HaftanınÇok Okunanları
Emrah Yılmaz 1
FEYZA TUĞÇE FIRAT 2
ZEHRA TAŞDEMİR 3
KEMAL BOZOK 4
HİDAYET ORUÇOV 5
NIKA ZHOLDOSHEVA 6
Ayşe Solmaz 7
SÖĞÜT VE SERÇE*
Ali AKBAŞ
Bence bozkırın ağacı söğüt, kuşu serçedir. Bunlar bizim insanımız gibi mütevazı varlıklardır. En çetin iklimde yeşerir, en zor şartlar altında yaşarlar.
Çıkın Anadolu'ya, uçsuz bucaksız 'bozkırda, uzaktan bir tutam yeşil görürseniz, bu hayat belirtisidir. Bir dere boyunda üç beş söğüt demektir. Bir yerde söğüt varsa, mutlaka serçe de vardır; Mehmet de, Ayşe de. Toprak evler ve tüten birkaç ocak manzarayı tamamlar.
Söğüt, serçe ve biz asırlardır garip bir ünsiyet peyda etmişiz. Birbirimize öğür olmuşuz artık. Ama diğerleri öyle mi? Çam, yaylayı sever. Kırlangıç, leylek Hint’e, Yemen’e gider; kala kala biz kalırız soğuğu ve sıcağı paylaşan. Serçeler yuvasını duvar kovuklarına, mertek aralarına yapar; Evimiz onların da evidir. Kona kalka sergideki buğdayı yarıya durdururlar rızkımız onların da rızkıdır. Dedemin, «Bu nimette kurdun kuşun payı var...» deyip serçelere göz yumduğunu hatırlıyorum.
Bakmasını bilen bir göz için vakur bir romantizm gizlidir bozkırda. Ama sanatçımız da siyasimiz gibi -zaten hiç ayrılmadılar ya- samimice eğilmedi Anadolu'ya. Son yazılanlar Yaban ve Çalıkuşu’ndan daha mı iyi? Resimde de öyle; Turgut Zaim'in çizdiği -dolunaya mı benzetsem, çöreğe mi?- tatlı, yuvarlak, sıcak birkaç Türkmen çehresi ve Çallı'nın savaş yıllarına ait üç beş nefis tablosu dışında! Büyük örnekler yok. «Zaten resmimiz kaynamadan buharlaştı. Erkenden mücerret (soyut)e yöneldi.» Ama köklü bir mazisi olan şiirimizde çok güzel örnekler doğmuş.
Devir kolaycılık devri; sanatçı meselenin sancısını çekmiyor. Tanpınar'ın deyimiyle rüyasını görmüyor. Bir yanda elindeki şablonu Şili'den Türki- ye'ye kadar her yere uygulayan ekip, bir yanda klasiğimizin hayaliyle mest çevremiz. Her yaklaşım siyasi ve taklidî.
Gül-bülbül imajı Itrîyle, Fuzuli’yle, bakîdir. Şahin, Tuna'nın ve Nil'in aktığı bir coğrafyanın kuşudur ki «Bire şahin aman!», diye bir türküyle çınlar hafızalarda. Artık o günlerin hayâli dahi muhal...
Yeniden reele dönmek durumundayız. Yani söğüt ve serçeye. Osman Bey de işe söğütten başlamadı mı? Söğüt ve Domaniç, bir doğuşun ana rahmidir. O şahane rüyadaki Osman Bey'in göğsünden yeşerip dünyayı gölgesinde barındıran ULU AĞAÇ da söğüttü.
Söğüdü ve serçeyi iyi tanımak gerek. Serçenin küçüklüğüne bakıp aldanmayalım. Ebrehe'nin ordularını yerle bir eden ebabiller de küçüktü. Onlardaki kalenderliği hercailik sanmayın. Onlar kendinden olanları çok iyi tanırlar. Onlarda mujik vasfı arayanlar da yanılmıştır, sürüye sayanlar da. Asıl maharet onları anlayıp, onlarla hem-hâl olmakta.
Kof bir bakışla onları tanımak ne mümkün? Zaten tanınmak gibi bir dertleri de yok. Onların felsefesi; “Bir çuval tahıl içinde bir tane olmak.” Bu hayat tarzını onlara YUNUS öğretmiş olmalı...
İşle yeni maceramız yine söğüt ve serçeyle başlayacak! Eğer müyesserse destan doğar. Gün gelir, serçeler kartal, söğütler çınar olur. İğneyle kuyu kazmaya başladığımız gün, yarın bizimdir.
Allah kerim!
* Doğuş Edebiyat, Mayıs 1982.