SÖZÜYLE DÜNYAYI DOLAŞAN ŞAİR: MAHTUMKULU


 01 Ocak 2024


         Özet 

         Türkistan’da 18. yüzyıla damgasını vuran klasik dönem Türkmen şairi Mahtumkulu Firâkî’nin hikmetlerine, kutlu mesajlarına günümüz insanının her zamankinden daha çok ihtiyacı vardır. Modernitenin düşünce dünyamıza hitap etmeyen birçok savrukluğuna inat gönül dilini konuşma noktasında, kendimizle baş başa kalıp içimize doğru derinleşme noktasında, muhabbeti muhataplarına taşıma noktasında Yesevî ve Yûnus gibi Mahtumkulu’yu da asrın idrakine yeniden sunmak gerekiyor. 

       Bu çalışmada söz kavramı üzerinde durularak şairin vecizelerindeki ince anlamlara, söze katılan değere ve estetik bakışa kapı aralanmak istenmiştir. Bununla birlikte dil ve kültür ilişkisi bağlamında söze yüklenen müşterek anlam katmanları üzerinden Anadolu ve Türkmen sahasında bazı karşılaştırmalara gidilmiştir. Ayrıca doğumunun 300. yılı dolayısıyla UNESCO tarafından 2024 yılının “Mahtumkulu Firâkî Yılı” ilan edilmesiyle birlikte Türkmenistan’ın basın ve yayın kurumları gerek yurt içinde gerek yurt dışında muhtelif etkinlikler, şairin hayatını konu alan belgesel çekimleri yapmaktadır. Bu kapsamda konuya ilişkin pek çok ülkede çeşitli hazırlıklar yapıldığı gibi ülkemizde de son dönemde gerçekleşen faaliyetler ele alınmış ve güncel çalışmalara değinilmiştir. 

       Anahtar sözcükler: Söz, anlam, şiir, dil, kültür.   

 

 

        Abstract

        Today’s people, more than ever, need the wisdom and blessed messages of Makhtumkuli Fraghi, the classical period Turkmen poet who left his mark on the 18th century in Turkestan. Despite the many strayings of modernity that do not appeal to our world of thought, at the point of speaking the language of the heart, at the point of staying alone with ourselves, at the point of deepening into ourselves, at the point of conveying the conversation to the interlocutors, it is necessary to present Mahtumkulu to the understanding of the century again, just like Yesevi and Yunus. 

         In this study, it is aimed to open the door to the subtle meanings of the poet's aphorisms, the value added to the word and the aesthetic view, by emphasizing the concept of word. However, some comparisons were made in the field of Anatolian and Turkmen over the layers of common meaning attributed to the word in the context of language and culture relations. In addition, with the declaration of 2024 year as the “Year of Mahtumkulu Pharaoh” by UNESCO on the occasion of the 300th anniversary of his birth, the press and broadcasting institutions of Turkmenistan are shooting various events both in the country and abroad, and documentary filming on the life of the poet. In this context, as well as various preparations have been made in many countries on the subject, recent activities in our country have been discussed and current studies have been mentioned.

         Keywords: Word, meaning, poetry, language, culture.

 

        Giriş

       Türkmen şairi ve mütefekkiri Mahtumkulu Firâkî (1724-1807) ile ilgili ilk araştırmalar Polonyalı yazar ve oryantalist Aleksandr Hodzko Boreyko’ya aittir.  Londra’da yayımladığı Specimens of the popular poetry of Persia adlı eserindeki “VII. VIII. IX.–Three Songs of the Turkman Mehdum-Kuly”  (Boreyko, 1842: 389-391) başlıklı makalesiyle Mahtumkulu araştırmalarına öncülük etmiştir. Mahtumkulu şiirlerinin erken dönem kabul edeceğimiz yayınları dikkate alındığında kronolojik olarak 1842’de Londra’da/İngiltere’de, 1862’de Kazan’da/Tataristan’da, 1863’te Petersburg’da/Rusya’da ve Macaristan’da, 1879’da Leipzig’de/Almanya’da yayımlandığı anlaşılmaktadır.

         Dolayısıyla şaire ilişkin önemli çalışmalar yüz yılı aşan bir süre önce başlamış, 20. yüzyılın ikinci yarısında da hız kazanmıştır. Samoyloviç, Bartold, Bertels ve Berezin gibi şarkiyatçıların yanında, M. Kösäyev, B. Garrıyev ve N. Aşırpur Meredov gibi Türkmen âlimleri konuya ilişkin önemli araştırmalar yapmış olanlardan birkaçıdır. Merhum Himmet Biray’ın hazırladığı “Mahtumkulu Dîvânı” basıldıktan sonra Türkiye’de de çok kapsamlı araştırmalar yapılmaya başlanmıştır (Azmun, 2012: 86).  Hüseyin Kazım Kadri, Zeki Velidi Togan, Mehmet Fuat Köprülü ve Nihat Sami Banarlı’nın şairle ilgili verdiği bilgiler sonraki dönemde yapılan çalışmaların referans noktası olmuştur.

       Türkmen edebiyatında adeta bir ekol hâline gelen Mahtumkulu mektebini ve sanat anlayışı bakımından realistik çizgiyi Seyitnazar Seydi, Mämmedveli Kemine, Gurbandurdı Zelili, Mollanepes, Annagılıç Mätäci, Aşıkı, Zınharı, Kätibi, Misgin Gılıç gibi klasik dönem Türkmen şairleri devam ettirmiştir.

 

        1-Mahtumkulu Kimdir?

         Biyografisini net bir şekilde ortaya koyacak belgelerin olmamasından dolayı doğumu ve ölümü hakkında farklı tarihler ileri sürülse de kabul gören görüşe göre Mahtumkulu Firâkî 1724-1807 (Aşırov, 2011: 162-165) yılları arasında hayat sürmüş klasik dönem Türkmen şairidir. İran’ın Gülistan Eyaleti’nin Günbedkavus Şehri’ne bağlı Hacıgovşan Köyü’nde dünyaya gelmiş ve öldükten sonra Türkmensahra bölgesinde yer alan Aktokay Köyü’nde bulunan anıt mezarda babasının yanına defnedilmiştir.

       Türkmenlerin Göklen boyunun Gerkez oymağına mensup olan Mahtumkulu, bu bilgiyi “Âleme Bellidir” (Äleme Belgilidir) şiirinde şöyle ifade eder: “Bilmeyen, soranlara aydıň bu garıp adımız. Aslı Gerkez, yurdı Etrek, adı Magtımgulıdır” (Geldiyev, 2014: 54) (Bilmeyen soranlara söyleyin bu garip adımız(ı). Aslı Gerkez, yurdu Etrek, adı Mahtumkulu’dur).

        Mahtumkulu ilk tahsilini şair ve din âlimi olan babası Devletmehmet Âzâdî’den almıştır. Âzâdî, dönemin öne çıkan bir aydını olarak “Garrı Molla” lakabıyla tanınmış ve “Vagzı-Azat”, “Behiştnama”, “Hekayatı-Cabır Ensar”, “Rubagıyat ez Ruyı-Razı ve Doga” adlı eserleri telif etmiştir. Nitekim Mahtumkulu, “Doga kılsam cebri-cepa ekserdir, Ilm övreden ussat-kıblam pederdir” (Sarıyev, 2014: 25) ifadeleriyle kendini yetiştirmesinde ve şiir dünyasının şekillenmesinde üstadı olarak kabul ettiği Âzâdî’nin büyük katkısına dikkat çekmiştir.

         Türkmen Edebiyatı’nın 18. yüzyıldaki en önemli temsilcilerinden biri olan ve Türkmen Türkçesinin yazı dili hâline gelmesine öncülük eden Mahtumkulu’nun birlik mesajları ve gayretleri, Bağımsız Türkmenistan Cumhuriyeti’nin siyasî kodlarını ortaya koyan en seçkin düşünceyi ifade etmektedir. Şairin âşıkane ve hâkimane üslupta yazdığı şiirlerinde dağınık hâlde yaşayan Türkmen boylarının birleşmesi gerektiği düşüncesi, bağımsız devlet kurma ülküsü, vatan ve insan sevgisi, siyasi ve sosyal eleştiriler, felsefi görüşler, ahlaki hassasiyetler, tasavvufî izler ve nasihatler dile getirilir (Yılmaz, 2023).

          Harezm’in mümbit ikliminde tasavvuf terbiyesiyle yetişen ve aynı zamanda iyi bir gümüş ustası olan Mahtumkulu Firâkî, kuşkusuz Türkmen halkının manevi hekimi, siyasi dehası, ikbal yıldızı, âlimi, arifi ve şairler sultanıdır. Şiirleri dikkatle incelendiğinde birçok ilimden haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan şairlik vasfı onu tanımlamada yeterli bir kavram değildir. O, dinî ve millî konuları mükemmel şekilde işlediği eserleriyle kendi sınırlarını aşarak evrensel bir sanatkâr olmayı başarmıştır. Nitekim UNESCO’nun 2024 yılını doğumunun 300. yıl dönümü vesilesiyle “Mahtumkulu Firâkî Yılı” olarak ilan etmesi bunun bir başka tezahürü olmuştur. Bu durum Türkmenistan kültür diplomasisinin baş mimarının Mahtumkulu olduğunu göstermesi bakımından da mühimdir. Dolayısıyla şairin bıraktığı eserler sadece Türkmenlere değil bütün insanlığa adeta eşsiz bir kültür hazinesi mesabesindedir. 

 

          2-Mahtumkulu’nun Aile Bilgileri

           Devletmehmet Âzâdî’nin Orazgül/Orazbagt adlı eşinden Mehmetsefa, Abdullah, Mahtumkulu, Seyit, Gayrıgulı, Gulça, Canesen isimli erkek çocukları; Hanmeñli, Zübeyda, Hurma isimli kız çocukları dünyaya gelmiştir. Mahtumkulu; Abdullah, Muhammetsefa ve Hanmeñli’den sonra ailenin dördüncü çocuğudur. Eşi vefat edince Âzâdî, otuz yaşını geçkin Kazak asıllı bir hanımla evlenmiştir. Ondan da Çakı ve Päki adlı iki oğlu, ölen eşinin adının verildiği ileri sürülen bir kız çocuğu olmuştur (Yılmaz, 2022a: 10).

          Teyzesinin kızı Meňli’yi sevse de muhtelif sebeplerden dolayı ona kavuşamamış ve gelenek gereği ölen ağabeyinin eşi Akkız ile evlenen Mahtumkul’nun İbrahim ve Sarı (Mollabebek) adlarında iki oğlu dünyaya gelmiştir. Ancak hastalık sebebiyle İbrahim 12, Sarı ise 7 yaşında vefat etmiştir (Garrıyev, 1975: 74). Şair, küçük yaşta kaybettiği çocuklarına matuf olarak “Balam”, Gözlemeyin Bolarmı?”, “Mollabäbek” ve “Mübtelâ Kıldı” adlı şiirleri kaleme almıştır. Mevcut kayıtlara göre ardından şairin soyunu sürdürecek evladı olmadığı anlaşılmaktadır.

 

        3-Mahtumkulu’nun Eğitim Aldığı Kurumlar

         Mahtumkulu, 1753 yılında Lebap ilinin Halaç ilçesi’ne bağlı Kızılayak Köyü’ndeki İdris Baba Medresesi’nde 1 yıl, 1754’te Buhara’daki Kükeltaş (Ko’kaldosh) Medresesi’nde 2 yıl, 1757’de Hive’de Şirgazi Han (Sherg‘ozixon) Medresesi’nde 3 yıl çeşitli dersler almıştır (Yılmaz, 2022b: 31). Türkmenistan ve Türkiye kaynaklarında konuya ilişkin yapılmış akademik çalışmalarda şimdiye kadar dikkatlerden uzak kalmış yeni bir bilgiyi burada ifade etmek isabetli olacaktır. 2021 yılında TÜBİTAK’ın desteğiyle doktora tezim kapsamında alan araştırması yapmak üzere 1 yıl Özbekistan’da bulunmuştum. Araştırmalarım sırasında Mahtumkulu’nun Andican (Andijon) Medresesi’nde de eğitim aldığına dair bir bilginin olduğunu tespit ettim. 1976 yılında 14 cilt olarak yayımlanan Özbekistan Sovyet Ansiklopedisi (Ўзбек Совет Энциклопедияси/O‘zbek Sovet Entsiklopediyasi)’nin 7. cildinde şairin okuduğu eğitim kurumları arasında Andican Medresesi de belirtilmiştir. Esasen bu ansiklopedideki bilgilerin büyük bir kısmına daha sonra 12 cilt (ilkinin yayımlanma tarihi 2000, diğer 11 cilt 2005) hâlinde yayımlanan Özbekistan Millî Ansiklopedisi (O‘zbekiston Milliy Entsiklopediyasi)’nin “M” maddesinde de yer verilmiştir. Ancak yeni ansiklopedide Fergana’da bulunan Andican Medresesi’nden hiç bahsedilmemiştir. Dolayısıyla Mahtumkulu Firâkî’nin Andican Medresesi’nde eğitim aldığı bilgisi bir detay olarak sadece 1976 yılındaki çalışmada kalmıştır. Nitekim Mahtumkulu’nun Andican Medresesi’nde okuduğu fikrini destekleyen bir bilgi de Ahmet Zeki Velidi Togan’ın 1913’te Fergana’da bulduğu Mahtumkulu Nüshasıyla ilgilidir. Togan, o güne kadar malum olmayan 56 manzumenin de mevcut olduğu en kapsamlı nüshayı tespit ettiğini belirtmiş (Togan, 1913: 16-17) ve fihrist kısmını Şura dergisinin 12-17. sayılarında neşretmiştir. Aşağıdaki resimde tarafımızca sarı renklerle gösterilen yerler sırasıyla şairin eğitim aldığı Hive, Buhara ve Andican şehirleridir. İşte o tarihî vesika:

 

 

Kaynak: 1976 tarihli Özbekistan Sovyet Ansiklopedisi, cilt 7, sayfa 98.

 

      4-Mahtumukulu’nun Vecizeleri, Dil ve Kültür İlişkisi Bağlamında Söze Yüklenen Değer 

      Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük’te (Akalın, 2019: 2153) “söz” kavramını şöyle açıklar: 1. Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, laf, kavil. 2. Bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği, kelime, sözcük. 3. Bir konuyu yazılı veya sözlü olarak açıklamaya yarayan kelime dizisi. 4. Kesinlik kazanmayan haber, söylenti. 5. Bir işi yapacağını kesin olarak vadetme. 6. Müzik parçalarının yazılı metni, güfte.

       Tarihin meçhul devirlerine kadar uzanan zengin dilimiz ile engin kültürümüz arasındaki bağı dikkate alarak “söz”ü, kendi sosyal zemininde irdelemek gerekir. O bakımdan söz kavramını, sözlüklerdeki tanımının dışına taşıyıp konuyu dil ve kültür açısından değerlendirmeye de ihtiyaç vardır. Ancak yazının kaleme alınma sebebi doğrudan Mahtumkulu Firâkî’nin veciz sözleri, satır aralarında ifade ettiği değerler olduğundan dil kültür ilişkisini en kısa şekliyle değerlendirmekle yetineceğiz.

        Kültür; birlik ve beraberliği sağlayan, millî ve manevî değerleri koruyan en temel unsurlardan biridir. Dil ise kültürün en sadık taşıyıcısı, evreni algılayışımızın dışa vurumu ve Martin Heidegger’in metaforik olarak dile getirdiği meşhur ifadesiyle “varlığın evidir” (Heidegger, 1977: 213). Esasen varlık ve dil kavramları felsefeden dil bilimine kadar dil felsefesi de dâhil farklı disiplinlerce mercek altına alınmış Aristoteles’ten Fârâbî’ye, Wilhelm von Humboldt’tan Ludwig Wittgenstein ve Noam Chomsky’ye pek çok filozof tarafından ısrarla tartışılmıştır.

        Heidegger’in düşüncesinde vatan olgusunun maddi ekseni toprak, manevi ekseni dildir. Dil bozulursa vatan küçülür, dil unutulursa vatan gider. Bu görüşten anlaşılacağı üzere kültürün en mühim unsurlarından olan dil, iletişim aracı olmaktan öte toplumları birleştirici ve millî kimliği koruyucu bir işleve sahiptir. Dolayısıyla hayata aynı dilin penceresinden bakan, aynı edebî mirası taşıyan ve aynı kültürle yoğrulmuş fikirleri savunan topluluklar arasında ortak algıdan hareketle birlikteliği sağlayan bir dil bağı vardır denebilir.

       Metaforik olarak gönül bağını da ifade eden bu “dil bağı” vasıtasıyla Türkmen bilgesi Mahtumkulu Firâkî, 300 yıldan beri gönüllerde yaşamaya ve zihinlerde dolaşmaya devam etmektedir. Bu bakımdan Buhara, Hive, Semerkant gibi Türk-İslam medeniyetinin önemli kültür merkezlerinden devraldığı tarihsel birikimle kendini yetiştiren şairin, sınırlarını aşarak dünya çapında tanınmış olmasındaki başarı ileri sürdüğü fikirleriyle beraber sözün ifade kudretinde aranmalıdır. Mahtumkulu, halkını kurduğu gönül sofrasının başında toplamayı başarmakla büyük bir söz üstadı olduğunu üç asır önce pekâlâ ispatlamıştır. Bununla beraber o, bir aksiyon ve fikir adamıdır. Nitekim davası, misyonu ve vizyonu olmayan insanı “Cihanda yaman iştir, kuru gelip boş gitmek” (Yılmaz, 2016: 508) vecizesiyle eleştirir.

         Mahtumkulu bir taraftan Farâbî, Bîrûnî, Harezmî, İbni Sina gibi bilginleri, Anadolu ve Türkistan sahası edebiyatçılarından Yûnus, Rumî, Nizamî, Nesimî, Fuzulî, Nevaî gibi üstadları okuyarak bilgisini arttırmış, diğer taraftan pîrim dediği Hoca Yusuf Hemedanî, Necmeddin Kübra, AhmetYesevî, Muhammet Bahâeddin Nakşibendî, Hâce Abdülhâlik Gücdüvanî, Seyit Emir Külâl, Niyazgulı Niyazı, Atanıyaz Ahun, Beyazıtı Bestamî, Ebû Sait Ebu’l Hayr Mäne Baba, Zengi Baba, Arslan Baba, Begdurdı İşan gibi manevî rehberlerin izinden gitmiştir.

        Fuat Köprülü, Mahtumkulu için Yesevî’nin ruh ve edasını yansıtan Nakşibendî bir Türkmen dervişi (Köprülü, 1984: 177) olduğuna dikkat çekmiştir. Bununla birlikte söyleyiş bakımından kıyaslandığında Mahtumkulu’nun Yûnus Emre karakterine daha yakın bir görünüm sergilediği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda çalışmanın asıl mahiyeti şairin kendi sözlerindeki ince anlamlar, muhteva ve söyleyiş bakımından yakınlık arz eden hususlar üzerine inşa edilmiştir. 

    “Muhakkak şiirin bir kısmında sizin için bilgelik ve hikmet vardır” (Yektar, 2016: 412)  hadisi şerifi, kültür tarihimizde şiire hikmetle bakmaya zemin hazırlamış ve şairleri şiir vadisinde buluşturmuştur. Bu bağlamda şiirin iki yönü vardır: hikmet ve estetik. Çünkü şiir hikemî yönüyle zihin dünyamıza, bedii yönüyle gönül dünyamıza hitap eden bir edebî formdur.

       Her büyük şair, şiiri bir söz ustalığı olarak görmekten öte ona bir anlam yükler. Çünkü sözün tek başına güzel olmasının bir değeri yoktur. Söz, taşıdığı anlamıyla önemlidir. Bu anlayış da aynı zamanda dinî bir temele dayanır. Çünkü söz dince kutsal sayılır. “Ya hayır söyle ya sus” yahut “Söylediğini güzel söyle” ilkesi sözün hangi değerlerle yüklü olması ve nasıl söylenmesi gerektiğinin özlü bir ifadesi olarak görülmüştür (Özçelik, 1991: 113). Fikrin çilesine muhatap olan Necip Fazıl, sözün yüklenmesi gereken bu değeri mutlak hakikatte aramıştır. Ona göre hakikati aramayan şiir, kelimelerin çelik çomağıdır. Hakikate dokunmayan fikir ise kuru laf kalabalığından ibarettir. O bakış, onun şiir tanımına da yansımıştır: “Bizce şiir, mutlak hakikati arama işidir. Eşya ve hadiselerin, bütün mantık yasaklarına rağmen en mahrem, en mahcup, en nazik ve en hassas nahiyesini tutarak ve nispetlerini bularak mutlak hakikati arama işi...” (Kısakürek, 2017: 473).

         Bir derviş edasıyla halkı irşada çağırırken Hoca Ahmet Yesevî’yi ve Yûnus Emre’yi hatırlatan Mahtumkulu da mutlak hakikate ram olmuş, aynı düşünceye sahip ediplerdendir. Çünkü bu şairlerimiz şiirleriyle sanat yapmaktan öte “mutlak hakikati aramak ve insanlık için faydalı olan değerleri” gönüllere taşımak yolunu tercih etmişlerdir. Bu sebeple halkın anlayacağı sade ve hikmetli bir dil kullanarak (Yılmaz, 2014: 377) sesini değil sözünü yükseltmeyi başarmışlardır. Sanatı da aynı zaviyeden değerlendiren Necip Fazıl, “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış; Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış” (Kısakürek, 2017: 27) der. 

        İşte bu ifade ve anlayış; bayrak, vatan, millet kavramları etrafında teşekkül eden değerlerle birleştiğinde birçok sanatkâr gibi Mahtumkulu’yu da hakikat ve bağımsızlık uğrunda arayışlara itmiş, sanatının zirvesine taşımış ve gönüllerde hak ettiği haklı değeri almasını sağlamıştır. Firâkî’ye göre söz, her şeyden önce Hakk’ın sanatı ve gönlün süsüdür:

        “Magtımgulı sözlär Hakıň sungatın. 

        Bende sen, hatıbıň emrine köýgün”  (Aşırov, 2013: 513). 

        Mahtumkulu söyler Hakk’ın sanatın. 

        Bendesin, hatibin emrine yan sen.

 

        “Ten bir dar kapasdır, can bir vagşıdır, 

         Dile gelen sözler köňül nagşıdır” (Yılmaz, 2016: 286).

        Ten bir kafestir, can bir vahşidir,

        Dile gelen sözler gönül nakşıdır.

 

         Gönül güzelliklerin kaynağı ve insanı değerli kılan yegâne cevherdir. Şair düşüncesinde insanda güzellik namına ne varsa kaynağını iç güzellikten almaktadır. Dolayısıyla söz değeri taşıyan ve dile gelen güzel sözler de, iç dünyanın yansıması ve gönül süsünün bir parçasıdır. Din alıp din satan sahte mollaları eleştirip halkı irşada çağırırken “Magtımgulı, sözüň hakdır. Hak söze ten beren yokdur” (Yılmaz, 2016: 655) (Mahtumkulu, sözün haktır. Hak söze can veren yoktur) ifadesiyle hakiki söz ve mânanın alıcısının olmayışından, uğruna bedeller ödenmesi gereken bir ortamda serdengeçtilerin bulunmayışından şikâyetçidir. 

Mahtumkulu, bir başka vecizesinde “Yürekde yok sözi dile getirme” (Yılmaz, 2016: 119) (Gönülde olmayan sözü dile getirme) diyerek samimiyetin en sade hâlini yansıtır mısralarına. Bir başka ifadeyle riyanın karşısına samimiyet ölçeğini koymuştur. Burada söze yüklenen değer, gönülde yer etmesiyle ölçülmüştür. Şair; bu bakımdan hakikat, gönül ve anlam arasında söz değerini tanımayı gerektiren bir bağlantı kurmuştur.

               Nitekim kelam düşüncesinde de hakikat, mana ve söz özdeş kabul edilir (Arvas, 2020: 531). Öte yandan “Ben göklere ve yere sığmam, fakat mümin kulumun kalbine sığarım” hadis-i kutside buyurulan hakikate binaen gönlü nazargâhı ilahi olarak gören Mahtumkulu şöyle der:

“Nazargäh bar her möminiň köňlünde,

Üç yüz altmış nazar eylär Hak günde” (Aşırov, 2013: 71).

Nazargâh var her müminin gönlünde,

Üç yüz altmış nazar eyler Hak günde.

               Sadece söze yüklenen değer veya anlama hâkimiyet yönüyle değil, Mahtumkulu’nun şiirlerinde Türkmence değişik boyutlarıyla çıkar karşımıza. Klasik Doğu edebiyatı ile Türkmen halk kültürünün bir arada yoğrulduğu bu şiirleri tek tek okuyup anlam ve anlatım güzelliğinin tadına varmak gerek. Örneğin adeta bir destan antolojisi görünümünde olan “Sevmişim Seni” şiirinde Leyla-Mecnun, Şirin-Ferhat, Zühre-Tahir, Züleyha-Yusuf, Sara-İbrahim, Gülşah-Varka, Gül-Ferhar, Mahcemal-Seyfülmelik, Şahsenem-Garip, Azra-Vamık gibi karakterler vasıtasıyla beşeri aşktan hareketle manevî aşka ve tasavvufî irfana kapı aralayarak “gözbebeğim” dediği peygamberimize olan sevgisini dile getirir.  Hz. Ali’yi şahı merdan (yiğitlerin şahı) olarak anarken “Boyadılar köynegini gan bilen, adı belli Arap dilli sövdügim” (Boyadılar gömleğini kan ile, adı belli Arap dilli sevdiğim) telmihiyle Hz. Yusuf’a olan muhabbetini izhar eder.

Onun şiirlerinde yeni bir ses, taze bir hava vardır. Bu yönüyle de Mahtumkulu için “çağdaş bir klasik” denebilir. Bir dilin gelişimi; o medeniyeti taşıyan kültürel zenginliklerin yanı sıra edebiyat ürünlerine, usta kalemlere ve söz varlığına bağlıdır. Türkmen’in söz ustası Mahtumkulu da dil malzemesini çok iyi kullanarak adeta şiirlerle kurulu bir saray inşa etmiştir. Bununla birlikte onun şiirlerinde özün, biçimden önce geldiğini belirtmek gerekir. Yani nasıl söylediğinden çok ne söylediği önemlidir.

              Bir yandan “yürekde yok sözi dile getirme” (gönülde olmayan sözü dile getirme) diyerek samimiyete, içi dışı bir olmaya ve hakikiliğe, öte yandan acı sözleri oka benzeterek dili güzel sözler söylemek için kullanmak gerektiğine dikkat çeker: “Yagşı niyet-Senden dilegim köpdir. Acı sözler dilden çıkan bir okdur” (Yılmaz, 2016: 7), Yahşi niyet-Senden dileğim çoktur. Acı sözler dilden çıkan bir oktur.  Şair aynı bağlam içerisinde metaforik bir bakışla kötü sözü yılan dişine benzetir ve sözün olumsuz etkisiyle zehri özdeşleştirir: “Bir yaman söz cana yılan dişidir. Soksa, zähri asan çıkmaz iniňden” (Sarıyev, 2004: 131), Bir kötü söz cana yılan dişidir. Soksa, zehri kolay çıkmaz ininden. Somutlaştırmalardan ustalıkla yararlanarak okuyucuların zihninde her an tazeliğini koruyor olması, onun şiirlerini değerli kılan bir başka özelliğidir.  Satır aralarına bakıldığında şairin şu görüşleri dile getirdiği görülür: 

          “Akıl bolan söz açarmı? Nobat berilmegen yerde” (Yılmaz, 2016: 615), Âkil olan söz açar mı? Sıra verilmeyen yerde ifadesiyle konuşma kültürünün en öz hâline işaret eder. 

 “Gadırdan dostuňdan yüzüň övürme. Barsaň, depesine täç eder seni” (Yılmaz, 2016: 655), Kadirli dostundan yüz çevirme. Varsan tepesine taç eder seni mısrasıyla “vefa” kavramını hatırlatır, vefalı olmayı salık verir. Namerdi eleştirir, mert ve eli açık olmayı yeğler: 

        “Namart köprüsinden ölsem geçmez men. Kerven bolsam, halal işden gaçmaz men,

Elinden bir käse şerap içmez men. Sag elim sol ele mätäç eyleme” (Yılmaz, 2016: 407).

Namert köprüsünden ölsem geçmezim. Kervan olsam, helal işten kaçmazım, 

Elinden bir kâse şarap içmezim, Sağ elim sol ele muhtaç eyleme.

“Içki sırıň aytma her bir namarda. Sırıň ile yayıp, paş eder seni.

Ogrı-kezzap bilen obadaş olma. Malından ayırıp, aç eder seni” (Aşırov, 2013: 288).

İç sırrını deme her bir namerde. Sırrın ile yayıp, faş eder seni. 

Hırsız yalancıyla bir köyden olma. Malından ayırıp, aç eder seni.

 “Halal lukma yagtılık biyr yüzlere” (Aşırov, 2013: 246), Helal lokma aydınlık verir yüzlere ifadesiyle doğru yoldan elde edilen kazancın bereket ve şifa olacağına, karakter üzerindeki etkisine dikkat çeker.

“Magtımgulı halkdan sırıň gizlese, Dişini uşadıň yalan sözlese” (Aşırov, 2013: 124), Mahtumkulu halktan sırrın gizlese, Dişini kırın yalan söylese ifadesiyle hakikatten yana ne varsa onu halk ile paylaşmak ve hak namına doğrular söylenmiyorsa o dişleri kırmak gerektiğine, yalan söylemenin çirkin bir davranış olduğuna çarpıcı ifadelerle değinir. 

“Dünyä sözi meňzär duzsuz tagama, Söz içinde gelin-gız hem bolmasa” (Aşırov, 2013: 238), Dünya sözü benzer tuzsuz yemeğe, Söz içinde gelin ve kız olmasa diyerek kadınların yemekteki tuza eşdeğer hayatın süsü olduğunu en veciz şekilde vurgular.

“Ası bolma, günähiňden yanaver. Özüň tanı, menligiňden inever” (Yılmaz, 2016: 129), Asi olma günahından yanıver. Kendin tanı, benliğinden iniver beytiyle benlik duvarlarının yıkılması gerektiği, mütevazılığın bir erdem olduğu ve insanın kendi kusurlarından dolayı nedamet duygusuyla hareket etmesi salık verilir.

“Tohum sal, orar sen, geldiň bu caya. Ömrüňi geçirme bihuda, zaya” (Aşırov, 2013: 284), Tohum sal, biçersin, geldin bu yere. Ömrünü geçirme Hüdasız, zayi uyarısıyla dünyanın ahiret için bir tarla mesabesinde olduğu ve bahşedilen ömrü imanla, inançla yaşamak gerektiği hatırlatılır.

“Bisabır gul tiz yolugar belaga. Sabırlı gul dura-bara şat bolar” (Aşırov, 2013: 293), Sabırsız kul tez bulaşır belaya. Sabırlı kul dura-gide şâd olur cümlesiyle sabrı tavsiye eder ve sabırlı olmanın nihayetinde mutluluğa kapı açacağına, sabırsızlığın da belaya duçar edeceğine atıfta bulunur.

“Şere şöhrat bermek şeytanıň käri. Gahrın yuvtmak erer Rahmanıň käri”  (Aşırov, 2013: 266), Şere davet etmek şeytanın işi. Kahrın yutmak ise Rahman’ın işi ifadesiyle şerli işlerin şeytandan, sinirlerine hâkim olarak sabretmenin Rahman’dan olduğuna dikkat çeker.

“Birev bilen aşna bolay diyseňiz, ovval ıkrarında duruşın görüň” (Aşırov, 2013: 265), Biri ile dost olayım derseniz, önce ikrarında durduğunu görün ifadesiyle dost olabilmenin ön koşulunu bildirir.

“Akıllı az gürlär, gorkar dilinden. Namart ayıp gözlär dogan ilinden” (Yılmaz, 2016: 177), Akıllı az söyler, korkar dilinden. Nâmert ayıp gözler doğduğu elinden ifadesiyle az ve öz konuşarak yalana, gıybete yol vermemek gerektiğine, halkının kusurlarını gözleyenin namert olduğuna işaret eder.

“Ärler bar, müň tümen iydirseň azdır. Adam bardır, iyen aşına degmez”  (Yılmaz, 2016: 691), Erler var, bin tümen yedirsen azdır. İnsan vardır, yediği aşına değmez cümlesiyle iyi ve kötü insan profilini yediğine değer bulup bulmaması üzerinden mukayese eder.

“Çagırlan yere bar, oturgıl, turma. Çagırılmagan yere barma, görünme” (Aşırov, 2013: 250), Çağrıldığın yere var, otur da kalkma. Çağrılmayan yere varma, görünme adabı muaşeretin altın kuralı denilebilecek bu ölçünün referans noktası atalar sözü olsa gerek: Çağrıldığın yere erinme, çağrılmadığın yere görünme.

“Ovval Magtımgulı, özüň düzetgil. Halk dünye diyr, sen kıyamat göz etgil. Az iygil, az yatgıl, sözüň az etgil. Ne bar manısız söz uzamak bilen” (Aşırov, 2013: 258), Evvel Mahtumkulu, kendin düzelt. Halk dünya der, sen kıyameti gözet. Az ye, az uyu, sözün az söyle. Ne var manasız söz uzatmak ile cümlesinde belirtildiği gibi insanın önce kendi iç dünyasını imar etmesi gerekir. Aksi takdirde sözün karşı tarafa tesiri olmaz. Nitekim Türkmen çınarı bunu “Gönülde olmayan sözü dile getirme” prensibiyle belirtmişti. Bu bakış açısı Neşat Ertaş’ın “Kalpten kalbe bir yol vardır görünmez” sözünü de hatıra getirir. Öte yandan “az yemek, az uyumak, az ve öz konuşmak” telkinleri tasavvufî öğretilere dayanan prensiplerdir. “Söz”ün kısa ve özlü söylenmesi gerektiğini, Yûnus ile Mevlana arasında geçen şu rivayetten de görürüz: “Mevlana, Yûnus’a mesnevisini takdim eder. Yûnus, Mesnevide neyi ele aldın diye sorunca; Mevlana cevaben “insanı ele aldım” der. Bunun üzerine Yûnus, "uzun yazmışsın! Ben olsam: Ete kemiğe büründüm. Yûnus diye göründüm" derdim, olur biterdi!” demiş (Gölpınarlı,  2004: 13).

“Gelen aş diyp gelmez, turşutmagıl yüz. Nana mätäç däldir, söze mıhmandır” (Yılmaz, 2016: 361), Gelen aş deyip gelmez, ekşitme sen yüz(ünü). Ekmeğe muhtaç değil, söze mihmandır cümlesiyle Türkmen misafir ağırlama geleneğinin ve nezaketinin en müstesna ifadesini ortaya koymuştur.

“Görüstanı gör-de, otur, pikr eyle. Munça men diyenler, yatır gum bolup!” (Aşırov, 2013: 219), Kabristana bak da, otur, fikir eyle, bunca ben diyenler, yatar kum olup! cümlesinden anlaşılacağı üzere kaçınılmaz son ve mutlak hakikat olan ölüme ibret nazarıyla bakılması gerektiğini hatırlatır.

Gündelik hayatta sıkça kullandığımız “Her işin başı sağlık” atasözünün şair muhayyilesindeki karşılığı şöyledir: “Dertdir bu canıň zilleti, saglık onuň soltanıdır” (Aşırov, 2013: 456), Derttir bu canın zilleti, sağlık onun sultanıdır.

“Saglıgıň gadrını bilgil, hasta bolmasdan burun. Hastalık şükrüni kılgıl, täki ölmesden burun” (Aşırov, 2013: 485), Sağlığın kadrini bil, hasta olmadan önce. Hastalık şükrünü kıl, tâ ki ölmeden önce.  Mahtumkulu’nun nasihat vâri bu söylemlerinin esin kaynağı, muhteva açısından Hz. Peygamberin şu hadis-i şeriflerine dayanmaktadır: “Beş şey gelmeden evvel beş şeyi ganimet bilin: 1-Hastalık gelmeden sıhhatini, 2- İhtiyarlık gelmeden gençliğini, 3-Fakirlik gelmeden zenginliğini, 4-Meşguliyet gelmeden boş vaktini, 5- Ecel gelmeden hayatını”.

Mahtumkulu’nun gül bahçesinden sadece küçük bir demet sunduğumuz işte bu sözler, onu öteler ötesine taşımış olmalı. Yazı başlığını “Mahtumkulu Firâkî’nin Söze Kattığı Değer” şeklinde belirlememiz de bu sebeptendir. Türkmenler Mahtumkulu’nun badeli bir şair olduğunu ve manevi rabıtasını vurgulamak için “Hak’tan içen şair” ibaresini kullanırlar. Öyle anlaşılıyor ki; şiirin sihirli suyundan da içen şair bıraktığı edebî mirasla sanatın zirvesinde dolaşmaya devam etmektedir. Nitekim Mahtumkulu’nun dünyayı dolaşan bu yolculuğu Ahmet Bican Ercilasun’un dilinde “Sözün Kanatlarında Uçan Şair: Mahtumkulu” olarak öz ifadesini bulmuştur.

        O hâlde şairin dünyayı dolaştığı şiirlerde bir sır olmalı veya sözün damıtılmasından, anlamın işlenmesinden bahsetmek gerekir. Yûnus’un gözünden bakıldığında şiir, bir söz sanatıdır. Ancak ona göre sözün şiir olabilmesinin şartı “sözü pişirmek” eyleminden geçer: Keleci bilen kişinün yüzünü ağ ide bir söz. Sözü pişürüp diyenün işüni sağ ide bir söz (Bakırcıoğlu, 2022: 316).

Esasen sözüg bışur- (Kaçalin, 2008: 4883) şeklinde deyim hâline gelen bu ifadenin ilk örneklerine Kutadgu Bilig’de de rastlanır. Türk düşünce siteminin bir dışavurumu olarak son derece çarpıcı olan bu deyimden anlaşılacağı üzere; çiğ ürünlerin pişirilince lezzetli ve faydalı hâle gelmesi gibi sözün de zihin ve gönül dünyasında bir işleme tabi tutulması gerektiği anlatılmak istenmiştir. Bu anlayışın ve arayışın izleri, büyük Türkmen mütefekkiri Mahtumkulu’da da görülür. O, söz konusu süreci bir adım daha ileri taşıyarak şiirlerinde “söz lezzeti” ifadesini kullanır:

Söhbet içre söz lezzetin bilmeyen,

Aňa bilmez meclis nedir, saz nedir (Yılmaz, 2022: 129).

            Dolayısıyla Yûnus Emre’de olduğu gibi; Mahtumkulu’ya göre de “söz” pişirilip lezzetli hâle getirilmelidir. Mahtumkulu’nun muhayyilesinde “söz”ün, şiir olabilmesinin ölçütü; “Gönülden gelen ifadelerin akıl eleğinden geçirilip fikir kazanında kaynaması” gerektiği düşüncesine dayanmaktadır. Başka bir ifadeyle söz, şaire göre fikir kazanında pişirilmesi gerekir. 

Bu konuda Mahtumkulu araştırmalarıyla bilinen ve Türkmen kültürün tanıtılmasında büyük hizmetleri olan Berdi Sarıyev şöyle der: “Mahtumkulu’ya göre DÜŞÜNCE pişirebilen bir yemektir. Tabiî ki FİKİR KAZANIYLA pişirilecektir” (Sarıyev, 2014: 163). Söz konusu düşünceyi şairin şu satırlarından görebiliriz:

Pikir gazanında gaynadık, bişdik,

Degme, ol coş urup dökülsin indi (Aşırov, 2013: 27).

             Her iki şairin kullandığı ifadeler farklı olsa da düşünce itibariyle aynı kaynaktan beslendikleri ve aynı hedefe ulaşmak istedikleri çok açıktır. Bu kaynak farklı coğrafyalarda olsa dahi ortak bir dil algısının ve dünyayı aynı dil merkezinden takip etmelerinin bir tezahürüdür. Yazının girişinde dil-kültür ilişkisinden bahsedilirken bu sürece dikkat çekilmişti. Söz konusu düşüncelerin ortak görünüm sergilemesine kaynak teşkil eden başka bir etken de her iki şairin sosyokültürel yapısındaki benzerliklerdir. Daha açık bir ifadeyle ortak edebî geçmişe sahip olmalarıdır. İkisi de yaşadığı dönemin zorluklarına göğüs germiş ve şiirleriyle halkına ulaşmış, birlik beraberliğe, barışa, sevgiye ve kardeşliğe çağırarak gönüllerde eşsiz yer edinmişlerdir. 

Öte yandan bir benzerlik de makûs talihlerinde cereyan etmiştir. Her iki şairin de yazdığı şiirlerin çoğu ne yazık ki tahrip edilmiştir; ancak elimizde olan şiirler onların vermek istediği kutlu mesajı muhatap gönüllere taşımak noktasında gayet yeterlidir. Mahtumkulu bu durumu şöyle ifade eder (Yılmaz, 2021: 60):

Gapıllıkda duşman aldı daşımız,

Dargatdı her yana deňi-duşumız,

Bäş yılda bir kitap eden işimiz,

Gızılbaşlar alıp veyran eyledi.

                  ***

Yazan kitaplarım sile aldırıp,

Gözlerim ızında giryan eyledi.

          Şairin yukarıda verdiği bilgilerden anlaşılıyor ki; kâğıt ve kaleme ulaşmanın kolay olmadığı bir dönemde, mum ışığında beş yılda yazılan onca emek mahsulü eserler, Kızılbaş denilen Safevi taraftarı tayfalarca hiç edilmiştir. Kalan şiirlerinden bir bölümü de şairin Etrek Çayı’ndan geçtiği sırada suya düşer ve sel kapar. Nitekim Mahtumkulu, el emeği göz nuru eserlerini kaybetmenin hüznüyle ağladığını da okurlarından gizleyemez. Günümüze ulaşan eserler; Mahtumkulu’nun “kalemininde Türklük, dilinde İslamiyet” şiarıyla tanınmasına, ifade kudretini göstermesine, berrak zekâsına ve Türkmen felsefesine tanıklık etmeye imkân sağlamış olsa da yok edilen eserleri kim bilir ne açılımlar sağlayacaktı.

Yûnus’un şiirlerinin tahrip edilmesi hadisesi ise şöyle anlatılır: 

“Yûnus, üç bin şiir söylemiş ve bunları bir divan hâline getirmiş. Molla Kasım isimli bir bilgin su kenarına oturup bu şiirleri okumaya başlamış. Bunlardan bin şiiri okumuş ve dinî açıdan sakıncalı bularak yakmış. Kalan şiirlerden bin tanesini de aynı sebeple suya atmış. Üçüncü bine başlayınca şu beyitle karşılaşmış: “Derviş Yûnus bu sözü eğri büğrü söyleme. Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir”. Bu beyti okur okumaz, Molla Kasım, Yûnus’un kerametine inanmış. Divanı öpüp alnına koymuş. Fakat ne çare ki elde bin şiir kalmış. Yûnus'un o yakılan bin şiirini gökte kuşlar ve melekler, denize atılan bin tanesini balıklar, kalan bin şiirini de insanlar okumaktalarmış” (Tatcı, 2012: 37-38).

          Mahtumkulu ile Yûnus arasında karşılaştırılmaya gidilmesinin sebebi girişte de belirtildiği üzere söyleyiş bakımından benzerlik arz etmesidir. Her iki şair için de söz, kullanıcısının tercihine göre son derece etkili bir vasıtadır. Mahtumkulu’nun ifade ettiği üzere söz incitmek kastıyla kullandığında “ok” işlevini görür. Ancak şairler dilerse kalıptan kalıba soktuğu sözle “baş” da alır “bal” da dağıtır: Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı. Söz ola ağulu aşı yağ ile bal ide bir söz. (Bakırcıoğlu, 2022: 316).

        Aynı düşünceyi Türkmen şairi şöyle dile getirir: “Aydadır Magtımgulı, asal ermişdir dillerim. Arş içre mekan tutan acap dessanım bar meniň” (Yılmaz, 2016: 51), Söyler Mahtumkulu, asel olmuştur dillerim. Arş içre mekân tutan güzel destanım var benim.

      Demek ki; söz insanın yüzünü ak etmeli, dillerde bal gibi olmalı ve faydalı sonuçlara yol açmalıdır. Bunun için sözün hem gönül hem akıl süzgecinden geçirilerek söylenmesi, şairane bir ifadeyle “sözün pişirilip” söylenmesi esastır. Her ikisi de hassasiyet şairidir.  Yûnus “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” derken bu duyguyu Mahtumkulu “Peşe diyip agırtmagıl, cesetde canı bardır” (Aşırov, 2013: 100), Sinek deyip incitmeyesin, cesedinde canı vardır ifadesiyle dile getirir. Dolayısıyla her ikisi de adeta bir hassasiyet abidesi gibidir. Bu hassasiyet kuşkusuz, büyük talim-terbiye ve bilgi birikiminin kazandırdığı bir davranış biçimidir. Onlar sözün mana âlemine inmiş, hakikatin sırrına vakıf olmuş ediplerdir. Böylesine engin tefekküre sahip şahsiyetlerden kalan zengin bir külliyata sahip olmak da bütün Türk dünyası için bir ayrıcalıktır. 

         İki zirve şahsiyetin mısralarına dikkatli bakıldığında gerek sembolik gerekse tematik açılardan pek çok benzerliklerin olduğu çarpıcı bir gerçektir. Üslup açısından sanatlı bir şekilde meramını ifade etseler de aslında şairlik derdinde olmadıkları, şiirleriyle insanlara faydalı olma düşüncesini taşıdıkları görülür. Çünkü yaşadıkları dönem arasında beş asır olsa da acının, sosyal ve siyasi çapraşıklıkların yaşandığı zorlu bir döneme muhatap olmuşlardır. Hâliyle söze öyle kutlu bir misyon yüklenmelidir ki bütün bu olumsuzlukları olumlu bir mecraya taşıyabilsin. Dolayısıyla şiirini millî ve manevî bir bilinçle kurmuş, muhatabı olan insanlarda böyle bir etki meydana getirmek istemiş ve bunu da başarmışlardır. Yaptığı işin önemine binaen şu ortak ifadeleri söyleyebilmişlerdir: “Işka diyemedi özüm gensüzin açıldı râzum. Yûnus senün iş bu sözün âlemlere destân ola” (Kaçalin, 2004: 4).

        Anadolu’da yazılan divan, kendi kaleminden kendisini “âlemlere destan ola” diye tanımlarken; ata vatan Türkmenistan’da yazılan divan ise “Arş içinde mekân tutan destan” (Aşırov, 2013: 43), şeklinde öz ifadesini bulmuştur. Mustafa Tatçı’nın dediği gibi; şairlere ustalık kazandıran şey “kelimelere giydirdiği mana elbisesidir”. Dolayısıyla şairler bazen söyleyeceği sözü doğrudan söylemezler onlara yeni anlamlar kazandırarak sembolik ifadelerle şiirlerini yazarlar. Bu durumu Yûnus “sözün yüzünü örtmek” (Özçelik, 2010: 119) şeklinde ifade ederken; Mahtumkulu ise, sözün gücünü ve etki derecesini göstermek bakımından “sözüm älemdir” (sözüm âlemdir) beyanıyla duyurur. Sözü açık söylememe durumu yüklendiği değere bağlı olarak yeni açılımlara ve şahsi tasarruflara imkân sağlamaktadır. 

           Gök kubbenin altında söylenmedik söz belki de yok gibidir. Ancak bu sözleri şerh etmek, açıklığa kavuşturmak kalem ve kelam ehlinin işidir. Çünkü onlar “Her sözde nasihat, her nesnede ziynet var” düsturuyla hareket ederler. Bu bağlamda bir şairi anlamanın ve sağlıklı bir değerlendirme yapabilmenin ön koşulu; şairin hayatını, yaşadığı dönemin genel özelliklerini ve dünyayı okuma şeklini kavramaktan geçer. Babası Devletmehmet Âzâdî ve Mahtumkulu Firâkî bıraktığı edebî mirasla aynı pınardan kaynağını alan iki çağlayan gibi Türkmen kültürünü beslemeye devam etmektedir. 

           Mahtumkulu 18. yüzyıl Türkmen edebiyatının en önemli şairi olmakla beraber devrinin terapisti, pedagogu ve mütefekkiri vasıflarıyla kanayan yaralara merhem ve üşüyen yüreklere adeta ilham olmuştur. Şiirleri mercek altına alındığında ve satır aralarına inildiğinde; şairin “söz” ile faydalı olma yoluna giderek zorlukların üstesinden gelebilecek, erdemli vasıflara sahip “kâmil insan” profilini hedeflediğini ve toplumu yönlendirdiğini görürüz. 

          Esasen bu yönlendirmenin bariz örneğine kendi tarihimizin en parlak dönemlerinde yani Türk devlet geleneğinin yönetim felsefesinde de rastlanır. Danışma kurullarında veya padişahların hemen yanı başında aksakallıların, ediplerin, akıl ve gönül hocalarının yönetici güç durumunda olduğu anlaşılır. Nitekim Fatih’in yanı başında Akşemsettin’i, Yavuz’un yanı başında İbni Kemal’i görmek, Kanuni denilince Ebüssuûd Efendi’yi hatırlamak bu yönetici gücün gerisindeki aksiyonu ve devlet adamlarını yetiştirme tarzının kültürel kodlarını yansıtmaktadır. Bahsi geçen padişahların divan tertip edecek düzeyde şiire ilgi duymaları da sanat ile yönetim ilişkisinin bir başka tezahürüdür. O bakımdan ilim ve sanat, yönetici gücün veya otoritenin olduğu yerde derinlik kazanmaktadır. 

        Elbette bu derinlik; Cumhuriyet döneminin güçlü kalemlerinde, bilhassa geçmişle bağını koparmadan kadim gelenekten beslenen Mehmet Akif Ersoy, Ziya Gökalp, Yahya Kemal Beyatlı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Fuat Köprülü, Nihat Sami Banarlı, Mehmet Kaplan gibi burada isimlerini tek tek anamayacağımız daha pek çok aydınımızda pekâlâ kendini göstermektedir. 

 

         5-Türkiye’de Mahtumkulu Hakkında Yapılan Temel ve Güncel Çalışmalar

         Türk halkı Mahtumkulu’nun adını ilk kez 1880 yılında Şeyh Süleyman Buhari tarafından yazılan Lügat-i Çağatayi ve Türki-i Osmani adlı eserle duymuştur. Kısa bilgilere yer verilen eserde şairin adı 18 defa geçmektedir. Zeki Velidi Togan, şaire ilişkin en hacimli nüshayı Fergana’da bulmuş ve 1913’te Şura mecmuasında yayımlamıştır. M. Fuat Köprülü de 1918’de yayımladığı Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eserinde Mahtumkulu ile ilgili ilk biyografik bilgileri sunmuştur. Dolayısıyla Türk bilim adamlarının Türkiye’de henüz 1880 yılında Mahtumkulu Firâkî’den haberdar olduğunu söyleyebiliriz. Konuya ilişkin Türkiye’de zengin materyaller sunan ve şairin 39 şiirinin yer aldığı ilk bilimsel çalışma ise; Hüseyin Kâzım Kadri (Şeyh Muhsini Fânî) tarafından 1921’de yayımlanan “Mahtumkulu Dîvânı ve Yedi Asırlık Türkçe Bir Manzume” adlı eserdir. 1971’de Nihat Sami Banarlı tarafından yazılan Resimli Türk Edebiyatı Tarihi adlı ansiklopedide de Türkmen şairi hakkında bilgi verilmiştir. Yusuf Azmun 1978’de Muharrem Ergin’in danışmanlığında “Mahtumkulu Dîvânı ve Dil Hususiyetleri” adlı doktora tezi hazırlamıştır. Aynı zamanda bu çalışma ülkemizde şu ana kadar Mahtumkulu hakkında yazılmış dört doktora tezinin ilkidir. Türkiye’de dîvân tertibinde hazırlanan ilk yayın ise merhum Himmet Biray’a ait Kültür Bakanlığı tarafından 1992’de yayımlanan Mahtumkulu Divanı adlı eserdir. 

          Geçtiğimiz süreç içerisinde şairle ilgili olarak pek çok makale kaleme alınmış, birçok üniversitede etkinlikler düzenlenmiştir. Ancak son 10 yılda yapılan çalışmalara da değinmek gerekir. 2012’de Türkmenistan’ın önceki dönem Cumhurbaşkanı Sayın Gurbangulı Berdimuhamedov’un Ankara’nın Dikmen Vadisi’nde bulunan Mahtumkulu heykelinin açılış törenine katılması ve hemen akabinde zatıâlilerinin tensipleriyle şairin eserlerinin Türkçeye aktarılmasına karar verilmesiyle güncel çalışmalara başlanıldı. 

Bu kapsamda Mahtumkulu’nun eserlerini aktarmak üzere Türkmenistan Ankara Büyükelçiliği’nin himayesinde muhtelif üniversitelerde çalışan yedi kişiden müteşekkil Mahtumkulu Bilim Kurulu (Abdurrahman Güzel, Ali Duymaz, Berdi Sarıyev, Hamiye Duran, Nergis Biray, İlteriş Kutlu, Emrah Yılmaz) oluşturuldu. İki yıllık yoğun çalışmanın ardından 5 eser hazırlanmış ve bu eserler doğumunun 290. yıldönümü dolayısıyla farklı kurumlar tarafından 2014’te yayımlanmıştır. İlk olarak Aşkabat’ta iki cilt hâlinde yayımlanan “Magtymguly Eserler Ýygyndysy” adlı eser Türkçeye aktarılarak TÜRKSOY tarafından neşredilmiştir. 

          Aynı yıl sözü edilen Bilim Kurulu tarafından hazırlanan hem akademik camiaya hem de geniş halk kitlesine hitap eden aşağıdaki eserler yayımlanmıştır. İlk sırada gösterilen yeşil kapaklı Mahtumkulu Dîvân’ı adlı eser, dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından önceki dönem Türkmenistan Cumhurbaşkanı Sayın Gurbangulı BERDİMUHAMEDOV’a takdim edilmiştir.

 

              

 

 

Çeviri eserler dışında alanında uzman hocaların katılımıyla özgün makalelerin bir araya getirildiği Mahtumkulu Anı Kitabı adlı eser de 2014’te TİKA tarafından neşredilmiştir. 

 

Kolektif çalışmaların yanı sıra Mahtumkulu Üniversitesi ve Milli                             Elyazmalar Enstitüsü’nün davetiyle yazarın 1 yıl Aşkabat’ta kalarak                             2016’da hazırladığı Mahtumkulu Eserlerinin Deyimler Sözlüğü adlı                                          eser yayımlanmıştır. 775 sayfalık bu sözlük, şaire dair 1.728 deyimin                                Türkçe ve Türkmence olarak açıklamasını ihtiva etmektedir.

 

      Mahtumkulu’nun eğitim aldığı yerlerin Özbekistan’da olması dolayısıyla bilimsel mirasını araştırmak üzere bu satırların yazarı Semerkant Devlet Üniversitesi’nin daveti ve TÜBİTAK’ın desteğiyle 2021 yılı boyunca Özbekistan’da bulunmuş ve Maxtumquli Firog‘iyning Fikr Dunyosi adlı monografik eseri Özbekçe olarak yayına hazırlamıştır. Şaire dair pek çok bilgi ve belgeye ulaşılmış ve ilgili bölümde belirtildiği gibi Özbekistan’da en büyük tespit şu olmuştur: Mahtumkulu; İdrisbaba, Gögeldaş, Şirgazi medreselerinin dışında Fergana’daki Andican Medresesi’nde de eğitim almıştır.  Ülkemizde Türkmen şairiyle ilgili olarak 2024 yılı için hazırlıklar devam etmektedir.

 

                   SONUÇ

                   Makalede; Mahtumkulu’nun vecizeleri üzerinden söze yüklenen değere, şairin biyografisine, edebî kişiliğine, aile durumuna, eğitim aldığı kurumlara, Özbekistan’da yapılan alan araştırmasına bağlı olarak Andican Medresesi’nde okuduğu bilgisinin tespitine, Türkiye’de yapılmış akademik çalışmalara genel olarak değinilmiştir.

                Mahtumkulu'nun fikriyatında sözün değerli olmasının ön koşulu samimiyetine binaen gönülden söylenmesi, fikir kazanında kaynaması ve sözün pişirilip lezzetli hâle gelmesi prensibine dayanır. O hâlde sözün arzu edilen değere ulaşması için akıl ve gönül süzgecinden geçirilmesi sürecine referansla söz ve besin arasında metaforik bir bağ kurulduğu söylenebilir. Şair muhayyilesinde “söz” ve “lezzet” kavramları arasında metaforik eşleşmeye gidilerek güzel sözün veya değer yüklü sözün insanda uyandırdığı etki bir duyu metaforu olarak lezzet kavramıyla vurgulanmıştır. Fikir kazanında kaynatılması da sözün/yiyeceğin uygun kıvama getirilmesiyle ilgilidir. Başka bir ifadeyle kaynak alanındaki lezzet kavramının hedef alanındaki söz kavramı üzerine zihinsel olarak haritalandırılması sonucu yenilebilir özelliği dikkate alındığında söz maddedir ontolojik metaforu meydana gelmiştir. Burada söz lezzettir duyu metaforuyla sözün tadından bahsedilmesi, onun yiyecek gibi düşünülmesine kapı aralamıştır. Bağlamdan anlaşılacağı üzere iyi söz fikir kazanında pişirilir, pişirilen söz de lezzetlidir.

            Mahtumkulu, Türkistan’da hanlar ve şahlar arasındaki hâkimiyet mücadelesinin sürüp gittiği, toprak ve su kavgalarından dolayı cereyan eden siyasi çekişmelerin yaşandığı 18. yüzyılda sözün gücünden yararlanarak kalemiyle hizmet etmiş bir ediptir. Bu bağlamda iç ve dış tehditlere karşı dağınık hâlde yaşayan Türkmen boylarını bir araya getirmek için gür bir sadayla “Bir sofrada hazır kılınsa aşlar, Yaver gider şansı yüce Türkmen’in” (Yılmaz, 2016: xxvi) deyip birlik telkinlerinde bulunması, ardından “Sözüm âlemdir; nasihatim yüce halka ilimdir” (Yılmaz, 2016: 624) ilkesiyle toplumu ilmin kutsal yolculuğuna yönlendirmesi, bağımsızlığın ve millî kimliğin inşasında kilometre taşı olmuştur. Bu birleştirici ve yol gösterici tavır, elbette şairi farklı bir noktada konumlandırmıştır. Bugün Türkmen halkı arasında ayrılığa düşülen görüşleri gidermede de, sözünü veciz sözlerle güçlendirme ihtiyacını karşılamada da referans noktası hep Mahtumkulu’dur. Onun eserlerinde; vatan sevgisine, birlik beraberliğe, barışa, kardeşliğe ve bir devleti adaletle yönetmek için gerekli bütün insani değerlere çağıran bir ses duyulur. Yine bu sebepledir ki; o’nun şiirleri bugün dillerde türkü olmuş ve adeta her biri bir özdeyiş görünümü kazanmıştır. Merhum Türkmen edebiyat tarihçisi Osman Ödeyev, şairlerden mukayese amaçlı bahsederken muazzam bir ölçü kullanarak şöyle der: “Bir şairi tarif ederken çok büyük bir şairdir demek kuru laf kalabalığıdır. Ancak şiirlerinden kaçının bestelenip notalara döküldüğünü, halkın dilinde türkülere dönüştüğünü saptarsanız şairin büyüklüğüne de o nispette şahitlik edersiniz”. Bu zaviyeden bakıldığında Mahtumkulu’nun 700 şiirinden yaklaşık 200 şiirinin Türkmen müzisyenler tarafından yayımlandığını söyleyebiliriz. Sadece Türkmenler için değil âşıklık geleneğinin yaşatıldığı Harezm’de Tursun Bahşı, Yoldoş Bahşı, Kalandar Bahşı, Komiljon Otaniyazov, Şerali Jorayev gibi Özbek bahşı ve müzisyenlerin de esin kaynağı olmuştur. Bu durum Mahtumkulu’nun haddizatında iyi bir saz şairi olmasından kaynaklanmaktadır. Medeniyet tarihimizde Mahtumkulu gibi bize yol meşalesi olmuş nice mümtaz şahsiyetlerin ayak izlerine basarak yürümek en büyük saadet olacaktır. 

          Türkistan’da yönetici gücün henüz teşekkül etmediği veya merkezi otoritenin sağlanamadığı 18. yüzyılda, üstelik müşterek Orta Asya edebî diliyle eserler vermenin de gelenek hâline geldiği bir ortamda, Mahtumkulu’nun bütün kalıpları yıkarak mahallî dili maharetle kullanması ve bu edebî başarıyı yakalaması her türlü takdirin üzerindedir. Onun mahallî dille yazdığı güzel şiirler sayesinde Türkmence millî bir görünüm kazanmış ve edebî dil seviyesine ulaşmıştır. Dolayısıyla bu durum dil tarihi açısından son derece önemli bir gelişme olarak kaydedilmiş ve şairi çok farklı bir noktaya taşımıştır. Firâkî’nin Türkmen edebiyatında sağladığı bu dönüşüm, sosyal ve siyasi hayata aksederek fikrî birliğe de zemin hazırlamıştır.

          Demek oluyor ki; Türkmen bilgesi Mahtumkulu’nun da büyük bir ustalıkla işlediği ve okuyucusunu anlam katmanlarında dolaştırdığı “söz” iletişimin aracıdır, dilin sanatıdır, iç dünyanın dış dünyaya tezahürüdür, hislerin konuşmasıdır, dilin ifade derecesidir, zihnin işleyiş gücüdür, aklın ürünüdür, toplumun kimliğidir, seslerin anlama bürünmesidir... 

Geleceğin kültür basamakları üzerinde yükseleceği inancıyla Türkmen-Türk kardeşliğinin daim olmasını diliyor, doğumunun 300. yılını idrak edeceğimiz Mahtumkulu Firâkî’yi rahmet ve minnetle yâd ediyorum.

 

 

Kaynaklar:

AKALIN, Ş. Haluk (2019). Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 11. Baskı. 

ARVAS, Hamdullah (2020). “Kelâm’da “Ta‘lîm-i Esmâ”: Dil Teorileri Bağlamında İlâhî Mânaların İsimlendirilmesi Meselesi”, Kader, 18/2, ss. 500-538.

AŞIROV, Annagurban (2011). “Magımgulı Haçan Doglupdır?”, Dünyä Edebiyatı, 3 (5), ss. 162-165. 

AŞIROV, Annagurban (2013). Magtymguly Eserler Ýygyndysy, 2 Cilt, Aşgabat: MGI Neşriyatı.

AZMUN, Yusuf (2012). “Türkmen Şairi Magtımgulı ve Onun Eserleri Hakkında Bilinmesi Gereken Konular-1”, TDK Belleten, 1, ss. 85-122.

AZMUN, Yusuf (2012). “Türkmen Şairi Magtımgulı ve Onun Eserleri Hakkında Bilinmesi Gereken Konular-2”, TDK Belleten, 2, ss. 5-28.

BAKIRCIOĞLU, N. Ziya (2022). Yûnus Emre Dîvânı, İstanbul: Ötüken Yayınları.

BOREYKO, A. Hodzko (1842). Specimens of The Popular Poetry of Persia, London: Printed for the Oriental Translation Fund of Great Britain and Ireland.

GARRIYEV, A. Baymuhammet (1975). Magtımgulı. Aşgabat: Magarıf Neşriyatı.

GELDİYEV, Gurbandurdı (2003). Sözkonusu Edebiyat, İstanbul: Kaynak Yayınları.

GELDİYEV, Gurbandurdı (2014). Magtımgulı Diyip Adım Tutsalar, Aşgabat: Ilım Neşriyatı.

GÖLPINARLI, Abdülbaki (2004). Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İstanbul: İnkılap Yayınları.

HEIDEGGER, Martin (1977) Basic Writings. (Ed. by Gray and Stambaugh), New York: Harper and Row.

KAÇALİN, M. Sinan (2004). Yunus Amra-Divan (Süleymaniye Kütüphanesi, Mikrofilm Arşivi), İstanbul.

KAÇALİN, M. Sinan (2008). Yûsuf Has Hâcib: Kutadgu Bilig, Metin. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

KISAKÜREK, N. Fazıl (2017). Çile, İstanbul: Büyük Doğu Yayınları.

KOMİSYON (1976). “Maxtumquli”, O‘zbek Sovet Ensiklopediyasi 7, Özbekistan SSCB: O‘zbek Sovet Ensiklopediyasi Nashriyoti.

KOMİSYON (2005). O‘zbek Milliy Ensiklopediyasi, Toshkent: Davlat Ilmiy Nashriyoti.

KÖPRÜLÜ, M. Fuad (1984). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara: Diyanet Vakfı Yay.

KÖSÄYEV, Mäti (1972). Edebiyat Barada Söhbet, Aşgabat: Türkmenistan Neşriyat.

KÖSÄYEV, Mäti (1959). Mahtumgulı Pıragı (Beyik Şahırıň 225 Yıllıgına Bagışlanan Makalalar Yıgındısı), Aşgabat: Türkmen Dövlet Neşriyat Gullugı.

ÖZÇELİK, Mustafa (1991). Yûnus Emre, İstanbul: Beyan Yayınları.

ÖZÇELİK, Mustafa (2010) Bizim Yûnûs, Ankara: Eskişehir Valiliği.

SARIYEV, Berdi (2004). Magtymguly Sözlär Tili Türkmeniň-Ruhubelentlikdir Ýoly Türkmeniň, Ankara: Türkiye-Türkmenistan Dostluk Derneği.

SARIYEV, Berdi (2014). Klasik Düşüncenin Türkmen Mimarları, Devletmehmet Âzâdî ve Oğlu Mahtumkulu, İstanbul: Akademik Kitaplar.

SARIYEV, Berdi (2017). (Berdi Sarıyev) Türkmen Türkçesi ve Kültürü Üzerine Makaleler: 

Dil-Folklor-Edebiyat, (haz.: Emrah Yılmaz-Tuğba Yılmaz), Ankara: Akçağ Yayınları.

TATCI, Mustafa (2012). Yûnus Emre: Dîvân-I İlâhîyât. İstanbul: Kapı Yayınları.

TOGAN, Z. V. (1913). “Divanı Mahtumklu”. Şura. 12, 357-360. 13, 393-395. 14, 424-428. 15, 458-460. 16, 491-494. 17, 522-524. 

TOGAN, Z. V. (2013). “Mahtumkulu Divanı ve Yedi Asırlık Türkçe Bir Manzume, Şerh ve Tenkit Eden: Şeyh Muhsin Fânî”, İstanbul 1340. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 22, ss. 189-202. (çev.: Tahir AŞİROV). 

YEKTAR, O. Nedim (2016). “Hadîs Rivayetleri ve Hz. Peygamber’in Şiire bakışı”, EKEV Akademi Dergisi, 20/65, ss. 405-432.

YILMAZ, Emrah (2014). “Mahtumkulu Firâkî’de Söz Kavramı Üzerine Bir Değerlendirme”, 

Mahtumkulu Anı Kitabı, Ankara: TİKA Yayınları, ss. 377-383.

YILMAZ, Emrah (2016). Mahtumkulu Eserlerinin Deyimler Sözlüğü, Ankara: Gazi Kitabevi.

YILMAZ, Emrah (2018). “Mahtumkulu’nun Organ Adıyla Kurulmuş Bazı Deyimleri 

Üzerine”, Filologiyaning Dolzarb Masalalari, Fargona/O‘zbekiston, ss. 118-126.

YILMAZ, Emrah (2021). “Dede Korkut’a Âşık, Mahtumkulu’ya Meftun İki Kahramanın 

Yolculuğu”, Türk Dili, Haziran, ss. 58-65.

YILMAZ, Emrah (2022a). Maxtumquli Firog‘iyning Fikr Dunyosi, Samarqand: Fan Bulog‘i.

YILMAZ, Emrah (2022b). “Mahtumkulu ve Eserlerinde Metafor”, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara: Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü.

YILMAZ, Emrah (2022c). “Maxtumquli Firog‘iy Devonidagi Frazeologizmlarning Semantik 

Xususiyatlari”, SamDU Ilmiy Axboratnoma, Samarqand, 2 (132), ss. 49-54. 

YILMAZ, Emrah (2022d). “Maxtumquli Firog‘iy Devonidagi Frazeologizmlarning Leksikologik Xususiyatlari”, So‘z San’ati Xalqaro Jurnali, Toshkent, 2, ss. 184-190. 

YILMAZ, Emrah (2022e). “Mahtumkulu Firâkî ve Abdulla Oripov Şiirlerinde Metaforik 

Transferler”, Euroasia Journal of Social Sciences & Humanities, 9 (2), ss. 99-111.

 

Elektronik Kaynak

YILMAZ, Emrah (2023). “Divan (Mahtumkulu Firâkî)”, Türk Edebiyatı Eserler Sözlüğü,

URL: http://tees.Yesevî.edu.tr/madde-detay/divan-mahtumkulu-Firâkî. (04/09/2023).

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 205. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 205. Sayı