Şiiri Nedir


 01 Şubat 2019

Şiir, duyguları yumuşatan, düşünsel boyuta duygu yükleyen, sözün aşka düştüğü, insan özgünlüğünün sanatıdır. Şiir kendini tanımanın ilk beşiği, var olduğunu ve düşündüğünü haykırmasıdır; bireyden insana uzanan, sözle evrensel yolculuktur; sözcüklerle uçmak gibi, sözün en güzel halidir.

Duyumsayarak yaşamak, olumlu ve olumsuzu ayırarak, serbest, anlaşılabilecek şiirsellikle, çözüm sunan, insana yakın ve mutlu olmanın da bir yoludur. Şiir, sanatı ve düşünselliğiyle çağın ilerisine ışık olmalıdır. Şiirde bilgiyi imgeye indirgeyeceksin. Kimliğini inkâr eden sözcüklerle yazılmış; bazılarının adına şiir dediği şeyler, boşa giden sözcüklerdir. Anlamsızlık, kimliksizlik ve inkârın boşa giden sözcüklerdeki adıdır. Kimliği, insanın onurudur ve insanlığını temsil eder.

Bireyci anlayış, hapishane edebiyatı, toplumculuğa yönelme, yeni bütüncü manifesto, ikinci yeni, garip şiiri, tasavvuf şiiri, divan şiiri, toplumcu gerçekçi gibi akım ve kavramlara sığdırılması kısırlaştırıcı ve yarınsızdır. Şiir; var olan sözcük ve kavramları yenmeli; kendi dilini, kendi özgün felsefesini, kendini söylemelidir; çünkü her yeni zamanın yeni bir şiiri vardır; şiir, bir sesin farklı ağızlardan çıkmasıdır, şiir tek sestir. Biçim olarak da, uyak ve vezin öyledir. İnsana, bütününde yaşama dar pencereden bakmaktan ileri gitmez; sözü ve duygulu düşünceyi mecbur ederler; sözcüklere ve şairin yüreğine, düşüncesine pranga vuran, şiirin geri kalmış ilkel halleridirler. Şiir kalıplara sığmamalı, sınıflaştırılmamalıdır. Ancak şiir için katkılarının olduğu ve şiirin geçmişini kurdukları da yadsınamaz; bizim sözümüz modern şiir, yarının şiiri ve olumsuzlukları adınadır. Çağının tanığı olmakla, çağının insanı ve toplumunun tanığı olunacaksa, insan çeşnidir, bir çizgiyle belirlenemez ve sınırlanamaz. Şair için, bir iken bin olmak, sonsuz olmak önemliyse, niçin iki sözcüğe mahkûmiyet; insanın ve zamanın ilericisi olunmalıdır.

Şiir önce politika değildir; bütün türküler gibi, önce insandan başlar. Kendi varlık probleminden, toplumun ve insanın sorunlarına kadar çözümler getirebilmeli, toplamından oluşan imgeyle, insana kendini yaşatmalıdır. Şiirde felsefe ilk aranılandır. Biçim, dil, melodi, bütünlük, imge, şiiri şiir yapan diğer özelliklerdir. Yaşamı belirleyen politika olduğuna göre, politikayı uygulama alanı olan yaşamda gözetleyip, somut çözümler getirmesi, şairin insanlık görevidir. Şair gerçeği ve iyiyi görerek, inanç noktasında da bilinçlendirici olmalıdır.

Şiirleri sınıflarsak; veli şiir, deli şiir, akıllı şiir, saçma şiir, âşık şiir, imansız şiir, çocuk şiir, sözcük şiir, dize şiir, taslak şiir, olmayan şiir olarak, on bir sınıf şiir vardır. Taslak şiir aşktır, meşk ister. Bazı sözcükler şiir doğarlar. Bazı şairi şiir söyler; bazı şiirleri şair… İlham şaire söyler; yetenek ve meşk şiire… En güzel şiir, şiir sözcüğünün kendisidir. Adlar varlıklardan daha özel ve güzeldir. Sözcükler kâinatın efendisidir.

“Bazı şiir hikmettir”. Hz. Muhammed (sav)

“Çocuklarınıza şiir öğretiniz, dilleri tatlansın.” Hz. Ayşe

Peygamberimizin hadisleri ayetlere giderdi. Romanı süzünce öykü; öyküyü süzünce şiir; şiiri süzünce özdeyiş; özdeyişi süzünce hadis ve ayet kalmalı; özü ayet olmalıdır. Özetle deriz ki; ayete giden yolda roman, öykü, şiir, özdeyiş; tüm edebiyat ve sanat doğru yoldadır.

İlim şiire sığmaz; şiir ilime sığar. Şiir kendi dilini ve kendi kurallarını, kendini üretir. Şair şiirde doğar. Hiçbir söz tam değil; hiçbir söz bitmiş değil. En hakikati söyleyen ses, sessizliğin sesidir ve ölüm bu sesle konuşur; ayrılık bu sese gider. Yazı sözün sessizliğidir.

Edebiyat kavramı, köken olarak edebe biatten (bağlılık, egemenliğini tanıma) gelir; sözün edebine biattir.

Türkçede “yır” diye bilinen “şiir” sözcüğü Arapçadır; “şuur ”la aynı köktendir. Anlamı; anlama-bilmedir. Dille var olmuş, yazıdan önce doğmuş, kendi edebiyat türlerini aşmıştır. Yazarlar içinde, şairler ayrıca anılırlar. Bergson: “Sezgi, bizi bir varlığın, dışımızdaki bir objenin içine sürükleyen zihni sempatidir. Böylece, içimizdeki şuurla dışımızdaki eşya aynılaşmış olur. Sezgi, şuurla eşya arasındaki farkı ortadan kaldırır. Ancak, şuurla eşyanın birleşmesinde eşyanın hususiyetleri ortadan kalkmaz. Benliğimiz bir an için eşyanın karakterine sığınarak onu olduğu gibi tanır. Bu bir nevi mistisizme ulaşmaktır.” Şiirde bilgi, düşünce ve anlam olur; şiir duygu ve sadece söz sanatı değildir. Şiir sözcüğünün kökeni, şiirin olması gereken yeri de ifade etmektedir. Felsefesiz şiir bir fanteziden öteye geçemez. Sevgiyle yoğrulur düşünceler şiirde; insanca düşünceler. Sezgisi, hissi, ilhamı olan şair, bilgisizliği, kötülüğü, eskiyi ve inançsızlığı yener. Sezgiyle eşyadan hakikat öğrenilir; nefes maddeden alınır, maneviyattan verilir.

“İlk dize Tanrı’dandır” diyerek Paul Valery; şiirin maneviyatı olan söz olduğunu söylemek istedi. Allah elbette ki ilk dizeyi ve ilk sözü söylememiştir; Allah sözü insana bırakmıştır. Aslında Pablo Neruda’nın “şiiri yöneten tek bir şair yoktur” sözü de, şiirin Allah’la olan bağını anlatmak ister; şiir geldiğinde şair yoktur. Valery ile Neruda söylemleriyle, bir ağızda iki ses gibidirler. Sezgiyi, hissi, ilhamı değerlendirirsek; gerçekten de bir maneviyattan söz edebiliriz.

Şiir için Platon, “büyülü söz” der. Şair de büyülenmiştir. Her şairi büyüleyen bir şeyler vardır mutlaka. Büyülendiğiniz şey kadar şairsiniz. Şiir anlamsız ve saçma derecesinde özgür olmamalıdır. Şiir iyi insanların ninnisi olmalı ağlayan çocuklara. Şairler mahkûm insanlıklarına; şairler iyi insanlardır. Şiir kelime oyunu, tekerleme ve bilmece değil; sözün matematiğinin sıcak kalbidir.

“İlimsiz şiir, harcı ve hesabı olmayan duvar gibidir” ve “şiir bir maşukadır, hüsn-i ibaret ziveri” diyerek Fuzuli, şiirin ilimle dolu, süslü aşk sözcükleri olduğunu anlatır. Felsefeden de öte hakikatten haberi olmasını ve birbiriyle kaynaşmış ve matematiksel şiirden söz eder ki ilim de bir hesap üzere kuruludur.

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “en az sözcükle yazılmalı şiir” sözü; şiirin az ve öz olmasının daha şiirsel olduğunu ve şiirden atılan sözcüklerin şiiri şiir yaptığını düşündürür. Şiir süzgeçten geçirilmiş güzel ve değerli sözlerin sarhoş edici büyüsüdür.

“Ben kendi payıma bir iki iyice şiir yazdımsa, bunların tümünün içeriğini önceden iyice pişirdim. Sonra en uygun biçimlerini, ne çeşit uyakla, ne çeşit ölçü ile yazılabileceğini, boyunun aşağı yukarı ne olabileceğini, dilinin edasını, çeşnisini, peşinen kestirmeye çalıştım. Yani çok zahmetli bir çalışmadan sonra işe koyuldum.” Nazım Hikmet burada şiir yazma biçimlerinden birini ve kendi şiir yazma taktiğini anlatmıştır. Ben de bazı şiirlerini böyle yazmışımdır. Doğacak çocuğun imkân ve koşulları hazırlanır ve bilinçli bir doğum olur. Birkaç dakikada ve silgi kullanmadan yazılıp da; bir harfi değiştirilemeyecek ve çıkarılamayacak şiirlerim de çoktur. Bunlara kendi iradesiyle doğan şiirler diyorum.

“Şiirin koşulları; lügat ve belagat bilgisi, vezin ve kafiyedir”. Bu eski şiirin tarifidir. İnsanlık her alanda gelişme içindedir; şiirde de modern şiiri üretmiştir. Şair ve şiir; söze hüküm eder hale gelmiştir; oysa kafiyeli, vezinli şiirde, kafiye ve vezin, şaire ve şiire hüküm ediyordu.

“Şiir, büyük zekâların rüyalarıdır” Alphonse de Lamartine. Gerçekten de zekâsı az kişiler şiire bulaşmamalı hiç. Şair zeki ve insancıl olur. Büyük zekâların, büyük rüyaları; dünyayı görür, bütün insanlık olur.

“Şiirin orta hallisi için geçerlidir kurallar; büyük şiir, kural dışıdır. Büyük şiir muhakememizi tatmin etmez, allak bullak eder” diyerek Montaigne; her şiirin şiir olmadığını, insanı aşması ve gardını düşürmesi gerektiğini anlatmış oluyor. Sizi yenmeyen şiir, şiir değildir.

Yine Montaigne; “Nasıl ki mıknatıs bir iğneyi kendine çekmekle kalmaz; onu da mıknatıslayıp başka iğneleri çekme gücü verir. Tiyatrolarda daha açıkça görülür ki, şairi öfkeye, yasa, kine kaptıran, dilediği yerde kendinden geçiren o kutsal ilham gücü, şairin aracılığıyla oyuncuya, oyuncudan da bütün bir halka geçer. Birbirlerine asılan mıknatıslı iğneler dizisi gibi.” der. Şiir bir tütsü gibi büyüleyip, insanı insana çağıran bir iç sestir. İnsan, sözün yüceliğinde ve içinde yaşar; sözdür itirafı; söz insanı temsil eder; adlar gibi…

Jean Cocteau: “şiir öylesine ayrı, öylesine apayrı bir dildir ki, başka herhangi bir dile çevrilemez, hatta yazılmış olduğu kendi diline bile.” Her şairin ve her şiirin kendine özgü dili, müziği ve estetiği vardır. Şair hissedici, iham alan, anlayan ve bunları bilgiye ve duyguya dönüştürendir. Biçim ve anlam; şiirin iki önemli karakteridir ve biri olmadan diğeri olamaz. Sözü şiirleştirirken, anlam yüklenir. Şiir insana benzer; insan nasıl özgünse, şiir de özgündür; bir başkası, bir başka dil olamaz; şiir kendiliktir; içinde insanı, şairini taşır.

“Şiir, zekâ ülkelerinde uzun ve üzücü yolculuklardan sonra doğan şeydir.” Balzac şairi iyi tanıyor. Gerçekten de şair üzüntüyle başlar, şair üzülen kişidir. Sonra üzüntülerini yenenler aslında dünyayı da yenen şairlerdir. Dünya ancak inanarak yenilebilir; yoksa hep yenik ve üzgünüzdür insan ve insanlık adına.

Kuran; Şura suresi, 224, 225, 226, 227. ayetler: “Şairlere gelince, onlara da yoldan sapmışlar uyarlar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyi söylediklerini görmez misin? Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah’ı çokça ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler neye, nasıl dönüşeceklerini yakında görecekler.” Sadece şiirin söz sanatı özelliğini kullanarak, egolarının hizmetçisi, çıkarlarına kullanan şair müsveddeleri, dürüstlükten ve inançtan da uzaktırlar. İnsan inandığıyla vardır. Ka’b ibni Zübeyr’in Kaside-i Bürde’si gerçek bir şiirdi; içeriği peygamberimizde karşılık bulmuş ve inançlı bir şairdir. Karşılıksız olan her şey, haram ve yalandır. Müşrikler, Kuran’ın gaybdan haberlerini, şeytanların ilhamı; biçiminin de şiir olduğunu söylüyorlardı. Peygamberimiz, onlara göre, kâhin ve şairdi. Bu ayetler onların iftiralarına karşı gelmiştir. Peygamberimiz ashabı şair Hasan Bin Sabit’e: “Sen şiir irşat ederken bil ki Cebrail de seninle beraberdir” demiştir. İnançlı ve hakkın ve haklının yanında olanlar, inandığını söyleyenler, diğer şairlerden ayrıştırılmıştır. İyi ve kötü, her işte karşıt olduğu gibi, şairlerde de karşıttır. Özü sözü bir ve doğru olanlar sevilenlerdir. “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol”, sözü Mevlana’nın hem öğüdü, hem de samimi bir şair olduğunun resmidir. Kendine inanmayanlar yalancılardır; Allah’tan uzaktırlar, çünkü Allah kendimizdedir; kendilik doğruluktur.

Şair ve şiir sorumlu bir özgürlük sevdalısıdır. İçten; his, ilham, deney, düş, duygu, düşüncelerinin; dışarıdan da; baskı, zorba, yasak, gelenek, devlet, din kavramlarından uzak, kendi özgün felsefe, inanç ve hakikat evlerini şiirin dizeleriyle yaparlar. İslam’da, inancın yolu akıldan geçirilmiş ve akıl özgürlükler içinde seçme yetisiyle, irade yardımıyla iyiliği ve doğruluğu keşfe sınanmıştır ve kendini gerçekleştirme, itiraf etme imkânı tanınmıştır. İnsan aklının yaratıcılığıyla, yarınları ve inancı üretmiş, değiştirerek çoğaltmış, zamanda daha iyiye ve doğruya ulaşmada ilerlemiştir. İman babadan oğula miras kalmaz, insanın kendinin olan tek şey imanıdır. İnsanın ve evrenin; gerçeğini ve hakikatini şiirine sığdıran; ona yüreğini ve kalbini katan, şairdir. Necip Fazıl Kısakürek, “şiir Allah’ı arama sanatıdır” diyor. Aslında herkesin Allah’ı araması gerekir, sadece şair aramaz; ama bu şairlere daha çok farzdır; şiirin bir ilahi tarafı vardır da ondan. “Ne ararsan kendinde ara.” Şiir kendin olmanın da adıdır.

Şimdi Refik Darbaş’tan şiir dersi alalım: “Şair, dersini yazdığı şiirden alacaktır.

Denir ki; dünyanın en kısa ve özlü şiiri Eskimolara ait… O da yalnızca iki sözcük ve iki dize:

’Ağlama Ölmeyeceğim’.

Şiir her şeydir; ama hikâye değildir, içinde hikâye öğelerini barındırsa da…

Şiir mektup değildir.

Şiir makale değildir.

Şiir, şarkı sözü değildir.

Sözcüklerin bir ekonomisi vardır, halk deyişle azı karar, çoğu zarardır.

Şiirin bir duygusal tarafı olduğu ve insanı döküntü haline getirdiği de doğrudur. Ya da duygusal döküntü olanların şiir yazdığı… Bundandır ki çocuklarıma şiiri önermem; zaten içten gelen bir mecburiyetin sonucu olarak, insan şair olur. Şiir şairi güçten düşürür, yani soğukkanlı-mantıklı olmaktan uzaklaştırır. Düşüncenin gücünü yitirir. Yenilmiş, güzel bir insanın feryadı gibi olur. Şairler genelde iyi insanlar olurlar ve bu duygusallıkları, kötülüklerden etkilenmelerinden kaynaklanır daha çok. Şair ince ve zayıftır. İnanç bu anlamda şairi güçlü kılar, gerçekçi-mantıklı, Kuran’ın da övdüğü şairlerden yapar. Şiir düşüncenin tadına, duyguyla vardırır. İnanılmamış şiir, en büyük yalan ve iftiradır. Çünkü övgü de gerçek değilse, iftira sayılır. Çirkine güzel; güzele çirkin demek gibi… Doğru söz, Allah’tandır. Hakiki sanatçıların; özü, sözü bir olur ve özü-sözü de doğru olur.

Şiir sözcüklerle oyun oynamak değildir. Oyun çocuklar içindir; hayat bir oyundur. Şiir içinde hakikat söylerse şiirdir.

İmgeyi çılgınlaştırıp; sözcükleri düşüncenin egemenliğinden çıkarmak; içeriği yok etmek; şiirin içini boşaltmaktır. Kapalılık ve soyut şiir, imgenin kendini intiharıdır. Düşünce yoksa insan, insan yoksa şiir yoktur.

Yazık ki: Anlamı olmayan dizelere de şiir diyorlar, aşkı olmayana da şair…

Şiir de insan gibidir. Bedeni, kalbi ve beyni vardır. Birisi yoksa diğeri yoktur. Her şeyin en mükemmel örneği insandır. Şiir sosyete eğlence işi değil, yürekten yaşayanların işidir. Şair, şiiri kendi için yazar. Çünkü herkes yaptığıyla kendini gerçekleştirir, ben buyum der. Şiir, şairin cennetidir. Her güzel ve büyük şiir, yeteneğin, aşkın ve çalışmanın ürünüdür. Şair ve bilge olunmuyor, doğuluyor. Şairler iyi insanlardır. Şiir, şairin kalp ağrısıdır. Şairler, edebiyatın peygamber suretleridir.

Şairler içinde/n ölür.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 146. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 146. Sayı