HaftanınÇok Okunanları
KAYNAR OLJAY 1
SALIM ÇONOĞLU 2
Kader Pekdemir 3
Kardeş Kalemler 4
İ. M. Galimcanova 5
Osman Çeviksoy 6
Gülzura Cumakunova 7
Bilmem ki benim hatıralarım ve içinde bulunmuş olduğum şartlar Türkiyeli insanı ilgilendirecek mi? Yalnızca günümüzde mi? 100 yıl sonra ilgi çekecek midir? Hatıralarım tarihi kıymette olup 100 yıl sonra da ilgi ile okunacak mı, yoksa 100 günde unutulacak mı bilmiyorum… 100 gün veya 100 yıl sonra belki unutulur fakat korktuğum, gülünç olmaktır…Şefika Gaspıralı Yusufbeyli
Bazen salt tarih okumak pek çok kişi için sıkıcı olabilir ve bir tarih kitabının hitap edeceği kitle de belirlidir. Ancak tarih, bir edebî esere dönüştüğü zaman daha geniş kitlelere ulaşması mümkün oluyor. Bir tarih kitabını sadece ilgilisi okurken, aynı tarih bir hikâyeye, bir romana dönüştüğünde okumayı bilen hemen herkese ulaşma şansı artıyor. İşlenen konu, daha çekici ve popüler hale geliyor. Bunu hem bir akademisyen hem de genel okuyucuya hitap etmeye çalışan bir çevirmen olarak daha önce defalarca gözlemledim. Yazdığım akademik kitapların ya da bir makalenin kitlesi her zaman belirli bir zümredir. Ben de en baştan o kitleye hitap ettiğimi bilerek yazarım. Ancak akademik yazılarımla benzer konular üzerinde odaklanan çevirdiğim romanları okuyan ve bana dönüş yapan kitleye baktığımda, toplumun hemen her kesiminden, değişik eğitim düzeylerinden, değişik mesleklerden kişiler olduğunu görüyorum. Çevirdiğim romanlardaki ana kahraman kadınlar ile ilgili olarak Anadolu’nun değişik köşelerinden “Benim de anam böyleydi, benim de anam tıpkı onun gibi çilekeşti…” vb. pek çok geri dönüş almışımdır. Farklı coğrafyalarda yaşayan bir Kazak hanımı ile Türk hanımının aslında ne kadar da yakın olduğunu ortaya çıkaran, belki Kazakistan’ı hayatlarında daha önce hiç duymasalar da bam tellerine dokunan, onlara hiç tanımadıkları bir toplumun kapılarını aralayan, onlara yeni pencereler açan, işte çoğu zaman bir edebî eserdir. Bu sebeple önemli tarihi hadiseler ve önemli tarihi şahsiyetler ile ilgili akademik çalışmalar yanında, mutlaka usta kalemlerin elinde kurgulanmış edebî eserlerin yazılması gerektiğini düşünüyorum. Değerli yazar Meryem Aybike Sinan da bu düşünce ile olsa gerek, aslında hayatını ve faaliyetlerini akademik olarak değişik çalışmalarda okuduğumuz, üzerinde odaklanan ciddi çalışmaların yapıldığı Türk milletinin büyük değeri Şefika Gaspıralı Hanım’ın hayatını bir romana dönüştürmüş. İlk olarak belirtmeliyim ki, belirli bir kitlenin akademik çalışmaları ile sınırlı kalan, yeterince tanınmayan ve kıymeti çok da idrak edilemeyen, bütün Türk Dünyası’nın ortak değeri Şefika Gaspıralı Hanım’ın bu vesile ile genel okuyucuya ulaşması beni oldukça mutlu etti. Sanırım benim gibi düşünen pek çok kişi de romanın ortaya çıkışını büyük bir mutlulukla karşılamıştır. Belki de bir tarih kitabını açıp da okumakta zorlanan değerli okuyucu, bu akıcı ve sürükleyici romanı bir çırpıda okuyacaktır diye ümit ediyorum.
Değerli bir tarihi şahsiyetin, topluma mal olmuş kişilerin, fikir adamlarının, yolbaşçı misyonundaki toplum önderlerinin hayatını edebî esere dönüştürmek edebiyatın faydacılık ilkesi açısından bakıldığında, şüphesiz çok yararlı olacaktır. Ancak böyle olmakla birlikte, aslında bir yazarın bu sorumluluğu alması, bir o kadar zordur. Söz konusu tarihi şahsiyeti doğru yansıtamamak, ona karşı bir önyargının, olumsuz düşüncenin doğmasına yol açmak sanırım bir yazar için büyük bir vebali de beraberinde getirir. Üstelik bu romanda sadece bir değil, iki büyük şahsiyetin hayatı söz konusu. Sadece kitaba adını veren Şefika Gaspıralı’nın hayatı değil, aynı zamanda Nesip Yusufbeyli’nin de hayatı. Meryem Aybike Sinan da bu zorlu ve sorumluluk gerektiren işe kalkışmadan önce aynı kaygıları taşımış ve bunu da romanın takdim bölümünde kendi cümleleriyle şu şekilde dile getirmiş:
Tarihi romanların en büyük zorluğu, hiç şüphesiz roman kahramanlarının hayat hikâyelerine yalan yanlış karıştırmadan doğru bir şekilde o hikâyeyi kurgulamaktır. Yazacağım romanın konusu Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin ilk eğitim bakanı, ilk başbakanı, hukukçu, büyük dava adamı Nesip Yusufbeyli ve refikası Şefika Hanım’ın çalkantılı hayatları ve etraflarında dönen tali mevzular olunca, Nesip Bey’in doğduğu evi, akrabalarını görmek istiyorum hâliyle.
Tarihi roman yazım aşamasında, elbette pek çok araştırma, belge toplama, farklı bilgileri birleştirme gerekli. Yazar da romanının alt yapısı için önce bazı araştırmalar yapmış. Azerbaycan’da, Nesip Bey’in doğup büyüdüğü ve hayatını idame ettirdiği çevrede, Nesip Bey’in memleketi Gence’de gözlemler ve görüşmeler yaparak yazacağı roman için gerekli alt yapı çalışmalarında bulunmuş. Elbette en zoru ve asıl mesele, toplanan bütün verileri uygun bir kurguyla romana dönüştürmek. Bunu yaparken de şüphesiz, yazarın göz önünde bulundurması gereken hususlar var. Bu tarz bir roman, ne salt tarih olmalı ne de gerçeklikten uzak bir hayal ürünü. Başarılı bir tarihi romanda, hem tarihi gerçekler hem de kurgusal kısım tam dozundadır. Okuyucu, ne tarih içinde kaybolur ne de hayaller âlemine dalar. Meryem Aybike Sinan, bütün bu noktaları dikkate almış. Romanda hem tarih var, olaylar gerçekler üzerine kurulmuş, öte yandan da bu gerçekler üzerine romanda çalkantılı bir aşk hikâyesi kurgulanmış. Hiçbir şey abartılı değil. Her şey olması gerektiği gibi. Roman, başkahramanların aziz hatırasına asla gölge düşürmüyor, onları okuyucu gözünde olanca saygınlıkları ile muhafaza ediyor.
Romana dair söylenmesi gereken önemli noktalardan biri, 2018 yılında basılan bir eserin romanın akışını belirlemiş olduğu. Değerli akademisyen Minara Aliyeva Çınar’ın Nesip Yusufbeyli’den Şefika Gaspıralı’ya Mektuplar adı altında yayımladığı kitabında yer alan mektuplar, Şefi romanında da orijinal haliyle kullanılmış. Ben de bir Şefika Gaspıralı hayranı olarak, Minara Aliyeva Çınar Hoca’nın kitabı yayımlanır yayımlanmaz edinmiştim. Büyük bir heyecanla bir çırpıda okuyuvermiştim bu iki tarihî şahsiyetin birbirine yazdığı mektupları. Kimi mağrur, kimi sitemkâr, kimi kırgın, kimi dargın, kimi soğuk buz gibi… ve daha çok farklı, karmaşık duygularla kaleme alınan onlarca mektup… Bu mektupları önceden beğeniyle okumuş olmamdan kaynaklı zihnim alışıktı mektuplara, mektuplardaki üsluba. Belirtmek isterim ki, romanda kurgunun içine yerli yerince yerleştirilen, romanın akışını belirleyen bu mektupların katkısı yadsınamaz. Burada ifade etmek istediğim diğer bir husus ise mektuplar artık Şefi romanının içinden ayrılmaz bir parçaya dönüşmüş ve tamamen roman kurgusu içine sindirilmiş. Mektuplar asla, farklı bir kitaptan alıntılanmış gibi, eğreti bir şekilde durmuyor. Mektuplar romanı zenginleştirmiş, romanın gerçekliğini artırmış. Bu vesileyle bir kez daha Minara Aliyeva Çınar Hoca’nın da emeklerine sağlık diyelim. İyi ki bu mektupları yayımlamış da mektuplar da değerli yazar Meryem Aybike Sinan’ın Şefi romanının ayrılmaz bir parçasına dönüşmüş.
Şefika Gaspıralı ve Nesip Yusufbeyli’ye dair önbilgisi olmayan okuyucular için romanın içeriğinden de biraz bahsetmek yararlı olacaktır. Şefika Gaspıralı, bilindiği üzere İsmail Bey Gaspıralı’nın biricik kıymetli kızıdır. İsmail Bey, kadınlarla ilgili bütün yenilikçi düşüncelerini kızı Şefika şahsında somut olarak ortaya koymuştur. Şefika Hanım’ı bütün Türk Dünyası hanımlarına rol model bir Türk hanımı olarak yetiştirmiştir. Şefika Hanım, daha küçük yaşlarından itibaren babası İsmail Bey’e Tercüman’ın basım işlerinde yardımcı olarak onun yanında basın yayın faaliyetleri konusunda yetişmiştir. İsmail Bey Gaspıralı, 1906 yılının ilk ayında Alem-i Nisvan adlı Rusya sınırları içindeki ilk Türk kadın dergisini yayımlamaya başlamıştır. Derginin editörlük işlerini de Şefika Hanım yürütmüştür. Şefika Hanım İsmail Gaspıralı’nın tıpkı Arslan Kız hikâyesindeki Şeyh İzzet Ata’nın kızı Gülcemal’e benzer. Annesi Zühre Hanım vefat ettikten sonra, Gaspıralı ailesini o çekip çevirir. İyi eğitimlidir. Küçüklüğünden itibaren babası İsmail Bey’in yanında yayıncılık faaliyetleri ile iç içe büyümüştür. Şefika Gaspıralı, İsmail Bey Gaspıralı’nın verdiği özgüven ile büyüyen, kendi ayakları üzerinde durabilen ve bizzat babasının desteğiyle sosyal hayatta var olan örnek bir kadın rolünü üstlenmiştir. Bütün bu özellikleriyle Şefika Hanım, Türk kadın yenileşmesinin rol modelidir. O günkü şartlarda bu denli donanımlı bir kızın, üstelik de İsmail Bey Gaspıralı gibi bütün Türk Dünyası’nda saygı gören, izinden gidilen muhterem bir şahsiyetin kızı Şefika Hanım’ın platonik sevdalıları da çoktur. Ancak Şefika’nın gönlü Azerbaycan’ın Gence şehrinden Odesa’ya hukuk okumak için gelen, parlak bir genç olan, memleket meselelerine kafa yoran, milletine hizmet etme aşkı ile yanıp tutuşan ve İsmail Bey Gaspıralı’nın fikirlerinden etkilenerek onun yolundan giden, Gence eşrafından Yusuf Yusufbeyli’nin oğlu Nesip Yusufbeyli’ye düşer. İki genç arasında çok gelgitli, buhranlı, çalkantılı bir aşk yaşanır. Nesip, geldiği coğrafya bakımından Doğu gelenekleriyle büyümüş, her ne kadar millî modernist bir aydın olsa da ruhuna Doğu gelenekleri sinmiş bir delikanlıdır. Şefika ise Kırım’da dünyaya gelen, yenilikçi fikirleriyle Türk Dünyası’nı kasıp kavuran, Türk kadın modernleşmesi yoluna ömrünü adayan bir babanın kızıdır. Şefika’nın annesi ise Kazan eşrafından olan, çok zengin ve eğitimli Akçuraların kızı Zühre Akçura’dır. Şefika, hem Kırım hem Kazan’ın yenilikçi ve aristokrat zümresinin kanını taşımaktadır. Gerek yetiştiği aile gerek ise yetiştiği coğrafya o günkü Doğu kadınlarının yetişme ortamından çok farklıdır. Güçlü, ayakları üzerinde durabilen, sosyal hayatın her alanında kendi kimliği ile Şefika Gaspıralı olarak var olan, erkeklerden asla geri kalmayan, gururlu, asil, duruşu olan bir genç kızdır. Böyle sıra dışı bir şahsiyetin aşkı da sevgisi de kimseninkine benzemez, sıra dışıdır. Nesip ile Şefika birbirlerini çok severler, kavuşabilmek için çok mücadele ederler. Bu ilişkide Şefika’nın mağrurluğu, boyun eğmeyişi, sevdiği adam karşısında bile eğilmeyip dik duruşu, tabiri caizse “burnundan kıl aldırmayan tavrı” ilişkilerinde en baştan beri sıkıntı yaratır. Bu denli özgüven ile büyütülen Şefika, aşk ilişkisinde de özgüven timsali olur, Nesip’e göre ona “hep tepeden bakar”. Dönem, Rusya’da çok çalkantılı günlerin yaşandığı zamanlardır. 1900’lü yılların başıdır. Çar karşıtlığı artmakta, Çar’ın uyguladığı baskı ve şiddet politikası etkisini artırmaktadır. Çeşitli badireler atlatarak dönemin zorluklarını aşan, her türlü engeli geçen, özellikle de Şefika’yı gelin olarak istemeyen anneye rağmen iki genç nihayetinde evlenerek muratlarına ererler. Bir süre İsmail Bey Gaspıralı’ya basın yayın faaliyetlerinde yardımcı olmaları gerektiği için Bahçesaray’da yaşasalar da ardından Nesip Yusufbeyli’nin memleketine gitmeleri ve orada yaşamaları gerekir. Bu evliliğin meyvesi bir kız bir erkek evlatları da olur. Gerek Nesip Bey gerek Şefika Hanım içtimai meseleler ile ilgilenerek bir dakika bile boş durmazlar. Her şey yolunda gidiyordur. Ancak çiftin yuvası ne yazık ki Nesip Yusufbeyli’nin Şefika Hanım üzerine gizlice Aynülcemal adında ikinci bir hanım ile nikahlanması ile yıkılır. Bütün hayatı boyunca kadın meselesi ile ilgilenen, bu konuda öncü bir babanın kızı olan ve hayatını Türk kadınlarının yenileşmesi, özgürleşmesi yoluna adayan, o günkü dönemin en büyük kadın sorunlarından biri olan birden çok kadınla evlilik sorunu ile mücadele eden Şefika, işte kendisi de aynı sorun ile yüz yüze gelmiştir. Bu gerçeği duyduğunda kendisinden beklenen şekilde, çocuklarını alır, onu sevgisiyle şımartarak, öpüp koklayarak büyüten babasının şefkatli kollarına, Kırım’a geri döner. Nesip Bey yaptığı bu davranıştan binlerce kez pişman olsa da artık iş işten geçmiştir. Bazen bir hata insanın bütün hayatına mal olabilir. Bu, asla yapılmaması gereken hata, sadece Şefika’nın değil, başta İsmail Bey Gaspıralı’nın olmak üzere, bütün Gaspıralı ailesinin yüreğinde bir daha iyileşmesi mümkün olmayan yaralar açmıştır. Bundan sonraki süreçte diğer hanımı Aynülcemal ile de mutluluğu bulamayan Nesip Bey, kendisini işlerine verir, ömrünü Azerbaycan Türklüğü yolundaki çalışmalara adar. Şefika da zorlu günler geçirir, başına geleni bir türlü içine sindiremez. Şefika, Nesip Yusufbeyli gibi kadın yenileşmesini önemseyen, bu yolda emek veren bir adamın nasıl olup da böyle bir şey yaptığına bir türlü anlam veremez. Nefsinin peşinden giderek her şeyi berbat eden, bu güzel yuvayı yıkan Nesip Yusufbeyli’yi asla affetmez. Kadınlar için çalışıp çabalamaya devam eder. Kadınlarla ilgili pek çok kazanımın elde edilmesinde emek verir. En son 1917 yılında yapılan Rusya Müslümanları Birinci Kongresinde delege olarak katılıp siyasal haklara da sahip olur. Ancak Bolşevik İhtilali’nin ardından bütün Türk Dünyası’nda olduğu gibi Kırım’da da sıkıntılı günler baş gösterir. Üstelik artık İsmail Bey de yoktur. Şefika’nın Kırım’da gölgesine sığınacağı bir dalı kalmamıştır. Aile üyelerinin her biri başka bir yere savrulmuştur. Bu arada ise Nesip Bey ve dava arkadaşları Azerbaycan’da millî bir hükümet kurmuşlardır. Nesip Bey, bu hükümetin başbakanı olmuştur. Kırım’da şartlar kötüye gittiği için Nesip Bey’in daveti üzerine, her şeye rağmen hiç kendine yediremese de Şefika da çocuklarını alarak Azerbaycan’a geçer. Aynı şehirde yaşamaya başlasalar da Nesip Bey ile iki yabancı gibidirler. Buna rağmen yine de Şefika ile çocukları Nesip Bey’in himayelerinde güvendedir. Ancak Bolşevikler Rusya’da hakimiyeti sağladıktan sonra Azerbaycan’daki millî hükümete son verip bütün milliyetçi, Türkçü, Turancı kitleyi gözlerini kırpmadan ya öldürür ya da hapsederler. Millî hükümetin başbakanı olan Nesip Yusuybeyli’yi de ne yazık ki yakaladıkları anda katlederler. Şefika ve yavruları için yine kara günler gelmiştir. Öldürülen başbakanın eşi ve çocukları sıfatını taşıdıkları için kendi canları da güvende değildir. Ayrıca maddî olarak da büyük bir sıkıntı içindedirler. Artık o yıllarda Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde millî mücadele başlamış ve Osmanlı tarih sahnesine gömülmüştür. Genç bir Türkiye Cumhuriyeti Mustafa Kemal Paşa önderliğinde filizlenmektedir. O zorlu günlerde Bakü’de açılan Türk elçiliği Şefika için bir kurtuluş kapısı olur. O günkü Büyükelçi Memduh Şevket Esendal’ın yardımları sonucunda, bütün Dünya Türlüğünün saygı duyduğu Gaspıralı’nın kızı ve Sovyet Rusya’nın katlettiği Türkçü başbakan Nesip Bey’in eşi Şefika ve çocukları Türkiye’ye nakledilir. Millî mücadele vermekte olan, memleketin her bir köşesinde açlık ve perişanlığın kol gezdiği Türkiye’de de, Şefika Hanım’ı pek çok zorluk, acı ve ıstırap beklemektedir. Roman böylece sona erer.
“Acaba Şefika Hanım, kocasının evlendiği ikinci hanımı kabullenip bu duruma boyun eğseydi, bu kadar çok hasret, acı ve çile çeker miydi?” diye bir düşünce belirebilir pek çok insanın zihninde. Üstelik Nesip Bey’in yaşadığı sosyal çevrede hemen herkesin birden çok hanımı vardır ve zihinler buna çok alışıktır. Kimse bu durumu zaten yadırgamamaktadır. Şefika Hanım da bu durumu görmezden gelseydi, sussaydı olmaz mıydı? Evet, söz konusu kişi Şefika Hanım olunca bu sorunun cevabı çok açık. Kesinlikle olmazdı. Şefika Hanım’ın yetiştiği ortam, onu yetiştiren baba, kadınlar konusunda o güne kadar yürüttüğü faaliyetler ve mücadele düşünüldüğünde, asla Şefika Hanım bu durumu kabul edemezdi. Onun için ikinci bir ihtimal söz konusu değildi ve o doğru olan seçimi yaptı. Aslında bugün bizlerin gözünde onu biraz da bu tercihi devleştirdi. Pek çok sıkıntı ile karşı karşıya kalacağını bilmesine rağmen, her şeyi göze alarak kocası tarafından kendisine yapılan haksızlığa boyun eğmedi ve direndi. Romanda onun bu dik duruşu ve mağrur tabiatı oldukça iyi ortaya konulmuş. O, yaşadığı çilelere rağmen, en çok da duygusal olarak dayanılmaz acılar çekerek Nesip’i çok özlese de dik duruşundan, gururundan asla taviz vermemiştir. Nesip’i hayatı boyunca affetmeyerek ona en büyük cezayı vermiştir. Nesip Bey, ölüme giderken dahi aralarındaki kırgınlık geçmemiş, Şefika kararından dönmemiştir. Evet, o, tek kelimeyle çok zor bir kadındır. Ancak Nesip Bey, en başta bunu bile isteye onunla evlenmiştir. Üstelik, hayatı boyunca bütün Türk Dünyası’nda saygınlığı olan İsmail Bey Gaspıralı’nın damadı olmak, onun için iyi bir referans olmuştur. Fakat bütün bunlara rağmen o, Şefika’nın kıymetini bilememiş, onun aşkına sadakatli davranmamıştır.
Romanda Nesip Bey ile Şefika Hanım’ın dramatik hikâyesini okuduktan sonra, elimde değil, bir okur olarak Nesip Bey’e kızmaktan kendimi alamıyorum. Hele hele de bir hanım okuyucu olarak, kadın meselesine dair çalışmalar yapan bir akademisyen olarak, birden çok kadınla evliliğe şiddetle karşı çıkan bir birey olarak ona kızmadan edemiyorum. Aşk nasıl olur da birden çok kadın arasında pay edilir? Bir gönle nasıl olur da birden çok kadın sığdırılır? Nasıl ki bir kadının aynı anda birden çok erkekle evlenmesi fikri, akla dahi getirilemezse ve imkansızsa bir erkeğin de aynı anda birden çok kadınla evlenmesi aynı şeydir. Bu ikisi arasında hiçbir fark yoktur. Sadece küçücük bir empati bunun asla yapılmaması gerekliliğini ortaya koyar. İsmail Bey Gaspıralı ve onun izinden giden yirminci yüzyılın başında yaşayan Türk Dünyasının hemen bütün bölgelerindeki münevverleri bu meseleyi işlemiştir. Birden çok kadınla evliliğin toplumda ne denli büyük sorunlara yol açtığını yazdıkları edebî eserler ile ortaya koymuşlardır. Bu eserler vasıtasıyla içinden çıktıkları toplumlara seslenip onları edebiyatın gücü ile eğitmeye ve birden çok kadınla evlilik sorununu aşmaya çağırmışlardır. İşte bütün bu sebeplerden dolayı Nesip Bey için “Onun gibi bir münevver, saygın bir dava adamı nasıl olur da nefsinin peşinden gider?” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Her ne kadar büyük bir millet hadimi olsa da, Türkçü fikirlerle donanmış olup Azerbaycan’ın millî hükümetinin kurulmasında ve Azerbaycan Türklük davasında büyük emekleri bulunsa da onun Şefika’nın üstüne yaptığı gizli evlilik beni çok üzüyor ve derinden yaralıyor. Sadece üzmekle de kalmıyor, elimde olmayarak ona kızmaktan kendimi alamıyorum. Böyle değerli bir şahsiyetin ak sayfalara yazılan hayat hikâyesindeki silinmez bir kara leke gibi geliyor bana bu durum. Ancak ne diyelim kader böyleymiş, yaşanması gerekliymiş. Demek onların alınlarına da böyle bir yazgı yazılmış. Elbette bugün bizler her iki şahsiyetin aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz. Her ikisini de rahmetle yâd ediyoruz. Mekânları cennet, ruhları şad olsun.
Romanda dikkat çeken başka hususlar da var. Yazar, roman kurgusunda zaman zaman başka kadın tarihi şahsiyetlere de yer vermiş, onların hayat hikâyelerine de değinmiş. Okuyucuya bu önemli kadın kahramanları da tanıtmış. Kazanlı Süyünbike Hanım ve Hindistan’daki Delhi Türk Sultanlığında tahta çıkan Raziye Begüm Sultan bu tarihi şahsiyetlerden bazıları. Bu bakımdan roman okuyucuya bilgiler de veriyor. Edebiyatın faydacılık ilkesi açısından bakıldığında, roman okuyucu için öğretici bir işlev de görüyor. Okuyucuya yeni kapılar aralıyor, okuyucuda başka tarihi şahsiyetler hakkında da merak uyandırıyor.
Romanda Türkiye ve Azerbaycan arasındaki kardeşlik bağı çok güzel işlenmiş. Tarihte okuduğumuz “Kardeş Kömeği”ne de vurgu yapılmış. Birinci Dünya Savaşı ve ardından yaşanan Millî Mücadele döneminde Azerbaycanlı kardeşlerimizin Türkiye’ye yardımlarına değinilmiş. Nuri Paşa’nın Azerbaycan’a gelişi ve Azerbaycan’da büyük bir nümayiş ile karşılanışı da romanda işlenen sahnelerden. Azerbaycan millî marşının ve Çırpınırdın Karadeniz’in şairi Ahmet Cevat, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin kurucu cumhurbaşkanı Mehmet Emin Resulzade ve daha pek çok tarihi şahsiyet ve olgu roman kurgusuna dahil edilmiş ve romanı zenginleştirmiş.
Şefi romanı ile Şefika Gaspıralı ve Nesip Yusufbeyli’ye dikkat çeken, onları bu roman kurgusuyla ölümsüzleştiren değerli yazar Meryem Aybike Sinan’ı bu güzel eserinden dolayı kutluyorum. Yazarın bundan sonraki çalışmalarında da yolu açık olsun. Kim bilir gelecekte bizlere daha hangi tarihî şahsiyetlerin hayatlarını romanlaştıracak? Şimdiden heyecanla ve merakla bekliyorum. Bu vesileyle bir kez daha Türk kadın yenileşmesinin aydınlık yüzü Şefika Gaspıralı Hanımefendi’nin ve Nesip Yusufbeyli’nin aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum. Romanın başında (bu yazının da başında) Şefika Hanım’dan alıntılanan sözlerde, Şefika Hanım kendi hatıralarının bir gün Türkiyeli insanları ilgilendirip ilgilendirmeyeceğinden şüphe duyuyor. Hatıralarının unutulup gitmesi bir yana da en çok gülünç olmaktan korktuğunu söylüyor. Evet, aradan geçen yıllarda biz Türkler asla onu unutmadık. Bizler halen onun hayatının romanlarını yazıyor ve onun hayatını okuyoruz. Onun hayatından ilham alarak elimizden geleni yapıp ideal Türk kadınları olmaya çalışıyoruz.
Şefika Hanım’ın ve Nesip Bey’in ruhları şad olsun. Belki bu dünyada bir araya gelip huzur ve mutluluğu bulamadılar ama dilerim sonsuzluk âleminde birlikte mutlu ve huzurludurlar…