HaftanınÇok Okunanları
Gülzura Cumakunova 1
HUDAYBERDİ HALLI 2
HİDAYET ORUÇOV 3
UFUK TUZMAN 4
KEMAL BOZOK 5
Kader Pekdemir 6
MERYEM HAKİM 7
1964 yılında evlendiler. İki çocukları oldu. Üç tane de torunu var.
- Kimiya abla, Yusuf Has Hacip’in “Canlı ölür, toprak onun yatağı. İzi kalır, olsa iyi namı” dediği gibi Salican ağabeyimiz hayatta iz bırakıp göçtü…
-Ailesi… Kütüphanesi… Topladığı kitapları… Hepsi yerinde duruyor. Sadece neşeli ev sahibimiz yok… Moldokemin[1] en sevdiği kitaplarıydı. Onun hayatı kitaplarla geçti…
Hobisi kitap toplamak idi. Nereye giderse gitsin gittiği her yere mutlaka kitap götürürdü. Türkiye ile Özbekistan’dan 600-700 civarında kitap getirdi. Manas Üniversitesinden 50 kilo kitap gönderdiler. Topladığı kitaplar odalara sığmayıp balkonlara kadar çıktı. Evinde kitapları olsa da, Milli Kütüphane ve Çernışevskiy Kütüphanesi’ne durmadan giderdi. Bu kütüphanelere sıklıkla gidenlerin biri de Moldokem idi dersem yanılmam.
- Topladığı kitapları ne yapmayı düşünüyorsunuz?
- Bu kadar kitabı evde ne yaparız. Sırf öğrencilere faydası dokunsun diye Manas Üniversitesinden yer istedik. Eğer kütüphanelerinden yer verirlerse onlara teslim edeceğiz.
- Hocamızın bastırdığı kitapları eskimiş. Yeniden bastırmaya yardımcı olmak isteyenler var mı?
- Moldokem hayatı boyunca hep ince kitaplar çıkardı ve bunların miktarı 3000’i geçmedi. “Neden sadece 3000 kitap bastırıyorsunuz?” diye sorduğumda, “Çok basarsan raflarda kalır. Az olduğu için kapış kapış gidiyor.” diye gülerdi. Eserlerini kendimiz için ciltletmeyi düşünürken, milletvekili Bolot Şerniyaz masraflarını karşılayacak oldu.
- Çocuklar için bastırdığı “Kiçinekey Hanzaada” (Küçük Şehzade) masal kitabından var mı?
- O kitabı 1964-65 yıllarında Kırgızca’ya tercüme etmişti. Bu kitabın yazarı Antoine de Saint-Exupery’nin yeğeni Kırgızistan’a geldiğinde eseri çok beğenip yeniden bastırdı. Kocam acele etmediği zaman kendisine yeni baskısını takdim edeceklerdi. Fakat o, onları beklemeden 100 dolara kitaptan satın alarak eş dost, akrabaya dağıttı. Son iki tane kalmıştı. Ben onları torunlarım okuyacak diye sandukama sakladım. Bir gün “Belçika’dan misafir geldi. Bu kitabı imzalı olarak istiyor. Piyasadan bulamadık. Bize bir tane bulabilir misiniz?” diye tekrar tekrar sordukları için kitabın bir tanesini vermiş olduk.
-Bir sanat adamının eşi olmak zor mu?
- Onun iç dünyasını anlamazsan elbette zordur. Moldokem “Evin sahibi diye benden bir şey isteyip rahatsız etmeyin. Çünkü ben ev işlerinden anlamam. Kazandığımı size getireceğim, siz ona göre ihtiyacınızı giderin” derdi. Bu yüzden ev işlerine hiç karışmazdı.
- Hep neşeli gezerdi. Sinirlendiği olur muydu?
- Kütüphanesinin tozunu alırken kitapların yeri değiştiyse beni çağırarak “Ben kızıma sert çıkamam. Sen kızına söyle, kitaplarımın yerini değiştirmesin. Lazımsa ben onların tozunu alırım. Ben sizin mutfağınıza karışmıyorum. Sizler de lütfen benim kitaplarıma karışmayın!” diye sinirlendiği olurdu. Meğer kendine göre kitaplarını diziyormuş. Bir kitabı kaybolsa hemen kıyameti koparırdı.
- Hocam misafirliğe gitmeyi mi severdi, yoksa misafir ağırlamayı mı?
- “Düğünler tabii olsun ama ben gidemem. Onun yerine makale yazmak daha faydalıdır.” deyip, kolay kolay misafirliğe gitmezdi. Eğer bir yere gitmemiz gerekiyorsa, günler öncesinden onu ikna ederdim. Gittiğinde bile hâl hatır sorup hediyeleştikten sonra “Şimdi siz et yemeden gitmezsiniz. Bana müsaade.’’ der, çabuk dönmeye çalışırdı. Fakat misafir ağırlamayı severdi. Bazen de misafirliğe çağırıp kendisinin unuttuğu olurdu. Bir keresinde misafirliğe gelen kimselerden “Sizler nereye gidiyorsunuz?” diye sormuş. Misafirlerle birlikte gelip, evin başköşesine geçtiği olurdu. “Moldoke başköşeyi misafirlere bıraksanız.” dediğimde, “Bakınız, kendi evimde bile başköşeye oturamıyorum. Benim şu çektiğime bakın.” diye şakalaşırdı. Bir başka özelliği de, işini, makamını kaybeden kimseleri misafirliğe çağırırdı. “Ne yapıyorsunuz, adamlar makam sahibi olduğunda kutlayıp çağırırlar. Siz ise alay eder gibi… ”dersem, “Kırgız’ın en kötü huyudur makam sahibi olduğunda hatırlayıp sonra onu unutması. Bunlara şimdi iyi söz söyleyip moralini yükseltmek lazım.” derdi. Sade yaşamayı severdi. Öğrencileri ile de şakalaşır, arkadaşmış gibi davranırdı. Onlar da ondan para istemeyi severlermiş. Hemşehrileri geldiğinde çok sevinirdi. Başkalarının işlerine koştuğu gibi çocuklarına koşmadı. “Babadan kalan servet oğula zenginlik olmaz.” diye eskilerin söylediği bir söz var. “Herkes kendi çalışıp servetini toplamalıdır. Ben çocuklarımı okuttum. Kitap dersen dağ kadar var” derdi.
- Kocanız kaç kardeş?
- Dört (ağabeyi, iki kız kardeşi) kardeş. Ağabeyi balık avlayacağım diye suda boğulmuştu. Onun dört evladının okuyup, evlenmelerine yardım etti. Kardeşlerini çok düşünürdü.
- Saçları çok düşündüğü için dökülmüş olmalı?
- Gençliğinden çok hastalık çekmiş bu yüzden hastanelerde çok tedavi görmüş. Üniversite ikinci, üçüncü sınıftayken saçları seyrekleşmiş.Zaten baba olduğunda keldi. Oğlu Akbar, babasının eski resimlerini görüp hayret etmişti. O vakit oğluna “Eğer sen yaramazlık yaparsan, okumazsan kalan saçlarımı da yolarım.” derdi.
Bir aralar peruk moda oldu. Ben de bir tane almıştım. Torunum perukla oynamayı severdi. Havalar soğuduğu zamanlardı. Bir gün işten döndüğümde Moldokem peruğu takmış. “Ne yapıyorsunuz? Kimse görmeden çıkarınız.” dediğimde, “Bu sıcakmış. Kafam üşüdüğü için giydim. En iyisi yurt dışından bir tane erkek peruğu sipariş etmek. Onunla Yazarlar Birliğine gider, hararetli tartışma başladığında peruğu masaya fırlatarak çıkarım.” diye güldürürdü.
- Hocamızın çocukluğu nasıl geçmişti?
-Çocukluğundan beri kitaba düşkünmüş. Köydeki kitapları 5. sınıftayken okuyup bitirmiş. 6.sınıfta “Tazabey Hocama” adında ilk şiirini yazmış. Daha o zamanlar Kırgızistan Piyoneri, Lelinçil Caş gazetelerine makaleler yazmış. 1959 yılında üniversiteden mezun olunca önce köyde çalışmış.
- Onunla ilk tanıştığınızda nasıl bulmuştunuz?
-O zamanlar ben 21 yaşındaydım. Gençlik, gerçeği söylemek gerekirse fazla beğenmemiştim. Bizi tanıştıran arkadaşım Mayram’a, “Boyu kısaymış.” demiştim. “Dış görünüş değiştirilebilir ama içini değiştiremezsin. Bunun gibisini bulamazsın. İyi düşün.” dediği için “Mükemmel biri galiba.” diye öğrenciyken evlenmiştim. İlk zamanlar arkadaşı İşenbay’ın evinde yaşadık.
- Hocamız eser yazarken nasıldı? Sessiz çalışır mıydı?
- Bir takıntısı yoktu. İlhamı geldiğinde hemen orada oturup saatlerce çalışırdı. Daha bir çırpıda yazdığını görmedim. On kere yazıp, on kere silerdi. Kitabı çok okurdu. “Yapmayın, beyniniz kurur.” dediğimde “Siz kadınlar kitabı çok okumuyorsunuz. Ancak birisinden duyup konuşursunuz. Aslında kadınların böyle olması daha iyidir.” derdi.
- “Saga” (Sana) adlı şiiri sizin için mi yazılmıştı?
- Hayır, öğrenciyken Sayrakan adında bir sınıf arkadaşına âşık olmuş onu sevdiğini Mayram abladan duymuştum. “Sayrakan ablayı sevip evlenme teklifi ettiğinizde kabul etmemiş.” dediğimde, “Sevdim diye Sayrakan ile evlensem, o bana şunu al, bunu al diye zorluk çıkaracaktı. Çünkü varlıklı ailenin kızı. Ben beni anlayan birisi ile evlenmeyi dilemiştim. Hüda dileğimi gerçekleştirdi.” diye kurtulmuştu. Onun çocukluk aşkı olduğunu iyi biliyordum. Ben sadece kocama öyle takılırdım.
- Mükemmel insanlarda bile eksiklikler olur değil mi?
- Elbette. Hazırlanmış giyimleri giymeden usanırdı. Kendine hiç bakmazdı. Bir keresinde başkanlık külliyesine biri siyah diğeri kahverengi ayakkabı ile gitmiş. “Utanıyorum, iki başka ayakkabı giymişim.” diye beni aradı. Herkes görmüş niye utanıyorsunuz, demiştim. Artık o olaydan sonra ayakkabılarını birbirinden uzak koymaya başladık. Başka bir gün kızımızın ayakkabısını giyip gitmiş. Evi arıyor, “Salima’nın ayakkabısını giymişim sor ayakkabısı lazım mıymış ?” diye. Salima da, “Ben spor ayakkabımı giydim, lazım değil. Ama onun topuğu biraz yüksekti. Nasıl dikkatini çekmedi!” diye gülmüştü.
- Hoşnut olmadığı olur muydu?
- “Kendimden biraz memnun değilim. “Kızıl Kügüm” (Kırmızı Akşam) romanımı tamamlayamadım.” derdi. Onu bitirmek istiyordu. Türkçe’den Kırgızca’ya, Kırgızca’dan Türkçe’ye kitap çevirecekti. Onları gerçekleştiremedi.
- Sizlere neleri vasiyet etti?
- “Ölüme dik bakmak gerek. Kanser dediler. Bilime miras bıraktım. Bunlar daha sonra konuşulacaktır.” şeklinde konuşunca biz dinlemek istemezdik. Oğluna öldüğüm zaman fazla harcama yapma derdi. Akrabaları hastayken ziyaretine geldiklerinde, “Eğer ölürsem buraya kadar gelip zahmet etmeyin. Masraflı olur. Orada kurban kesip Kur’an okutun yeter.” demişti. Akrabaları öyle söylemeyin, onun yerine bize dileklerinizi iletin dediklerinde “Bir olun, diri olun. Bakıt (ağabeyinin oğlu), Sagın’a (Bakıt’ın oğlu) sahip çıkın.” demişti. Abdıganı (Erkebayev)’yı eve çağırıp, yerine geçmesini istemişti. Çabucak gideceğini kim bilebilirdi ki.
Vefatından iki gün önce düzelmiş, üniversiteye giderek 45 dakika ders vermiş. Siyasetten konuşmuş. Öğlen yemeği yemiş. “Gecikti” diye arayacakken pencereden eve gelmekte olduğunu gördüm. “Ben banyo yapayım.” dedi. Banyoda bile şakalaşmıştı benimle. Banyodan sonra bir saat uyudu. Dışarı çıktı fakat çabuk döndü. Sabah “Belim ağrıyor.” dediği için hastaneye gittik. Sulu yemek yiyip uzanmıştı. Her şeye razıymış gibi, uyurken gitti. Biraz yaşasa iyi olurdu. Hemoglobini düşmüştü.
- Kimler ile dost oldu? Kimlerle şakalaşırdı?
- En yakın dostu İşenbay Abdırazakov’du. Alım, Nuralı, öğrencisi Abdıganı’yı severdi. İşten sonra Nuralı ile görüşmeden gelmezdi. Sizlerin ofisinize gitmezse bir şeyi eksik kalmış gibi gezerdi. Keneş Cusupov ile şakalaşırdı.
- Neden isminiz Kimiya?
- İlgilenip anlamını soranlar, “cevherden, altından değerli kimiyo denen değerli taş” şeklinde açıklayanlar çok oldu. Sözlüğe baksam “Kimie, felsefe taşıdır.” deniliyor. Moldokem ise şakalaşarak “Himiyacan-Fizikacan” derdi. Ben fizik bölümü mezunuyum. Aslında 1943 yılında soğuk bir günde dünyaya gelmişim. Göbeğimi kesen komşu Özbek kadın “Güzel bir kız olacak. İsmini Kimiyahan koyun.” demiş.
Not: Daha sonra Kimiya abla ile görüşüp, ne tür gelişmelerin olduğunu öğrendim. Kütüphanesini 2007 yılında Manas Üniversitesine bağışlamışlar. Sadık Şer Niyaz 2006 yılında Salican’ın “Canırık” (Yankı) kitabını bin adet bastırmış. Onunla ilgili belgesel hazırlanıyormuş.
* Bu söyleşi Bişkek Tayms Gazetesi’nin 17 Mart 2006 tarihli sayısında Kırgızca olarak yayımlanmıştır.
[1]Eşi Salican Cigitov’a böyle hitap ediyormuş.