HaftanınÇok Okunanları
Gülzura Cumakunova 1
HİDAYET ORUÇOV 2
HUDAYBERDİ HALLI 3
Emrah Yılmaz 4
KEMAL BOZOK 5
UFUK TUZMAN 6
Osman Çeviksoy 7
Cumartesi günü bir arkadaşımızın nişanı için Pforzheim’a davet edilmiştik. Çocuklar çok küçüktü. Onları da yanımızda götürsek hem biz hem de onlar çok yorulup, perişan olacaktık. Bu yüzden sabah, kahvaltıdan sonra çocukları hazırlayıp onları annemle babama bıraktık.
Yola çıktığımızda kararan bulutlarla beraber içimi bir sıkıntı kaplamıştı. Yağmurun başlamasıyla içim iyice karardı. Zaten çocukları geride bırakmak hiç içime sinmemişti. Eşim “Gitmeyelim, dönelim!” dese hiç itiraz etmeyecek gibiydim. Yola çıkmıştık bir kere. Benzin almak için uğradığımız bir benzin istasyonunda birer kahve içerek yolumuza devam ettik.
Nişan çok güzel, eğlenceli bir şekilde sona erdi. Salonda karşılaştığımız bir akraba ısrarla eve davet edince, geri dönüş için yola çıkışımız gece yarısını buldu. Biz eve gelene kadar çocuklar çoktan uyumuşlardı. Onları o saatte uyandırmamak için biz de babamlarda kaldık. Sabah kahvaltı hazırlarken altı aylık olan oğlum Serdar, ağlamaya başlayınca kucağıma aldım. Onu sakinleştirmek amacıyla odanın ortasında gezinmeye başladım. İki yaşındaki büyük oğlum Erdal’da uyanmış, yatağın içinden bize bakıyordu. O esnada dışarıdan gelen seslere bakmak için kapıya yöneldim. Arkamdan Erdal’ın sesini duydum.
“Anne! Ben böyle de gelebilirim.” diyordu.
Bu söze dönüp baktığımda donup kaldım. Erdal yataktan inmiş, sağ bacağını yerde sürüyerek yanıma gelmeye çalışıyordu. Hemen Serdar’ı yatağa yatırıp onu kaldırmaya çalıştım. Oğlum sağ ayağının üstüne basamıyordu. Sesimizi duyan herkes uyandı, başımıza toplandı. Ne yaparsak yapalım, oğlum sağ ayağının üstünde duramıyordu. Delirmek üzereydim. Torunlarının üstüne titreyen annemle babam da ne olduğunu anlayamadıkları için üzüntüden perişan olmuşlardı. Toparlanıp hemen en yakın hastaneye gittik. Dornbirn Hastanesi’nde görevli olan çocuk doktoru, çocuklara karşı nazik ve güler yüzlü oluşuyla tanınmış; çok tecrübeli, iyi bir doktordu. Muayeneden sonra oğlumun basamadığına o da ikna olunca hemen yatış işlemlerimizi yaptırdı.
Kan alındı, testler yapıldı, röntgen çekildi ama teşhis koyamadılar. Görünürde bir şey yok deniliyordu. Ama oğlum nedense sağ ayağı ile basamıyordu. Gözetim altında tutulması için birkaç gün daha hastanede kalmasına karar verdiler. Oğlumu yalnız bırakamayacağım için benim de yanında refakatçı olmam gerekiyordu. Ama aklım da annemlere bıraktığım diğer oğlumdaydı. Daha çok küçüktü. Eşim her hastaneye geldiğinde, ben de hemen onu görebilmek için annemlere gittim. Ne kadar “Onlar güvenli yerde.” diye kendimi ikna etmeye çalışsam da arkamda bıraktığım diğer oğlum için de üzülüyordum. “Ben nasıl onları bırakıp gittim,” diye kendi kendime kızarken “Ya Erdal’ım bir daha yürüyemezse!” diye gözyaşı döküyordum. Onlar için kurduğum hayâller film şeridi gibi gözümün önünde canlanıyordu. Benim oğullarım okula gidecek, top oynayacak, evlenip çok iyi bir eş, bir baba olacaktı. Gece boyunca korkularım çoğalıyor, gözüme uyku girmiyordu. Acaba ben onları bırakıp gittim diye mi böyle olmuştu?
İki gün hastanede kaldık. Hâlâ oğlumda bir gelişme yoktu. Doktorlar da çaresiz kalmıştı. “Araştırıyoruz!” deyip gidiyorlardı. Ne olduğunu bulamadıklarından tedaviye de başlayamıyorlardı.
Üçüncü günün sabahında, doktorlar yine viziteye gelip gittiler. Teşhis yine yoktu. Gün boyu canı sıkılan oğlumu; bazen kitaplardaki renkli resimleri gösterip, masallarla oyalarken bazen de oyun odasına götürüyordum. Üzüntü ve korkudan benim de canım iyice sıkılmıştı. Odadan çıkmak istemedim. Hastanede küçük çocukların olduğu odalarda lavabolar vardı. Oğlum su ile oynamayı çok severdi. Sandalyeyi lavabonun önüne çektim. Sonra onu kucağıma alıp sandalyeye getirdim. Suyu biraz açtım. Sol kolumla kollarının altından sararak ayakta kalmasını sağladım. Diğer elimle de akan suya elimi dokundurup çekerek “Aaa, bak oğlum, su nasıl akıyor?” gibi sözlerle oyalamaya çalışıyordum. Sonra o da bana katıldı. Tıpkı benim gibi elini suya vurup çekmeye ve gülmeye başladı. O güldükçe daha da neşelendik, artık elimizi her suya vuruşunda kahkahalar atıyordu.
Kollarının altından onu kavrayan sol kolumun hafiflediğini hissettim. Fark ettirmeden, kahkahalarımıza devam ederek kendimi az geriye aldım ve ayaklarına baktım.
Oğlum iki ayağının üstünde duruyordu.
Dikkatli bir şekilde yavaşça onu saran kollarımı gevşettim.
Basabiliyordu.
Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Yavrumu öpüp, koklayıp hemen yatağına yatırdım. Koridora fırlayıp “Doktor! Hemşire!” diye bağırmaya başladım. Sesimi duyan hemşirenin biri geldi hemen.
“Ne oldu Kaya Hanım, neden bağırıyorsunuz?”
“Oğlum, oğlum ayaklarının üstünde durabiliyor.” dedikten sonra tekrar odaya döndüm. Hemşirenin araması sonucu gelen çocuk doktoru, yanında bir grup asistanla içeri girdi. Oğlumu tekrar muayene etti. Nasıl olduğunu anlatmamı istedi. Ben de bir taraftan gözlerimi silerken, su ile olan oyunumuzu anlattım.
Geldi, tebessüm ederek sağ elini omzumun üstüne koydu.
“Kaya Hanım!” dedi. “Demek, bizim de hâlâ bu küçük çocuklardan öğrenecek çok şeyimiz varmış.”
(Avrasya Akademi Online Kuray Hikâye Atölyesi Mart 2021)