Salican Cigitov: “Ben Gittim… Kendinize İyi Bakın!”


 01 Kasım 2021



Biz, hâl hatırını soralım diye gitmiştik. Ben Salican ağabeyin yatağının alt tarafına ona göstermeden diktafonu açık bırakmıştım. Önce, kendisine söyleyip kayda almayı düşünmüştüm ama sonra hayatının son günlerini yaşamakta olan kimseden cesaret edip bunu isteyemedim. Dediklerini, nüktelerini kayda alıyorduk. Biz dediğim, Alım, Tügölbay, ben ve Asker dördümüz idik. Önce diğer hastaları ziyaret ettikten sonra, Onkoloji Hastanesinde tedavi görmekte olan Salican ağabeye gelmiştik. Odasına girer girmez:

“Gelin, oturun. Biz sabah radyoterapi olmadığı için eve gidiyorduk. Sizin geldiğinizi duyup bekledik. Yiyecek bir şey getirdilerse eve götürelim diye sabırsızlıkla bekliyorduk.” diye yatağında bağdaş kurup oturan Salican ağabey kahkahayı patlattı.

Doke ile Bolot’un ona verdiklerini ilettiğimizde, “Ziyarete gelenleri çok olduğu için arta kalanlarını bana mı göndermişler ? İyi olmuş, evde erzak yoktu.” diye yine güldürdü. Salican ağabey son günlerini yaşamakta olmasına ve hastalık ağrılarına aldırmadan neşeli oturuyordu.

Bir gün eve banyo yapmaya gitmiştim. Beksultan (Cakiyev) arıyor.

“Seni bulamıyorum.” diyor.

“Bekle geliyorum.” dedim.

“Bekleyemem, tiyatroya gitmem lazım.” diyor.

“Tamam, git sen git. Fakat getirdiğin yemekleri eve bırakıp öyle git, dedim,” deyip yine güldürdü.

Ayaklarım çok ağrıdığı için yürüyemiyorum. Kafamda bir makale vardı. Yazmak istiyorum ama kafa çalışmıyor. Meğer kafam iliğime inmiş. İlik de kafayı fazla takmadığı için kafam çalışmıyormuş. Oraya, buraya götürdüler. Sonra benden gizlemeye başladılar. Fakat akıllı insandan gizleyebilirler mi? Hastalığımın ne olduğunu öğrendim. Meğer omurgaya geçmiş. Ben doktorlara “Yeter ki benim yürümemi sağlayın, gerisinin icabına bakarım.” dedim.

“Şimdi benim gibi uzun yaşayan azdır. 70 yaş az mı? Çok değil mi? Midem, karnımın ağrıması haricinde hastalanmamışım. Çocukları büyüttüm. Neşeli hayat geçirdim. Sovyet iktidarının başkalarına zararı dokunsa da bana zararı dokunmadı. Devrin durumu ortada. Akayev gitti, Bakiyev geldi. Bakiyev gitse yine bir “akıllısı[1]” gelecek. Hepsini yaşadık. Bu dünyada benim görmediğim  şey kalmamış. Üstelik, öbür dünyanın olduğunu duydum duyalı çok hevesliyim. Uykum kaçıyor. Oraya gitmek istiyorum, çabuk görsem diye. Fakat obur bir insan olduğum için sizin gibi ziyarete gelenlerin yemeklerine kıyamıyorum. Yoksa rahat rahat göçüp giderdim. Eğer öbür dünya varsa çok çok iyi…”

Bu şekilde biz ona ziyarete değil de, o bize ziyarete gelmiş gibi neşeli oturduk. Adı duyulduğunda moralin bozulduğu bu hastanede şimdiye kadar böyle neşeli konuşma gerçekleşmemiştir. Biz ecelin o gün bu kadar yaklaştığını, sıradan birini değil, Salican gibi birisini aramızdan götüreceğini bilmiyorduk.

“Öbür dünyaya gidince de boş durmayıp serçe gibi öteriz inşallah. Hastanede ise yapacak iş yok. Ayakların sızlamasına dayanmak zormuş. Uyutmuyor. Sonunda ilacı buldular. Çok pahalı. Bir tanesi bin som. Meğer Ramis (Rıskulov) gibi delileri sakinleştirecek ilaçtanmış. İlacı içince sakinleşip uyuyabiliyorsun. İğne yaptırmak istemiyorum ama ağrıyı bastırdığı için razı oluyorum. Şimdi buradan çıkıp halk tedavisi uygulamak istiyorum. Nikolay Şevçenko’nun kitaplarını Moskova’dan aldırttım. Ayçiçeği yağı ile ispirtoyu karıştırıp içerek iyileşenler olmuş. Daha önce buna başlamış ama devamını getirmemiştim. Şimdi pişman oldum keşke devam etseydim diye. Bitkilerin şifası dokunup iyileşirsem kitap yazıp, şirket açıp onca doktorun bulamadığı kanser ilacını Cigitov adında halk tabibi bulmuş diye sizler gazetenizin her sayısına benden röportaj alıp… Sonra bunun evrak işlerini halledip… Hatırlamışken Türkiye’den getirdiğim evraklarım var, onları duvarımın gözüken yerine asardık. Herkes anlamaz ki ne yazdığını. Giriş kapısına “Kanserden iyileşmekle kalmayıp hastalığın kökünü kazıyan tabip Salican Cigitov!” diye tabela asıp işimize bakardık.

“Bakın. Ben doktorlar düzelmez diye aileme teslim ettikten sonra iyileşmiş biriyim.” diye yalan dolanı anlatıp beni iyileştiren ilaç bu diye içirirdik gelenlere. Siz bana müşteri bulurdunuz, ben de gelirin % 20’sini Alas’a (Gazete) aktarırdım. Bu şekilde yatıyoruz. Gelenin hepsi moralimi yükseltmek istiyor. Galiba morali bozulmasın diyorlar. Niye bozulsun ki? Bu dünyadan, 20, 30, 40, 50 yaşında göç edenler yok mu? Bizim akrabalardan 70 yaşınagelen tek kişi benim. Babam 50 yaşında, annem 36 yaşında, ağabeyim 31 yaşında, kız kardeşlerim 50, 53 yaşlarında bu hastalıktan vefat etti. Bu hastalık bizim genimizde var galiba.

Biçare annem sağlam olarak doğurmuş ama çocukluğumdan sağlığım iyi değildi. Ben de buna inat sağlığıma dikkat ettim. Yoksa çoktan ölmüştüm. Akrabaların hepsi korkardı ne olacak buna, diye. Ben de onları korkutup evlenmek istiyorum demiştim. Aslında beni erkenden ölmesin diye Abdırazakov evlendirmişti.

Hastalık yüzünden size de destek çıkamıyorum. Kafamda birikmiş fikirlerim var ama daha kağıda dökemedim. İki gün radyoterapi yokmuş. Ziyarete gelenlerin yemekleri boşuna israf olmasın diye hastanede kalmak istiyorum ama doktorlar eve gidip gelmemi istiyorlar.

Gazete işleri nasıl gidiyor? Satabiliyor musunuz? Pek çok fıkra birikti. Geçen Agım Gazetesi yazmış, “Eşinin çayını içip evinde otursa olmaz mı?” diye. Ölecekken de boş kalmayıp onlara bir çakmayı düşünüyorum. Lafı uzattık. Sizin işiniz gücünüz var. Gidin.”

Hastaneden dışarı çıktık. Kimiya yenge ile Alım’a dayanarak yürüyen Salican ağabey ayaklarını tuttu. 

“Kahrolası çok ağrıyor.” diye. 

“Koltuk değneği lazım galiba.” dedik. 

“Konu açılmışken eli ayağı kırılanların hastanesi tarafından gidelim. Pencereden attıkları eski, kırık koltuk değneği görürsek alırız.” diye güldürdü.

O zaman kızı Salima arabasıyla geldi. Salican ağabeyin arabaya binerken söylediği son sözü, “Ben gittim.. Kendinize iyi bakın!” oldu.

 

* Bu makale Ayat Press Gazetesi’nin 17 Mart 2011 tarihli sayısının 14. sayfasında yayımlanmıştır.

[1] Bakiyev iktidarı da uzun sürmemiş ve bir halk ayaklanması ile son bulmuştur. Bakiyev’den sonra seçimle Cumhurbaşkanı olarak seçilen Almazbek Atambayev ise şu anda hapistedir. 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 179. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 179. Sayı