HaftanınÇok Okunanları
Gülzura Cumakunova 1
HİDAYET ORUÇOV 2
HUDAYBERDİ HALLI 3
Emrah Yılmaz 4
KEMAL BOZOK 5
UFUK TUZMAN 6
Osman Çeviksoy 7
Valerik
Ben size öylesine yazıyorum; doğrusu
Bilmiyorum niçin ve ne diye.
Ama artık kaybettim bu hakkımı.
Size ne mi söyleyeceğim? Hiçbir şey!
Sizi nasıl mı hatırlayacağım? -Ah, Yüce Tanrım-
Zaten siz bunu çoktandır biliyorsunuz;
Sizin için, fark etmiyor elbette.
Ayrıca gerek yok bilmenize de
Ben nerdeyim? Nasılım? Hangi uzak köşelerdeyim?
Biz birbirimize yabancıyız ruhlarımızla
Evet, olamaz ruhlarımızın bir akrabalığı da.
Geçmişin sayfalarını okuyarak,
Onları tanzim ederek,
Şimdi dingin bir zihinle
Herkese inanmayı bıraktım ben.
Gülünç, kalben riyakar olmak,
Onca sene önümüzde dururken;
İyi olurdu, biraz şaşırtmak dünyayı!
Evet, bu sürede inanmak faydalı değil mi
Bundan böyle olmayacaksa bile?
Arada bir aşkı beklemek çılgınlık mı?
Tüm duygular geçici bizim çağımızda:
Fakat ben, hatırlıyorum - tam tamına-
Unutamadım sizi asla!
Birincisi, zira çok ama çok
Uzun süre sevdim size.
Sonra acı ve endişeyle
Gelecek mutlu günler adına bağışlar yaptım;
Sonra pişmanlık içindeydim ve verimsiz,
Ağır zincirini çektim zor yılların.
Ve bir hayal kırılığı, tüm soğukluğuyla
Öldürdü hayatımın son rengini.
Daha dikkatli yaklaşıyorum insanlara
Unuttum ben ergen haşarılıkların gürültüsünü
Sevdayı… şiiri… - fakat
Mümkün olmadı unutmam sizi.
Ben alıştım bu fikre,
Yüksünmeden sırtımda taşıyorum haçımı:
Bu ya da başka bir ceza karşılığı,
Hepsi aynı değil mi? Anladım ben hayatı,
Bir Türk veya Tatar gibi, kadere
Minnettarım herşey için;
Tanrı’dan mutluluk dilemiyorum
Ve sessizce katlanıyorum kötülüğe.
Belki de, sonsuz gökyüzü Doğu’nun
Ve onların Peygamberinin öğrettikleri
Sarmışlardır beni, gayr-ı ihtiyârî… Dahası
Hayat da her daim göçebe,
Gece-gündüz çalışma ve emekler
Düşünmeye engel oluyor herşeyi,
Taşıyor ilkel bir görüntüye
Hasta ruhu: Kalp uyuyor,
Tahayyüle hiç yer yok…
Ve kafalara da ihtiyaç…
Böyle, uzanırsın gür çimenlere
Ve uyuklarsın geniş gölgelerinde
Çınarların ya da üzüm asmalarının,
Çevrende yansır beyaz çadırlar;
Kazakların sıska atları
Duruyorlar yanyana, başını eğmiş yere.
Bir hizmetkâr uyuyor bakır topların yanında,
Tütüyor belli belirsiz fitilinin dumanı;
Biraz uzakta, çift sıra keskin nişancılar;
Süngüler parlıyor güney güneşinin altında.
İşte, eski zamanlar hakkında sohbet,
Kulağuma ulaşıyor yan çadırdan;
Yermolov* zamanında nasıl yürüdüler,
Çeçenya’ya Avarya’ya ve dağlara;
Orada nasıl savaştılar, biz nasıl yendik onları,
Nasıl zorluk çektirildi bizlere.
Ben ise seyrediyorum, biraz ilerde,
Nehrin kıyısında, Peygamberin yolunda
Namazını kılıyor bir Tatar
Gözlerini kaldırmadan, huzurla.
Diğerleri bir daire olmuş, oturuyorlar
Seviyorum ben onların sarı benizlerini,
Şapkalarını, zayıf kollarını,
Kara ve hınzır bakışlarını
Ve onların gırtlaktan konuşmalarını.
O an! Uzaktan vınlayarak uçtu
Serseri bir kurşun… tatsız bir ses…
Bir çığlık duyuldu ve yeniden herşey
Sessizliğe büründü… Artık sıcaklık azalmıştı,
Atları suvarmaya götürüyorlardı.
Piyadeler kıpırdanmaya başladı;
İşte birinin atı dörtnala, ardından bir diğeri!
Uğultular, konuşmalar. Nerede ikinci rota?
Ne, yükleri taşımalı mı? Ne dedi yüzbaşı?
Atlılar daha canlı, ileri çıkın!
Saveliç! Hey, ver çakmak ateşini!
Kalkış için davullara vuruldu
Başladı çalmaya Askeri bando;
Konvoylar arasında yerleşen
Silahların metal sesleri. General
İleri atılıyor maiyetiyle birlikte…
Dağıldılar geniş arazilere,
Arılar gibi, tutkulu Kazaklar;
Çoktan yükseltildi flamalar
Orada, ormanın kıyısında- ikisi ve fazlası.
Ve işte, bir mürid başı sarıklı
Kırmızı Çerkes paltosuyla geziyor, önemli
Doru atı ter içinde,
O el sallıyor, meydan okuyor; nerede yürekli adam?
Kim çıkacak onunla ölümüne savaşmaya!...
Şimdi… bakın!: siyah şapkalı
Bir Kazak çıktı ortaya, Greben köyünden;
Tüfeğini kaptı çeviklikle
Artık daha yakın… ateş etti… belirsiz bir duman…
Hey siz, siperdekiler, gidin ardından…
Ne? yaralandı o! –hayır, yok bi’şeyi…
Ve karşılıklı ateş başladı…
Fakat bu cüretkâr hatalarda
Coşku çok, mantık az;
Serin bir akşam vakti, bir olay olmuştu eskiden
Onlara hayran kalmıştık,
Kana susamışlığın heyecanı yoktu,
Adeta trajik bir bale sahnesi gibiydi,
Ne var ki ben bu gösterilerin şahidiydim
Böylesi yok sizin sahnenizde …
İlki, Gekha yakınında oldu,
Biz karanlık ormana girdik;
Ateş soluyarak, yanıyordu üzerimizde
Gökkubbenin parlak maviliği.
Bize acımasız savaşın andı içilmişti.
Uzaktaki İçkerya dağlarından
Çeçenya’ya, kardeşlik çağrısına
Cüretkar kalabalıklar akın etmişlerdi.
Kadim ormanlar üzerinde
Deniz fenerleri yanıp sönüyordu.
Ve onların dumanı dönerek yükseliyor,
Bulutlar gibi dağılıyordu;
Ve orman canlanmıştı yeniden;
Yükselmişti çılgınca yaban sesleri
Ağaçların yeşil taçları altında.
Malzemeler henüz indirilmişti,
Çayırlara… başlamıştı çalışma;
Şöyle ki! Koruma birliğine silah istiyorlar;
Silahları çıkarıyorlar çalılar arasından,
İşte insanları sürüklüyorlar ayaklarından
Ve doktorları çağırıyorlar;
İşte sol taraftan, ormanın kıyısından
Biri atıldı toplara doğru;
Ve tepesinden yağdı mermiler ağaçların
Birlik dağıldı. Daha ileride
Sessiz herşey… Orada çalıların arasında
Akıp gelen bir şey… Gidelim daha yakına.
Birkaç el bombası attılar,
Hareketlenme oldu biraz… sessizlerdi;
Fakat siperlerin üzerinden
Bir silah parladı sanki;
Sonra iki şapka görünür gibi oldu;
Ve tekrar kayboldu otlar arasında
O an, tuhaf bir sessizlik oldu,
Ama uzun sürmedi,
Ve bu tuhaf beklenti sırasında
Kalbimiz bir defa bile çarpmadı.
Birden ateş et… gözlüyoruz, uzanmışlar yanyana,
Ne yapmalı? Buradaki birliğin
Ahalisi tecrübeli… Süngüleri takın
Beraberce! yankılandı ardımızdan.
Göğsüm sıkışmaya başladı!
Tüm subaylar önümüzde…
Bir atlı adeta uçtu siperler üzerine
Ama olmadı attan inecek vakti…
Yaşasın!- bir suskunluk oldu- İşte hançerler
Süngüler, kabzalar! Derken katliam başladı.
Ve iki saat kanlar akarak
Çatışma sürdü. Acımasızca kestiler
Yabani hayvanlar gibi, bir kelam etmeden, göğüs göğüse.
Irmak cesetlerle dolmuştu.
Ben biraz su almak istemiştim kovayla…
(Hem sıcaklık, hem de savaş yorgun bırakmıştı
Beni), fakat su dalgası koyu
Kırmızı ve sıcaktı.
Kıyıda, meşe ağacının gölgesinde,
Siperlerde yürüyor ilk bölük
Daire oluşturdu. Bir asker
Dizlerinin üzerine çökmüştü; kasvetli, sert
Görünüyordu yüz çizgileri,
Fakat gözyaşları süzüldü, damladı kirpiklerinden
Tozla kaplı… paltosuyla
Sırtını ağaca dönüp, yattı
Onların teğmeni. Ölüyordu;
Kararmaktaydı göğsündeki izleri
İki derin yaranın: kan usulca
Sızıyordu. Fakat geniş göğsü
Zorlukla inip kalkıyordu, bakışları
Dehşetle dolaştı ve fısıldadı…
Kurtarın beni, kardeşler. Sürüklüyorlar Tevrat’a
Geri çekilin - yaralandı general…
İşitmiyorlar… O uzun süre inledi,
Giderek daha halsiz ve yavaş yavaş,
Sakinleşti… ruhunu teslim etti Tanrı’ya;
Silahına başını koymuş yaslanmış, çevresinde
Duruyorlardı uzun ak bıyıklılar…
Ve sessizce ağladılar… sonra
Onun savaştan kalan bedenini
Örttüler ihtimamla, paltosuyla
Ve taşıdılar, kedere boğulmuş.
Onların ardından baktım ben hareketsiz.
Bu sırada arkadaşlar ve dostlar
İç çekerek seslendiler bana
Fakat ben ruhumda bulamadım
Maalesef, bir damla keder.
Artık susmuştu herşey; vücudunu
Taşıdılar yığınlara; kanı aktı
Taşlar üzerinde buhar huzmesi,
Havayı doldurdu,
Ağır kokusu… General
Oturdu gölgede, davul üzerine
Ve kabul etti raporları.
Çevremizde orman, sisler altında gibi
Barut dumanı mavileşerek yükselmişti.
Orada, uzaklarda
Sonsuz gururlu ve sakin
Kazbek dağları uzanıyor,
Sivri zirveleri parlıyordu.
Esrarengiz keder çöktü içime ve kalbi duygularla
Ben düşündüm: zavallı adam.
O ne istiyor!.. gökyüzü aydınlık
Bu göğün altında, herkese çok yer var,
Ama ama hiç durmadan ve boşu boşuna
Düşman oluyor diğerine – Ne diye?
Galub* böldü benim hayallerimi,
Dokundu omuzuma; o benim
Arkadaşımdı: Sordum ona ben
Bu yerin adı ne diye!
Cevap verdi bana : Valerik
Ama sizin dilinize çevirince
Ölüm ırmağı olacak: Doğrusu
Eski insanlar tarafından verilmişti bu isim.
- Yaklaşık kaç kişi vardı savaşta
Bugün?
- Yedi bine yakın.
- Dağlılar çok mu kayıp verdi?
- Nerden bilelim? Ne diye siz saymadınız!
Evet! Bunu biri söyleyecektir,
Onların hatıralarında bu kanlı bir gün!
Çeçen baktı kurnazca
Ve başını salladı!
***
Fakat ben sizi sıkmaktan çekiniyorum
Bu dünya eğlencesinde, size komik geliyor
Vahşi savaş heyecanları;
Sizin aklınız alışık değil acı çekmeye
Sonuçlarına dair ağır fikirlerin,
Sizin genç yüzünüzde
Endişe ve kederlerin izlerini
Bulmak mümkün değil, ve siz belki de
Hiç görmediniz yakından, herhangi bir zaman aralığında
Nasıl ölüyor insan… Tanrı nasip etmesin
Görmenizi de: Başkaca tasalar
Yeterince var. Unutarak kendini
Hayat yolunun sonuna gelmek daha iyi değil mi?
Ve derin bir uykuya dalmak
Hayal etmek yakın bir zamanda yeniden uyanmayı?
Şimdi Hoşçakalın: eğer sizi
Bu doğal ve gösterişsiz hikayem
Eğlendirirse bir miktar,
Ben de mutlu olacağım. Aksi halde,
Affediniz beni… onun küçük bir kelamıydı
Deyin, sessizce mırıldanın: bir nebze kaçık!..
1840
*Aleksey Petroviç Yermolov: (1777-1861) Rus akeri komutan, Gürcistan, Kafkasya, Astrahan cephelerinde ordu komutanıydı.