HaftanınÇok Okunanları
HUDAYBERDİ HALLI 1
MEHMET ÖMER KAZANCI 2
Ayşe Solmaz 3
Süleyman Abdulla 4
FATİH SULTAN YILMAZ 5
KEMAL BOZOK 6
MUHİTTİN GÜMÜŞ 7
Seyran Sehavet çağdaş Azerbaycan edebiyatında edebi, estetik ve felsefi düşüncelerin biçimlenmesinde ve gelişmesinde büyük hizmetleri olan bir yazardır.
Seyran Sehavet’in yaratıcılığı (sanatı), çağdaş Azerbaycan nesrinin en önemli edebi olgularından biridir. 1970’li yıllardan başlayarak Azerbaycan nesrini gösterişten, slogancılıktan, sahte ilhamdan, tasvir ve tahkiye basitliğinden uzaklaştırmayı başaran Seyran Sehavet, düzyazımıza konu, fikir, içerik ve biçim açısından getirdiği yeniliklerle özgün bir nefes olmuştur.
Yazarın yaratıcılık dünyası; insanın zengin iç dünyasının, sistemli estetik düşüncenin ve dünya görüşünün bir aynasıdır ve bu nedenle yazar, Azerbaycan düzyazısında ayrı bir olgu olarak değerlendirilmelidir. Çünkü Seyran Sehavet’in yaratıcılığı, klasik Azerbaycan nesri ile çağdaş düzyazısı arasında manevi bir köprü vazifesini görmektedir.
Seyran Sehavet, çağdaş Azerbaycan edebiyatının düzyazı alanında en üretken yazarlarındandır. Yazarın benzersiz üslubu, farklı yazı tarzı, özgünlüğü, yeteneği, eserlerinde ele aldığı sorunların önemi ve sanat ile ilgili derin hümanizm, felsefi bakış ve psikolojik derinlik ilk yazılarından itibaren bugüne kadar geniş bir okuyucu kitlesinin ve edebiyat, bilim dünyasının dikkatini her zaman çekmiştir. Şair, yazar, gazeteci, tiyatrocu gibi geniş bir okuyucu yelpazesinin sevgisini kazanan Seyran Sehavet’in farklı türlerde ve farklı biçimlerde icra ettiği yaratıcılığını çağdaş edebiyat eleştirmenleri her zaman dikkatle izlemiştir.
Seyran Sehavet, hayatın geniş toplumsal manzarasını değil, onun insan yatında doğurduğu belirgin, geçmişe dönük taraflarını aydınlatmış, çeşitli düzyazı türlerinde toplumun belirgin konularını, sorunlarını, milli ve uluslararası meselelerini, karmaşık insan karakterlerini özel boyalarla yansıtmış ve böylece yeteneğinin estetik sırlarını canlandırmıştır.
Seyran Sehavet; dilimizin güzelliğini, zenginliğini gösterebilen, halkın ruhuna yakın; kendini Tanrı sevgisine ve bağlılığına, insanın bilincine, manevi yönden olgunlaşmasına adamış; evrensel düşüncelere dayanan, derin ve düşündürücü romanların, manzum hikâyelerin (povest) ve hikâyelerin yazarıdır. O, dünyaya kendine özgü bir bakışı olan yaratıcı bir şahsiyet, söze duyarlılık ve saygıyla yaklaşan, doğruları yerinde ve zamanında demeyi başarabilen cesur bir yazardır.
Seyran Sehavət (Hanlarov Seyran Asker oğlu) 1946 yılında Füzuli şehrinin Yağlıvend köyünde aydın bir ailede dünyaya gelmiştir. Orta okulu aynı köyde bitirdikten sonra 1962-1964 yılları arasında Füzuli şehrindeki Natevan adlı şehir mektebinde müdür yardımcısı olarak çalışmıştır. 1964-1970 yılları arasında Azerbaycan Devlet Üniversitesinin (Bakü Devlet Üniversitesi) Şerkşünaslık[1] Fakültesi, Fars Bölümünde üniversite eğitimi almış, Sovyet ordusu için askeri hizmet zamanında, SSRİ[2] Savunma Bakanlığında tercüman olarak çalışmıştır (1970-1972). Askeri hizmeti tamamladıktan sonra Edebiyat ve Güzel Sanatlar gazetesi editörlüğünde “özel muhabir” “edebi işçi” gibi görevlerde faaliyet göstermiştir. 1974-1976 yılları arasında İran’a tercüman olarak görevlendirilmiştir. 1976’da Bakü’ye geri dönen yazar, 1981’e kadar Edebiyat ve Güzel Sanatlar gazetesinde “edebi işçi” olarak çalışmıştır. 1981-1991 yılları arasında Yıldız dergisinde düz yazı bölümünün müdürlüğünü yapmıştır. Yazar, günümüzde Azerbaycan Yazıcılar Birliğinde düzyazı bölümünde görev yapmaktadır.
İlk edebi eseri olan “İki Sevgi” adlı şiiri, 1962 yılında, 16 yaşındayken Kızıl Araz gazetesinde yayımlanan Seyran Sehavet; şiir, hikâye ve gazete yazılarıyla bugüne kadar basın yayın organlarında devamlı olarak kendini göstermiştir. Şair ve filoloji doktoru Kasım Kasımzade, öğrencilik yıllarında genç Seyran’ın yeteneği fark ederek takdir etmiş ve Azerbaycan Gençleri gazetesinde o yıllar için moda olan “Uğur olsun.” yazısını yazıp genç şaire başarılar dilemiştir. Kasım Kasımzade Seyran’a “Sehavet” mahlasını aynı yazısında vermiştir. Henüz ADU’nun[3] Şerkşünaslık Fakültesinin 5. sınıfındayken 1970 yılında genç şairin “Adalar” adlı ilk şiir kitabı yayımlanmış ve edebiyat çevreleri tarafından büyük bir ilgiyle karşılanmıştır. 1977’de ise şairin “Benim Gezegenim” adlı ikinci şiir kitabı yayımlanmıştır. Yayımlandığı günden itibaren bu kitaplar edebiyat eleştirmenleri ve okuyucular tarafından şiirde yeni bir nefes, yeni bir söz olarak karşılanmıştır. Seyran’ın 1970’ yayımlanan “Adalar”, 1977’ yayımlanan “Benim Gezegenim” adlı kitaplarında yer alan şiirlerin büyük çoğunluğunda genç yazar seven bir kalbin gizli duygularını dile getirmiş; sevginin yüceliğinden, kutsallığından bahsetmiştir. Sanata şiirle adım atan, ilk yazarlık tecrübelerinde estetik gözlem ve arayışlarını şiirin, melodik duygu ve hislerin ışığında ortaya çıkaran genç yazarın yaratıcılığında şiir çizgisi ne kadar başarılı olsa da Seyran Sehavet’in yaratıcılığının benzersizliğini öne çıkaran, özellikle onun zengin edebi geleneklere dayanan düzyazı yaratıcılığı olmuştur.
Yazarın çağdaşı, çağdaş Azerbaycan şiirinin görkemli yüzlerinden olan, eserleri ile çağdaş şiirimize yeni ruh, yeni nefes, estetik, felsefi imajlar sistemi getiren Ramiz Rövşen, röportajlarından birinde Seyran Sehavet hakkında şöyle der: “Dürüstçe söyle bilirim ki, Seyran benim, Sabir Rüstemhanlı’nın ve birçok sanatçı dostumuzun, yaşıtlarımızın gözünü korkutan bir şairdi. Ama neyse ki o sonra şiirden düz yazıya geçti! Bu konuda ben bir defa şöyle demiştim: Şairlerin şansına, yazarların ise talihsizliğine Seyran Sehavet şiirden düzyazıya geçti!”
Röportajlarının birinde yazara “Şiirden düz yazıya geçmek sizin için zor olmadı mı?” diye sorulunca Seyran Sehavet çok ilgi çekici bir cevap vermiştir: “Eğer ben inşaat mühendisliğinden ayrılıp düz yazı sahasına gelmiş olsaydım, bu, elbette, zor olurdu. Ancak şimdi niye zor olsun ki? Şiirin de düz yazının da tiyatro sanatının da gazeteciliğin de malzemesi, temeli sözdür. Bu bakımdan geçişlerde şaşırtıcı bir şey yoktur. Hangi sahada kendini ararsan ara yine binanın malzemesi, işçisi söz olacaktır. Bu nedenle, şiirden düzyazıya geçerken ben hiç bir zorluk hissetmedim. Benim için şiirden düzyazıya geçmek şiir yazarken bir kıtadan başka kıtaya geçmek gibi bir şeydi. 1970’e kadar şiir yazdım. Ancak aslında yazarlığa düzyazıyla başladım. Çünkü şiir yazdığım zamanlarda çok gençtim ve bu yazdıklarım yaratıcılık değildi. Sadece edebiyat âleminde var olmak için çırpınıyordum! 8. sınıfta okurken “İki Arzu” adlı ilk şiirim, şehirde Kızıl Arz gazetesinde yayımlandı. Üniversitenin Şerkşünaslık Fakültesinde okuduğum yıllarda da şiirler yazıyordum. 5. sınıfta kitaplarım yayımlandı. Yere, göğe, fakülteye, üniversiteye sığmıyordum. Sonra askere gittim. Zabit olarak Bişkek’te hizmet ediyor, gün boyunca, 6 saate kadar Afgan ve Rus askerleri arasında tercümanlık yapıyordum. 1973 yılında askerlik hizmetinden geri dönüp Edebiyat ve Sanat gazetesinde çalışıyor olmama rağmen hiçbir şey yazmıyordum. 1974’te İran’ın İsfahan şehrine çevirmen olarak gönderdiler, bir yıl sonra İsfahan’da çalıştığım zamanda düzyazı yazmaya başladım.”
“1975’e kadar hiçbir şey yazmadım. Bu süre zarfında sessiz kalarak da edebiyata hizmet ettiğimi düşünüyorum. Güzel bir edebi eser yaratamıyorsan kenara çekilmek de bir tür hizmettir. Yürekten olmayan şeyleri yazıp yayımlatmaktansa sessiz kalabilmeyi başarmak da yazmak kadar yetenek ister.”
Röportajdan da anlaşıldığı gibi Seyran Sehavet, 1975’te düzyazı sanatına ayak basmış, İran’da çevirmen olarak çalışırken “Herkes Öyle Bilirdi” adlı ilk hikâyesini yazmış ve yayımlanması için Bakü’ye göndermiştir. Hikâye, Edebiyat ve Sanat gazetesinin Üzeyir Hacıbeyli’ye ayrılmış “jübile” sayısında yayımlanmıştır. Ramiz Rövşen bu hikâyeye çok önem vererek Seyran Sehavet’i dünyaca ünlü Amerikalı yazar Folkner’le karşılaştırmıştır.
Bu hikâye, belirgin bir biçimde otobiyografik bir nitelik taşımaktadır. Yazarın dedesi olan Beyler ve onun çağdaşları hikâyenin esas karakterleridir. Seyran Sehavet’in ilk hikâyeler kitabı da özellikle bu hikâyenin adı olan “Herkes Öyle bilirdi” adını taşımaktadır. Bu kitap 1979’da Bakü’de yayımlanmıştır. Kitaba yazarın “Herkes Öyle Bilirdi”, “Çaycı Reşit”, “Erik Çiçeği”, “Düğün Havası”, “Et Tahtası”, “Değirmenin Boğazında”, “Makinist” hikâyeleri ve “Ağrı” manzum hikâyesi dâhil edilmiştir. Bu eserler, karakterlerin canlılığı ve otobiyografik nitelikleriyle dikkat çekmektedir.
Seyran Sehavet’in eserlerinde; manevi, ahlaki sorunların ilgi çekici çözümüyle ve karakterlerin özgün boyalarla resmedilişiyle karşılaşırız. Yazarın eserlerinin dili halkın konuşma dilindeki kadar canlı ve anlaşılır; üslubu, konuları ve estetik yapısı ise oldukça doğal ve sadedir.
Halk şairi, Profesör Bahtiyar Vahapzade, Seyran Sehavet’in yaratıcılığı ile ilgili Edebiyat ve Sanat gazetesinde, “Okudum, hayran oldum.” adlı oldukça dikkat çekici bir eleştiri yazısı yazmış, onun bazı eserlerini eleştiri süzgecinden geçirmiş ve yazarın özgün üslubu ile ilgili dikkat çekici düşünceler ileri sürmüştür.
İlk yaratıcılık arayışlarının toplandığı “Herkes Öyle bilirdi”, “Yaz Hırsızı” ve diğer kitaplar, Seyran Sehavet’in henüz gençlik yıllarından itibaren esas olarak vatandaşın kaygıları ve huzursuzluğu ile yazdığı görülmektedir. Onun “Et Tahtası” ve “Değirmenin Boğazında” hikâyelerinde toplumumuzdaki dar görüşlü insanlar sert bir biçimde eleştirilmektedir.
Seyran Sehavet “Ağrı” adlı manzum hikâyesinde, savaş yıllarında Azerbaycan köylerinden birinde yaşayan asker ailesinin talihinden söz etmektedir. Yazar eseri “Ağrı” olarak adlandırmış olsa da eserde bu ağrılardan daha çok savaş dönemi insanlarının karakteri ve ilişkileri merak unsuru hâlinde sunulmuştur. Belki de, bu nedenle okuyucu, eserden savaş döneminde bir köyünün genel manzarasını, temel sorun ve endişelerinin geniş bir resmini beklemez. Manzum hikâyeden çıkan şu sonuç dikkati daha çok çekmektedir: Hayatın ortaya çıkardığı hiçbir acı ve ağrı, ne kadar ağır olursa olsun böyle insanların karşılıklı muhabbeti ve kaygısının karşısında aciz ve güçsüzdür.
İlk kalem tecrübelerinin toplandığı “Herkes Öyle bilirdi” kitabı, Seyran Sehavet’in başarılı yaratıcılık arayışlarının bir sonucu olarak dikkate değerdir ve bu arayışların genç yazarı düzyazının büyük dünyasına giden yola kavuşturduğu da belirtilmelidir.
Seyran Sehavet’in hikâyelerinin konuları; insanın manevi ve ahlaki açıdan olgunlaşması, ruhen temizlenmesi, günahlarını ve hatalarını fark edip durulması ve saflaşma süreci ile ilgilidir. Onun eserleri dil, üslup, yaratıcılık ve estetik ilkeler bakımından özgün bir niteliğe sahiptir.
Seyran Sehavet’in eserlerini tahlil ederken açık bir biçimde, yazarın duruşunun Mirza Elekber Sabir’e çok benzediği görülmektedir. Büyük Sabir gibi Seyran Sehavet de sorunlara yaklaşırken sert ve acımasızdır. “Makinist”, “Değirmen Boğazında” hikâyelerinde yazar; Zülfeli, Bomba Saleh gibi karakterleri konuşturarak onların iç yüzünü göstermekte ve onları kendi dilleriyle ifşa etmektedir.
Büyük Sabir’le başlayan karakterleri kendi dilleriyle ifşa etme yöntemini Seyran Sehavet de eserlerinde başarıyla devam ettirmiştir. Sabir gelişmeye, milli uyanışa ulaşmanın yolunu bilime ve okumaya sahip çıkmakta, özünü fark etmekte, dünya işlerinden anlamakta görmüştür. Bu nedenle M. E. Sabir’in yaratıcılığında okula, eğitime, bilime, öğrenime geleneksel biçimde yaklaşmanın sert eleştirisi önemli yer tutar:
“Bilmem ne görmüştür bizim oğlan okumakta”, “Niçin, okula ilgi duymuyorum”, “Çocuktur”, “Okutmuyorum, elinizi çekin”, “Öğretmenler Kurulu” vb. satırlarında bilgisizliğin, cahilliğin felaketleri, okulun ve eğitimin düşmanlarının ifşa edilmesi, insanın bilim ve eğitimle bilinçlenmesi gibi yaşadığı dönemde güncel olan konulardan söz etmiştir.
Aslında, bu konular sadece Sabir’in dönemi için güncel değildir. Ne yazık ki, üstünden uzun yıllar geçmesine rağmen bu, bilimi önemsemeyen insanlar ve cehalet, günümüzde hâlâ güncelliğini korumaktadır. Seyran Sehavet’in “Makinist” hikâyesinin ana kahramanı Zülfeli de Mirza Elekber Sabir’in kahramanları gibi okulu, eğitimi kötüler, okumuş adam görmek istemez.
1987’de Bakü’de Seyran Sehavet’in “Dar Gömlek” adlı kitabı yayımlanmıştır. Bu kitaba yazarın “Dar Gömlek” ve “Gözü Işığa Takılan Adam” manzum hikâyeleri dâhil edilmiştir. Bu eserlerde de yazarın nesne ve olguları anlamlandırma başarısı dikkatten kaçmamaktadır. O, sözün özüne müdahale eder ve amacını da okuyucuya gösterir: “İnsanın göz rengi, nasıl derler, Yaradan’ın gizemi sanki: Bu rengin hiçbir zaman rengi çıkmaz. Çıksaydı; gözyaşı, kara gözlü bir adam ağladığında siyah, mavi gözlü bir adam ağladığında mavi, kahverengi gözlü bir adam ağladığında kahverengi olurdu!” (Dar Gömlek’ten).
Yazar, söylemek istediğine açıklık getirerek ama yine de şüpheli bir biçimde şöyle tamamlar sözlerini: “Belki de insan gözünün bir rengi var, ışık rengi, dünya…”
“Dar Gömlek” manzum hikâyesi; sade, pırıl pırıl dili ve biraz sinema tarzına benzeyen, gündelik hayata uygun, kolay ifade tarzı ile ayırt edilmektedir. Bu eser doğum-ölüm kutupları üzerinde kurulmuştur ve öncelikle okuyucuyu ebedi başlangıçlar hakkında düşündürmektedir. Bu iki kutbun arasında ise sonsuzluk sorunu yer almaktadır. Hayatın ebedi gençliği ve onun tekrarı konusu Seyran Sehavet’in yarattığı en güzel karakterlerden biri olan Reyhan’ın yüzünde genelleşir. Genç olsa da halk ruhunun bütün güzelliği karşılıksız iyilik ve anlayışı onun şahsında tüm incelikleriyle estetik ifadesini bulmaktadır. Seyran Sehavet’in yarattığı Reyhan son dönem edebi düzyazımızda en güzel kadın karakterlerinden biridir.
“Yüzyılın Adamı” hikâyesi ise özgün düşüncelerin kurgusundan ibarettir. Yazar, insanın talihi, hayatın anlamı, ölümün kaçınılmazlığı hakkında düşünceler temelinde Beyler adlı adamın hayatını çeşitli olaylarla bize gösterir ve okuyucunun gözleri önünde yüz yaşında, mert, cefa çekmiş, ancak güçlü, yüce ve sakin bir insanın karakteri canlanır. Elbette, hikâyenin nispeten gizli kalan anlamı daha derin ve geniştir: Geçmişle bugün arasındaki ahlaki ve manevi miras ve dedelerin mertliğini, gayretini yaşatan gençlerin geleneklere sadakati…
Hikâyenin kahramanı olan Beyler, tam 99 yıl yaşamış. O, yaşarken iyi insanlarla da karşılaşmış, kötülerle de… İyilere yardım etmiş, kötüleri ise ezip geçmemiş, kötülerin de iyi olması için çabalamış. İsmail oğlu Beyler, doğduğu köyde de çoğunu “yola salmış.” Ama aklını, oturuşunu, duruşunu, yolunu kaybetmemiş, bozmamış. Bu kocaman insanın bu köyün dağı gibi ağır başlı, çayı gibi saf olan hayatın yolunu herkese göstermiştir. Onun aydınlık işlerini ve şahsiyetini yaşatma isteği, yazarın içinden süzülerek kalemin keskin ucundan geçerek beyaz kâğıda dökülüp daha da bütünleşmiş ve tamamlanmıştır. Okuyucu, toplumumuzda, değerlerimizin bu kadar dağıldığı bir zamanda, özellikle böyle kişilerin yaşamasına, var olmasına sevinir ve bu kişilerin hayatta kaybolmayan adlarını, çalışmalarını kendilerinde yaşatmaya çalışırlar. Yazar ele aldığı konuya bağlı olmaksızın bütün eserlerinde görünenin ardındaki iç dünyayı, psikolojiyi ve çevreye etkisini göstermeye çalışmaktadır. İsmail oğlu Beyler, Misirhan, Gedimalı da böyle suretlerdendir. Yazar, bu karakterleri edebi bir endişeyle tasvir etmez; onları, ilginç ayrıntılarla ve hayatın içindeki yaşama uyarlamalarla okuyucularına sunar.
Seyran Sehavet’in “Makinist” (1977), “Gün Ağladılar” (1979), “Bir Torba Patates”(1981) adlı eserleri sinemaya da uyarlanmıştır. Yazarın eserleri Rusça, İngilizce, Fransızca, Farsça ve başka bazı dillere de çevrilmiştir. “Altın Leğen” piyesi 1988’de Azerbaycan Devlet Akademik Dram Tiyatrosunda, “Heykel” piyesi 1989’da Lenkeran’da “Kapıların Dışında Kalan Dünya” piyesi 1990’da Füzuli’de devlet tiyatrolarında gösterilmiştir.
Seyran Sehavet eserlerinin felsefi ve estetik yönü Tanrı’nın, hayatın ve insanın idrakine yöneliktir. Ele aldığı konuya bağlı olmaksızın o, her bir konuya insanları düşündüren genel beşeri sorunlar çerçevesinden bakmaktadır. Bu sorunların, karakterler aracılığıyla estetik çözümünün arayışı içindedir ve yazar olarak konuyla ilgili kendi bakışını yansıtmaya, sözünü söylemeye çalışmaktadır.
Seyran Sehavet okuyucusunu, dinleyicisini eserlerinin bütün bölümlerinde heyecanlı bir biçimde tutmayı başarabilen yetenekli bir yazardır. Okuyucu kendini bu eserlerde olayların içindeymiş gibi hisseder ve yazarın hikâyesi, kurgusu hissedilmez. Onun bahsettiği olaylar her adımda yeni ayrıntılarla, yeni etkilerle olgunlaşır ve bunların hepsi bizim için doğal bir görünümdedir.
Seyran Sehavet’in edebi düzyazılarını, çağdaş edebiyat eleştirmenleri daima dikkatle izlemiştir. Yazarın edebi yazıları; iyimser ruhu, ince lirizmi, tatlı komedisi, trajik unsurları, komik durumları ile çağdaş düzyazının çoksesli orkestrasında kendine mahsus bir yer tutmaktadır. Yazar, zengin komedi ve hiciv unsurlarından ustalıkla faydalanarak sosyal, psikolojik ve manevi, ahlaki sorunların çözümü üzerinde ciddiyetle çalışmış, olay ve karakterlerin doğasındaki gülünçlüğü, sırları açıp göstermiştir. Derin ve geniş psikoloji, Seyran Sehavet hikâyeciliğinin gıdasıdır. S. Sehavet’in edebi yazılarında XX. ve XXI. yüzyıl dünyasının renkli zıtlıkları, cemiyetin sosyal-siyasi ve manevi aşınmaları, her tür insan tipinin estetik ifadesi açık bir biçimde görünmektedir.
Sanatçı, hayatın geniş sosyal manzarasını değil, onun insan maneviyatında doğurduğu gerçek, geçmişe dönük yönlerini ustalıkla kaleme almıştır.
S. Sehavet düzyazı ve tiyatronun çeşitli türlerinde içinde yaşanan toplumun belirgin konularını, sorunlarını, milli ve evrensel meselelerini, karmaşık insan karakterlerini özel boyalarla yansıtmış ve yazar, adeta, yeteneğinin şiirsel sırlarını canlandırmıştır.
Sanatçının zengin hayal dünyası, huzursuz dünyamızın sosyal, siyasi sorunlarını, milli hayatımızın manevi, psikolojik görünüşlerini açıp göstermekle yetinmiştir.
Yazarın “Gün Ağladılar”, “Katil”, “Haram Para”, “Yüzyılın Adamı”, “Bir Bardak Hava”, “Ocak Taşı” , “Gözü Işığa Takılan Adam” , “Kapıların Dışında Kalan Dünya”, “Herkes Öyle Biliyordu”, “Çaycı Reşit”, “Erik Çiçeği”, “Düğün Havası”, “Altın Leğen”, “Senatoryum”, “Ağrı”, “Boynu Eğri Adam”, “İt Görüşmesi”, “Cehennem”, “Taş Evler”, “Dar Gömlek”, “Palamut Tohumu”, “Ölüm Yazısı”, “Yahudi Alfabesi”, “Bahane”, “Yakalamaca” ve benzeri eserlerinde manevi yönden engelli insanların ve bu insanları ortaya çıkaran öznel ve nesnel sebeplerin içeriği, cemiyetteki sosyal adaletsizlik ve haksızlıkların ailelere ve onların talihine yüklediği psikolojik yükler yansıtılmıştır.
S. Sehavet psikolojinin esası; çeşitli karakterlerin düştüğü durum ve tasvir edilen olayların zıtlıklarından, ayrıca, toplumun psikolojisinden doğmaktadır. S. Sehavet’in psikolojisi; ana dili, gelenek, görenek ve sosyal gerçekliğin doğasıyla kaplanmıştır. Sanatçının psikolojisini güçlü milli bilinç ateşi, tarih, manevi hafıza ve haysiyet izlemektedir.
Yazarın hassas gözlem yeteneği, zengin bilgi birikimi ve estetik hayal gücü, huzursuz dünyamızın sosyal, siyasi sorunlarını, milli hayatımızın manevi, psikolojik yönlerini açıp göstermeyle yetinmiştir.
S. Sehavet’in edebi dili canlı ve akıcı, hayal gücü çok zengin ve ayrıntılı, realizmi derin ve geniş, üslubunu oluşturan araçları ise yolları rengârenk ve yeterlidir.
Seyran Sehavet, mensubu olduğu halkın, devletin ahlak ve maneviyatını her zaman sağlam ve köklü görmek istemektedir. Bu bakımdan yazarın edebi yaratıcılığının önemi; manevi, ahlaki, sosyal, siyasi açılardan ve eğitim bakımında çok büyüktür.
Seyran Sehavet’in yaratıcılığı milli, tarihi, çağdaş bilinç sorunları ile ilgili, bu estetik niteliğin birey, aile, toplum, dünya-insan-zaman boyunca yayıldığı ve edebi gelişime etki edebilen özgün bir yaratıcılıktır.
Sözünü, zamanını, vaktini değerlendirmeyi başaran Seyran Sehavet, yaşadığı zamanı son derece anlamlı bir biçimde değerlendirmektedir. O tuttuğu yoldan, inançlarından, mesleğinden büyük Sabir gibi bir an bile dönmeden Hakk’ın sesini duyarak Hak yolunu, “düzü düz, eğriyi eğri” gösterme yolunu tutmuştur. Şerefini, donanımını, haysiyetini ayaklar altına alan, yalakalığı kendine meslek edinen bir toplumun içinde kirlenmemiş adının yüceliğini korumak çok zor olsa da Seyran Sehavet bunu başarmıştır.
Bir röportajında, yazar, adına aydın denilen bir insanın yalakalığının çok çirkin olduğunu, gerçek aydını değersizleştirmenin, tuttuğu ve gittiği hak yolundan döndürmenin mümkün olmadığını dile getirmiştir.
Seyran Sehavet işte böyle yazarlarımızdan ve tam anlamıyla gerçek aydınlarımızdandır. O bizi aşınmaya, ruhumuzun kirlenmesine, maneviyatımızın bozulmasına izin vermeyen yazar ve aydınlarımızdan biridir.
Toplumdaki korkunç ve kaçınılmaz manevi aşınma süreci, değerlerinin yitirilmesi gerçek edebiyatın gölgede kalmasının bu duruma yabancı kalmasının bir sonucudur. Sanat ve gerçek edebiyat, hastalıklı düşüncelere sahip bir toplumu iyileştirebilecek önemli araçlardır.
Zamanın nabzını tutmayan, mensup olduğu halkın dertlerini dile getirmeyen, onun sosyal, manevi sorunlarını estetik gerçekliğe dönüştüremeyen edebiyat, büyük edebiyat sayılamaz. Bu anlamda, Seyran Sehavet Azerbaycan toplumunu huzursuz eden gerçeklikten doğan sorunları kendinde yansıtan, okuyucuyu düşündüren ve doğru yola yönelten derin ve çeşitli anlam katmanlarına sahip, kıymetli eserler veren çok yetenekli bir yazardır. O, artık büyük edebiyat yaratıcılığı yoluna çıkmıştır. Bu yolda adımlarını başarıyla atmaktadır ve eserleri de insanı aklî ve duygusal olgunluğa ve manevi, ahlaki bütünlüğe çağırmaktadır. En önemlisi de okuyucu, onun eserlerinden ve iç dünyasının zenginliğinden yararlanıp kendisinde de derin manevi bir dünya oluşturmak imkânı elde etmektedir.
Yetenek gerçeği de dile getirebilmektir. Yetenek o zaman büyük olur ve cesarete yaslanabilir. İnsan o zaman özünü değersizleştirmeyen bir “şahsiyet” olur. Şerefini, donanımını, sözünü madalyaya, eve, her türlü ödüle, belgeye, konfora değişen ruhu satılmış olanların yaşadığı bir toplumun içinde nefes alabiliyorsak bu şüphesiz şahsiyeti değersizleştirmeyen, sürüne sürüne, alçakça yükselmek sevdasına düşmeyenlerin sayesindedir. Bu tür insanlar birer değerdir, tıpkı Seyran Sehavet gibi!
Sizler var oldukça bizim yaşamak, korumak ve mücadele etmek için nedenlerimiz olacak, Üstat. Düşüneceğiz ki, sözünün ve özünün özgürlüğünü gölgelemeyen, değersizleştirmeyen beş kişi bile varsa onlara tutunup yaşamaya, yola devam etmeye değer. Alçalarak büyümek yerine özgürlüğü her şeyin üzerinde tutan “Vicdan”ın, “Büyük Yürek”in karşısında başımı eğiyorum.
İyi ki varsın, Üstat!
Şerefini, donanımını, haysiyetini ayaklar altına alan, yalakalığı kendisine meslek edinmiş bu dünyanın tam ortasında Seyran Sehavet’i koruduğun, hem de özellikle bu biçimde koruduğun için var ol!
Gerçekleri söylemenin yasak olduğu, yarı gerçeklerin ve yalanların üstünde inşa olunan bu dünyada Seyran Sehavet şahsiyeti ve yaratıcılığı arasında bütünlüğü, olgunluğu koruyabildiğin için var ol!
Sözün kutsallığını, Beyler dedenin, Asker’in, Zarif ananın ruhunu hakkıyla ağırlayıp kıymetlendirdiğin için var ol!
Her zaman var ol, Üstat!
Seni yürekten tebrik ediyorum. Özgürleşmiş Karabağ’ın kutlu olsun. Ata yurduna aziz dönüşün kutlu olsun! Olgunluk merdiveninde en şerefli basamağın, 75 yaşın kutlu olsun, Üstat!
[1] Doğu Dilleri ve Edebiyatları (Aktaranın Notu)
[2] Az. Sovet Sosialist Respublikaları İttifaqı (TT. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) (Aktaranın Notu)
[3] Azerbaycan Devlet Üniversitesi (Bugünkü Bakü Devlet Üniversitesi) (Aktaranın Notu)