Siyah Kareler


 01 Mayıs 2022


Babam öfkeyle önce boş çiviye ardından anneme baktı. Annem, onun ne demek istediğini hemen anlamış benim saklandığım tarafa doğru gözlerini dikmişti. Sedirin altından çabucak çıkıp suçlanarak üzerimdeki ceketi sıyırıp uzattım. Annem ceketi benden alıp babama verirken;

“Çocuk işte.” dedi, “Heveslenmiş.”

Babam sanki ben orada yokmuşum gibi;

“Çocuk deyip duruyorsun, gelmiş on ikisine. Onun yaşındakiler dağda tek başına koyun güdüyor. Koca sürü onlara emanet ediliyor, bu da sedir altlarından çıkmıyor.” diye sesini yükseltti. Sonra bana bakarak;

“Ceketime dokunulmayacak, işte bu kadar! Duydun mu?” diye sesini daha da yükseltti.  Olduğum yerde konuşmadan başımı salladım.

Babamın ceketi,  gri kumaş üzerinde siyah kareli, kol ağızları yıpranmış, yakası kullanılmaktan solmuş ceketi, astarı yamalı, güngörmüş geçirmiş o yoksul ceketi, evin korunulası tek ceketi babam için ne kadar kıymetliyse benim için de o kadar cazipti. Babam evde yokken o kadar giyilesiydi. 

Babam, ceketini sadece özel günlerde giyer, diğer günlerde giymezdi. Ceketini şöyle bir üzerine geçirdiğinde ise daha ağırbaşlı bir havaya girer yürüyüşü bile değişirdi. Bugün de özel bir gündü. Şehirden gelecek olan mühendisleri karşılamak için köy odasına gidilecekti. Ben bunu unutuvermiş, ceketi üzerime geçirip oynarken yakalanmıştım. Babam diz izleri yer etmiş pantolonunu da giyip saçlarını parmaklarıyla düzelttikten sonra bana;

“Haydi!” dedi. “Hazırsan gidelim.” Ben de saçlarımı parmaklarımla tarayıp düzelterek peşine takıldım. 

Köy odasına girdiğimizde babam sedirlerden birine diğerlerinin yanına oturdu, yere babamın ayak dibine de ben oturdum. İçeriye takım elbiseler içindeki mühendisler girdiğinde oda aydınlandı adeta, gözlerimi gri ceketlerin, lacivert ceketlerin parıltısı kamaştırdı. Mühendisler, sedirlerde parıltılarıyla birlikte başköşeye buyur edildiler. 

Onlar köye yapılacak olan köprü hakkında konuşurlarken ben babamın, bu parlaklığın içinde kaybolan siyah karelerine baktım. Kol ağızlarının yıpranmışlığı ellerinin nasırlarına saklanmaya çalışıyor gibiydi. Yaması iç cebinde dikişlerini daha da sağlamlaştırmış, yakasındaki solgunluk çoğalmıştı adeta.  Babama bakarken o anda birden bir karar verdim, para kazanıp ona bu parlak mühendis ceketlerinden alacaktım. 

Eski ceketini de ben giyerdim.

Bunu nasıl yapacağımı kara kara düşünmeye başladım. Dağda koyun gütsem bana sadece süt ve yoğurt verirlerdi. Tarlada yevmiye ile çalışmak istesem cılız olduğum için çalıştırmazlardı. En iyisi şehre gitmekti. Şehre gitmeninse tek yolu vardı; yatılı okumak ama babam oğlunun uzaklara gitmesine izin verir miydi, şimdilik bilmiyordum. 

Eve dönerken,

“Baba, ben şehre gideceğim.”deyiverdim.

“Ne yapacaksın oralarda? Yol bilmez iz bilmezsin.”

“Yatılı okul öğrencisi olacağım.” Babam ne kadar ciddi olduğumu tartmak istercesine durup yüzüme baktı.

“Nereden çıktı şimdi bu?”diye terslendi.

“Çıktı işte. Sen bana sürekli, oku da adam ol, demiyor muydun? Ben de okuyacağım oralarda.” 

Babam bir şey demeden adımlarını hızlandırdı. O günden sonra da bu konuyu bir daha açmadı. Bense sürekli anneme, babamı ikna etmesi için ısrar edip durdum ve derslerimi özellikle babamın evde olduğu saatlerde yaptım. Ne kadar çok çalıştığımı, kararlı olduğumu görsün istiyordum. Ayrıca gözüne girmek için de ceketine hiç dokunmadım. 

O yıl öylece geçti. Sonunda babamı, annemle beraber ikna etmeyi başardık.  Yazılı sınavı kazanıp ardından da mülakatta başarılı oldum. Babam,  kasketi elinde, ceketinin önünü ilikleyerek Devlet Parasız Yatılı Okulundaki kayıt memuruna, buruk bir gururla hüviyetimi uzatmıştı. Beni okula bırakırken omuzlarıma da geleceğimi, umutlarını, annemin dualarını bırakıp köyümüze geri dönmüştü. 

Bana bu ayrılık çok zor geldi.

İlk zamanlar kolay kolay uyku girmedi gözüme. Köyümü, köyde bıraktığım her şeyi, annemle babamın kokusunu özleyerek yatakta başıma yorganı çekip sessiz sessiz ağladım. Geceleri korktuğumda yanına sokulduğum annem yoktu artık. Buraya geldiğime çok pişman oldum. Üstelik yeterli harçlığım olmadığından yarıyıl tatilinde ve hafta sonlarında da köyüme gidemedim. Annemle babam da yanıma gelemedi. Köyün muhtar odasından beni aradıkları birkaç dakikalık telefon görüşmeleri ile o yılı geçirdim, sonunda yatılı okula alıştım.

Nihayet yaz tatilinde köyüme gittiğimde babamı zayıflamış buldum. Adeta ufalmış, saçlarındaki beyazlar çoğalmıştı. Canım annem de kederli bir çift göz olmuş, gülmeyi unutmuş gibi bakıyordu. Ceketse solmuş, iç yamaları çoğalmış her zamanki çivisinde asılı duruyordu. Gözümdeki eski cazibesini yitirmiş gibiydi. Babama yeni ceket alınca, onu da köyün delisine versem daha uygun olur diye düşündüm. Çok kazanır kendime de bir ceket alırdım. Baba oğul yan yana gezerdik köyün meydanında. O yaz babama, hayallerimi anlattıkça, sana yepyeni bir ceket alacağım baba dedikçe, bana bakıp saçlarımı karıştırarak gülümsedi.

Okullar açılıp tekrar şehre döndüğümde, bir yorgancının yanında hafta sonları çıraklık yapmaya başladım. Ayrıca okulda, isteyen öğrencilerin ödevlerini belli bir ücret karşılığında yapıyordum. Kazandıklarımın çoğunu biriktirmeye başlamıştım. Yorgancıya giderken, okula dönerken vitrinde gördüğüm o ceketi babamın üzerinde hayal edip durdum. O parlak mühendis ceketini, yoksulluğa giydirip hayranlıkla seyrettim. Babamın yeni ceketiyle, köyün delisinin ise yenisi olan eski ceketle havalı havalı yürüyüşlerini izleyip vitrinin camına yansıyan görüntüme gülümsedim. Annemin yeniden sevdalanan gözlerine bakıp, içten içe sevindim.

Harcama yapmamak için de ara tatilde köye gitmedim.

Yaz tatilinde, kolumun atında göz alıcı kâğıt bir pakete sarılı o ceketle evimize girdiğimde, babam yattığı yerden başını çevirip bir bana bir de kolumun altındaki pakete bakıp gülümsedi ve gözlerini kapayıverdi. Yakalandığı hastalığı atlatamamıştı. Çevremde parlayan her şey o anda sönmüş, dünya siyah karelere dönüşüp duvardaki o çiviye asılıp kalmıştı. Yamalar solmuş beyaza bürünmüş on iki metrelik bir kumaş olup babamın üzerine örtülmüşlerdi. Kolumun altındaki göz alıcı kâğıt bir pakete sarılı sevinçlerim, annemin gözlerinde hüzün olup kaybolmuşlardı.

Güz geldiğinde eli koynunda, dudağını büzerek öylece bekleyen annemle vedalaşıp beni şehre geri götürecek olan arabaya binerken köyün delisine takıldı gözlerim. Üzerinde parlak mühendis ceketi, belinde ise kuşak gibi doladığı gri siyah kareli, kol ağızları yıpranmış, yakası kullanılmaktan solmuş ceket, astarı yamalı, güngörmüş geçirmiş o yoksul ceket, evin korunulası tek ceketi, benim babamın ceketiyle yeni yapılan köprüde koşarken ardından bakakaldım. 

Motorun çalışma sesiyle anneme el sallayıp tekrar yatılı okula dönmek üzere yola çıktım. 

 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 185. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 185. Sayı