HaftanınÇok Okunanları
MERYEM HAKİM 1
Süleyman Abdulla 2
ERKUT DİNÇ 3
HİDAYET ORUÇOV 4
Kardeş Kalemler 5
HUDAYBERDİ HALLI 6
MEHMET ALİ KALKAN 7
Sanat 1
Padişahın önüne bir adam gelmiş.
- Ben ressamım, demiş. Ömrüm fakirlik içinde geçti. Hayatımda öyle günler oldu ki hatırlamak bile bana dehşet veriyor. İşte bu yüzden açlıktan çok ama çok korkarım. Sana resimlerimi satabilirim. Resimlerim çok çok harika! Onlar, insan gücünün yetmeyeceği işlere kâdir. Eğer istersen sana zaferin resmini de çizebilirim. Bu resim vasıtasıyla komşu ülkeye kolayca baskın yapabilirsin ya da istersen güzel bir kızın resmini çizebilirim.
Şah o sıralarda ayaklarını uzatıp yatacak kadar büyük bir huzur ve rahatlık içinde olsa da yüreği huzurlu değildi. Ülkesinde sık sık ayaklanmalar çıkıyor, insanlar haklarını talep edip kâh fiyatların çok yüksek olduğuna kâh kesintisiz toplanan vergilere karşı çıkıp şikayetlerini bildiriyorlardı. Saray halkı da oldukça huzursuzdu. İnsanlar arasında şaha karşı inançsızlık ve güvensizlik güçleniyor, bazı zamanlarda hükümet karşıtlarıyla çatışmalar da çıkıyordu.
Şah, ressama:
- Bana komşu ülke falan gerekli değil, dedi. Elimde haddinden fazla ülke var. Eğer sen gerçekten dediğin gibi mucizevî resimler çizebiliyorsan o zaman bana huzurun resmini çiziver. İnsanlar hiçbir zaman kaygılanmasınlar. Ülkemde hiç ayaklanma olmasın. Burada yaşayanlar benim gösterdiğim sınırdan dışarı çıkmasınlar. Memleketteki meseleleri halletmek sadece benim hakkım olsun.
Ressam derhal işe girişti. O çeşit çeşit boyalarla önce şahlığın, sonra orada yaşayan fukaraların resmini çizdi. Fakat resimdeki insanlar acı ve eziyet çekmelerine rağmen fevkalade itaatkar, sakin ve huzurluydular. Ressam onları gayet hoş tasvir ediyor ve büyük bir ustalıkla çiziyordu, elleri bir sihirbazın elleri gibi hızlı ve sır doluydu. Atılan her fırça darbesiyle resim çizilip ortaya çıktıkça şahlıktaki insanların tabiatı da yavaş yavaş sakinleşiyordu. Şehirlerdeki ayaklanmalar da birer ikişer sonlanmaya başlamıştı. Her nasılsa sihirli bir el, onların içindeki isyan ve şikayet etme damarını koparıp atıyordu. Insanlar çalışıyor, ne vereceklerse gönüllü olarak veriyor, tiyatroya sinemaya gidiyor, şiirler şarkılar dinliyor fakat hiçbir şekilde isyan etmiyor ve ayaklanmıyorlardı.
Ressam, şahın talebine binaen onları gerçekten medeni olarak tasvir etmişti. Memlekettekilerin hepsi şahane giyiniyorlardı, şah ile aynı kaptan yemek de yiyorlardı. Fakirliğin en kötüsünün yaşandığı bu yıllarda bile bu ülkenin fukaraları çocuklar gibi mutlu ve mesut günler geçiriyorlardı. Resim şahın çok hoşuna gitti. Özellikle fakirlerin kendisine haddinden fazla sadık olmasından dolayı çok mutluydu. O, ressamın gönlünü almak istedi, onu takdir etti ve resmi, ebedi olarak hatırlanması ve unutulmaması için sarayın baş köşesine astırdı.
Ressam yaşama ümidiyle bütün mekanlarda, şehirde, köylerde, kasaba ve beldelerde, kale ve surlarda, karargah ve cenk meydanlarında geziyor ve onun resimleri her yerde çok fazla takdir görüyordu.
Ressam, uzun yıllar krallar ve vezirler için resim çizdi. O, kâh sırlı silahların kâh zincirlerin kâh zenginliğin ve beyliğin kâh açlığın kâh kulluğun kâh hainliğin kâh savaşın resmini çiziyordu. O, uzun bir ömür sürdü. Fakat bundan sonra bir an bile bahtın resmini çizmek için bir istek hissetmedi.
Sanat 2
Bir memlekette fakir bir ressam yaşıyordu. O acınacak derecede yoksul, üstelik çok da yalnızdı. Ressam, hayatı nasıl anlıyorsa o şekilde çiziyor, fakat onu hiç kimse anlamıyor, resimleri değerinin oldukça altında satılıyordu. Şanssız ressam, bir gün şehrin sokaklarında – hep aynı sokakta; çünkü melikelerle başka yerde karşılaşmak mümkün değildir, bunu masallar da tasdiklemektedir - gezinen melikeyi gördü ve ona aşık oluverdi. Aşk, onu divaneye çevirdi. O, melikenin adını söyleyip sokaklarda, caddelerde bir o yana bir bu yana yürüyen ve aklına düştüğü anda taşlara da, duvarlara da onun resimlerini çizen biriydi artık. Bu durumu melikeye anlattılar. Melike kahkahalarla güldü ressamı çağırdı ve onunla alay etti. Fakat melike ressamın gözlerine bakınca şaşkınlık içinde donup kaldı. Onlar göz değil, gecenin koynunda parlayıp duran bir çift meşaleydi. Onlarda musibet ve sitemlerin ışıklar saçtığı rengarenk boyalar cilveleniyordu. Melike “Eğer benim resmimi bana tıpatıp benzeterek çizebilirsen ben sana varmaya razı olacağım” dedi.
- Fakat resmin benim gibi canlı olması şart.”
Melike, yoksul insanlardan hiç hoşlanmıyordu. Fakat ülkedeki tek ressamın gönlünü almamak da ona hoş gelmiyordu, bunun için hiçbir zaman gerçekleştirilemeyecek bir şart öne sürecek ve bu vesileyle onun sevgisini reddedecekti.
Ressam zorluklar içinde yaşadı ve uzun yıllar boyunca tek bir resim üstünde çalıştı. O gittikçe daha da fakirleşti, sırtındaki giysiler parça parça oldu. Yiyecek ekmeği kalmadı, şehrin acıklı ve harabe dolu “düşkünlük” denen bütün sokaklarını teker teker dolaştı, fakat büyük bir inançla çalışmaktan vazgeçmedi. Yorulduğu ve ümitsizliğe kapıldığı zamanlarda melikenin güzel yüzünü gözünün önünde canlandırdı; ona yalvardı yakardı, ona sığındı, ağladı; özlem ve kavuşma anlarındaki ümit ve yalnızlık musibeti ona güç verdi. O, boyalara kendi kanını da kattı ve yeni yeni renkler buldu, gözlerinin nurunu gözbebeklerine bağışladı. Melike ise uzun yıllar sonra ressamı maskara etmek için onun evine teşrif etti. O, ressamı görünce yine şaşırdı. Ressam o kadar gençleşmişti ki... Gözlerinde baht ve sevgi alevleri dalgalanıyor, yüzünde bir muhteşemlik aks ediyordu. Onun yanında sanki melikenin ikizi kadar melikeye benzeyen, melikede olan ve insanların gözüne takılan rahatsız edici bütün eksiklikler tıraşlanıp çıkarılmış gibi melikeden daha latif ve güzel, her daim açılan bir çiçek gibi harika ve nazik bir kız duruyordu. Kız, melikeden daha güzel ve daha cazibeliydi. Ressam ona hayalindeki renkleri de katmıştı. Sevginin büyüklüğü ile işlenmiş güzel bir ilahe yaratmıştı. O, kahkahalar atarak gülüyor, ressamın odasını misk ü anber ve gül kokularıyla dolduruyor, melekler gibi dans ediyordu. Bu ressam kalbinin ve ondaki sevginin timsaliydi. Ressam, kendi yarattığı ilaheyi görünce aklını yitirmiş, melikeyi de verdiği sözü de unutmuştu. Ressam: “Melikem, dedi. Ben sizin sevginizle yıllarca meşakkat çektim, ağladım, ağıtlar yaktım. Kalbimin ateşini gam ve keder söndürdü. Gözlerim yolunuzda melul oldu, hatta ve ne yazık ki siz o yıllarda bir defa bile hatırımı sormadınız. Aksine bana gülüp beni deli olmakla itham ettiniz. Benim için çok ağır işkenceler içinde geçen bu dönemlerde bana sadece ve sadece bu resim huzur ve sakinlik verdi. Bana bu resim gayret ve inanç bağışladı.
Resmi çizince anladım ki ben sizi değil aslında sizin görünüşünüzdeki şu simayı sevmişim. Ben aradığımı buldum, biz birbirimize söz verdik. Benim gibi yoksul bir ressam, ancak bu meleğin dengidir, sizin değil melikem”. Bu sözlerden sonra ressam, çehresinden güzellikler yayılan kızı yanında taşıyarak evine girdi. Biz, aslında sevdiğimizin görünüşündeki başka bir çehreyi seviyoruz. Bunu anlamak için ressam gibi birçok meşakkati yaşamamız gerek.