HaftanınÇok Okunanları
ZEHRA ALLAHVERDİYEVA 1
HİDAYET ORUÇOV 2
KEMAL BOZOK 3
Kardeş Kalemler 4
ELMİRA ACIKANOAVA 5
HUDAYBERDİ HALLI 6
Gülzura Cumakunova 7
Edebiyat ve edebiyat biliminin ne olduğunu bir şekilde biliyoruz. Peki teori ne demek? Bu terim Yunanca theoria – “fark etmek”, “çözmek” anlamlarına yakın fiilden meydana gelmiştir. Teori sözü Avrupa halklarının bilim sisteminde ilmî bir söze yani terime dönüşüp bu haliyle Rusça’ya, Rusça’dan da çeşitli Türk dillerine (Tatarca, Kazakça, Kırgızca vb.) geçmiştir. Bazı Türk dillerinde, mesela, Özbekçede teori sözüne karşılık olarak nazariye, Türkçe’de kural, nazariye, teori, kuram gibi sözler kullanılmaktadır.
Günümüzde teori teriminin iki anlamı bulunuyor. İlkine göre teori doğanın, toplumun, bilincin çeşitli hallerini, yapılarını, içyapısını anlamlandırmaya ve çözmeye yönelik ortaya atılmış fikirlerin toplamıdır. İkincisine göre ise, teorinin ilmi bilgileri düzene koymak, sistemleştirmek ve sınırlarını belirlemek gibi ödevleri vardır.
Elbette, ilmî tutum bir objeye gözünü dikip fark etme, dikkatle inceleme gibi yöntemler ile yürütülür ve bunun neticesinde ilmi olgular, sınıflandırmalar, kurallar ortaya çıkar. Bunların içinde hipotez dediğimiz şey tahmini fikir yürütme, ilmi olgular, sınıflandırmalar, kurallar, inanılır ve güvenilir fikirlerden oluşur, fakat bunlar sadece dünyadaki çeşitli durumların farklılıklarını ve benzerliklerini tasdik ederek manasını ve yapısını yansıtmaz ve düzenli bir sisteme geçiş yapamaz. Bilimde üretilen bu tür bilgiler, yukarıda belirtildiği gibi, ampirik (deneysel) bilimler olarak tanımlanır ve somut belgilerinden tamamen ayrılmamış soyut fikirler olarak tezahür ederler.
Bilimin üst seviyelerinde bulunan disiplinler, dış dünyanın çeşitli yönlerinin insan bilincinde somut detaylarından sıyrılarak tamamen soyutlaştırılması sonucu meydana gelen bilgileri irdeler. Bu ilmi bilgilerin belli bir düzene koyulması ve birbiriyle uyum içinde olması sonucu teori ortaya çıkar.
Demek, teori hayat gerçekliğinin herhangi bir yönünün derinliklerinde yer alan özün, en temel özellikleri, önemli ve ciddi ilişkileri, temel hayat kuralları ve gelişme kaideleri ile birlikte kavram üreten bilgilerin kendi başına ürettiği bir sistemdir. Farklı bir deyişle eğer derin, fonksiyonel, açık, net ve kesin yargılı bilimler objektif dünyanın çeşitli halleri hakkında bir sistem oluşturursa buna teori deriz.
Teori başlığının altında kavramlar ve kategoriler yer alır.
Kavram, nesnelerin ve olayların gözle görünür özelliklerini, esaslı işaretlerini kendi arasında ciddi bağlantılarının ayrıntılı özelliklerinden ayırıp mümkün olduğunca tümüyle soyutluk seviyesine yükselterek ortaya konan fikirlerdir. Kategori ise genelleştirilmiş güçlü ve kapsamlı hale dönüştürülen kavramdır. Kavrama kıyasla daha geniş ve daha derin içerikli kategoride sadece bilinen nesne ve olayların öne çıkan özellikleri ve işaretleri yer alır.
Kavramlar ve kategoriler aracılığıyla teoride kanıtların sonuçları yer alır. Böylelikle bu kanıtlarda çözümleme objesini yaşatan elementlerin, özelliklerin ve bağlantıların kendi arasında bağlantı kurması sonucu kurallar oluşur. Bunlar prensipler, aksiyomlar ve ön doğrular olarak adlandırılıp herhangi bir teorinin ortaya çıkması için gerekli altyapıyı oluştururlar.
Her disiplin teorilerden oluşur. Örneğin günümüz fizik bilimi kuantum alan teorisi, genel görelilik teorisi ve parçacık fiziği gibi teorilerden oluşmaktadır.
Edebiyat biliminin de ampirik ve teorik dalları var. Ampirik dallar genellikle “Edebiyat Tarihi” alanı ile ilişkilidir. Böylelikle edebiyat sanatına bağlı ilmî disiplinleri ortaya çıkaran ilim dalı edebiyat teorisidir.
Edebiyat teorisi edebiyat sanatının zenginliklerini, edebi eser oluşturma faaliyetinin temel doğasını, çeşitli özelliklerini, toplumsal ödevlerini ve kültürel hayattaki yerini tayin eder. Edebiyat sanatının ortaya çıkma ve gelişme kurallarını ortaya çıkarır, edebi eserlerin türlere ayrılmasını sağlar, yapısal özelliklerini tespit eder, oluşum sürecini irdeler. Bununla beraber edebiyat sanatına dair teorik meseleleri araştırma prensiplerini ve kurallarını, bilimsel kanıtların veya onayların dayanaklarını ve metodolojisini ortaya çıkarır.
Böylelikle, edebiyat teorisi bağımsız bir alan, bağımsız bir disiplin, bağımsız bir bilim dalı olarak karşımıza çıkar. Her bir bilim dalının uluslar arası yapısı vardır. Günümüzde gelişmiş ülkelerin her birinin kendi milli edebiyatı var, ancak sadece kendine özgü milli bir ilim sistematiği yoktur.
Gerçi, bir milli edebiyatın gelişim süreç haritasını ortaya koyan edebiyat tarihi alanının milli bir özelliğe sahip olması mümkündür. Fakat aynı halkın dilinde kaleme alınan edebiyat teorisi üzerine eserler milli bilim olarak kabul edilemez. Demek bizim öğrenmekte olduğumuz edebiyat teorisi özel milli bir edebiyatın değil, birçoğunun, hatta tüm dünya edebiyatının gelişim pratiğinden ve araştırılma tecrübesinden ortaya çıkmıştır. Demek bu süreçte çok sayıdaki milli edebiyatla, eserle ve yazarlık faaliyetleriyle ortak olan benzerlikler ile birlikte kurallar havuzu meydana gelmiştir.
Edebiyat teorisine ilişkin meseleler en kadim dönemlerde okuma yazma bilen toplumlarda irdelenmeye başlanmıştır. Örneğin, edebiyat teorisinin “oluşum” ve “öz” gibi ilk elementleri kadim Hindistan’da, Çin’de ve Yunanlılarda ortaya çıkmıştır. Çünkü o ülkelerde yaşayan halkların yazı medeniyeti ve edebi dilleri bir hayli gelişmiş idi. Neticede edebi zenginliklerin ortaya çıkabilmesi için pratikte faal bir sürecin olması gerekiyor. Milattan sonraki çağlarda özellikle orta çağda Japon, Arap ve Fars dillerinde edebiyat sanatı oldukça gelişmiş ve böylelikle edebiyat biliminin ortaya çıkmasını sağlayan şartlar oluşmuştur.
Edebiyat bilimine ait kadim ve orta çağlardaki çalışmalar genellikle çeşitli şiir metinlerini yazmayı, topluluk karşısında ustaca konuşmayı, hitabetlerde mantıklı, güzel, ahenkli konuşmayı, eserdeki vakayı keskinleştirmeyi ele almakla sınırlanmıştır.
Edebiyat hakkındaki Çince eserler zamanında komşu Japon, Kore, Vietnam halklarına da geçmiştir. Hindistan halklarının edebiyat sanatı hakkındaki kavramları Arap ve İrap filolojisine az çok tesir etmiştir. Böylelikle Araplar ve İranlıların edebiyat sanatıyla ilişkili çalışmaları devre göre bazı Türk halkları özellikle Özbek, Azerbaycan ve Türkiye Türkleri tarafından kabul görmüştür.
Görüldüğü gibi kadim medeniyetlerin yaratıcısı olan Doğu halklarının edebiyat çalışmaları sadece komşu milletlere yayılmış ve bu haliyle durmuştur. Farklı bir şekilde ifade etmek gerekirse, uluslar arası arenada rağbet görmemiştir. Çünkü sosyal gelişme özellikle maneviyat, ilim ve teknik olarak Avrupa halklarından geride kalmayan, hatta bazı alanlarda daha üstün olan Doğu halkları orta çağlarda hayatın neredeyse tüm alanlarında geri kalmaya başlamış, ataerkil ve feodal yapıdan kendini kurtaramamıştır.
Tam da bu çağlarda Avrupa halkları özellikle Katolik Hristiyanlar ilim, teknoloji alanlarında gelişim göstermiş bunun sayesinde toplumsal, askeri ve sosyo-ekonomik açıdan gelişerek Asyalılara kıyasla çok ileri seviyelere ulaşmıştır. 18 ve 19. yüzyıllarda dünyanın geride kalmış halklarını sömürgeleştirmeye veya işgal etmeye başlamıştır. Kapitalizm dünyasına giren Hristiyan dünyası sömürdüğü halkları kolonileştirmiştir, diğer taraftan da kendi maddi ve manevi dünyasını empoze etmiştir. Kıtalar, halklar, medeniyetler arasını açan engelleri bertaraf edip tüm dünyanın her açıdan birbiriyle ilişki içerisinde olmasını, her türlü alış verişi sağlayarak yakınlaşmasını ve dolayısıyla küreselleşmeyi sağlamışlardır.
O zamanlardan beri Katolik Hristiyan dünyası ilim, teknik, teknoloji alanlarında yaptığı atılımı sürekli hızlandırarak manevi dünyasını, siyasi yapısını, toplum düzenini, günlük hayatını üst seviyelerde geliştirmeye devam etmektedir. Böylelikle Asya, Afrika, Amerika ve Avrupa’nın halkları üç yüzyıldan beri Katolik Avrupalıların ve onların başka kıtalara yayılan nesillerinin sadece ilim, bilim, teknik, teknoloji alanlarındaki gelişmelerini değil, toplum düzenlerini, eğitim sistemlerini, sanat anlayışlarını, giyinme alışkanlıklarını ve daha birçok iyi-kötü hal ve hareketlerini benimseyip taklit etmekle meşgul. Bütün bunları gayretle benimseyip içselleştiren halklar geri kalmaktan kurtulup gelişme yoluna girmekteler. Uluslar arası bir hüviyet kazanan bu tarihi toplumsal süreç geri kalmış ülkelerin modernleşmesi veya batılılaşması olarak adlandırılıyor.
Günümüzün sihirbaz gibi kudretli bilimi de ilk başta Avrupa’da ortaya çıkıp, 18. yüzyıldan beri gelişim göstermekte. Son üç dört yüzyıldır ilmi gelişmelerin neredeyse tamamı Avrupalılar veya onların tüm dünyaya yayılmış nesilleri tarafından gerçekleştirilmektedir. Aynı şekilde bilim sosyal enstitü olarak 18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa’da şekillenip sonra başka kıtalara göç etmiştir. Böylelikle Katolik Hristiyan dünyasının dışındaki halklar Avrupalıların bir araya getirdiği ilim zenginliklerini öğrenip içselleştirmekle uğraşıyorlar.
Yeryüzündeki birçok dilde öğrenilmekte olan edebiyat teorisi Avrupalı bilim adamları tarafından çıkarılmış eserler temelinde gelişmektedir. Örneğin, Rusça, Türkçe, Kazakça, Tatarca, Özbekçe yazılan edebiyat teorisi hakkındaki eserler temelde Avrupa edebiyat biliminin kavramları, tasnifleri, prensipleri, fikirleri, metodolojisi ve kuralları baz alınarak ortaya konmaktadır.
Demek bizler Avrupalıların aklından yoğrularak çıkan edebiyat teorisini, bu teorinin de Rusça varyantını (Türkçe varyantıyla beraber) öğrenmeye mecburuz.
Bu Rusça varyant üç başlık altında ele alınıyor. Her bir bölüm Rus dilinde ya grup, ya bilim ya da teori olarak adlandırılıyor, bazen de bölüm adıyla anılıyor. Kırgızca edebiyat teorisi bölümlerine ise “taramdar” adı verebiliriz.
Birinci bölümün (taram) şimdilik bir adı yok. Fakat bu taram edebiyatın toplumsal anlamı ve rolü, hayat gerçekliğini yansıtma ve tanıtma özelikleri, sanat içerisinde yeri hakkındaki kavramları bünyesine alıp, edebiyatı yaratıcılık temelindeki kurgu, güzellik, gerçeklik, estetik ideal, sanatsal metod, yazarın dünya algısı gibi meseleler noktasında değerlendirmektedir.
Edebiyat teorisinin ikinci taramı Rus edebiyat biliminde genel poetika veya teorik poetika olarak adlandırılır.
Genel teorik poetikada edebi eserlerin yapısı incelenip, ideal, konu, çatışma, karakter, kompozisyon, kurgu, şiir yapısı, stilistik kavramları ele alınır. (Bu arada Batı Avrupa’da antik zamanlardan 19. Yüzyıla kadar poetika terimi günümüzdeki edebiyat teorisi dediğimizin yerine kullanılmıştır.) Sonraları poetika edebiyat teorisinin bir kısmı için kullanılmıştır. Fakat bu terim de henüz bir anlam kazanamamıştır, çeşitli kavramları kapsamaktadır.
Edebiyat teorisinin üçüncü taramı edebi sürecin teorisi olarak adlandırılıyor. Edebiyat sanatının ortaya çıkışını ve tarihi gelişimini, toplumsal yapının değişimine göre şekillenişini ve gelişme kurallarını araştırmaktadır.
Demek, edebiyat teorisi dünyada birbirine birçok açıdan benzemiş veya benzemekte olan edebiyatların tarihi gelişim pratiği içerisinden tereyağından kıl çeker gibi çekilerek genelleşmiş ve bu pratiğin ortak özellikleri ve kurallarını kapsayan bir disipline dönüşmüştür.
Ne olsa da bu bilim dalı günümüzde kimya, fizik, matematik, biyoloji gibi hangi dilde olursa olsun aynı terim sistematiğini kullanan, aynı anlamı taşıyan bir disipline dönüşmüş değil. Bu sebeple edebiyat teorisinin birçok yöntemi, kavramı çeşitli fikir teatileri ve tartışmalar içerisinde gelişimine devam ediyor.