Seni Bırakmam


 01 Haziran 2020


Telefonlarımızda okunan ezan sesleriyle uyandım. 

Normal günlerde olduğu gibi okula gideceklerin kalkmakta zorlanmaları, “Anne biraz daha uyusam!” yalvarışları, işe gideceklerin uflayıp puflamalarıyla birlikte geç kalmama çabaları; okulda, iş’te dünden kalmış her şeyin kaldığı yerden devam ettiği günlere hiç benzemiyordu. 

Karantina başlayalı neredeyse yirmi gün olmuştu. Günlük yaşamımız da karantinaya göre şekilleniyordu. Bugün sabah namazından sonra biraz daha uyuyabilmek için yatağımda sağa sola dönüp, dursam da uyuyamadım. Diğer odalarda sesler kesildi, ışıkları söndü, çocuklar yeniden uyudular. Ne olacağını, bu salgının nerelere varabileceğini bilememek insanı rahatsız ediyordu. Buralarda ölürsek namazımıza kimse gelemeyecek, helalleşmek bile nasip olmayacak düşüncesi insanın canını acıtıyor, vicdanını sızlatıyordu. Belki cenazemiz memlekete bile götürülemeyecekti. Bu olasılığını düşünmek bile beni kahrediyordu. Hem sıladakileri hem kendimizi düşünüyordum. Dua etmekten başka elimden bir şey gelmiyordu. 

Uyuyamayınca yeni ve güzel şeyler duyabilmek umuduyla aşağıya inip televizyonu açtım. Durum dünden daha kötüydü. Bütün kanallar sosyal mesafeden, temizlikten ve evde kalmaktan bahsediyorlardı. Çin, İtalya, İspanya, Fransa’da çok kötü gelişmeler oluyordu. Hollanda, Almanya daha kontrollüydü. İngiltere kararsız gözüküyordu. Türkiye’de ilk günden ciddiye alınmış, bugünlerde önlemler daha da artırılmıştı. Ölümlerin ve hastalığa yeni yakalananların sayısının diğer ülkelere göre daha kontrollü gitmesi sevindim. Haberlerde, yurt dışından getirilen öğrencilerin ve umreden dönen yaşlı başlı insanların on dört gün karantinada kalmak istemedikleri, polisimize zorluk çıkardıkları da söylenmişti. Hatta öğrencilerden kaçmaya kalkışanlar, umrecilerden polisin üzerine tükürenler olmuştu. Bu ne biçim eğitimli gençlikti? Allah rızası için yapılan bir ibadetten bu ne biçim bir dönüştü? Hani bilimsel yaklaşım, nerede kul hakkı gözetmek? 

Namazdan sonra eşim de uyuyamamış olmalı ki elinde iki fincan kahveyle yanıma geldi. “İnşallah iyi haberler vardır!” diyerek merakını ve beklentisini dillendirdi. “Haberler pek iyi değil. Allah’tan ümit kesilmez. Üzerimize düşeni yapacağız!” Haberlerin devamını birlikte seyrettik. Eşim boşalan fincanlarını alıp kahvaltı hazırlamak üzere kalktı. Çocuklar okula gitmeseler de hafta tatili dışında her gün internet üzerinden canlı bağlantılarla derslerine devam ediyorlardı. Bu salgın belirli bir zaman sonra ortadan kalkacakmış hayat yine kaldığı yerden normal akışında devam edecekmiş duygusunu hala taşıyorduk. Bu duygu bizi rahatlatıyordu. 

Haberlere bakılırsa, kimse kesin bir zaman söyleyemiyordu. Nerelere varacağını, nelere sebep olacağı da belirsizdi. Ölümlerin çoğaldığı günlerdeydik. İnsanlar yavaş yavaş Covit 19’un sıradan bir hastalık olmadığını, karantinanın ne kadar gerekli olduğunu anlıyorlardı. 

Hanım kahvaltıyı hazırlamış çocukları sofraya çağırmamı istiyordu. Dersleri başlamadan karınlarını doyururlarsa, işlenecek konuları daha iyi anlayacaklarını düşünüyorduk. “Hadi çocuklar kahvaltı hazır” diye seslenir seslenmez, iki kızım “Tamam baba geliyoruz.” diye karşılık verdiler. Oğlum Saruhan’dan ses yoktu. Evde karantina günleri başlayalı geç yattığı için sabahları yataktan kalkmakta zorlanıyordu. “ Baba ben yemesem olmaz mı, çok uykum var?” diye mızmızlanmaya başladı. Büyük kızım üniversiteye, küçüğü liseye, en küçükleri Saruhan’da ilkokula gidiyordu. Saruhan küçük ya hani okula gidemiyor, dışarıya çıkamıyor, oyun oynayamıyor ya birazcık şımarmayı kendisine verilmiş bir hak gibi görüyordu. Bu, biraz da ablaları dahil hepimizin ona karşı anlayışlı, hoşgörülü tutumundan kaynaklanıyordu. 

Saruhan mırın kırın etse de kahvaltı masasına hep beraber oturduk. Kızlar internet üzerinden takip ettikleri haberlerden ve gördükleri derslerinden bahsettiler. Saruhan bugün ders saatinden sonra oyun oynamak istediğini, ancak düne göre biraz daha fazla oynaması gerektiğini dillendirdi. Dediğini de yapacağından kimsenin şüphesi yoktu. 

Anneleri çay servisi yaparken gözlerine dikkat ettim, dolu doluydu. “Hayırdır Hanım, ne oldu?” diye sordum. Karantina hayatı onun da sinirlerini bozmuştu. Ailesi bizimle aynı şehirde, hatta aynı mahallede olmasına rağmen yan yana gelememenin, bu kadar yakın olup da sevdiklerine sarılamamanın ne kadar zor, ne kadar acı bir durum olduğundan yakındı. Ben bu durum karşısında ne söyleyeceğimi düşünürken, Emine “Şükretmelisin anne, hiç değilse yakınlar. Bak babamın öyle bir şansı da yok. Dedem, ebem, amcalarım, halalarım, hepsi Türkiye’deler. Babam, yıllardır onlardan uzakta yaşıyor. Dayanmalıyız anneciğim, bu günler de geçecek.” Fatma da ablasını destekleyici, annesini teselli edici sözler söyledi. Saruhan’ın aklına ben takılmıştım. Bana dönerek “Hiç merak etme baba!” dedi. “Sen ölürsen, ben seni asla buralarda bırakmam. Kavga eder yine seni yine köyümüze götürürüm!” Yerinden kalkıp boynuma sarıldı. 

Masada buz gibi bir sessizlik oldu. Bütün gözler sinirli bir biçimde Saruhan’a çevrildi. Eşim, kızlarım aynı anda “Sus! Allah geçinden versin!” dediler. Saruhan’a kızdıkları seslerinden belliydi. Aslında oğlumun çocukça söylediği söz, benim hoşuma gitmişti. Her izine gittiğimizde, hiçbir yere uğramadan, ilk gittiğimiz yer köyümüzün mezarlığı olurdu. 

Geçmişlerimizin ve Almanya’da kaybettiğim abimin mezarları başında Fatihalarımızı okurduk. Her defasında sesli olarak “Rabbim beni gurbet ellerde koyma, bana da buraları nasip et!” diye dualar ederdim. Her defasında oğlum, “Ben seni getiririm baba!” derdi. Unutmamıştı. Ötekiler kızsalar da ben sevinmiştim. O vuslatın gerçekleştiği vakit, beni köyüme götürebilmek için her şeyi göze alabileceğini görüyor, mutlu oluyordum. Dua sırasının Saruhan’da olduğunu söylediler. Her yemekten sonra çocuklarımızdan biri yemek duası yapardı. Saruhan’ın yaptığı dua ile Tanrımıza şükrettik. Geçmişlerimize Fatihalar gönderdik. Dertlilerimize devalar, hastalarımıza şifalar diledik. 

Kahvaltıdan sonra çocuklar odalarına, derslerinin başına gittiler. Hanım ortalığı toplarken ben de okumakta olduğum kitabımı alıp köşeme çekildim. 

(Avrasya Akademi Online Kuray Hikâye Atölyesi Mart 2020)

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 162. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 162. Sayı