Spor Hocası


 01 Haziran 2024


Küçük bir kız çocuğu göndermişlerdi okula, ulusal cimnastik yarışmasının şampiyonuydu. Yeni eğitim öğretim yılında spor hocası olarak çalışacaktı. Ters gibi de ilk dersi sekizinci sınıflaraydı. Ben de vaktiyle Kürdemir’in Aktacı ve Beyi köylerinde coğrafya derslerine girmiştim. Ders vermeye sekizinci sınıflardan başladığım için onların ne kadar sıkıntılı öğrenci olduklarını biliyordum. Erkek hocalar bu zorluğun üstesinden bir şekilde gelirken, kadın hocalar çok eziyet çekiyordu.

Eskiden, okullarda tek tük kadın öğretmene denk gelinirdi. Ama şimdi özellikle de şehirde, erkekler meydanı kadınlara bırakmış. Müdürden hademeye kadar bu zarif cinsin tekelinde. Bunun iyi yada kötü olduğu hakkında bir şey söyleyemesem de, bir şey; gün gibi ortadaydı: Okul, erkek sesinden mahrum bırakılmamalıydı.

Evet, spor hocası sınıfa adımını atar atmaz çocukların dalgasına maruz kaldı:

“Küçük, küçücük,” diye ciyakladı birisi.

Diğeri hemen burnunu tıkayıp öyle dillendi:

– Bmoooyu vaar...

Daha irice biri köşeden atıldı ileri:

– Daaammm doooluuusuuu...

Sonra da serçe korosu hep bir ağızdan:

– Düğünü var...

– Düğünü var...

– Düğünü var...

Çocuklara sakin olun demekten daha ağır bir söz söylemeye cesaret edemeyen öğretmen hanım, ne kadar kuyruğunu dik tutsa da, dersten çıkıp eve vardığı gibi yüzüstü attı kendini yatağa, hıçkırarak ağladı. Sabah olduğunda ise biyara gidiyormuş gibi (Eskiden köylünün feodallerin çiftliğinde karşılıksız ve yapmak zorunda olduğu işe biyar diyorlardı) ayakları titreye titreye okulun yolunu tuttu.

– Selam, çocuklar!

Biri: “Selam!” dedi.

Biri: “Aleyküm...”

Birisi de:

– Küçük, küp, küçük...

 

***

 

Günler geçiyor, öğretmen hanım çocukları düzeltmek için ne yapması gerektiğini düşünüyordu, çözemedi. Sonraki derslerin birinde olağandışı bir şey yaşandı, sınıfa girdiğinden bu yana bir kere bile yüzü gülmeyen öğretmen hanım ansızın tebessüm etti. Sıralardan cırt diye bir ses geldi, çocuklar birbirine girdi. Keşem ayağa fırlayıp dikildi öylece:

– Öğretmen hanııımmm!

Kabus görmüş gibi duran öğretmen hanımın yüzü betona kesti, gözleri belerdi:

– Buyurun.

– Sizden çıkmayan...

Cümleyi Deniz tamamladı:

– Offf... İii... Şşş!

– Ne iş?

– Offf... Gülümsüyor musunuz?

– Siz bütün gün kakara kikiri yapınca normal, ben gülümseyince tarihi bir ana şahitlik etmiş oluyorsunuz öyle mi?

Sınıfın ilk itirafı Mehmet’ten geldi:

– Öğretmen hanım, biz sırıtık çocuklarız, ne istersek yaparız, bize de yakışır.

– Ben de gülümsedim. Bana da gülmek yakışır.

“Aaa... Cesarete bak!” diye öğrenciler bağrıştı.

– Cesaret değil, gönlümden geçeni söyledim.

– Rica ediyoruz, bize zorluk çıkarmayın öğretmen hanım.

– Zorluk ne demek?

– Sizin tarafınızdan bize karşı bir tehlike geleceğini hissediyoruz.

– Niye o?

Keşem yeniden ayağa kalktı:

– Öğretmen hanım, babam, herşey bir şekilde olsa bile gülümsemek öyle olmuyor diyor!

– Yarın cevabınızı veririm.

Deniz sabredemedi:

– Offf... O zaman mahkeme sizi sorguladığında bize kırılmamanız gerek.

Öğretmen hanımın kaşları çatıldı:

– Mahkeme ne demek?

– Yarın derse gelince göreceksiniz, birkaçımızın kalbi çalındı...

Bu sözlerin karşısında duramadı öğretmen hanım:

– Yarın size ceza vereceğim.

– Peki neden gülümsüyorsunuz?

– Size vereceğim cezayı düşündükçe keyif alıyorum.

Çocuklar birbirine girdi:

– Bize ceza mı vereceksiniz!

– Evet.

– Bizeee!

– Eee... Eee... Eee...

– Cezaaa!

– Aaa... Aaa... Aaa...

– Offf...

– Bu günün suyu mu çıktı!

– Bu, öyle sıradan bir ceza değil, hazırlanmalıyım!

Sınıfın en melun öğrencisi ileri yürüdü:

– Öğretmen hanım, şıltak yapıyor sizi incitiyoruz... Eğer yarın bizi cezalandırabilirseniz, kuzu kesileceğiz.

– Götürüp otlatın!

– Meeeee...

Öğretmen hanım ciddileşti:

– Acele etmeyin.

– Niye?

– Zaten on sekiz saat sonra mahkeme sizi meletecek.

Çocuklar birbirine bakakaldı.

 

***

 

O gece öğrencilerin dışında herkes mışıl mışıl uyudu. Dersin başlamasına yarım saat kala asker gibi toplanıp dizildiler spor salonunun önünde. Zil çalar çalmaz asıldılar kapının koluna... Kapı açılmadı.

Öğretmen hanımın “Mahkeme sizi meletecek,” dediğini hatırlayıp daha da rahatsız oldular:

– Garip! Bu öğretmen hanım nerede kaldı acaba!

– Gelin birlikte zorlayalım.

– Biiirrr.

– İkiii...

– Üç.

Nasıl vurdularsa, kapının iki kanadı da açıldı. Kafalarının üstüne içeri düştüler.

– Öğretmen hanım!

– Öğretmen hanım, aman be öğretmen hanım!

Salonda ses yankılandı.

Birden Elgün bağırdı:

– Şuraya bakın!

– Aaa... Ayaklar...

– Hani?

– Şu işte... Havada sallanıyor.

Çocukların başlarını yukarı kaldırmalarıyla bağırmaları bir oldu:

– Aman, aman!

Birbirlerini ite kaka koşup dışarı çıktılar.

– Ne yaptınız evladım?

– Öğretmenimiz kendini asmış!

– Nasıııl?

– Orada işte, salonun ortasında ipte sallanıyor!

Nöbetçiyi de yanına alan müdür birinci kata indi. Salona yaklaştıklarında adımları yavaşladı.

– Oğlum, ileri geç.

Nöbetçi derhal salona girdi, peşinden de müdür...

– Selam Karanfil hocam!

“Kızııımmm...” dedi müdür, yüz ifadesindeki donukluk su gibi duruldu:

– Bu ip neyin nesi?

– Özür dilerim...

Sözünün devamını getirmekte güçlük çeken öğretmen hanımın yüzüne renk geldi:

– Çocuklara şaka yaptım.

– Böyyyle mi?

O günden sonra sekizinci sınıfları tanımak mümkün değildi. Kuzuya kesmişlerdi.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 210. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 210. Sayı