inmiş, Kainatın Yaratılışı yeni baştan tasavvur edilmiş ve  insan ruhu eşi görülmemiş bir değer kazanmıştır. İnsan ruhu,  cennetin tüm güçlerinin cehennem ruhlarıyla savaş ettiği evrenin aynası haline gelmiştir. Mihail Lermontov'un Delikanlı’sının mağrur sözlerini hatırlamamak mümkün müdür: "Ben doğdum, tüm dünya  bu Mutluluğun32 ya da ölümümün seyircisi olsun diye!” Yaradan'ın gözünde değersiz bir lahza bile yoktur, ama insan kalbi tüm anların eşit olmadığı beklentisi içindedir. Fyodor Tyutçev’in   “Gönül Kalbi” adlı eserinde kuvvetli bir mıknatıs etkisi hissedilmektedir. 

 

Belli bir saati var, gecelerde, evrensel sessizliğin 

Ve o anında ilahi tezahürler ve mucizelerin 

Canlı bir yaratılış arabası 

Açıkça girer sığınağına cennetin

 

Belki de Ren Nehri sahilindan Ganj Nehri sahiline kadar, bu yerlerde yaşayan her  halkın şairi bunu söyleyebilirdi. Ama Tyutçev'in mısraları, yaratılış mucizesi karşısında insanı titretmektedir. Adeta bir kader anında şaşkınlıkla ve çekingenlikle yazılmıştır. Büyük İslam Kitabı'nın bazı ayetlerine yakın ifadeler vardır.  

Hâ Mîm. (1.2.3 ayetler) Apaçık olan Kitab'a andolsun ki, biz onu mübârek bir gecede indirdik. Şüphesiz biz insanları uyarmaktayız. Katımızdan bir emirle her hikmetli iş o gecede ayırt edilir. (Sure ismini 10. ayetinde geçen ve duman anlamına gelen Duhan kelimesinden alır. Ku'ran-ı Kerim’de  25. Cüz ve 44. Suredir). Burada,  Kur’an’ın nâzil olduğu gecenin önemi ve değerine atıfta bulunulmaktadır. Müslüman dünya görüşünde önemli bir yer tutan Kadir Gecesi, “Kadir Suresi”nde (97. Sure) anlatılmaktadır.

Sovyet döneminin romantik klasik şairlerinden Nikolay Semenoviç Tihonov'a, Orta Doğu ülkelerinden birinde düzenlenen yazarlar toplantısı sırasında, diğer misafirler tarafından, Kadir Gecesi’ni bilip bilmediği sorulmuştu... Doğu’ya olan tutkusu bir ömür süren Tihonov, bu kutsal gece hakkında bildiği her şeyi anlattı ve kendisinin  "İslam" adlı şiiri olduğunu söyledi, onlara şiirini  okudu, tabii ayakta alkışlandı... Tihonov bu temadan ilham alan tek kişi değildir. Rus şairlerin, Kadir Gecesi’nde önemli bir şiir okuma geleneği var. En azından, Bunin’in Kur'an’dan şiirine aktardığı "Kadir Gecesi" ni anlatan suredeki "O gece melekler gökten iniyorlar"  ayetini Tihonov hatırlamış olmalıdır…

Tihonov, farklı komitelere başkanlık yapıyordu, Sosyalist Emek Kahramanı olarak çok ödülü kazanmıştı ama aynı zamanda dini ilhamın coşkusunu biliyordu. Tihonov'un "İslam" şiirini  okuyanlar, çölün ortasında  serapla kuşatılımış gibi olurlar. Şairler anlamına gelen Şuarâ Suresi (224-227 . Ayet) Peygamber'in yolunu kaybeden şairleri açıkça reddetmesi şöyle ifade edilir: " Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin?" Bu ayetin, şiir sanatını iblislerin hizmetine sunan  yalancılar ve kafirler  için geçerli olduğunu ummak isterim.

Bu muhteşem "Kadir" suresi oldukça kısadır; ama okuyan insanın gönül gözünü açar, hayal gücünü     ateşler, şiirsel ilhamların dallanıp budaklanan akışlarına kaynaklık eder. 

Burada Nikolaev'in eskiden yapmış olduğu  şiirsel çevirisine göre alıntı yapalım: "Biz Kur'an'ın Kadir Gecesi inmesini emrettik. Kim anlamanı sağlayacak, Kadir Gecesi’nin ne olduğunu? Kadir Gecesi bin aydan daha değerlidir.  Bu gece melekler ve ruhlar Rab'bin varolan her şeye hükmetme izniyle gökten inerler ve şafak sökene kadar bu gece barış hüküm sürer. "

 

 

**Türkçe Meali 

1. Biz o (Kur’ân)ı Kadir gecesinde indirdik.

2. Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin?

3. Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.

4. Melekler ve Ruh (Cebrail veya Ruh adındaki melek) o gece Rablerinin izniyle, her iş için inerler.

5. O gece, tanyeri ağarıncaya kadar süren bir selâmettir.

 

---------------------------

 

1 Tuna seferleri Rus prensi Svyatoslav Igoreviç'in Bulgaristan'a yaptığı 967-968 ve 969-970' yıllarındaki iki seferdir. Nusaybin’de doğan yazar Ibn Havkal'ın seyahatnamesinde Rusların Hazar vasallarına karşı ilk olarak 968/969 yıllarında sefer düzenlediği yazılıdır. 

2 Krujeva: Rus danteli, 18. yüzyılda, geometrik ve çiçek desenli danteller

3 Pathos: Sempati ve acıma duygularını uyandırmak için tasarlanmış retorik disiplin.

4 Enlightened absolutism

5 Kırgız-Kayser:1842-1843'te Buhara emiri Nasrullah Han, Kenesarı’yı Kazakların hanı olarak tanıdı.

6 Felicitas - Roma mitolojisinde, mutluluk ve başarı tanrıçası.

7 Stans: Orta Çağ'ın Provensal lirik şarkılarına kadar uzanan şiirsel bir türdür.

8 Kozlov 1816'da felç oldu ve bacaklarını kaybetti.1819'da görme kabiliyetini kaybetmeye başladı ve 1821'de tamamen kördü.

Çegem Vadisi: Kabardino-Balkar Cumhuriyeti’nin güneyindedir

10 Alla nehri: Buryat Cumhuriyeti’nde bir nehir. Alla: Kurumkan Bölgesinde bir tatil beldesi.  (semantikte: Allah anlamınadır) 

11 Stans, Orta Çağ'ın Provensal lirik şarkılarına kadar uzanan şiirsel bir türdür.

12 Christian Johann Heinrich Heine (13 Aralık 1797 - 17 Şubat 1856)

13 Turan:Müslüman anlamında kullanılmaktadır.

14 Gümüş Çağı:  Rus şiir tarihinde 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadar dönem, altın çağa benzeterek, mecazi anlamdadır. 

15 Sapho: Antik yunan lirik şairi, ekol lideri, Eresos (bugünkü adı ile Midilli) adasında doğmuştur. (Doğumu yaklaşık MÖ 630 Ölümü MÖ 570 civarında kabul edilmektedir.)

16 Tevbe Suresi: Ayet Tefsiri 72

17 "Evanjel" dört kanonik İncilin her birine denir.

18 Halime: Burada Halime Hz. Peygamberin Sütannesi olduğu için Müslümanlar manasında kullanılmıştır. 

19 Kavak, heybet ve gençliğin sembolü

20 Bender Enzeli: İran'ın Gilan Eyaleti'nde şehir

21 Çariçe Elizaveta Petrovna’nın yaşadığı saray olan "Smolny Evi" nin yerine yaptırdığı Manastır kompleksi

22 Kutya- "kutia", bir Ortodoks geleneksel anma yemeğidir. (bal, tahıllar, kuru üzüm veya fındık gibi malzemelerle hazırlanır)

23  İbranice İncil'de bahsedilir. Harran ilk olarak Yaratılış'ta Terah ve soyundan gelenlerin evi ve İbrahim'in geçici evi olarak  görünür.

24 Nübyeliler: XII-XIV yüzyıllara kadar Hıristiyanlardı (Kıpti Ortodoks Kilisesi), şimdi neredeyse tüm Nubiler Müslümandır.

25 Antik Yunan, Roma'da ve Hristiyan mimarlığında tympana dini sanatsal ifadeler içerir.

26 Bakara Suresi

27 Coevangelieran şiirinin başlığı, Kuran ve İncil kelimelerinin, birleşimidir

28 İbn Hacer Heytemî 1504—1567) İslam ilahiyatçısı,

29 Hagar: Hâcer, Acer olarak da bilinir, İslam ve Musevi kaynaklarına göre Hacer, İbrahim'in ikinci karısı, İsmail'in annesidir. 

30 Mutluluk: Tören, vaftiz, doğum mucizesi

31 Türkçe Meali 1. Biz o (Kur’ân)ı Kadir gecesinde indirdik. 2. Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin? 3. Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. 4. Melekler ve Ruh (Cebrail veya Ruh adındaki melek) o gece Rablerinin izniyle, her iş için inerler. 5. O gece, tanyeri ağarıncaya kadar süren bir selâmettir. Meal - Diyanet İşleri Başkanlığı. Mekke döneminde inmiştir. 5 âyettir. Sûre, Kadir gecesini anlattığı için bu adı almıştır. Kadr, azamet ve şeref demektir.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 166. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 166. Sayı